Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Asılıyorum
Kahraman Şerif
Ali Cengiz Tuğrul
De­fa­lar­ca sey­ret­ti­ğim bir film­di.
Ba­şın­da ka­vak yel­le­ri esen her­kes gi­bi ben de âşık­tım Gra­ce Kelly’ye.
Ama onu Mo­na­co Pren­si ka­pa­cak­tı.
O za­man­lar şim­diki po­pü­la­ri­tem­de ol­say­dım o prens bo­zun­tu­su yi­ne ka­pa­bi­lir miy­di rü­ya­la­rı­mın pren­se­si­ni bil­mi­yo­rum.
Bir ta­raf­ta hem sos­yo­log, hem an­tro­po­log, hem pa­le­on­to­log, hem fi­lo­log, hem ile­ti­şim­ci, hem iş ada­mı, hem ga­ze­te­ci, hem dar­be­ci, hem bem­be­yaz Türk Ali Cen­giz Tuğ­rul.
Di­ğer ta­raf­ta şiş­ko bir prens.
Ben­ce şan­sı ol­maz­dı pren­sin.
Ama he­ri­fin kos­ko­ca sa­ra­yı var­dı.
Gra­ce Kelly be­nim rü­ya­la­rı­ma gir­mek­ten­se Mo­na­co Sa­ra­yı’na gir­me­yi ter­cih et­ti.
Nan­kör ka­dın.
Ger­çek bir pren­ses ol­du çık­tı.
Ben de şan­sı­ma la­net et­tim.
İz­mir’in kuş uç­maz, ker­van geç­mez so­kak­la­rın­da çok göz­ya­şı dök­tüm.
Kor­don­bo­yu’nda kim­se­nin is­mi­ni bil­me­di­ği bir “blu­es pren­si” olup çık­tım.
Ki da­ha o yıl­lar böy­le bir mü­zik tü­rü yok­tu bi­le.
Her ta­rak­ta be­zim ol­ma­sı­na iş­te böy­le bir ha­yal kı­rık­lı­ğı anım­da ka­rar ver­dim.
Ne ka­dar ta­rak­ta be­zim olur­sa o ka­dar şan­sı­mın ar­ta­ca­ğı he­sa­bı­nı yap­tım.
O gün bu­gün­dür if­lah ol­maz bir he­sap ada­mı ke­sil­dim.
Şim­di sa­ray gi­bi bir ev­de otu­ru­yo­rum.
Evet, ka­bul edi­yo­rum;
Be­nim­ki­si pla­to­nik bir aşk­tı.
Kah­ret­sin!
Böy­le bir fi­lo­zof ya­nım da var­dır be­nim.
Ama bu­gün si­ze fi­lo­zof ya­nı­mı de­ğil, si­ne­ma­cı ya­nı­mı teş­hir et­mek is­ti­yo­rum.
 
UNU­TA­MA­DI­ĞIM SAH­NE
Rü­ya­la­rı­mın pren­se­si­nin be­ni bi­tir­di­ği sah­ne­yi ha­tır­la­dım bir ve­si­le ile.
Ha­ni şu sah­ne;
Gü­zel­ler gü­ze­li Gra­ce Kelly, Kah­ra­man Şe­rif’e so­ku­lur.
“Çok kor­ku­yo­rum şe­rif” der.
“12’ye çey­rek var.
Ka­sa­ba­mı­za kö­tü adam­lar ha gel­di, ha ge­le­cek­ler.
Aca­ba bi­ze bir za­rar ve­rir­ler mi?
Kan­ya­ğı­mı­za ka­rı­şır­lar mı?
Bi­ze sal­yan­goz sat­tır­maz­lar mı?
Üs­tü­mü­ze bas­kı uy­gu­lar­lar mı?
Bu­ra­lar tek­rar yer­li­le­rin olur mu?”
Son de­re­ce di­ri, di­na­mik, can­lı ve ya­kı­şık­lı­dır şe­rif.
Çok gü­zel buz ma­vi­si göz­le­ri var­dır.
Şe­rif­le­rin şe­ri­fi göz­le­ri­ni kı­sa­rak ce­vap ve­rir:
“Ne olur di­ye­bi­li­rim.
Ne de ol­maz.”
Gra­ce Kelly üs­te­ler:
“San­ki biz azın­lık­mı­şız, on­lar ço­ğun­luk­muş gi­bi ko­nu­şu­yor­su­nuz.
To­pu to­pu üç beş hay­dut de­ğil mi bun­lar?”
“Sa­yı­lar açı­sın­dan azın­lık-ço­ğun­luk baş­ka bir şey, mo­ral açı­sın­dan azın­lık-ço­ğun­luk baş­ka bir şey” di­ye ce­vap ve­rir kah­ra­man şe­rif.
“Bu­ra­lar as­la yer­li­le­rin ol­maz de­yip içi­mi ra­hat­la­tır mı­sı­nız lüt­fen” di­ye yal­va­rır son­ra­dan sa­rı­şın olan ka­dın.
“Ra­hat­la­ta­mam, böy­le bir söz ve­re­mem, kim­se de ve­re­mez” der şe­rif.
“O za­man önü­müz­de par­lak bir man­za­ra yok” di­ye hıç­kı­rır Kelly.
“Ben­ce de yok” di­ye ek­ler buz ma­vi­si göz­lü adam.
“Bir sü­re ön­ce hiç böy­le şey­ler­le uğ­raş­mı­yor­duk” di­ye kar­şı koy­ma­ya ça­lı­şır müs­tak­bel pren­ses.
Şe­rif bil­ge­ce ka­fa­sı­nı sal­lar:
“Yoo­o ya­nı­lı­yor­su­nuz, bu ça­tış­ma hep var­dı.
On­lar ken­di ko­vuk­la­rın­da ya­şı­yor­lar­dı.
Dev­le­tin kol­la­rı ora­la­ra uza­na­mı­yor­du.
Son­ra in­san­lar ya­vaş ya­vaş o ko­vuk­lar­dan çık­ma­ya baş­la­dı.
On­la­rı in­le­rin­de tut­ma gö­re­vim o za­man baş­la­dı.
Mo­dern za­man­lar­da ko­de­se tı­kı­yor, ol­maz­sa ası­yor­duk to­pu­nu.
Post­mo­dern dö­nem­de kor­ku­tu­yor, ala­şa­ğı edi­yor, ol­maz­sa hor­lu­yo­ruz.
Es­ki­den pos­ta ko­yu­yor­duk.
Şim­di an­cak pos­ta yol­lu­yo­ruz.
Böy­le böy­le kah­ra­man şe­rif ol­dum.
Ni­te­kim öğ­le tre­niy­le bu­ra­ya ge­le­cek­le­ri de ya­ka­la­yıp içe­ri tık­mış­tım.
Ama on­la­rı as­ma­yıp bes­le­miş­ler.
On­lar­da ne ya­pıp edip yi­ne ser­best kal­mış­lar.
Bu de­fa üç beş yan­daş da bul­muş­lar.
İn­le­rin­den yi­ne çık­mış­lar.
On­lar­la na­sıl baş edi­lir, ben de bil­mi­yo­rum.”
Sa­rı­şın ka­dın, kı­rık­ka­nat­lı ka­dın mi­sa­li pe­ri­şan­dır:
“Bek­le­yip gö­re­ce­ğiz öy­le mi?”
“Evet, ama dı­şa­rı­dan ta­kip et­me­ye­ce­ğiz, her şe­yin için­de ola­ca­ğız.
Göz­lem­le­ye­ce­ğiz, dik­kat ede­ce­ğiz.
Bek­le­ye­ce­ğiz, ol­gu­la­rı bi­rik­ti­re­ce­ğiz” der şe­rif.
Gü­zel­ler gü­ze­li Gra­ce Kelly şaş­kın­dır:
“Sn. Şe­rif göz­lem di­yor­sun, ol­gu di­yor­sun.
Bi­rik­tir­mek­ten ve bek­le­mek­ten bah­se­di­yor­sun.
Ke­sin ko­nuş­mu­yor­sun. Ka­rar­lı gö­rün­mü­yor­sun.
Asa­lım, ke­se­lim de­mi­yor­sun.
Ne bi­le­yim bir şe­rif gi­bi ko­nuş­mu­yor­sun.
Na­sıl di­ye­yim, san­ki bir sos­yo­log­muş­sun gi­bi ko­nu­şu­yor­sun.”
 
KA­SA­BA­NIN BAS­KI­SI
Kah­ra­man Şe­rif fil­min­den bah­se­di­yo­rum.
Şe­rif ro­lün­de Gary Coo­per oy­nu­yor­du.
Şe­rif­lik gö­re­vi­ni bı­rak­mış, dük­ka­nı ka­pat­mış­tı.
Ka­sa­ba­lı “bi­ze bas­kı ya­pa­cak­lar” ba­ha­ne­si ile şe­ri­fe bas­kı ya­pı­yor­du.
“Biz sa­na yar­dım ede­riz ye­ter ki sen al­tı­pat­la­rı­nı ku­şan” di­yor­lar­dı.
“Yok­sa kor­ku­yor mu­sun!” di­ye bas­tı­rı­yor­lar­dı.
Öle­si­ye de kor­ku­yor­lar­dı.
Şe­rif’in­se “Yür­rrü­ü, sen as­lan­sın, kap­lan­sın” di­yen­le­re pek iti­ma­dı yok­tu.
Da­ha dün mey­dan­la­rı dol­du­ran­lar sa­at 12’yi gös­ter­di­ğin­de san­ki bu­har olup uç­muş­lar­dı.
“Hiç me­rak et­me ar­kan­da­yız” di­yen­ler, tren ga­ra gel­di­ğin­de sır­ra ka­dem bas­mış­lar­dı.
Ne­ti­ce de Şe­rif zor be­la hay­dut­la­rın ca­nı­na tek ba­şı­na ot tı­ka­dı.
Öy­le hu­kuk­la fi­lan uğ­ra­şa­cak ne ha­li ne vak­ti, ne ni­ye­ti var­dı.
Kö­tü adam­la­rın hep­si­ni te­ker te­ker nal­la­dı.
Ka­sa­ba­lı­lar çok ra­hat­la­dı­lar.
Ar­tık son­ra­dan sa­rı­şın olan şuh ka­dın gi­yin­me­nin gü­zel olup ol­ma­dı­ğı me­se­le­si­ne ka­fa­sı­nı tak­ma­ya­cak, ba­lık yer­ken iç­ki­si­ni ra­hat­ça yu­dum­la­ya­cak­tı.
Şe­rif ar­ka­sın­da epey­ce bir za­yi­at bı­rak­tı.
Son­ra ka­dı­nı ter­ki­si­ne at­tı.
Atı­nı to­puk­la­dı.
Film bit­ti.
İş­te ben Gra­ce Kelly’yi bu fil­mi ile sev­dim.
İn­ce dü­şü­nül­müş bir se­nar­yo.
Akı­cı di­ya­log­lar.
Müt­hiş bir fi­nal.
 
YAN BAK­MA
Gary Coo­per’a ise as­la yan bak­ma­dım.
Çün­kü o Şe­rif’ti.
Kül­tü­rü­müz­de Şe­rif’e yan bak­ma ter­bi­ye­siz­li­ği­ne yer yok.
Ro­nald Rea­gan da bir şe­rif­ti.
Bush da bir şe­rif­tir.
Ken­di­le­ri ile ay­nı za­man ve me­ka­nı pay­laş­mam be­nim için bir şe­ref­tir.
Ra­ma­zan-ı şe­ri­fin bu şe­rif­ler­le hiç­bir ala­ka­sı yok.
Be­nim de onun­la bir il­gim yok.
Bu han­gi kül­tür der­se­niz ta­bii ki man­tar kül­tü­rün­den bah­set­mi­yo­rum.
Ame­ri­kan kül­tü­rün­den bah­se­di­yo­rum.
Pe­ki, Cum­hur­baş­ka­nı’na yan ba­kı­la­bi­lir mi?
Ce­va­bım Şe­rif’in­ki gi­bi ola­cak.
“Ba­kı­la­bi­lir de di­ye­mem, ba­kı­la­maz da di­ye­mem.”
Ma­lum Ame­ri­ka’da Cum­hur­baş­kan­lı­ğı ku­ru­mu yok.
Onun için bi­le­mi­yo­rum.
Sa­yı­sal açı­dan ço­ğun­luk­ta olan­lar düz ba­ka­bi­lir­ler.
Mo­ral açı­dan ço­ğun­luk­ta ol­duk­la­rı­nı var­sa­yan­lar yan ba­ka­bi­lir­ler.
Bugünkü göz­lem­le­ri­mi­ze ve bi­rik­tir­di­ği­miz ol­gu­la­ra gö­re her iki­si de söy­le­ne­bi­lir.
Ta­bii bu bi­lim­sel bir me­se­le.
İşa­ret et­ti­ğim üze­re dav­ra­nı­la­bi­le­ce­ği gi­bi dav­ra­nı­la­maz da de­ni­le­bi­lir.
Bu­ra­da da bi­ze yi­ne bek­le­mek dü­şü­yor.
Şim­di Ame­ri­kan kül­tü­rü de­dim di­ye he­men üze­ri­me sal­dı­ra­cak­lar.
Ma­hal­le bas­kı­sı­na ma­ruz ka­la­ca­ğım.
Umu­rum­da de­ğil.
Ne­den de­ğil?
 
NES­NEL­LİK
İş­te be­ni ve Şe­rif’i ma­hal­le­li­den ayı­ran kır­mı­zı çiz­gi;
Nes­nel­lik ve bi­lim­sel­lik.
Kah­ra­man Şe­rif’i Ame­ri­ka­lı­lar çe­vir­di­ğin­de se­ne kaç­tı?
1952.
Pe­ki, DP 1950’de yüz­de kaç oy al­mış­tı?
Yüz­de 52,68.
Ya­ni yüz­de 52’yi gö­rün­ce he­men 1952’de Kah­ra­man Şe­rif’i çe­vir­miş adam­lar.
Elin Ame­ri­ka­lı­sı “our boys”la­ra sa­nat­sal bir içe­rik­le “Aman tren ge­li­yor, dik­kat” de­miş.
Biz ne yap­mı­şız.
Ben de dâ­hil to­pu­muz elin sa­rı­şın Kelly’si­ne sal­ya sü­mük aşık ol­mu­şuz.
Bu du­ru­mu gö­ren ca­hi­li cü­he­la, ko­vuk­la­rın­dan baş­la­rı­nı da­ha da uzat­mış­lar.
So­nuç?
1954’te yüz­de 57,61’i bul­muş­lar.
Şu az­gın ço­ğun­lu­ğun yap­tı­ğı bas­kı­ya bak.
Ney­se ki bu bas­kı 1960’ta as­kı­ya alın­dı.
Yi­ne “our boys”lar bu bas­kı­yı 80’de Fi­lis­tin As­kı­sı’na ta­şı­dı­lar.
Bu­gün de bas­kı­nın as­kı­ya ta­şın­ma­sı an me­se­le­si­dir.
Pe­ki, bi­zim­ki­ler 1952’de çe­ki­len fil­mi ne­den 8 se­ne son­ra an­la­dı­lar?
Hak­sız­lık et­me­ye­lim.
Je­ton geç düş­tü­ğü için de­ğil.
Film ül­ke­mi­ze an­cak se­kiz se­ne son­ra gel­di­ği için.
Da­ha dün çe­ki­len se­nar­yo bir gün son­ra top­rak­la­rı­mı­za ulaş­mı­yor­du o za­man­lar.
Tek­no­lo­jik im­kan­lar o ka­dar­dı.
Be­nim ile­ti­şim­ci ol­mam da bu yüz­den­dir.
 
ANA­YA­SA
O fil­mi çe­vi­ren Ame­ri­ka­lı­la­rın ana­ya­sa­sı kaç ya­şın­da bi­li­yor mu­su­nuz?
Tam 220 ya­şın­da.
Bi­zim­ki­si sa­de­ce 25 ya­şın­da.
De­mek ki zırt pırt ana­ya­sa de­ğiş­tir­me­ye kal­kar­sak bi­zim ana­ya­sa­mız hiç­bir za­man 220 ya­şı­na gel­mez.
Hem si­vil par­la­men­to ile ana­ya­sa yap­mak ge­le­nek­le­ri­mi­ze ters.
Cum­hu­ri­yet’in ila­nın­dan bu ya­na üç ana­ya­sa yap­mı­şız.
Na­sıl yap­mı­şız?
Cum­hu­ri­yet’in ila­nı ile bir ana­ya­sa.
60 dar­be­sin­den son­ra ikin­ci ana­ya­sa.
80 dar­be­sin­den son­ra üçün­cü ana­ya­sa.
Hem “Ge­le­nek­le­ri­mi­ze bağ­lı­yız” di­ye­cek­si­niz.
Hem es­ki kö­ye ye­ni adet ge­ti­re­cek­si­niz.
“Dev­ril­me­miş par­la­men­to ye­ni ana­ya­sa yap­sın” di­ye bas­kı ya­pa­cak­sı­nız.
Ben “Ye­ni ana­ya­sa ya­pıl­ma­sın” de­mi­yo­rum.
“Ya ku­ru­cu mec­lis yap­sın ya vu­ru­cu mec­lis yap­sın” di­yo­rum.
Sa­de­ce ge­le­nek­le­ri­mi­ze uy­gun dav­ra­nıl­sın is­ti­yo­rum.
Bu­nu de­dim di­ye şim­di ben dar­be­ci mi olu­yo­rum?
 
SON SÖZ
El çek Tay­yip el çek ya­sam üs­tün­den
Sen be­nim der­di­me de­va bil­mez­sin
Yı­kıp ha­rap et­ti­ğin ana­ya­sa­nın
Alıp bir ta­şı­nı ko­ya­bil­mez­sin

Paylaş Tavsiye Et