Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Toplum
Seküler kültür ve kurban
Nazife Şişman
TA­Rİ­KAT skan­dal­la­rıy­la çal­ka­la­nan Ra­ma­zan­lar, “Ho­roz­dan kur­ban olur mu?” “Kur­ban kes­mek hay­van hak­la­rı­na ay­kı­rı de­ğil mi?” şek­lin­de­ki tar­tış­ma­lar­la ma­ne­vi muh­te­va­sın­dan ta­ma­men uza­ğa dü­şen bay­ram­lar, bi­ze son bir­kaç yı­lın ar­ma­ğa­nı. “Acil ser­vis­le­ri dol­du­ran kur­ban­ze­de­ler, oto­yol­la­ra ka­çan ya­ra­lı kur­ban­lık­lar ara­sın­da ma­ne­vi­ya­tı his­set­mek ne müm­kün?” di­ye­cek­le­rin ya­nın­da, “Bir hay­van bo­ğaz­la­ma­nın ma­ne­vi­ya­tın­dan bah­se­de­cek den­li il­kel olu­na­bi­lir mi?” di­yen­ler de ola­cak­tır. Bir de bu­na en üst per­de­den ek­le­nen “AB’ye kar­şı iş­te böy­le re­zil olu­yo­ruz” ifa­de­si var ki, Ba­tı­lı­laş­ma se­rü­ve­ni­miz bo­yun­ca his­se­di­len aşa­ğı­lık komp­lek­si­nin şa­hi­ka­sı. Bu tar­tış­ma­lar ara­sın­da ne iba­de­tin hu­şu­u ka­lı­yor, ne de bay­ram neş­ve­si.
Kur­ban de­yin­ce ço­ğu­mu­zun ak­lı­na ar­tık kı­na­la­nan koç­lar gel­mi­yor. Kı­lı kırk ya­ra­rak en gü­ze­li, en sağ­lık­lı­sı se­çi­len, bir­kaç gün ön­ce­sin­den ih­ti­mam gös­te­ril­me­ye baş­la­nan, ge­lin­ler gi­bi süs­le­nen, ca­nı­nı ver­me­den ön­ce biz­den bir can ola­cak den­li ün­si­yet kur­du­ğu­muz, oya­lı bir men­dil­le ka­pa­tı­lın­ca­ya ka­dar ölü­mün mah­zun­lu­ğu­nu bir ay­na gi­bi yan­sı­tan göz­le­ri­ne ba­ka­rak te­fek­kü­re dal­dı­ğı­mız var­lık­lar de­ğil ar­tık, kur­ban­lık­lar. Hun­har­ca bir kat­lia­mın, ca­hil­ce bir uy­gu­la­ma­nın ‘kur­ban’la­rı da­ha zi­ya­de. İba­det böy­le bir şey ol­ma­ma­lı his­si, şöy­le bir uğ­ra­yıp ge­çi­yor ma­ne­vi­ya­tı sar­sı­lan gön­lü­mü­ze. Şid­det, il­kel­lik, kan dö­kü­cü­lük gi­bi bir Müs­lü­ma­na ya­kış­ma­ya­cak sı­fat­lar­la bir­lik­te anı­la anı­la ya bun­la­rı ka­bul eden ya da sa­vun­ma­ya ge­çen bir di­lin içi­ne sav­ru­lu­yo­ruz. Ki­mi­le­ri il­kel din­le­rin özel­li­ği olan kur­ba­nın İs­lam’da za­ten ol­ma­dı­ğı­nı, ki­mi­le­ri de ilk dö­nem­ler­de var­sa bi­le ar­tık bu mo­dern çağ­da sa­da­ka­ya dö­nüş­tü­rül­me­si ge­rek­ti­ği­ni söy­lü­yor. Bu ka­ka­fo­ni için­de kan dök­me ile iba­det ara­sın­da bir bağ­lan­tı kur­ma­mız güç­le­şi­yor.
Yıl­lar ön­ce İn­gi­liz­ce der­si­mi­ze ge­len bir İr­lan­da­lı ho­ca ser­best di­ya­log ko­nu­su ola­rak ‘kur­ban’ı seç­miş­ti. Sı­nıf­ta iki din­dar ar­ka­daş­tık. İki­mi­zin de sos­yal da­ya­nış­ma vur­gu­su yap­tı­ğı­mı­zı ha­tır­lı­yo­rum. Hz. İb­ra­him’in bir oğul kur­ban edi­şi­ni ha­tır­la­tan­sa ho­ca ol­muş­tu. İn­san sü­rek­li bir sor­gu­la­ma­ya ta­bi tu­tu­lur, bir de sos­yal bi­lim­le­rin “il­kel, ata­la­ra kur­ban, to­tem” çağ­rı­şım­lı üst di­li­nin bas­kı­sı al­tın­da his­se­der­se ken­di­si­ni, böy­le bir sa­vun­ma me­ka­niz­ma­sı ge­liş­ti­ri­yor de­mek ki. Ve ka­dim bir iba­de­tin, ‘il­kel’ bir ge­le­nek ola­rak gö­rül­mek­ten kur­ta­rı­lıp top­lum­sal iş­le­ve sa­hip bir kül­tü­rel şen­lik ola­rak gö­rül­me­si­ni sağ­la­ma­yı va­zi­fe edi­ni­yor ken­di­si­ne.
Bu­gün de kur­ba­nı, in­san­lık ta­ri­hi­nin baş­lan­gı­cın­dan bu­gü­ne he­men bü­tün top­lum­lar­da şu ya da bu şe­kil­de va­rol­muş bir ge­le­nek ola­rak dü­şün­mek ak­lı­mı­za gel­mi­yor. İb­ra­hi­mî din­ler­de kur­ban, ha­ya­tın ve ölü­mün Ya­ra­tan’ın kud­ret elin­de ol­du­ğu­nu iz­har ve­si­le­si ve Ya­ra­tı­cı’ya yak­laş­mak için en sev­di­ğin­den, ya­ni can­dan da aziz ca­nan­dan vaz­geç­me­nin bir ni­şa­ne­si ola­rak tek­rar­la­na­ge­len ka­dim bir ge­le­nek. Ama bi­zim kur­ban ge­le­ne­ği­ni böy­le al­gı­la­ma­mı­zı güç­leş­ti­ren bir ta­kım top­lum­sal ve si­ya­sal sü­reç­ler var. Bun­lar ge­nel­de di­nin, özel­de İs­lam’ın mo­dern-se­kü­la­rist top­lum­da ya­şa­nı­şı­nı so­run­sal­laş­tı­ran sü­reç­ler. Ki bun­lar, Tür­ki­ye’de­ki la­ik­lik tar­tış­ma­la­rı­nın ve kur­ban de­ri­si pay­la­şım kav­ga­sı­nın se­bep ol­du­ğu ça­tış­ma or­ta­mın­dan da­ha önem­li so­nuç­la­ra yol aç­mak­ta ve sa­de­ce bi­zim top­lu­mu­muz­la sı­nır­lı ol­ma­yıp kü­re­sel bir ni­te­lik arz et­mek­te­dir.
Bun­lar­dan en önem­li­si, se­kü­ler­li­ğin bas­kın bir ha­yat tar­zı ola­rak di­nin ya­şan­ma­sı­na izin ver­me­ye­cek bir bo­yu­ta ulaş­ma­sı­dır. Tü­ke­tim kül­tü­rü ve se­kü­ler ör­güt­len­me­nin hâ­kim ol­du­ğu gün­de­lik ha­yat, di­nî pra­tik­le­ri ade­ta ‘yer­siz­leş­tir­mek’te­dir. Bu du­rum Pi­er­re Bo­ur­die­u’nun de­di­ği gi­bi ‘ha­bi­tus’ dü­ze­yin­de bir aşın­dır­ma­dır. Ya­ni in­san­lar, ras­yo­nel eleş­ti­ri so­nu­cu Tan­rı’ya ya da di­ne inan­mak­tan vaz­geç­mez­ler. An­cak gün­de­lik ya­şam­da ya­şa­nan dö­nü­şüm­ler se­be­biy­le inanç, ar­tık im­kan­sız bir ha­le ge­lir. Me­se­la bir Müs­lü­man’ın gü­nü­nü be­şe böl­me­si­ni güç­leş­ti­ren bir iş ör­güt­len­me­si ve gü­nü­nü se­her vak­ti ile baş­lat­ma­sı­nı im­kan­sız­laş­tı­ran bir TV-eğ­len­ce kül­tü­rü mev­cut­tur. Böy­le olun­ca din, mo­dern in­sa­nı çev­re­le­yen at­mos­fer ol­mak­tan çık­mak­ta­dır.
Bu “ar­tık se­kü­ler­lik gel­miş­tir, di­ne yer kal­ma­mış­tır; za­ten se­kü­ler­lik de kut­sa­lı ta­ma­men dış­la­yan ve in­san­lı­ğın din­den son­ra ge­le­ce­ği bir aşa­ma­dır; bu da ka­çı­nıl­maz­dır” de­mek an­la­mı­na gel­mez ta­bi­i ki. Zi­ra Av­ru­pa ta­ri­hin­de­ki ge­liş­me­le­rin or­ta­ya çı­kar­dı­ğı bek­len­ti­le­rin ak­si­ne, yay­gın eği­tim ve kent­leş­me, İs­lam dün­ya­sın­da di­nî uy­gu­la­ma­lar­da bir azal­ma­ya ne­den ol­ma­mış­tır. Ama koz­mo­lo­ji­den bi­lim­sel an­la­yı­şa, gün­de­lik ha­ya­tın ör­güt­len­me­sin­den tü­ke­tim kül­tü­rü­ne, di­ne alan bı­rak­ma­yan bir se­kü­ler kül­tü­rün hâ­ki­mi­ye­ti­nin his­se­dil­me­di­ği­ni de söy­le­ye­me­yiz.
Bu bas­kı­nın bu ka­dar yo­ğun his­se­dil­me­si­nin asıl ne­de­ni, se­kü­ler­li­ğin ken­di­si­ni, se­kü­le­rizm şek­lin­de, bir ye­ni­çağ di­ni ya da bir ide­olo­ji ola­rak or­ta­ya koy­ma­sı­dır. Bu ma­na­da se­kü­le­rizm, bir din­den arın­dır­ma po­li­ti­ka­sın­dan zi­ya­de di­nî öz­nel­lik­le­ri ye­ni­den şe­kil­len­di­ren, ona bel­li bir form ve­ren bir po­li­ti­ka ola­rak ken­di­si­ni gös­te­rir. Bu şe­kil ver­me­de te­mel id­di­alar­dan bi­ri, çağ­daş Müs­lü­man top­lum­la­rın ge­ri­li­ği, ge­le­nek­sel­li­ği ve fun­da­men­ta­list­li­ği­ne ne­den olan dü­şün­ce ve pra­tik­le­rin or­ta­dan kal­dı­rıl­ma­sı ge­rek­ti­ği­dir. Kla­sik or­yan­ta­lizm­de ‘me­de­ni­leş­tir­me’ ola­rak ken­di­si­ni gös­te­ren bu yak­la­şım, bu­gün ‘şid­det’le öz­deş­leş­ti­ri­len di­nî pra­tik­le­rin ye­ni­den yo­rum­lan­ma­sı şek­lin­de bir içe­ri­den de­ğiş­tir­me si­ya­se­ti­ne dö­nüş­müş­tür. Me­se­la ba­şör­tü­sü cin­si­yet ay­rım­cı­lı­ğı­na ne­den ol­du­ğu, kur­ban da şid­de­ti çağ­rış­tır­dı­ğı ve hay­van hak­la­rıy­la çe­liş­ti­ği id­di­asıy­la ye­ni­den yo­rum­lan­ma­sı ge­re­ken di­nî uy­gu­la­ma­lar ara­sın­da ad­de­dil­mek­te­dir.
Se­kü­ler kül­tü­rün üs­tün­lü­ğü­nü ve oto­ri­ter­li­ği­ni ilan et­me an­la­mın­da­ki se­kü­le­rizm, sa­de­ce si­ya­si alan­da de­ğil, di­ni ko­nu alan ‘bi­lim­sel’ yak­la­şım­lar­da da gös­te­ri­yor ken­di­ni. Me­se­la an­tro­po­lo­jik yak­la­şım di­ni, hem dün­ye­vi ala­na hap­se­den hem de za­man­da ge­ri­ye iten bir iş­lev ola­rak gör­mek­te­dir. Za­ten an­tro­po­lo­ji, nes­ne­si­ni za­man­da ge­ri­ye iter (J. Fa­bi­an, Za­man ve Öte­ki). Araş­tır­ma ko­nu­su din ol­du­ğun­da ar­ka plan­da hep bir ar­ka­ik­lik ve aşıl­ma­sı ge­re­ken bir dö­nem al­gı­sı mev­cut­tur.
Ev­rim­ci bir yak­la­şım­la, il­kel to­tem din­le­rin­den tek tan­rı­lı din­le­re, ora­dan da Tan­rı’nın ve di­nin ol­ma­dı­ğı mo­dern top­lu­ma doğ­ru iler­le­me­ci bir ta­rih an­la­yı­şın­dan yo­la çı­kıl­dı­ğın­da, kur­ban­la il­gi­li o bi­lin­dik çö­züm­le­me­ler sö­kün eder. Kan, şid­det, vah­şet gi­bi il­kel top­lum­lar­la öz­deş­leş­ti­ri­len pek çok un­sur ve im­ge ‘kur­ban’a eş­lik et­me­ye baş­lar. Di­ğer ta­raf­tan psi­ka­na­li­tik yak­la­şım, her iba­det­te bi­lin­çal­tı bir dür­tü arar. Salt di­nî bir amaç söz ko­nu­su ola­maz, ar­ka pla­nın­da bir dür­tü var­dır, o hal­de se­kü­ler­dir, so­nu­cu­na va­rı­lır. Fre­ud ve ta­kip­çi­le­ri­nin, kur­ban­la ödip komp­lek­si ara­sın­da kur­duk­la­rı bağ­lan­tıy­la söy­le­me­ye ça­lış­tı­ğı da bu de­ğil mi?
Bi­zi çev­re­le­yen at­mos­fer bu. Bu­nu bi­le­lim, çün­kü yo­lun zor­luk­la­rı­nı bil­mek yol­cu­yu tah­kim eder. Bir yüz­yıl bek­le­dik­ten son­ra bir oğu­la ka­vu­şan, in­san­lı­ğın ikin­ci ata­sı ol­mak­la müj­de­len­dik­ten son­ra o oğu­lu kur­ban et­me­si is­te­ne­rek sı­na­nan bir ba­ba­nın, hiç te­red­düt et­me­yen tes­li­mi­ye­tiy­le Ha­li­lul­lah oluş se­rü­ve­ni­ni yad ede­bil­mek ve bu ka­dim se­rü­ve­ne da­hil ola­bil­mek, an­cak bu ya­pay at­mos­fe­rin dı­şı­na çık­mak­la müm­kün.

Paylaş Tavsiye Et