Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Dosya
Büyük çekişmelerin gölgesinde Kafkasların yalnızlaşan tarihi
Fatma Sel Turhan
ASYA ile Avrupa arasındaki ticaret yollarının kavşağında yer alan ve dağlık konumu sebebiyle güçlü siyasi teşekküllere yol vermeyen Kafkasya, tarih boyunca hep büyük güçlerin siyasi rekabet alanı oldu. İlkçağlarda Roma, Pers ve İskit Devletleri arasında yaşanan hakimiyet mücadelesi, Ortaçağ’da yerini Bizans, Sasani ve Hazar Devletleri arasındaki rekabete bıraktı. Osmanlının tarih sahnesine çıkmasıyla birlikte ise bu üçlü rekabet alanını Osmanlı, İran ve Rus güçleri zaptetti. Bölgeyi uzun müddet tesiri altına alan Hint Avupa ve Moğol akınları da aralıklı olarak asırlarca devam etti. Farklı gruptan birçok milleti bu bölgede toplayan en önemli unsur bölgenin coğrafyasıydı. Karadeniz, Hazar ve Azak Denizi arasında, Asya ve Avrupa için bir kara boğazı mahiyetinde olan bölge eski kıtalar arasına giren Akdeniz, Marmara ve Karadeniz’den müteşekkil su koridoruna da hakim konumdaydı. Ayrıca, mücadelelere geçit vermeyen Kafkas Dağları aynı zamanda bölgenin kaderini de belirliyordu. Hakimiyeti kimseye teslim etmeyen Büyük ve Küçük Kafkaslar bölgedeki istikrarsızlığın başlıca sebebi oldu. Hatta bölge İslam’la Hz. Ömer döneminde tanışmasına rağmen, Müslümanlar başka coğrafyalardaki olağanüstü başarılarını burada gerçekleştiremediler. Emevi kumandanı Mervan bin Muhammed el-Cezire 737’de Hazarları mağlup edip başkent el-Beyda’ya kadar ilerlediği halde Kuzey Kafkasya’da İslam hakimiyetinin tesisinde büyük zorluklar yaşadı. Bununla birlikte güneyde İslam nüfuzu sağlanmış; bölgeye gönderilen Emevi ve Abbasi valileri zamanla kendi yönetimlerini kurmayı başarmıştı.
Büyük Selçuklu ve Moğol hakimiyeti Kafkasya’ya en fazla tesir eden siyasi faaliyetlerdi. Kafkasya’nın kuzeyinde güçlenmeye başlayan Rus Knezlerini durduran Moğollar ve Türkler oldu. Denilebilir ki Osmanlı Devleti’nin 16’ncı yüzyıldan itibaren bölgede Ruslara karşı verdiği mücadelenin 13’üncü yüzyıldaki benzeri Moğollar ve onlarla birlikte mücadeleye katılan Türkler eliyle gerçekleşti. Özellikle Cengiz Han’ın soyundan gelenlerin kurduğu Altınordu Devleti’nin gücü sayesinde Rusya’nın güneye inmesi engellendiği gibi, Kırım ve Kuzey Kafkasya’da da mutlak hakimiyet sağlandı. Altınordu Devleti’nin Timur tarafından işgali ise bölgedeki istikrarın bir kez daha yıkımı anlamına geliyordu. Altınordu’nun yıkılışının ardından bölgede oluşan yeni hanlıklara dayalı parçalanmış yapı en çok Rus Knezlerinin işine yaradı. Rus prensleri ancak bu olaydan sonra derlenip toparlanma ve hatta Türk saldırılarına karşı koyup mukabil saldırılara geçebilme gücünü gösterdiler.
Timur’un ardından bölge Şirvanşahlar, Karakoyunlular ve Akkoyunlular arasındaki güç çekişmesine sahne oldu. 16’ncı yüzyılda Şah İsmail’in bütün Güney Kafkasya’yı Safevi topraklarına katması ise bölgede yeni bir üçlü çekişmeyi başlatıyordu. Aynı tarihlerde güçlü bir devlet olarak ortaya çıkan Moskova Knezliği bölgedeki siyasi dengeyi değiştirebilecek bir konuma ulaşmıştı. Öte yandan batıda yaptığı güçlü fetihlerden sonra yüzünü doğuya çeviren Osmanlı için bölgedeki Safevi ilerleyişi varlığını tehdit eder bir hal almıştı. İşte bu güçler arasındaki hakimiyet mücadelesi bölgenin bundan sonraki tarihini belirledi.
 
Osmanlının Kafkasya’ya Nüfuzu
Osmanlının doğu ve kuzey sınırlarını her türlü tehlikeden koruyabilmesi ancak Kafkasya’yı nüfuzu altına alabilmesiyle mümkündü. Bu sebeple 16’ncı yüzyıla kadar İran, Rusya ve diğer devletlerin mücadele sahası olan Kafkasya bu tarihten itibaren Osmanlı Devleti’nin de müdahalelere giriştiği bir coğrafya haline geldi. Bu dönemde Şah İsmail’in Güney Kafkasya’yı Safevi topraklarına katması Osmanlı’nın bölge siyasetine müdahalesinde tetikleyici unsur oldu. Osmanlı-Safevi arasındaki mücadele 1555’te Amasya Antlaşması’yla barışa dönüştüğünde Osmanlı Devleti’nin Batı Gürcistan gibi bazı bölgelerdeki hakimiyeti Safevilerce tanınmış oluyordu. Öte yandan Rus yayılışının bölgede kaydettiği merhaleyi gören Osmanlı Devleti Ruslara karşı da harekete geçme ihtiyacını duydu. 1569’da büyük umutlarla yapılan ve Sokollu Mehmed Paşa’nın Don ve Volga’yı kanallarla birleştirip Karadeniz’e bağlama projesini de kapsayan Astarhan Seferi; Kırım Hanı’nın ilgisizliği, Osmanlının Kıbrıs seferiyle meşgul olması ve mevsimin sonbahara rastlaması gibi nedenlerle akim kaldı. Don-Volga Kanalı da epeyce kazılmış olduğu halde yarım bırakıldı.
İran’da baş gösteren iç karışıklıklar Osmanlının İran ve Kafkasya ile yeniden ilgilenmesine yol açtı. 1577’de Lala Mustafa Paşa İran seferine serdar tayin edildi. Tiflis, Şirvan ve Derbent’in fethiyle birlikte Şirvan eyalet merkezi yapılarak valiliğine Özdemiroğlu Osman Paşa getirildi. Ancak Osman Paşa’nın Kafkasya seferinden sonra Rus ve İran güçlerinin yoğun tazyikleri, Osmanlının takip eden dönemlerde bölgede büyük fetihler gerçekleştirmesine engel oldu.
 
Rus Yayılmacılığına Karşı Osmanlı Atağı
Bölgede Osmanlı, Rusya ve İran arasında yaşanan hakimiyet çekişmesi 17 ve 18’inci yüzyıllar boyunca devam etti. Çıkan çatışmalarda Osmanlı Devleti zaman zaman başarılı olduysa da Rusların Kafkasya ve Azak Denizi’ne doğru ilerleyişini engelleyemedi. 1774 senesi ise Osmanlı Devleti’nin Kafkas politikasında bir dönüm noktası oldu. Bu tarihte Kırım’ın elden çıkması İstanbul’da büyük bir tepki yarattı. Küçük Kaynarca Antlaşması Rusya’nın Karadeniz’deki varlığını güçlendiriyor ve Kuzey Kafkasya’daki işgalci pozisyonunu aktifleştirmesine sebep oluyordu. Nitekim 1770’ten 1796’ya kadar Kafkasya’nın Doğu Osetya, Çerkezistan, Kabardey, Tarku Şamhallığı, Gazi-Kumuk ve Çeçenistan bölgeleri, 1801’de de Doğu Gürcistan Rusya’nın hakimiyetine girdi. Bunun üzerine İstanbul hükümeti Kafkas bölgesinde takip ettiği siyaseti yetersiz ve hatalı bulduğundan, stratejik öneme sahip bölgeyi yeniden kontrolüne almak için bir dizi yeni politikayı uygulamaya koydu. Öncelikle bölge halkıyla daha yakın ilişkiler tesis edilmesinin gerekliliğini fark eden İstanbul Hükümeti, devleti temsilen Ferah Ali Paşa’yı Muhafız vasfıyla Soğucak’a (Anapa) gönderdi. Ferah Ali Paşa’dan beklenen; bölge halklarıyla Osmanlı arasında daha önce bire bir tesis edilememiş ilişkiyi sağlamak ve onları Osmanlı Devleti’nin nüfuzu altına sokmak idi. Ferah Ali Paşa bölge halkının Osmanlı kültürüne intibakı noktasında büyük aşamalar kaydettiği gibi buralarda imar faaliyetlerine de girişti. Anapa adeta yeniden tesis edildi. Devlet görevlilerinin yoğun çalışmaları bölgedeki Çerkes, Çeçen, Lezgi ve Gürcü kavimleri arasında İslamiyetin hızla yaygınlaşmasına vesile oldu. Yeni teşkil edilen Soğucak Valiliği bölge halkının merkeze olan bağlılıklarını da güçlendirdi. Ancak tüm bunlar bölgedeki Rus ilerleyişinin önünü kesemedi. Bu ilerleyiş arttıkça bölge halkının Osmanlıya olan bağlılığı da artıyordu. Fakat Ferah Ali Paşa’nın ölümünden sonra yerine geçenlerin işin önemini anlayamamaları Rus ilerleyişine karşı Osmanlının kurduğu seddin yıkılmasına sebep oldu.
 
Ruslara Karşı Destansı Direnişler
Rusya’nın bölgede ilerleyişi ve ele geçirdiği topraklarda uyguladığı Ruslaştırma siyaseti Müslüman halktan büyük bir direnç gördü. 1783 yılında İmam Mansur’un Kafkasya’da başlattığı ve Nakşibendi kökenli büyük bir halk kitlesinden destek gördüğü için “Müridizm Hareketi” olarak da anılan direniş hareketi Rusların bölge politikasına büyük darbe vuran ilk sistemli hareketti. İmam Mansur Rusya’ya karşı direnebileceğini göstermekle sadece bölgedeki Rus emellerini baltalamakla kalmadı; aynı zamanda bölge halkı için de ilk ümit ışığını yaktı. Nitekim Rus kumandanı Suvorov bunu şu sözlerle itiraf ediyordu: “Kafkasya dağ silsilesini aşmak, Alpleri aşmaktan daha zordur. Bu dağların kartalları Prusya ve Avusturya’dan daha iyi çarpışıyorlar.” Kafkas halkı bölge coğrafyasının sağladığı avantajı kullanarak Rus ilerleyişine “gerilla savaşı”yla cevap veriyordu. Ancak Kafkas halkının sergilediği destansı mücadele Rus ilerleyişini engelleyemedi. 1804-1813, 1826-1828 Rus-İran ve 1828-1829 Rus Osmanlı savaşları sonucunda Dağıstan ve Güney Kafkasya’nın tamamı Rusya’nın hakimiyetine girdi.
Osmanlı Devleti’nin savaş yıllarında dahi bölgeye yardım edememesi Rusları bölgede istediğini yapar hale getiriyordu. Bu politikanın en ileri götürüldüğü nokta 1816 yılında “Gaddar Yermolof” lakaplı Rus kumandanının Kafkas Orduları Başkomutanlığı’na getirilmesiyle yaşandı. Çarın “İdaremize boyun eğmek istemeyen vahşi dağlıların ya teslimlerini veyahut kılıçtan geçirilmesini istiyorum” şeklindeki direktifleri yeni kumandandan tam destek buldu. Yermolof köyleri yaktırıyor, kadın ve çocukları kurşuna dizdiriyor ve bu siyasetini şöyle ifade ediyordu: “Kafkasyalı bir dağlı çocuğun asılması yüz Rus askerinin sağ kalması demektir”. ‘Yermolof Sistemi’ diye anılan bu strateji Kafkasya’da baş kaldıranlara karşı zalimce bir mücadeleyle halkı dağlara sıkıştırmak, onları çok zor hayat şartlarına terk etmek ve böylece silahlı mücadeleden vazgeçirmek esası üzerine kuruluydu.
Ancak Kafkaslılar direnişlerinden vazgeçmediler. Rusların bölgedeki ağır tazyikleri arttıkça, Kafkas halkının direnişçi ruhları açığa çıkıyordu. Döneme ait Osmanlı belgelerine yansıyan irili ufaklı pek çok mücadele söz konusuydu. İmam Mansur’un yaktığı hürriyet ateşiyle istiklal mücadelesine girişen İmam Gazi Muhammed, İmam Hamzat gibi öncüler yine Nakşibendi Tarikati’ne mensup “mürid”ler idi. Bu direniş hareketlerinin en önemlisi ise hiç şüphesiz Şeyh Şamil’in önderliğindeki hareketti. Şamil’in imamlığa geçişiyle birlikte Kafkasya’daki mücadele de hız kazandı. Çar I. Nikola büyük savaş verdiği halde yok edemediği Kafkas mücadelesi karşısında çaresiz kaldı. Savaş gittikçe uzuyordu. Artık savaşı bitirmek arzusunda olan Çar 1837 yılında Şamil’e imparator sarayına gelmesi için bir davetiye gönderdi ve affedileceğini bildirdi. Şamil’in cevabı ise oldukça netti: “Her şeyi Allah’ın takdirine bırakan mütevazı Şamil’den: Reddettiğim için parçalansam bile Tiflis’e gelmemeye karar verdiğimi bilmenizi isterim. Çünkü sizin hainliklerinizi defalarca yaşadım. Bunu herkes bilmektedir”. Şeyh Şamil’in Ruslara karşı verdiği direniş Avrupa’da bile heyecanla karşılanıyordu. Mesela Karl Marx 1843’te konuyla ilgili olarak şöyle yazıyordu: “Hürriyetin nasıl elde edilmesi lazım geldiğini Kafkasya Dağlılarından ibretle öğreniniz. Hür yaşamak isteyenlerin nelere muktedir olduğunu görünüz”.
 
Rusların Hakimiyeti Ele Geçirişi ve Göçler
Şeyh Şamil’in önderliğindeki hareket 25 yıl sürdü. Sonunda Ruslar 1859’da Şamil’i teslim almayı başardılar. Bu olay Kafkasya için bir dönüm noktasıydı. Esareti kabul etmeyen 470 bin kişi Osmanlı topraklarına göçtü. 1917’deki Ekim İhtilali Rusya’da yaşayan bütün milletlere kendi devletlerini kurma hakkı verildiğinde bu durum Kafkasya’da Azerbeycan, Gürcistan, Ermenistan ve Dağıstan milli cumhuriyetlerinin kurulması ile sonuçlandı. Ancak bu hürriyet çok kısa sürdü. 1921’de Bolşevikler bu toprakları istila ederek yerine kendi idarelerinde Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri’ni kurdular. 1924’te ise bunlardan Dağıstan Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti tasfiye edilerek bölgede Adige, Kabardey-Balkar, Karaçay-Çerkes, İnguş, Kuzey Osetya ve Çeçen Özerk Cumhuriyetleri oluşturuldu. Bu durum da çok uzun sürmedi. Stalin rejimi bölgede bir kez daha yıkımı başlattı. Moskova yönetimi 1943-1944 yıllarında bu özerk cumhuriyetleri ilga ederek Müslüman halkı kitleler halinde Sibirya ve Orta Asya’ya sürgüne gönderdi. 1956-1991 yılları arasında sürgüne gönderilen halkın geri dönmesi için bazı kanunlar kabul edildiyse de uygulamada büyük zorluklarla karşılaşıldı. Soğuk Savaş dönemi Rusların tarihe geçen zulümleriyle sona eriyordu.

Paylaş Tavsiye Et