Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Memleket Hali
Türkiye’de yargı siyasi bir meseledir!
Yücel Bulut
ERZİNCAN-Erzurum hattında yaşanan HSYK merkezli yargı krizini takip eden günlerde acil bir yargı reformunun kaçınılmaz hale geldiğine ilişkin yaygın bir kanaat kamuoyunda tartışılmaya ve paylaşılmaya başlandı. Aynı tartışmalar sürecinde Hükümet, epeyce bir zamandır unuttuğu anayasa değişikliği konusunu da yeniden hatırladı ve bu konuda çalışmalarını başlattı.
1982 Anayasası’nın bir darbe anayasası olduğu herkesin üzerinde ittifak ettiği bir gerçek. O günden bugüne, ortaya çıkan belli sorunlara çözüm getirebilmek amacıyla, yaklaşık üçte biri değiştirildi. Ancak yine de, ülkenin bütün problemlerinin mevcut Anayasa ile çözülebilmesi mümkün değil. Dolayısıyla yeni bir sivil anayasa, artık bir zorunluluk. Ancak sivil-askerî bürokrasi ve siyasetteki uzantıları, bunun AKP’nin çoğunluğu oluşturduğu bir Meclis’te gerçekleştirilmesini “kediye ciğer emanet etmek” olarak değerlendirdiklerinden, böylesi bir girişimi akamete uğratmak için her türlü zorluğu çıkartıyorlar. Bu koşullar, AKP Hükümeti’ne yeni bir anayasa girişimi için uygun konjonktürün oluşmadığı değerlendirmesini yaptırıyor. (AKP’nin bu ortamın oluşması için neler yaptığının ya da bu konuda gerçekten istekli olup olmadığının da ayrıca tartışılması gerekiyor elbette.) Böylesi bir ortamda Hükümet’in, en azından Türkiye’nin çözülmesi gereken en önemli problem alanlarından birisini, yargının yeniden organizasyonunu sağlayacak düzenlemeler yapabilmek için Anayasa’da kısmi bir değişikliğe gitmeyi uygun gördüğü ve bu konuda da kararlı davranacağı anlaşılıyor.
Mart ayının son günlerinde, AKP Grup Başkanvekili Bekir Bozdağ, “Demokrasinin, hukukun standartlarını yükselten, bireysel hakları daha güvence altına alan, sendikal hakları genişleten düzenlemeler içer[diğini]” ifade ettiği anayasa değişikliğine ilişkin tekliflerini Meclis Başkanlığı’na iletti. Anayasa değişikliği teklifi 3’ü geçici madde, toplam 26 maddeden oluşuyor. Kanun Önünde Eşitlik’ten Sendika Kurma Hakkı’na birçok maddesinde yeni düzenlemeler içermesine karşın, bir “siyasal toplum” oluşumuz nedeniyle olsa gerek, kamuoyunun ilgisini daha çok teklifin Anayasa Mahkemesi, HSYK, siyasi partilerin kapatılması, YAŞ kararlarına yargı denetiminin getirilmesi ve meclis başkanı, genelkurmay başkanı ve kuvvet komutanlarının görevlerinde işledikleri suçlar nedeniyle Yüce Divan’da yargılanabileceklerine dair maddeler çekiyor.
Anayasa değişikliği paketindeki maddelerin önemli bir kısmı, AB’nin yıllardır her ilerleme raporunda zorunluluğuna ısrarla vurgu yaptığı “yargı reformu”nu ilgilendiriyor. Bu gerçeğin Baykal da farkında ve paketin özünün, Anayasa Mahkemesi ve HSYK’nın yapısının değiştirilmesi ile parti kapatmalarının zorlaştırılmasından ibaret üç başlık altında toplanabileceğine dikkat çekiyor. Bu özelliği nedeniyle değişiklik paketi, “yargı bağımsızlığı”na yönelik bir müdahale olarak değerlendirilip sert eleştirilere maruz kalıyor. Nitekim Deniz Baykal, “Bu düzenleme yargı bağımsızlığı ilkesinin şimdi bu iktidar tarafından tahrip edilmesi sonucunu doğuracaktır. Bir süredir hepimizin bildiği sivil darbe süreci bu anayasa değişikliği ile noktalanacaktır.” diyerek gerek Ergenekon Davası gerekse HSYK’nın yarattığı yargı krizi sürecinde Türkiye’nin askerî vesayet sisteminden çıkma, normalleşme ve demokratikleşme sürecinden rahatsızlık duyan çevrelerin sözcülüğünü yapmayı sürdürüyor. (Baykal, AKP’nin “yargıyı siyasallaştırdığı” şeklindeki iddialarını savunurken tarihî açıklamalarda bulunmaya da devam ediyor. Partisinin grup toplantısında konuşan Baykal, İslam tarihinde yargıya ilk siyasi müdahalenin Emeviler devrinde, Muaviye ile başladığına vurgu yapıyor. İmam-ı Âzam Ebu Hanife’nin bu müdahaleyi kabul etmediği ve Emevilerin kadılık teklifini reddettiği için hapse atıldığından ve dövüldüğünden, Ehl-i Beyt’e yönelik sindirmenin bu şekilde başladığından vs. söz ediyor. Baykal’ın ve kurmaylarının düştükleri şu aciz duruma bakın. Kendi konumlarını savunmak ve AKP’yi eleştirmek için, bundan 30 sene evvel, Türkiye’de radikal İslamcıların, Kemalist-laik rejimin meşru bir yönetim olmadığını iddia etmek için kullandıkları argümanlara başvuruyorlar.)
Türkiye’de “yargı bağımsızlığı” ve buna eşlik eden “sivil darbe süreci” söylemine sıkı sıkıya sarılanların “hukuk devleti” yerine “yargıçlar devleti” ve “askerî vesayet rejimi”nden yana açık bir tavır sergiledikleri son birkaç yılda iyice hızlanan gelişmeler neticesinde artık taraflı tarafsız herkes tarafından tespit edilen bir gerçek oldu. Yargı reformu -ve elbette Ergenekon Davası ile başlayan demilitarizasyon süreci- Türkiye’nin demokratikleşmesi yönündeki talepleri karşılamaya yönelik girişimlerin sonuçları. On yıllarca evvel temelleri atılan askerî-sivil bürokratik rejimin sonunu getirmeye yönelik bu girişimlerin her bir aşamasında yaşanan sancılı süreçler de, konumlarını ve iktidarlarını kaybetmek istemeyen söz konusu çevrelerin gösterdikleri dirençten kaynaklanıyor.
Ülkenin normalleşmesine yönelik girişimlere statükodan gelen direniş, her bir safhada yeni biçimler kazanarak, bazen daha şiddetli bazen de daha düşük yoğunlukta devam ediyor. Örneğin ana muhalefet partisi CHP altı maddelik bir “anayasa değişikliği” önerisi sundu. Seçim barajının düşürülmesinden milletvekili dokunulmazlığının kürsüyle sınırlandırılmasına birçok hususu içeren değişiklik teklifinin, AKP’nin anayasa değişikliği girişimlerini engellemeye yönelik bir siyasi taktik olarak geliştirildiği ve sunulduğu açık. CHP, bu teklifle, bir taraftan her şeye muhalefet eden, hiçbir yapıcı öneride bulunmayan bir parti olduğu şeklindeki imajını değiştirmeye çalışırken; diğer taraftan da her konuda askerî rejim-CHP yanlısı kararlar alan yüksek yargı organlarındaki siyasallaşmaya gözlerini yumup yargı reformunun önünü açabilecek anayasa değişikliğini bloke etmeye uğraşıyor. Dahası söz konusu paketinde HSYK’nın kendi başkanını kendisinin seçmesini önererek, bir anlamda, CHP’nin siyasi bir organı gibi çalışan yargı kurumunun iktidarının devamını sağlamaya uğraşıyor. Deniz Baykal, öte yandan, anayasa değişiklik paketinin Meclis’e getirilmemesi için, “bu konunun bir şekilde Anayasa Mahkemesi’ne gitmesi ve ‘Anayasa İhlali Teşebbüsü’ gibi bir kararla geri çevrilmesi durumunda, ciddi hukuki ve siyasi sonuçlarının olacağı” vb. ifadelerle tehditler de savurmayı ihmal etmiyor.
Anayasa değişikliği paketine karşı çıkanların öne sürdükleri argümanlar, aslında paketin neden geçmesi gerektiğini de açıklar nitelikte. Bütün bunlar, meselenin temelde siyasi bir mesele olduğunu bir kez daha ortaya koyuyor. Türkiye, dışarıdan gelen baskılar sebebiyle de olsa, sancılı bir demilitarizasyon ve demokratikleşme süreci yaşıyor. Yargı bağımsızlığı taleplerinin, dünyanın hiçbir yerinde görülmeyecek bir yargıçlar sultasının, Genelkurmay’dan brifing alma ve gereğini yapma özgürlüğünün devamını isteyen bir iradeyi yansıttığının taraflı tarafsız herkes farkında. Her fırsatta yargının siyasallaştığından dem vuranların darbe yapma özgürlüğünü savundukları, başlarında bulundukları kurumların imkanlarını halka ve halkın iradesine karşı kullanmalarına “yeter artık, dur” denilmesinden rahatsızlık duydukları hepimizin malumu. Artık bu söylemlerin, marjinal bir kesim dışında inandırıcılığının kalmadığı da bir gerçek. Ancak yukarıda da vurguladığımız gibi, mesele siyasi bir meseledir ve bu süreç sancılı geçecektir.
Anayasa bir toplumsal mutabakat. Toplumsal zenginliğimizi yansıtacak ve kucaklayacak bir kapsamda olması elzem. Darbe döneminin ürünü olması bir yana, aradan geçen zaman içinde geçirdiği doksan civarındaki estetik ameliyatla üslup ve anlam bütünlüğünü iyice yitiren bir metnin bütünüyle elden geçirilmesi ve yeni bir sivil anayasanın hazırlanması zorunlu. Kaldı ki, süreç içinde herhangi bir değişiklik geçirmese dahi, yapıldığı ortamın ve siyasetin özelliklerine uygun olarak, insanımızın özgürlüklerini kısıtlayan, baskıcı ve tek tipleştirici, ayrımcı yaklaşımları bünyesinde barındıran bir anayasa metninin günümüz Türkiye’sinin zenginliklerini ve dinamizmini anlayan ve teşvik eden bir işlev görmesi mümkün değil. Bu nedenle muhakkak değiştirilmesi gerekiyor.
Ancak siyasetin her biçimiyle uçlarda yapıldığı bir ülkede, böylesi bir girişim şimdilik hiç mümkün gözükmüyor. Hükümet’in de bu anlamda bir zorlama içine girmesi öngörülmüyor. Statükodan yana değişimin önünü açabilecek düzenlemeleri içeren bir anayasa değişikliğinin, Türkiye siyasetinin normalleştirilmesine yapacağı katkılar açık. O nedenle anayasa değişiklik paketi, kendi öznel konumlarından ve beka kaygılarından kaynaklanan sebeplerle pakete karşı çıkanların söylemlerinde açığa çıkan, askerî rejim özlemlerine son verebilmek için başlangıç düzeyinde bir imkan sunuyor. Bu yönüyle de sonuna kadar desteklenmesi gereken bir girişim olarak orta yerde duruyor.
Önümüzdeki süreçte, değişiklik paketi Meclis’te tartışılacak ve oylanacak. Ya Meclis’te onaylanacak ya da referanduma götürülecek. Fakat bu süreç, mevcut Meclis aritmetiği nedeniyle heyecanlı ve sıkıntılı bir süreç olacaktır. Farkına varılması gereken, değişiklik paketinin Meclis’te oylanmasının, aynı zamanda demokratikleşmenin ve hukukun da oylanması anlamına geldiğidir. Arzulanan ve doğal olan; halkın temsilcilerinin, her türlü parti siyasetinin ve çıkarlarının üzerinde, Türkiye’nin barış ve huzur içinde olmasından, demokratikleşmesinden ve hukukun egemenliğinin tesisinden yana tercihte bulunmalarıdır. Anayasa değişiklik paketinin Meclis’te oylanması ve gerekirse referanduma götürülmesi, gerek Meclis’in gerekse Türkiye halkının bu konulardaki turnusol kağıdı olma işlevi görecektir.

Paylaş Tavsiye Et