Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Dünya Ekonomi
Küresel ekonomik krizin 2009 güncesi
Nihat Gümüş
YÜZYILIN en önemli ekonomik krizi, Ağustos 2007’de Fransız bankası BNP Paribas’ın risk düzeyinin hesaplanamaz hale geldiği ve mali durumunun hiç de iç açıcı olmadığına ilişkin haberlerle başladı. Bu haber bir domino etkisi yaptı. Aslında herkes, bir sene öncesinden üç maymunun oynandığının farkındaydı. Başta Amerikan Merkez Bankası (FED) olmak üzere birçok ülkenin merkez bankası, faizleri yükseltme kararı almıştı. 1999’da başlayıp 2002’den sonra hız kazanan küresel likidite genişleme sürecinin sonuna gelindiği görülmüş, düşmekte olan konut fiyatlarının, ipotek kredilerinin geri dönüşünü sıkıntıya sokacağı ve bu kredilere endeksli borç enstrümanları ile türev ürünlerin değerlerinde önemli düşüşler olabileceği sezilmişti. Ancak davranışsal iktisatçıların sürü psikolojisi (herding behavior) dediği anomali hali etkisini gösterdi ve bankalar piyasaya varlığa dayalı yeni menkul kıymet sürmeye devam etti.
2007’nin sonuna doğru kötü haber İngiltere’nin en büyük ulusal bankalarından biri olan Northern Rock’tan geldi ve banka hükümetten garanti istemek zorunda kaldı. Bu tarihten itibaren hükümetler giderek artan miktarlarda likiditeyi bankacılık sistemine enjekte ederek duruma müdahale etmeye başladı. Avrupa’daki bu hadiseleri Atlantik ötesinden gelen zarar ve iflaslar izledi. Merrill Lynch, CitiGroup gibi ABD’nin köklü bankaları milyarlarca doları bulan zararlar açıklarken, Wall Street’teki en büyük beşinci banka olan Bear Stearns iflasını ilan etti ve hükümet desteği ile rakibi JP Morgan tarafından devralındı. Eylül 2008’de küresel finansal kurgunun başlıca aktörlerinden Lehman Brothers’ın iflası ise krizin dönüm noktası oldu. Bu tarihten sonra krizin reel etkileri iyiden iyiye hissedildi. Dünya son çeyrekteki küçülmelere rağmen 2008’i %3’lük bir büyümeyle kapattıysa da 2009’a girerken ümitsizlik had safhadaydı.
2009 yılı ise krizin reel etkilerinin görülmesine ve dünya ulus-devlet sisteminin karar alıcılarının, küresel ekonomik yapının meşruiyetini sistemin temel paradigma ve kurumlarını sarsmadan yeniden tesis etme çabalarına sahne oldu. 2009’un ilk çeyreğinden itibaren birçok ülke rekor düzeyde ekonomik daralmalar yaşadı. Küresel ekonominin 2009’da yaklaşık %1 daraldığı tahmin ediliyor. Gelişmiş ülkelerin ortalama %4 oranında daralması bekleniyor. ABD’de %3 civarında gerçekleşen reel ekonomik küçülme, İngiltere’de %5’e yaklaşıyor. Almanya ve Fransa’da daralma sırasıyla yaklaşık %6 ve %3. Avro Bölgesi’nin toplamda %4 küçüleceği hesaplanıyor. Gelişmekte olan ekonomiler ise %2’lik bir büyüme oranı yakalayabilmiş durumda. Özellikle Çin’in kamu altyapı yatırımlarının etkisiyle %8’lik büyümesi ve diğer Asya ülkelerinin performansları, dünya ekonomisinin itici güç merkezinin Asya’ya kaymasını sağlıyor.
Enflasyon verilerine göz attığımızda ise artan hükümet harcamalarına rağmen küresel enflasyon oranının %2’lerde seyrettiği görülüyor. Gelişmekte olan ülkelerde bu oran neredeyse sıfır olarak gerçekleşirken, kimi ülkelerde yıl boyunca dezenflasyon süreçleri de yaşandı. Dünya ticaret hacminin 2009’da yaklaşık %12 daralması ise dünya ekonomik aktörlerine büyük bir şok yaşattı. Bu durum, yıl içerisinde ele alınan en önemli konulardan biri oldu ve uluslararası düzeyde yapılan her toplantıda, krizden çıkış sürecinde ülkelerin kendine içine kapanmaması gerektiği vurgulandı. Son olarak, krizin 2009’da kendini iyiden iyiye hissettirmeye başladığı reel etkilerinin belki de en önemlisi işsizlik konusuydu. Gelişmiş ülkeler bu yıl içerisinde tarihî işsizlik oranları tehdidiyle yüzleştiler. OECD ülkelerinde ortalama %9’lara varan işsizlik, başta ABD olmak üzere birçok gelişmiş ülkede %10 düzeyini aştı. 
2009 yılı boyunca ekonomi dünyasının krizin reel etkilerinin yanı sıra üzerinde durduğu bir diğer husus da, gerek krizin etkilerini en aza indirmek gerekse de krize gidilen süreçte karşılaşılan kimi sorunları gidermek için küresel düzeyde politikaların belirlenmesi noktasında atılacak adımlardı. Bu bağlamda Londra ve Pittsburg’da yapılan G-20 zirveleri ile Ekim ayında İstanbul’da düzenlenen IMF ve Dünya Bankası toplantıları öne çıktı. Bu organizasyonlar, hem ABD’nin “dünyanın tek patronu benim” psikozundan kurtulduğunun -ya da kurtulmak zorunda kaldığının- emarelerini taşıması hem de ulus-devletlerin ekonomik küreselleşmenin idaresini ele aldıklarına işaret etmesi açısından önemliydi. Dünya gayrı safi hasılasının yaklaşık %80’inin temsil olanağı bulduğu G-20 zirvelerinde ana gündem maddesi, finansal sektörün kurtarılması ve kredi kanallarının etkinliğinin sağlanıp ekonomilerin yeniden büyüme rayına oturtulmasıydı. Bu bağlamda ülkelerin 2010 yılından sonra yeniden disiplinize etmeleri şartı ile bütçe harcamalarında esnekliğe gitmeleri önerisinde bulunuldu. Bu politikalar uygulanırken uluslararası ticarete zarar verecek şekilde aşırı korumacı yöntemlere tevessül edilmemesinin altı çizildi.
G-20 zirvelerinin bir diğer önemli başlığı, İstanbul’daki IMF ve Dünya Bankası toplantılarında da vurgulandığı gibi, IMF’nin yeni dönemde dünyanın merkez bankası benzeri bir rol üstlenip en son kredi mercii misyonunu yüklenmesi ve başta ülke kotaları olmak üzere yönetim yapısının yeniden şekillendirilmesiydi. Finansal piyasalara ve kuruluşlara dair regülasyon eksikliğinin nasıl giderileceği de tartışılan konular arasındaydı. Özellikle regülasyon dışında kalan tezgah üstü türev piyasalarının düzenlenmesi, kredi derecelendirme kuruluşlarının denetim etkinliğinin artırılması, yatırım bankalarının bankacılık denetim sistemleri içerisine dahil edilmesi önemli gündem maddeleriydi. Son olarak her ne kadar işsizlik sorunu ele alındıysa da çözüm için sunulan öneriler genellikle finansal piyasaların istikrara kavuşması ve reel sektöre kredi aktarımının yeniden sağlanması şeklinde dolaylı bir yola bağlanmaktaydı.
Sonuç itibarıyla dünya 2009’da, birçok yorumcunun krizin dip noktası olarak yorumladığı bir süreçten geçti. 2010’a ilişkin beklentiler nispeten iyimser. Özellikle 2010’un ikinci yarısından sonra küresel düzeyde tedrici bir toparlanma bekleniyor. IMF, dünya ekonomisinin bir bütün olarak %3 büyümesini öngörüyor. Büyümenin en önemli lokomotifi ise Asya olacak. Gelişmiş piyasalar için de %2 civarında bir reel gelir artışı öngörülüyor. ABD, İngiltere ve Japonya’da %2,5, Avro Bölgesi’nde %0,5, gelişmekte olan Asya ülkelerinde ise yaklaşık %7,5 reel büyüme tahmin ediliyor. Evet, öyle gözüküyor ki ulus-devletler sistemi ve bu sistemin korumasına muhtaç küresel finans kurgusu, bir krizi daha etliye sütlüye dokunmadan, sistemin ana paradigmalarını sarsmadan atlatmaya namzet. Ancak ıskalanmaması gereken bir konu var ki, o da işsizlik ve buna bağlı olası sosyal patlama riskleri. Her ne kadar ekonomik performans 2010’da toparlanma yoluna girse de işsizlik sorunu daha uzun süre gündemden düşmeyeceğe benziyor.

Paylaş Tavsiye Et