Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Söyleşiyorum
CEMİL KOÇAK: “Politika yapan bir ordu, bütünlüğünü koruyamaz”
Konuşan: Ali ASLAN
Tür­ki­ye önem­li bir si­ya­si dö­ne­meç­te. Re­jim kül­tü­rel ve po­li­tik he­ge­mon­ya­sı­nı kay­be­di­yor. Geç­mi­şe da­ir bil­gi­le­ri­miz de bu­na pa­ra­lel ola­rak al­tüst olu­yor. Bu bağ­lam­da, tar­tış­ma­la­rın oda­ğı­na re­ji­min as­li un­su­ru olan or­du otu­ru­yor. Or­du-si­ya­set iliş­ki­si ve bu za­ma­na ka­dar gün yü­zü­ne çık­ma­yan or­du-içi par­ça­lan­ma­lar her za­man­kin­den da­ha ce­sur bir şe­kil­de tar­tış­ma­ya açı­lı­yor. Sa­ban­cı Üni­ver­si­te­si Öğ­re­tim Üye­si Ce­mil Ko­çak ile ta­ri­hî bir pers­pek­tif­ten or­du-si­ya­set iliş­ki­si­ni ve or­du­nun si­ya­set­le ya­kın te­ma­sı so­nu­cu ya­şa­dı­ğı par­ça­lan­ma­la­rı ko­nuş­tuk. Ko­çak’ın Tür­ki­ye’de Mil­lî Şef Dö­ne­mi (2 cilt), Ab­dül­ha­mid’in Mi­ra­sı, Türk-Al­man İliş­ki­le­ri, Umû­mî Mü­fet­tiş­lik­ler (1927-1952), Bel­ge­ler­le He­ye­ti Mah­su­sa­lar, De­mok­rat Par­ti Mu­ha­le­fe­ti, Bel­ge­ler­le İk­ti­dar ve Ser­best Cum­hu­ri­yet Fır­ka­sı, Geç­mi­şi­niz İti­nay­la Te­miz­le­nir, İkin­ci Par­ti ad­la­rıy­la ya­yım­lan­mış ki­tap­la­rı var.
 
Tür­ki­ye’de or­du ne za­man si­ya­set­te et­kin ol­ma­ya baş­la­dı?
Or­du-si­ya­set iliş­ki­si­ni, II­I. Se­lim dö­ne­min­de Ni­zam-ı Ce­did ile baş­la­yan ve II. Mah­muddö­ne­min­de omur­ga­la­şan sü­reç­le baş­lat­mak ge­re­kir. Li­te­ra­tü­re bak­tı­ğı­mız­da Ye­ni­çe­ri­ler’in si­ya­set­le iliş­ki­si bu so­ru­nun kap­sa­mı­na ge­nel­lik­le so­ku­lu­yor. Bu ta­ma­mıy­la yan­lış de­ğil. Öte yan­dan mo­dern­leş­me­nin amaç­la­rın­dan bi­ri, mer­ke­zî ik­ti­da­ra bağ­lı ve ba­ğım­lı bir or­du in­şa et­mek­ti. Ye­ni­çe­ri­ler gi­bi özerk ve ken­di ba­şı­na po­li­ti­ka ya­pa­bi­le­cek bir güç ol­ma­ya­cak­tı. Çün­kü mo­dern­leş­me sü­re­ci, mer­ke­zî ik­ti­da­rın ku­rul­ma­sı­nı amaç­lı­yor­du. 19. yüz­yı­la ge­li­nir­ken Os­man­lı Dev­le­ti’nin gö­re­li mer­ke­zî gü­cü da­ğıl­dı. Mo­dern bir dev­let ol­mak is­te­ni­yor­sa mu­hak­kak ik­ti­da­rın pay­la­şıl­mak­sı­zın tek bir mer­kez­de tu­tul­ma­sı ge­re­ki­yor­du. Os­man­lı’da mer­kez bu­nu ya­par­ken, dev­let ik­ti­da­rı­nın en önem­li sa­ca­ya­ğı olan or­du­yu da ken­di mer­ke­zi­ne çek­mek ve ora­da zap­tu­rapt al­tı­na al­mak zo­run­day­dı. Bu­nu ya­pa­ma­dı­ğı sü­re­ce mo­dern­leş­me pro­je­si­ni ger­çek­leş­tir­me im­ka­nı yok­tu. Onun için bu­ra­dan baş­lat­mak la­zım.
 
Bir yan­dan mer­ke­zin ye­ni­den dü­zen­len­me­si, di­ğer yan­dan mer­kez­de fark­lı ide­olo­jik grup­lar ara­sın­da bir par­ça­lan­ma söz ko­nu­suy­du. Bu du­rum si­ya­set-or­du iliş­ki­si­ni na­sıl et­ki­le­di?
Or­du­yu mer­ke­ze bağ­la­ma pro­je­si ger­çek­leş­ti. Fa­kat 19. yüz­yı­lın ikin­ci ya­rı­sın­da mo­dern­leş­me güç­le­ri iki­ye bö­lün­dü­ler. Mer­ke­zî gü­cü sa­vu­nan ve mo­dern­leş­me aşa­ma­sın­da mut­lak bir otok­ra­si­yi ge­rek­li gö­ren Sul­tan Ab­du­la­ziz gru­buy­la; meş­ru­ti mo­nar­şi­yi, ana­ya­sa­cı­lı­ğı ve par­la­men­to­cu­lu­ğu sa­vu­nan ve mo­dern­leş­me­nin mu­hak­kak bi­raz­cık da de­mok­ra­tik­leş­me aya­ğı ol­ma­sı ge­rek­ti­ği­ni söy­le­yen Genç Os­man­lı­lar ara­sın­da bir ça­tal­laş­ma ol­du. Genç Os­man­lı­lar açı­sın­dan ba­kıl­dı­ğın­da ya­pıl­ma­sı ge­re­ken, mut­la­ki­yet­çi yö­ne­ti­mi de­vi­rip ye­ri­ne ana­ya­sal bir mo­nar­şi kur­mak­tı. Genç Os­man­lı­lar baş­ka se­çe­nek­le­ri de göz­den ge­çir­dik­ten son­ra, bu­nu ye­ni ku­ru­lan or­du ara­cı­lı­ğıy­la ya­pa­bi­le­cek­le­ri­ne hük­met­ti­ler. Do­la­yı­sıy­la or­du­ya bir çen­gel atıl­dı. Or­du içe­ri­sin­de de böy­le bir çen­gel atıl­ma­sı­nı bek­le­yen bir grup var­dı. Sul­tan II. Ab­dül­ha­mid’i yö­ne­ti­me ge­ti­ren şey de bu or­du dar­be­si­dir. Ab­dül­ha­mid, baş­ka­la­rı da ay­nı ara­cı kul­la­na­bi­lir di­ye, hak­lı ola­rak or­du­ya kar­şı kuş­ku duy­du. Kork­tu­ğu ba­şı­na da gel­di. Ab­dül­ha­mid’in ana­ya­sal mo­nar­şi­ye, par­la­men­to­yu top­lan­tı­ya ça­ğır­ma­mak yo­luy­la fii­len son ver­me­sin­den son­ra, Jön Türk­ler ide­olo­jik li­der­li­ği ve si­ya­si bay­ra­ğı dev­ral­dı. Jön Türk­ler si­ya­si zih­ni­yet iti­ba­rıy­la baş­ta or­du­yu si­ya­se­tin önem­li bir öğe­si ola­rak gör­mü­yor­lar­dı. Fa­kat on­lar da ay­nı pa­ra­dok­sun içi­ne düş­tü­ler. Ab­dül­ha­mid otok­ra­si­si­ni de­vir­mek için or­du­nun dı­şın­da bir des­tek ve güç ol­ma­dı­ğı so­nu­cu­na var­dı­lar. 1900’le­rin ba­şın­dan iti­ba­ren Jön Türk ide­olo­ji­si ya­vaş ya­vaş or­du­ya sız­ma­ya baş­la­dı. Su­bay­lar, Jön Türk ide­olo­ji­si­ni, al­dık­la­rı as­ke­rî kül­tür­le yo­ğu­rup or­du­nun si­ya­si ve mo­dern­leş­me­ci zih­ni­ye­ti­ne şı­rın­ga et­ti­ler. Böy­le­ce Jön Türk ide­olo­ji­si me­lez­leş­me­ye baş­la­dı. Or­du­nun ağır­lı­ğı art­tık­ça, tah­min ede­ce­ği­niz gi­bi, ide­olo­ji­nin için­de or­du­ya dü­şen ye­rin ağır­lı­ğı da art­ma­ya baş­la­dı. 1908 dar­be­si bu an­lam­da ta­ma­men bir or­du dar­be­si­dir.
 
1908 dar­be­si­nin or­du-si­ya­set iliş­ki­si açı­sın­dan tam ola­rak öne­mi ne­dir?
1908’le bir­lik­te İt­ti­hat ve Te­rak­ki Ce­mi­ye­ti, es­ki Jön Türk ku­şa­ğı­nın or­ta­ya koy­muş ol­du­ğu si­ya­si zih­ni­yet­ten ta­ma­men fark­lı bir or­du ha­re­ke­ti ola­rak ge­liş­ti. Hat­ta es­ki Jön Türk­le­rin hiç­bi­ri 1908 son­ra­sın­da ki­lit po­zis­yon­la­ra ge­le­me­di; or­du­nun si­ya­set­te­ki ağır­lı­ğı her ge­çen gün bi­raz da­ha art­tı. Ama bu­ra­da üze­rin­de du­rul­ma­sı ge­re­ken en önem­li hu­sus, 31 Mart Vak’ası’nın ay­nı za­man­da or­du­nun or­du­ya kar­şı bir is­ya­nı, ya­ni or­du içi bir ça­tış­ma ol­ma­sı­dır. Or­du bu sü­reç­te ken­di için­de bö­lün­dü. Dar­be­ci­ler or­du ara­cı­lı­ğıy­la si­ya­si ik­ti­da­ra el koy­du; or­du için­de ik­ti­da­ra el ko­ya­ma­mış grup­lar, ide­olo­jik ve po­li­tik ola­rak mu­ha­le­fe­te geç­ti. 31 Mart, ik­ti­da­ra el koy­muş gru­ba kar­şı ik­ti­da­rın dı­şın­da kal­mış grup­la­rın kar­şı ata­ğı ola­rak gö­rü­le­bi­lir. 31 Mart’ın bas­tı­rıl­ma­sıy­la bir­lik­te bir te­rör re­ji­mi baş­la­dı. Ay­nı za­man­da or­du­nun 1908’de si­ya­se­te adım at­ma­sıy­la bir­lik­te her de­fa­sın­da or­du için­de cun­ta­laş­ma­lar ol­du. Si­ya­si grup­lar “Or­du için­de bir ağır­lı­ğı­mız ol­sun” di­ye or­du­ya sız­ma­ya ça­lış­tı.
 
Si­ya­se­tin ze­mi­ni or­du ol­du di­ye­bi­lir mi­yiz?
Evet. Or­du ze­mi­nin­de si­ya­set ya­pıl­ma­ya baş­lan­dı. Si­ya­set, or­du­nun ne ka­dar ağır­lık­lı kıs­mı­nı ya­nı­mı­za çe­ke­ce­ğiz mü­ca­de­le­si­ne dö­nüş­tü. Çün­kü or­du için­de ye­te­ri ka­dar gü­cü ya­nı­na çe­ken si­ya­si grup­la­rın, ik­ti­da­ra gel­me şans­la­rı yük­sel­miş ol­du. Ha­liy­le or­du hiç­bir za­man ken­di­ni bir bü­tün ola­rak mu­ha­fa­za ede­me­di. Fa­kat en­te­re­san olan nok­ta, or­du­nun ken­di­si­ni mo­no­li­tik bir blok ola­rak gös­ter­me­ye ça­lış­ma­sı. Me­se­la İt­ti­hat­çı­la­ra sor­sa­nız, bü­tün or­du İt­ti­hat­çı­dır. Öy­le ol­ma­dı­ğı­nı on­lar da bi­li­yor­lar­dı, ama öy­le gös­te­ri­yor­lar­dı.
 
Bi­rin­ci Dün­ya Sa­va­şı İt­ti­hat­çı­lar için he­zi­met­le so­nuç­lan­dı. Bu, or­du­yu na­sıl et­ki­le­di?
Or­du­lar bü­yük sa­vaş­lar­dan ye­nil­giy­le çık­tık­tan son­ra top­lum üze­rin­de­ki pres­tij­le­ri­ni kay­be­der­ler ve onu bir da­ha to­par­la­ma­la­rı ya çok zor­dur ya da im­kan­sız­dır. İkin­ci Dün­ya Sa­va­şı’ndan son­ra Al­man­ya, İtal­ya ve Ja­pon­ya’da böy­le ol­du. Biz­de de or­du, Bi­rin­ci Dün­ya Sa­va­şı’nda ver­miş ol­du­ğu ta­ah­hüt­le­ri­ni ye­ri­ne ge­ti­re­me­di­ği için bü­yük pres­tij kay­bı­na uğ­ra­dı; top­lum üze­rin­de­ki et­ki­si­ni ta­ma­men sı­fır­la­dı. Bir da­ha bü­yük va­at­ler­de bu­lu­na­bi­le­ce­ği ve top­lu­mun onun ar­ka­sın­dan gi­de­bi­le­ce­ği bir or­tam kal­ma­dı or­du için. Bu ne­den­le İs­met İnö­nü, top­la­dı­ğı su­bay­la­ra “Ba­kın şim­di eve gi­di­yor­su­nuz, ama dün­ya ka­dar düş­ma­nı­nız var; özel­lik­le de mil­let­ten sa­kı­nın, en bü­yük düş­ma­nı­nız mil­let­tir” di­yor.
 
Or­du pres­ti­ji­ni tek­rar­dan na­sıl ka­zan­dı?
Mil­li Mü­ca­de­le, or­du­nun için­den çı­kan bir gru­bun, pres­ti­ji yer­ler­de sü­rü­nen or­duy­la ken­di­si ara­sı­na me­sa­fe ko­ya­rak, ken­di­si­ni ide­olo­jik ve po­li­tik kad­ro ola­rak geç­miş­ten sı­yı­ra­rak ve böy­le gös­ter­me­ye ça­lı­şa­rak ye­ni­den yet­ki ta­lep et­me­siy­le baş­la­dı. 1918’den 1922’ye ka­dar olan dö­nem­de esas iti­ba­rıy­la bu­nun mü­ca­de­le­si ve­ril­di. Es­ki­yi, bir an­lam­da top­lu­ma kar­şı red­det­ti; ama si­ya­si ve as­ke­rî kad­ro­lar dü­ze­yin­de sa­hip­len­di. Çün­kü ale­nen sa­hip çık­sa top­lum­dan des­tek ala­ma­ya­cak­tı; sa­hip çık­maz­sa ken­di si­ya­si ve as­ke­rî kad­ro­su­nu ku­ra­ma­ya­cak­tı. Den­ge­yi bu şe­kil­de kur­ma­ya ça­lış­tı­lar, ya­ni bı­çak sır­tın­da git­ti­ler. Kur­tu­luş Sa­va­şı da böy­le bı­çak sır­tı bir du­rum üze­ri­ne ku­rul­du. Or­du ye­nil­gi­ye uğ­ra­sa bir da­ha ken­di­si­ni to­par­la­ya­ma­ya­cak­tı. Or­du­nun ken­di­si­ni ye­ni­den mis­yon sa­hi­bi ola­rak gös­te­re­bil­me­si­nin tek yo­lu bü­yük bir ba­şa­rı­dan ge­çi­yor­du. Mil­li Mü­ca­de­le iş­te bu ba­şa­rı­yı sağ­la­dı ve ile­ri­ki dö­nem­ler­de or­du, sü­rek­li vur­gu yap­tı­ğı bu ba­şa­rı­dan önem­li oran­da meş­ru­iye­ti­ni al­dı.
 
Cum­hu­ri­yet’i ku­ran as­ke­rî kad­ro­la­rın si­vil ha­ya­ta geç­ti­ği ve Ata­türk’ün o dö­nem or­du­nun si­ya­se­te ka­rış­ma­sı­na kar­şı çık­tı­ğı ar­gü­man­la­rı res­mî ta­rih söy­le­min­de önem­li bir yer tu­tu­yor. Ye­ni re­ji­mi si­vil­ler mi in­şa et­ti?
Bu doğ­ru de­ğil. Os­man­lı ana­ya­sal sis­te­min­de as­ker­le­rin mil­let­ve­ki­li ol­ma­sı bu­gün ol­du­ğu gi­bi müm­kün de­ğil­di. Za­ten hiç­bir yer­de böy­le bir şey ola­maz. Bir­çok İt­ti­hat­çı, as­ke­rî gö­re­vin­den is­ti­fa et­ti, si­vil­le­ri­ni giy­di ve İt­ti­hat­çı ola­rak Mec­lis’e gi­rip si­ya­set yap­tı. Cum­hu­ri­yet’in ku­ru­cu kad­ro­su ise or­du­nun ko­mu­ta ka­de­me­sin­de bu­lu­nan in­san­lar­dı. Mec­lis’e gir­me­le­ri müm­kün de­ğil­di. Ka­zım Ka­ra­be­kir, Mus­ta­fa Ke­mal, İs­met İnö­nü gi­re­mez­di. On­lar ter­cih­le­ri­ni as­ker­lik­ten ya­na kul­lan­dı­lar. Fa­kat An­ka­ra’da Mil­let Mec­li­si top­lan­dı­ğı za­man, ya­ni Os­man­lı Mec­lis-i Me­bu­san’ı An­ka­ra’ya ta­şı­nın­ca, bir ka­nun de­ği­şik­li­ği ya­pıl­dı ve as­ker­ler de mil­let­ve­ki­li ola­bil­di. Mil­li Mü­ca­de­le’yi yü­rü­ten esas grup buy­du; as­ker­ler Mec­lis’e gir­mez­se si­vil­le­rin bu işi be­ce­re­me­ye­ce­ği ve bu işe ön ayak ol­ma­la­rı ge­rek­ti­ği ina­nı­şı­na sa­hip­ti­ler. Do­la­yı­sıy­la Mil­li Mü­ca­de­le bo­yun­ca bir­çok ko­mu­tan ay­nı za­man­da Mec­lis üye­siy­di. 1922’de sa­vaş bit­tik­ten son­ra bu uy­gu­la­ma de­vam et­ti. 1924’te İkin­ci Mec­lis’e ge­lin­di­ğin­de, Te­rak­ki­per­ver Cum­hu­ri­yet Fır­ka­sı (TCF) ku­rul­du; Halk Par­ti­si’nin ge­nel baş­ka­nı da Ata­türk’tü. Ata­türk ay­nı za­man­da mu­vaz­zaf bir ma­re­şal­di; baş­ba­kan da mu­vaz­zaf bir or­ge­ne­ral olan İs­met İnö­nü’ydü. Bun­la­rın kar­şı­sın­da bu­lu­nan mu­ha­le­fet par­ti­si TCF’nin ge­nel baş­ka­nı Ka­zım Ka­ra­be­kir de mu­vaz­zaf bir kor­ge­ne­ral­di. Ya­ni ta­ma­men as­ker­ler kar­şı kar­şı­ya gel­miş­ti; üs­te­lik de or­du­da ko­mu­ta yet­ki­le­ri var­dı. Bu du­rum­da da­ha bir­çok as­ker bu­lu­nu­yor­du.
 
Bu du­rum ne za­man de­ğiş­ti?
Ata­türk Nu­tuk’ta bu­nu şöy­le an­la­tı­yor­du: “Bun­lar or­du­da ça­lış­mış­lar, or­du­yu ken­di yan­la­rı­na al­dık­la­rı­nı dü­şün­müş­ler, şim­di bi­zim kar­şı­mı­za si­ya­set yap­ma­ya çı­kı­yor­lar.” Onun için ken­di ya­nın­da ve ken­di­si­ne sa­dık ol­du­ğu­nu dü­şün­dü­ğü ko­mu­tan­la­ra, “Siz mil­let­ve­kil­li­ğin­den he­men is­ti­fa edin ve or­du­da ka­lın” ta­li­ma­tı­nı ver­di. 1924’te TCF’yle mü­ca­de­le ha­lin­dey­ken bu­ra­da­ki ar­ka­daş­la­rı ha­ki­ka­ten mil­let­ve­kil­li­ğin­den ay­rıl­dı ve or­du­da kal­dı. Mu­ha­lif­le­ri­ne “Ba­kın böy­le bir usul ge­tir­dik, hem or­du­da ko­mu­tan­lık hem de mil­let­ve­kil­li­ği yet­ki­niz ola­maz; eğer ko­mu­tan­lık yap­mak is­ti­yor­sa­nız bu ar­ka­daş­lar gi­bi mil­let­ve­kil­li­ğin­den ay­rı­lı­nız ya da ko­mu­tan­lık­tan ay­rı­lıp mil­let­ve­ki­li ola­rak ka­lı­nız” de­di. Mu­ha­le­fet gru­bu da “Biz ko­mu­tan­lık­tan ay­rı­lı­yo­ruz, mil­let­ve­ki­li ol­ma­yı ter­cih edi­yo­ruz” de­di. Ön­ce or­du­yu tut­tu­lar an­la­ya­ca­ğı­nız.
 
Ata­türk’ün sık­lık­la dil­len­di­ri­len bir “si­ya­si de­ha” ol­ma­sı­nı gö­rü­yo­ruz bu­ra­da. Mu­ha­lif­le­ri bu ma­nev­ra­yı gö­re­me­di­ler mi?
Bun­la­rı gö­re­me­ye­cek ka­dar si­ya­set­ten an­la­ma­yan in­san­lar­dı. Ata­türk’le si­ya­si mü­ca­de­le ne­re­dey­se im­kan­sız­dı bu in­san­lar için. Ata­türk çok da­ha ger­çek­çi bir şe­kil­de ba­kı­yor­du si­ya­si mü­ca­de­le­ye. Fa­kat bu­ra­da­ki esas kri­tik nok­ta, söy­le­ne­nin ak­si­ne hiç kim­se­nin or­du­dan ay­rıl­ma­ma­sı­dır. Ge­nel­lik­le ki­tap­lar­da bun­la­rın der­hal as­ker­lik­ten ay­rıl­dı­ğı ya­zı­lı­dır. Oy­sa as­ker­lik­ten ay­rıl­ma­dı­lar, ko­mu­tan­lık­tan ay­rıl­dı­lar. Ko­mu­tan­lık­tan ay­rıl­sa­nız da as­ker ola­rak ka­la­bi­lir­si­niz. 1926’da İz­mir İs­tik­lal Mah­ke­me­si’nde İz­mir Sui­kas­tı Da­va­sı do­la­yı­sıy­la mu­ha­le­fet ön­der­le­ri yar­gı­la­nır­ken hem mil­let­ve­ki­li hem de as­ker­di­ler. As­ker ola­rak yar­gı­lan­dı­lar. Yar­gı­la­ma bit­ti ve be­ra­at et­ti­ler. Ağus­tos ayın­da Yük­sek As­ke­ri Şû­ra’da Ka­zım Ka­ra­be­kir kor­ge­ne­ral­lik­ten or­ge­ne­ral­li­ğe ter­fi et­ti; İs­met Pa­şa or­ge­ne­ral ol­du­ğu için onun ter­fi­si yok­tu. Bu ter­fi­ler­den son­ra he­men 1927 son­ba­ha­rın­da Ka­zım Ka­ra­be­kir, Ali Fu­at Ce­be­soy ve Re­fet Be­le üçü bir­den ay­nı an­da re’sen emek­li edil­di; Mil­li Sa­vun­ma Ba­kan­lı­ğı’nın böy­le bir yet­ki­si var­dı. An­cak o za­man as­ker­lik­le iliş­ki­le­ri bit­ti. He­men ar­ka­sın­dan da Ata­türk ve İs­met Pa­şa emek­li­lik­le­ri­ni is­te­yip ay­rıl­dı­lar. On­dan son­ra bir ka­nun çı­ka­rıl­dı, “Bun­dan son­ra hiç kim­se hem as­ker hem de mil­let­ve­ki­li ola­maz” di­ye.
 
Re­ji­min taş­la­rı ye­ri­ne otur­duk­tan son­ra or­du için­de bir kı­pır­dan­ma söz ko­nu­su muy­du?
Bun­lar pek ko­nu­şul­maz. Cum­hu­ri­yet’in ku­ru­luş tar­zın­dan ötü­rü re­jim ve or­du ara­sın­da bi­re­bir bir iliş­ki var. 1927’de­ki o bü­yük kriz at­la­tıl­dık­tan son­ra 1945’e ka­dar tek par­ti re­ji­mi bo­yun­ca or­du için­de bil­di­ği­miz ka­da­rıy­la bir kı­pır­dan­ma yok. Da­ha doğ­ru­su var ya da yok di­ye­me­yiz; çün­kü re­ji­me ya da ik­ti­da­ra kar­şı or­du için­de bir cun­ta­laş­ma olup ol­ma­dı­ğı­na da­ir hiç­bir bil­gi­ye sa­hip de­ği­liz. O dö­nem ta­ma­men ka­pa­lı bir ku­tu. Fa­kat 1945’te çok par­ti­li ha­ya­ta ge­çiş­le bir­lik­te or­du­nun ye­ni­den ha­re­ket­len­me­ye baş­la­dı­ğı­nı bi­li­yo­ruz. Top­lum­la bir­lik­te or­du da po­li­tik re­ka­be­te açıl­dı. Bu se­fer or­du­nun genç su­bay­la­rı mu­ha­le­fet­te­ki De­mok­rat Par­ti (DP)’yi, yük­sek rüt­be­li su­bay­la­rı ise Cum­hu­ri­yet Halk Par­ti­si (CHP)’ni des­tek­le­di­ler. Or­du için­de­ki bö­lün­me hem di­key hem de ya­tay bir bö­lün­mey­di, ya­ni hem ide­olo­jik hem de rüt­be baz­lı bir bö­lün­me söz ko­nu­suy­du. Yük­sek rüt­be­li­le­rin ik­ti­da­rı ne­den des­tek­le­dik­le­ri­ni an­la­ya­bi­li­riz. Dü­şük rüt­be­li­le­rin DP’ye kay­ma­la­rı, or­du­nun için­de bu­lun­du­ğu şart­lar­dan mem­nun ol­ma­ma­la­rın­dan kay­nak­la­nı­yor­du. Çün­kü tek par­ti re­ji­mi bo­yun­ca or­du­ya hiç­bir ya­tı­rım ya­pıl­ma­mış­tı. Ay­nı si­ya­si tec­rü­be­den gel­dik­le­ri için tıp­kı Ab­dül­ha­mid gi­bi Ata­türk de or­du­yu ka­sıt­lı bir şe­kil­de za­yıf bı­rak­mış­tı.
 
Or­du­dan çe­kin­di mi ya­ni?
Evet. Çün­kü güç­lü bir or­du po­li­ti­ka­ya mü­da­ha­le edi­yor­du. İt­ti­hat­çı­la­rın en bü­yük ha­ta­la­rın­dan bi­ri, or­du­yu çok güç­len­dir­me­le­riy­di. Güç­len­di­ri­yor­su­nuz, fa­kat ay­nı güç si­ze kar­şı dö­ne­bi­li­yor; onun için or­du­yu za­yıf bı­rak­ma­nız la­zım. Ata­türk bu­nu çok iyi bil­di­ği için or­du­yu güç­süz bı­rak­tı. Fa­kat bu, ra­hat­sız­lı­ğa ne­den ol­du. Onun için genç su­bay­lar, yaş­lı ku­şak or­du­yu mo­der­ni­ze ede­mez di­ye dü­şü­nü­yor­du. Oy­sa or­du­nun, İkin­ci Dün­ya Sa­va­şı’nın da gös­ter­di­ği üze­re sü­rat­le mo­der­ni­ze ol­ma­sı ge­re­ki­yor­du. Bir de ta­bii Ame­ri­kan yar­dı­mı baş­la­mış­tı, ye­ni si­lah tek­no­lo­ji­si ge­li­yor­du; bu­nu da an­cak genç­ler öğ­re­ne­bi­lir­di. Onun için genç­ler, üst rüt­be­ler ya­ni ka­rar me­ka­niz­ma­sı bo­şal­sın is­ti­yor­du. Şu­nu da be­lirt­mek la­zım, tek par­ti re­ji­mi bo­yun­ca or­du­ya hâ­kim ola­bil­me­nin yo­lu, yük­sek as­ke­rî po­zis­yon­la­rı de­ğiş­tir­me­mek­ten ge­çi­yor­du. Me­se­la Ge­nel­kur­may Baş­ka­nı Ma­re­şal Fev­zi Çak­mak’ı hiç de­ğiş­tir­me­di­ler. Or­du ko­mu­tan­la­rı da he­men he­men hiç de­ğiş­me­di. Onun için alt­tan baş­la­yıp yu­ka­rı­ya doğ­ru çık­mak şek­lin­de bir ter­fi sis­te­mi yok­tu or­du­da.
Bu nok­ta­da De­mok­rat Par­ti’nin ro­lü ne­dir?
Genç su­bay­lar de­di­ler ki, DP ge­lir­se CHP’nin ya­pa­ma­dı­ğı or­du mo­der­ni­zas­yo­nu­nu sağ­lar, biz de üst rüt­be­le­re ter­fi ede­bi­li­riz. Bu se­bep­le 1946 se­çim­le­rin­de DP’yi des­tek­le­di­ler. Se­çim­ler­de­ki yol­suz­luk­lar yü­zün­den CHP’ye kar­şı bir si­ya­si inanç­sız­lık doğ­ma­ya baş­la­dı. Bu­na kar­şı or­du için­de ilk cun­ta, bil­di­ği­miz ka­da­rıy­la 1946 se­çim­le­ri son­ra­sı or­ta­ya çık­tı. Bu, DP’yi des­tek­le­yen bir cun­tay­dı. Eğer CHP bir son­ra­ki se­çim­de de da­la­ve­re ya­pıp ik­ti­dar­da ka­lır­sa, DP le­hi­ne İs­met Pa­şa’ya kar­şı bir dar­be yap­mak üze­re dört yıl bo­yun­ca ha­zır­lık yap­tı­lar. DP’nin ilk Mil­li Sa­vun­ma Ba­ka­nı da o cun­ta­cı­lar ara­sın­dan çık­tı. Fa­kat DP’nin ik­ti­da­ra gel­me­siy­le bir­lik­te bu cun­ta da­ğıl­dı. DP’nin dört yıl­lık dö­ne­min­de or­du mo­der­ni­zas­yo­nu ko­nu­sun­da bek­le­nen ümit­ler ye­te­ri ka­dar kar­şı­lık bul­ma­dı. Da­ha çok şey ya­pıl­sın, da­ha hız­lı ya­pıl­sın is­te­di­ler. Bu­nun üze­ri­ne 1954 se­çim­le­rin­den he­men son­ra ye­ni­den cun­ta ku­rul­du. Ye­ni cun­ta, di­rekt ola­rak si­ya­set ve si­ya­set­çi­le­re yö­ne­lik gü­ven­siz­li­ğin so­nu­cun­da or­ta­ya çık­tı. “Hem CHP’yi hem de DP’yi de­ne­dik; bun­la­rın ül­ke­nin ge­liş­me­si­ne bir kat­kı­la­rı yok; po­li­ti­ka ve po­li­ti­ka­cı­lar­dan bir fay­da gel­mi­yor, onun için iş bi­ze dü­şü­yor” di­ye dü­şü­nü­yor­lar­dı. Ya­ni 1954’te ku­ru­lan cun­ta 1908 zih­ni­ye­ti­nin mi­ra­sı­nı dev­ral­mış­tı. Ar­tık “Sa­de­ce or­du­yu mo­dern­leş­ti­re­lim” de­ğil, biz­zat “Ül­ke­yi kur­ta­ra­cak­sak biz kur­ta­rı­rız” zih­ni­ye­ti­ni ta­şı­yor­du.
 
Bi­raz da­ha açar­sak…
1954 cun­ta­sı­nın ku­ru­luş ama­cı doğ­ru­dan doğ­ru­ya DP’yi de­vi­rip ik­ti­da­rı al­mak­tı. 1954’te ku­rul­muş ol­ma­sı en­te­re­san; çün­kü 27 Ma­yıs’ın ya­pı­lış ge­rek­çe­le­ri­nin hiç­bi­ri 1954’te yok­tu he­nüz. DP’ye kar­şı ne bir top­lum­sal mu­ha­le­fet ne de bir si­ya­si mu­ha­le­fet var­dı; var­sa da ye­ter­li de­ğil­di. Onun için 1954’ten 1960’a ka­dar bu cun­ta­laş­ma fa­ali­ye­ti de­vam et­ti. 27 Ma­yıs 1960’a ge­lin­di­ğin­de cun­ta için­de de fark­lı fi­kir­ler var­dı. Bir kıs­mı di­yor­du ki, “DP gi­der­se iş­ler yi­ne nor­ma­le dö­ner. Önem­li olan bi­zim DP’yi yık­ma­mız­dır. Ye­ri­ne da­ha na­mus­lu ve idea­list in­san­lar ge­lir; bu me­ka­niz­ma bu şe­kil­de de­vam eder ve bi­zim gö­re­vi­miz ora­da bi­ter.” Bu­na kar­şı, “Ter­si­ne, gö­re­vi­miz tam da bu nok­ta­da baş­lar” di­yen­ler var­dı. Asıl var­mak is­te­di­ğim nok­ta, cun­ta­nın 1954’te ku­rul­muş ol­ma­sı. Bu bi­zi, or­du-si­ya­set iliş­ki­si­nin su­nul­du­ğu gi­bi, or­du­nun son da­ki­ka­da ve ar­tık ya­pı­la­cak hiç­bir şey kal­ma­yıp da mü­da­ha­le et­ti­ği por­tre­sin­den uzak­laş­tı­rı­yor. Ön­ce ör­güt ku­ru­lu­yor. Ör­gü­tün be­lir­li bir ama­cı var. Ör­güt ge­niş­li­yor. Son­ra uy­gun bir kon­jonk­tür­de dar­be ya­pı­lı­yor.
 
So­nuç­ta or­du ik­ti­da­rı yi­ne si­vil­le­re tes­lim et­ti.
Evet. Dar­be­den son­ra yi­ne bir bö­lün­me ol­du. “De­mok­rat­la­rı at­tık, bir an ön­ce gi­de­lim” di­yen­ler ile “Siz 27 Ma­yıs’ın ru­hu­nu an­la­ya­ma­mış­sı­nız” di­yen­ler ara­sın­da bü­yük bir kav­ga çık­tı. “27 Ma­yıs’ın ru­hu­nu an­la­ma­mış olan­lar” ik­ti­dar­da kal­dı; di­ğer­le­ri, ya­ni 14’ler yurt­dı­şı­na gön­de­ri­le­rek tas­fi­ye edil­di. Mil­li Bir­lik Ko­mi­te­si (MBK)’nin du­ru­ma hâ­kim ol­ma­sı bek­le­nir­ken, ak­si­ne or­du üze­rin­de­ki ik­ti­da­rı­nı ta­ma­men kay­bet­ti ve or­du için­de Si­lah­lı Kuv­vet­ler Bir­li­ği (SKB) di­ye ay­rı bir cun­ta oluş­tu. SKB cun­ta­sıy­la MBK’dan ge­ri ka­lan­lar ara­sın­da mü­ca­de­le baş­la­dı. 27 Ma­yıs’tan son­ra­ki bü­tün or­du mü­da­ha­le­le­ri­nin, bel­ki 12 Mart’a ka­dar, ke­sin­ti­siz bir sü­reç ola­rak gör­mek ge­rek­ti­ği eği­li­min­de­yim. “27 Ma­yıs’a iha­net eden­ler”e ya­ni MBK’ya kar­şı, “ger­çek 27 Ma­yıs­çı­lar”ın ya­ni cun­ta­la­rın mü­ca­de­le­si baş­la­dı. Tas­fi­ye edi­len “ger­çek 27 Ma­yıs­çı­lar” ge­ri dö­ne­rek, “ger­çek 27 Ma­yıs”ın sap­mış ol­du­ğu yo­la tek­rar Tür­ki­ye’yi sok­ma­ya ça­lış­tı­lar. Or­du or­ta­sın­dan par­ça­lan­dı 27 Ma­yıs’tan son­ra. 1962 ve 1963 ayak­lan­ma­la­rın­da Harp Oku­lu’nu bom­ba­la­mak­la teh­dit et­ti­ler. Bir­çok as­ker ve su­bay An­ka­ra so­kak­la­rın­da bir­bir­le­ri­ne ateş aç­tı.
 
Bu par­ça­lan­ma 12 Mart (1971) sü­re­cin­de de de­vam et­ti mi?
9 Mart­çı­lar­la 12 Mart­çı­la­rın ara­sın­da göz­le gö­rü­lür bir ide­olo­jik ve po­li­tik kı­rıl­ma söz ko­nu­suy­du. İk­ti­dar prog­ram­la­rı fark­lıy­dı; ama iki­si de ay­nı yön­tem­le­ri kul­la­nı­yor­du, an­la­yış­la­rı or­tak­tı. Onun için 12 Mart ve 12 Ey­lül dar­be­le­ri­nin ge­li­şim çiz­gi­si çok da­ha fark­lı ol­du. Bun­la­rı bir­bir­le­rin­den dik­kat­le ayırt et­mek la­zım. Fa­kat bu­nu ya­par­ken de ara­ya Çin Set­le­ri koy­ma­nın ma­na­sı yok. Sü­rek­li­lik­le­re de dik­kat et­mek la­zım.
Bu­ra­da asıl dik­kat et­me­miz ge­re­ken nok­ta, or­du si­ya­se­te ya­kın­laş­tık­ça, or­du için­de kı­rıl­ma ya­şa­nı­yor, mü­ca­de­le ve ay­rış­ma da sert­le­şi­yor. Or­du­nun pa­ra­dok­su, hem bü­tün­lü­ğü­nü ko­ru­mak hem de po­li­ti­ka yap­mak is­te­me­sin­de. An­la­ya­ma­dı­ğı şey, iki­si­nin bir ara­da ol­ma im­ka­nı­nın bu­lun­ma­dı­ğı.
 
1908’den iti­ba­ren si­ya­se­tin ze­mi­ni or­du ol­muş­tu. Bu­nu sağ­la­yan en önem­li et­ken, or­du­nun top­lu­mun en ge­liş­miş ve en iyi eği­tim al­mış ke­si­mi­ni oluş­tur­ma­sıy­dı. Gü­nü­müz­de top­lu­mun, si­vil güç­le­rin or­duy­la kar­şı­laş­tı­rıl­dı­ğın­da bel­li bir ge­liş­miş­lik nok­ta­sı­na ulaş­tı­ğı­nı gö­rü­yo­ruz. Do­la­yı­sıy­la si­ya­se­tin ze­mi­ni­nin ye­ni­den or­du­dan si­vil ke­si­me geç­me­si yö­nün­de bir de­ği­şim söz ko­nu­su mu?
Or­ta­da­ki pa­ra­doks şu: Or­du­nun esas ama­cı mo­dern­leş­me. Fa­kat mo­dern­leş­me sü­reç­le­ri­nin so­nuç­la­rı­na kat­lan­ma­ya ta­ham­mül ede­mi­yor. As­lın­da Ke­ma­list ide­olo­ji­nin te­mel prob­le­mi, hem mo­dern­leş­me­yi sağ­la­ma­ya ça­lış­ma­sı hem de bu­nun ge­ti­re­bi­le­ce­ği so­nuç­la­ra kar­şı ha­zır­lık­sız ve kı­rıl­gan ol­ma­sı. Mo­dern­leş­me­nin so­nu­cun­da ar­zu edi­len top­lum mo­de­li doğ­ma­dı. Ke­ma­list ide­olo­ji­nin mo­dern­leş­me ko­nu­sun­da­ki bek­len­ti­le­ri­nin çık­ma­ma­sı­nın ne­de­ni, ide­olo­ji­nin ken­di­sin­de­ki yan­lış­lık de­ğil; bu ay­rı bir tar­tış­ma ko­nu­su. Bu­ra­da vur­gu­la­mak is­te­di­ğim asıl nok­ta, mo­dern­leş­me­yi ta­nım­la­ma­sın­da­ki prob­lem. Mo­dern­leş­me­yi ken­di­ne gö­re ta­nım­lı­yor ve mo­dern­leş­me­nin ola­sı so­nuç­la­rı­na kar­şı ha­zır­lık­lı de­ğil. Mo­dern­leş­me­nin, tıp­kı ken­di­si­ne ben­ze­yen bir top­lum ya­ra­ta­ca­ğı­na ina­nı­yor. Fa­kat bu­gün mo­dern bir top­lum, esas iti­ba­rıy­la de­mok­ra­tik bir top­lum ol­mak zo­run­da. De­mok­ra­tik­leş­me çok da­ha fark­lı sü­reç­le­re yol aç­ma­ya baş­la­yın­ca bu­ra­dan ra­hat­sız­lık­lar doğ­du. Onun için de­mok­ra­tik­leş­me­den vaz­geç­me eği­li­mi ağır bas­ma­ya baş­la­dı.
 
İçin­den geç­ti­ği­miz sü­re­ci na­sıl ta­nım­lı­yor­su­nuz?
Re­ji­min ik­ti­da­rı za­yıf­lı­yor, top­lum­sal öz­gür­lük ala­nı ise ge­niş­li­yor. Öz­gür­lük ala­nı ge­niş­le­dik­çe tar­tış­ma ala­nı ve im­ka­nı da ge­niş­le­me­ye baş­lı­yor. Bu alan ge­niş­le­dik­çe re­ji­min ik­ti­dar ala­nı da­ha da da­ra­lı­yor. Tar­tış­ma­ya açıl­ma­sıy­la hem ik­ti­dar­la­rı­nın es­ki­si ka­dar güç­lü ol­ma­sı en­gel­le­ni­yor hem de ide­olo­jik ola­rak yıp­ra­tı­lı­yor. Top­lum üze­rin­de­ki ide­olo­jik hâ­ki­mi­ye­ti­ni yi­tir­me­ye baş­la­dı­ğı an­dan iti­ba­ren ger­çek si­ya­si hâ­ki­mi­ye­ti­ni de kay­be­di­yor. Ve­sa­yet­çi re­ji­min ik­ti­dar da­ya­nak­la­rı da­ra­lı­yor.
 
Bu sü­reç­te res­mî ta­rih te­zi­nin de ya­ra al­dı­ğı­nı gö­rü­yo­ruz. Ge­çen­ler­de med­ya­da “Türk­ler as­ker mil­let­tir” tar­tış­ma­sı ya­şan­dı. Biz as­ker mil­let mi­yiz?
Bu tür ifa­de­ler hâ­kim ide­olo­ji­nin po­pü­list te­za­hür­le­ri. Öğ­re­til­miş şey­ler. As­ker do­ğul­du­ğu­nu Türk­ler Al­man­lar­dan öğ­ren­di­ler, Ab­dül­ha­mid’in son za­man­la­rın­da. “Sa­vaş­çı mil­let” gi­bi do­la­şım­da­ki bir­çok kav­ram Al­man as­ke­rî dok­tri­ni­ne ait. Acı olan, baş­ka­la­rın­dan öğ­ren­dik­le­ri­mi­zi ken­di ken­di­mi­ze sat­ma­mız ve bun­lar­la gu­rur duy­ma­mız.
 
Bir de sa­vaş mey­da­nın­da ka­za­nıp ma­sa­da kay­be­di­yo­ruz söy­le­mi var…
Bu­nu da Al­man­lar­dan öğ­ren­dik. Za­ma­nın­da Al­man­ya’yla olan ya­kın mü­na­se­bet, ora­da or­duy­la il­gi­li çok sa­yı­da ide­olo­jik des­tek ve ar­gü­man sağ­la­dı. Bü­tün bun­lar, da­ha ön­ce de söy­le­di­ğim gi­bi, or­du­nun pres­ti­ji­ni kur­tar­mak için te­da­vü­le so­kul­muş ar­gü­man­lar. “Bi­rin­ci Dün­ya Sa­va­şı’nda ye­nil­dik mi yok­sa ye­nil­me­dik mi?” me­se­le­si de ora­dan kay­nak­la­nı­yor. Ya­ni or­du ken­di geç­mi­şi­ne sa­hip çı­kı­yor ve hiç­bir za­man onu red­det­mi­yor, red­det­me­ye­cek de. O yüz­den Cum­hu­ri­yet ile ön­ce­si ara­sın­da­ki ge­ri­lim hat­tı hep böy­le de­vam ede­cek. “Ne ka­da­rı­nı red­de­di­yo­ruz ne ka­da­rı­nı ka­bul edi­yo­ruz?” me­se­le­si, bü­tün ta­rih­sel ve gün­cel tar­tış­ma­la­rın ana nok­ta­sı.
 
Geç­mi­şi­ni ide­olo­jik ola­rak red­de­den bir re­jim için bu bir çe­liş­ki de­ğil mi?
Res­mî ide­olo­ji­le­rin en bü­yük özel­li­ği, tu­tar­lı ol­mak gi­bi bir gay­ret­le­ri­nin ol­ma­ma­sı­dır. Bun­lar geç­mi­şi işi­ne gel­di­ği şe­kil­de kul­la­nır. Me­se­la Ka­nu­nî na­sıl­dı? Müt­hiş­ti. Fa­tih na­sıl­dı? Keş­ke ba­şa geç­se… Ama bir yan­dan da “Pa­di­şah­lar hal­kı sö­mür­dü­ler”, “Sul­tan­lık ku­ru­mu bi­zi ge­ri­ bı­rak­tı” gi­bi ar­gü­man­lar sü­rek­li ola­rak dil­len­di­ri­lir.
 
Son ola­rak, Tür­ki­ye’de si­ya­se­tin ge­le­ce­ği­ne da­ir ön­gö­rü­nüz ne­dir?
Mev­cut ko­şul­lar de­ğiş­me­zse, ve­sa­yet­çi re­jim açı­sın­dan olum­suz bir sü­reç­ten ge­çi­yo­ruz. Es­ki­den da­ha tek tük­tü bu ide­olo­ji­ye uy­gun dav­ran­ma­yan­lar, şim­di da­ha faz­la. Bu şe­kil­de de­vam et­ti­ği sü­re­ce, ne ka­dar ko­ru­na­bi­lir­se ko­run­sun, ne ka­dar za­man ka­za­nı­lır­sa ka­za­nıl­sın re­ji­min so­nu yak­laş­mış­tır. Bel­ki 10, bel­ki de 25 yıl son­ra ve­sa­yet­çi re­jim ta­ri­he ka­rı­şa­bi­lir. Bu bi­rin­ci se­nar­yo. İkin­ci se­nar­yo ise ve­sa­yet­çi re­ji­mi ayak­ta tut­ma­ya ça­lı­şan grup­lar bu­na çok sert bir tep­ki ve­re­bi­lir. Bu da an­cak da­ha ön­ce­ki as­ke­rî dar­be­ler­den çok da­ha şid­det­li bir dar­be ile ola­bi­lir. Mev­cut sü­re­ci dur­dur­mak adı­na “bal­yoz” ol­maz, “çe­kiç” olur.

Paylaş Tavsiye Et