Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (September 2005) > Çeviriyorum
Çeviriyorum
İsrail’de sıcak günler yaşanıyor / Gabriel Volfson, Nezavisimaya Gazeta, 15 Ağustos 2005
Rus Basını
Çeviri: Enise Smirnova
İsrail, tek taraflı geri çekilme olarak adlandırılan bir plan dahilinde, Gazze ve Batı Şeria bölgelerini terk etmeye başlıyor. 55 bini aşkın asker ve polis, Yahudi yerleşimcilerin söz konusu toprakları boşaltması sırasında güvenliği sağlayacak. Bugünden itibaren Gazze ve Batı Şeria’nın karayollarında sivil halk yalnızca bir istikamete, yani yerleşim birimlerinin dışına doğru yolculuk yapabilecek. Tahliye edilecek bölgeler, polis ve askerlerden oluşan 6 çember içine alındı. Bu çemberler, tahliye planının karşıtları ile Filistinli teröristlere karşı alınan bir güvenlik önlemi. Bugün İsrail askerleri, evlerinde kalan Yahudi yerleşimcileri ziyaret ederek, 48 saat içerisinde evlerini terk etmelerini emreden hükümet kararını beyan edecekler. Tahminlere göre, yerleşimcilerin %70’i gönüllü olarak evlerini terk ederken; geri kalanlar, 17 Ağustos sabahından itibaren askerlerin zoruyla evlerinden çıkarılacak, kalan eşyaları ise evlerinin yıkımı sırasında imha edilecek. Bazı kaynaklara göre, yerleşim birimlerinin tahliyesi sırasında görev alacak olan 5 askerî birliğin komutanları, savunma bakanı ile genel kurmay başkanına, son anda çıkma ihtimali olan toplu ayaklanmadan endişe ettiklerini gizli bir mektupta bildirdiler. Eğer subayların beklentileri gerçekleşirse, durum tamamen kontrolden çıkabilir. Bugüne kadar 100’den fazla asker tahliye emrini yerine getirmeyi reddederek, askerî mahkemede yargılandı. Bu arada tahliye karşıtları, 6 güvenlik çemberini aşarak bölgeye girmeye devam ediyorlar. Polis ve orduya karşı en sert tepkiyi gösterenin bu insanlar olacağı düşünülüyor. Şu anda Gazze bölgesinde yaklaşık beş bin kişi kaçak olarak bulunuyor. Geçen Perşembe günü, sayıları 200 bini bulan tahliye karşıtları, Tel Aviv’deki Rabin Meydanı’nda eylem düzenlediler. Eylemciler, Gazze’ye giden karayollarını kapatacaklarını bildirdiler. Pazar günü, Kudüs mabedinin yıkılışı anısına tutulan matem orucu sırasında on binlerce Yahudi, Ağlama Duvarı’nda toplandı. Dua edenlerden biri, “Rabbimizden sesimizi duymasını ve hakkımızda verilen ağır hükmü kaldırmasını diliyoruz” dedi. Son ümitlerini yitiren Yahudi yerleşimciler, Filistinlilere teslim edilmesi kararlaştırılan topraklarda “bağımsız Yahudi varlığı”nı ilan ederek, resmî tanınma talebiyle BM’ye başvurmak niyetindeler. Filistinliler ise, İsrail’in tahliye planını tamamlamasını bekliyor. Filistin lideri Mahmud Abbas, İsrail’in geri çekilmesi sırasında Filistinlilerden terör eylemlerine ve füze fırlatmaya ara vermelerini istedi. Abbas, “Biz, bağımsız bir ülke olmaya doğru yol almaktayız ve kültürlü bir halk olarak davranmalıyız” şeklinde açıklama yaparak, “Bugün Gazze, yarın ise Kudüs” diye konuştu. Hamas ise, “İşgal edilen bütün topraklar boşaltılıncaya dek mücadele edeceği”ne dair açıklama yaptı.

Tavsiye Et
Sıra Batı Şeria’da / Aleksey Bausin, İzvestiya, 24 Ağustos 2005
Rus Basını
Çeviri: Enise Smirnova
Salı günü İsrail ordusu, Ürdün nehrinin batı kıyısında bulunan Sanur ve Homeş yerleşim birimlerinde İsrail hükümetinin tahliye planını protesto eden milliyetçi Yahudi gençlerinin savundukları bölgelere girdi. İsrailli gençlerin oldukça ustaca bir “savunma kalesi” inşa etmelerine rağmen hükümet, Salı akşamına kadar radikal gençlerin söz konusu yerleşim birimlerinden çıkarılacağına dair açıklama yaptı. Tahliye edilecek diğer iki yerleşim merkezinin sakinleri, evlerini terk etmekte gecikmediler. Sanur ve Homeş’i hükümet ordusuna karşı savunan ve sayıları bin civarında olan aşırı milliyetçi Yahudi gençler, çoğunlukla Batı Şeria’daki diğer yerleşim birimlerinden geliyor. Yaklaşık 10 bin asker ve polis, bu eylemcileri bölgeden çıkarmakla görevlendirildi. Hükümetin gönderdiği orduyu karşılamaya hazırlanan radikaller, çöp yığınları ile yanan araba lastiklerinden oluşan barikatlar kurdular. Diğer savunma çizgisi, üç sinagog, eski İngiliz kalesi ve Yahudi yerleşimcilerin terk ettikleri evlerden geçiyordu. Tahliye planı karşıtları, silah seçiminde de oldukça dikkat çeken çarelere başvurdular. Güvenlik güçleri şişe, ampul, boya, ketçap, yumurta ve sıvı yağ yağmuruna tutuldu. Ordu ise, Gazze bölgesinin tahliyesi sırasında radikal milliyetçiler ile yaptığı görüşmeleri bu kez yapmayarak, hızlı ve etkili davranma biçimini tercih etti. Sonunda su tüfekleri, cop ve kalkan ile kuşanan askerler, fazla kayıp vermeden radikallerin “kalesi”ni ele geçirmeyi başardı. Radikallerin planı, korkusuzca bir savunma yaparak, İsrail hükümetine Batı Şeria’daki yerleşimcilerin Gazze’dekilerin aksine topraklarını mücadelesiz terk etmeyeceklerini göstermekti. Bu arada İsrail Başbakanı Ariel Şaron, tahliye planında belirlenen dört yerleşim biriminin dışında kalan Batı Şeria bölgesindeki Yahudilere ait evlerin yıkılmayacağına dair yemin etti. 1967 yılındaki savaş sırasında İsrail tarafından işgal edilen bu bölgede, 230 bin Yahudi yerleşimci ve 2,4 milyon Filistinli ikamet etmekte. İsrail Başbakanı ile yaptığı telefon görüşmesinde Filistin Lideri Mahmud Abbas, İsrail’in Gazze bölgesinden çekilmesi ile Batı Şeria’daki yerleşim birimlerinin tahliyesinin İsrail-Filistin ilişkilerinde yeni bir dönemin başlamasına vesile olacağı ümidini dile getirdi. ABD Başkanı George Bush da, “Kutsal topraklarda barışın sağlanabileceği” kanısında. ABD siyasetçileri, Ariel Şaron’un tahliye planının Filistin-İsrail barış sürecini canlandıracağına inanıyorlar.

Tavsiye Et
Yerleşimcilerin geri çekilmesi alaycı bir tiyatro oyunu / Jonathan Steele, The Guardian, 19 Ağustos 2005
İngiliz Basını
Çeviri: Ebru Afat
Yahudi yerleşimcilerin Gazze’den ayrılışları hakkında özellikle de televizyondan yapılan yayınları, önceki aylarda yaşanan daha büyük ve daha şiddetli tahliyelerin en küçük haber olarak verilmesiyle karşılaştırın. Buldozerler Refah’a girdiğinde İsrailli askerlere “duyarlılık eğitimi” verilmedi, zorla çıkarılanlara otobüs temin edilmedi, hazır olmaları için geniş bir süre tanınmadı, evleri için tazminat paketleri hazırlanmadı ve hükümet onlara kalacak yer sağlama vaadinde bulunmadı. 
Bu hafta işte böyle bir nezaket ve tatlılıkla boşaltılan Gush Katif yerleşiminden görülebilen Refah’ta yaşayan ailelere, evleri ve hayat boyu edindikleri varlıkları yerle bir edilmeden önce genellikle en fazla beş dakika verilmişti. Geçen yılın ilk 10 ayında Gazze Şeridi’nde 13.350 Filistinli, İsrail’in dev zırhlı buldozerleri tarafından evsiz bırakılırken, bu hafta ayrılan Yahudi yerleşimcilerin sayısı 8.500’ü biraz aşıyordu.
Bu zalim tahliyeler tabii ki haber yapıldı ve Rachel Corrie, Tom Hurndall ve James Miller gibi bunu durdurmaya ya da kaydetmeye çalışan bazı yabancılar, öldürülen çok sayıda yerli Filistinli’nin yanında hayatlarını kaybettiler. Ancak yayınlar hiçbir zaman Yahudilerin bu haftaki geri çekilmeleri üzerine yapıldığı kadar kapsamlı ve yoğun olmadı. Şaron, dünya medyasının, yerleşimcilerin geciktirilmiş ıstırabını görmesini istedi; böylece 8.500 kişinin Gazze’den çıkarılması bu kadar zorsa Batı Şeria ve Doğu Kudüs’teki 400.000 kişinin geri çekilmesinin imkansız olacağı izlenimi verilecekti. Evlerini terk eden yerleşimcilerin acısı ne kadar gerçekse de, geri çekilmenin düzenleyicileri için bu alaycı bir tiyatro oyunuydu.
Yerleşimcilerin tahliyesi üzerinde bu kadar fazla durmanın bazı faydaları da yok değil. Dünya medyasının Filistinlilerin tarafını tuttuğunu öne sürenlerin iddiaları bu hafta çöktü. Sınır tanımayan kökten dinciliğin çirkin yüzü, tüm dünyadaki TV izleyicilerine teşhir edildi.
İsrail’in en kötü uygulamaları şimdi Gazze’den Batı Şeria’ya transfer ediliyor. Son yıllarda Batı Şeria’da özgürlükler üzerindeki kontroller sıkılaştırıldı. Daha fazla yol kapatıldı. Daha fazla kontrol noktası oluşturuldu. Uluslararası Adalet Divanı’nın verdiği gayri meşruluk hükmüne rağmen, duvarlar ve siperler genişletildi. Şaron, Batı Şeria’daki Yahudi yerleşimlerini genişletmek ve Kudüs etrafındaki Filistinlilerin evlerinden daha fazlasını yıkmak istiyor. Yahudi yerleşimlerinin yıkılması Gazze’dekilere kendi dar kuşatılmış bölgeleri içinde hareket etme özgürlüğü verecektir; ancak bu kazanım Batı Şeria’daki kayıplarla ağırlaştırılabilir. Batı Şeria, İsrail güçlerinin istedikleri gibi izole edebilecekleri bir dizi gettoya bölünecektir. Güvenlik ne kadar gerekçe gösterilirse gösterilsin, sonuç bütün Filistinlilerin toptan cezalandırılmasıdır. Böylesi bir adaletsizlik karşısında Filistinlilerin kızgınlık ve direnişi artarsa, hiç kimse şaşırmamalıdır.

Tavsiye Et
Kelimeler savaşı / Los Angeles Times, 23 Ağustos 2005 Başyazı
Amerikan Basını
Çeviri: Ebru Afat
Başkan Bush’un 22 Ağustos’ta, Bağdat’taki liderlerin, demokratik bir anayasa yazma işini tamamlamak suretiyle, teröristleri ve karamsarları yenilgiye uğrattıklarını beyan etmesi, sadece zamanlama bakımından değil kasıtlılığı açısından da talihsiz bir açıklamaydı. Bush’un konuşmasından yalnızca saatler sonra Iraklı liderler, bir anayasa taslağı üzerinde anlaşmaya varmayı beceremediklerini ilan ettiler. 
Bush, Dış Savaş Gazileri’ne yaptığı konuşmada, el-Kaide’nin işgalin hemen ardından Irak’ta kök saldığını ya da Saddam Hüseyin’in 11 Eylül veya Usame bin Ladin ile hiçbir ilgisi olmadığını belirtmeyi ihmal ederek, yine el-Kaide ile Irak arasında bağlantı kurdu. Bush’un Irak Anayasası müzakerelerini “tartışma ve uzlaşma içeren zorlu bir süreç” olarak tanımlaması, Irak’taki husumetin derinliğini olduğundan daha az ortaya koyuyor. Temsilciler 22 Ağustos’ta, merkezî hükümetin büyüklüğü ve İslam’ın rolü gibi temel meseleler üzerindeki anlaşmazlığın devam etmesi yüzünden, Ulusal Meclis’e tamamlanmamış bir taslak sundular.
ABD’nin Irak’ta 138.000 askeri bulunuyor; Bush 22 Ağustos’ta bu askerlerin, “Iraklılar düşmanla daha fazla savaşarak özgürlüklerini savunabildikleri zaman” eve döneceklerini söyledi. Fakat bunun ne zaman olacağı konusunda sessiz kaldı. Şu an için bir son tarih belirlemek, direnişçilere intihar saldırılarını fazlalaştırmadan önce ABD birliklerinin geri çekilmesini beklemelerine imkan vereceği için, bir hata olacaktır. Ancak Amerikan varlığı açık uçlu olmayabilir; bu noktada gelişmeyi ölçme vasıtalarına ihtiyacımız var. ABD güçlerinin geri çekilmeye başlayabilmesi için onların yerini alacak kaç Iraklı polis ve askerin eğitilmesi gerekiyor?
İki hafta önce birkaç üst düzey general, bu yıl yapılacak anayasa referandumu ile parlamento seçimlerinin iyi gitmesi ve Irak güçlerinin direnişçilere karşı gelişme kaydetmesi durumunda 2006’nın başlarında ABD askerlerinin sayısının 30.000’e kadar indirilebileceğini tavsiye etmiş; Bush da bunu “spekülasyon” olarak nitelemişti. Sonra da 22 Ağustos’ta “Iraklılar ayağa kalktığında Amerikalılar yerlerine dönecektir” ifadesini kullandı. Ancak muğlak ifadeler yeterli olmuyor. Daha fazla Amerikalı ve Iraklı öldükçe Washington ve Bağdat, ABD’nin kendi işgaliyle serbest bıraktığı kaosu –o kaos ki teröristlerin eline adam toplamak için yeni bir araç veriyor– durdurmak için bir plana ihtiyaç duyacaktır. Safdilce düşünmek ve inatçı iyimserlik bir politika oluşturmaya yetmez. En sonunda gerçekçilik, gelişme için gerekli ölçüleri ve onlarla yüzleşmekte başarısız olanlar için de sonuçları tamamlayarak üstün gelecektir ki; bu daha iyidir.

Tavsiye Et
Gazze kıyısında Filistinlilerin hüzünleri / Bilal el-Hasan, Eş-Şarku’l-Avsat, 21 Ağustos 2005
Arap Basını
Çeviri: Hatice B. Şenkardeşler
Ariel Şaron büyük bir zevkle İsrail’in Gazze’den çekilme tiyatrosunu devreye sokuyor. Şaron, dünya kamuoyunun tüm olan biteni seyretmesi dolayısıyla çekilme sürecini uzattıkça uzatıyor. Bu oyun ile Şaron’un yapmak istediği aslında, yalnızca 8 bin kişinin yaşadığı 17 yerleşim biriminin boşaltılması sırasında çıkan bunca gürültüden sonra, yaklaşık 400 bin yerleşimcinin yaşadığı Batı Şeria’nın tahliyesinde yaşanabilecek muhtemel gelişmelere dikkat çekmektir. Yine Gazze’deki yerleşimcilere ödenen 2 milyar dolar yanında Batı Şeria’daki vatandaşlara ödenecek nafaka ve tazminatı gözler önüne sermektir. Neticede Şaron’un aslında söylemek istediği şey, “Gazze’den çekilmekle İsrail büyük bir fedakârlık yapıyor. Bu sebeple İsrail’in artık Batı Şeria’dan çekilmesi imkansız!” oluyor.
Olaylar bu çerçevede gelişince, 1991 yılında Madrid’de ve 1993’te Oslo’da ortaya atılan tüm siyasî çözümler devre dışı kalıyor. Bu durumda ne İsrail’in 1967 sınırlarına geri çekilmesi mümkün oluyor, ne de Kudüs’ün tamamen İsrail’e dahil edilmesi kararından geri dönülüyor.
İşte bu tablodan dolayı İsrail Askeri İstihbarat Başkanı, karşılıklı siyasî görüşmelerin gerçekleşmemesi durumunda İntifada’nın önümüzdeki yıl Mart ayında tekrar başlayacağını söylüyor. Bunun sebebi ise, Mart 2006’ya kadar Gazze’nin tamamen boşaltılacak ve Hamas’ın ilk kez katılımıyla genel seçimlerin yapılacak olmasıdır.
Öte yandan İsrail, bölgede İntifada’nın tekrar alevlenmesi için elinden geleni yapıyor: İstila ettiği Batı Şeria’daki yerleşim birimleri ve Kudüs konusunu görüşmelerin dışında tutması, Utanç Duvarı’nın inşasına devam etmesi, Filistinli mültecilere dönüş hakkı tanımaması ve bağımsız bir devlet yerine kantonların kurulmasını önermesi (bu sebeplerden yalnızca birkaçı). Yine İsrail, Gazze’deki geçiş noktaları ile Filistin’in bölgesel sularını kontrol etmeye devam edip etmeyeceği yönünde herhangi bir açıklama yapmadı. Bunlar İsrail’in askerî anlamda Gazze’den çekilmeyeceğinin bir göstergesi. İşte tüm bunlar, İsrail’in Filistinlilere yalnızca Gazze’de bağımsız bir devlet hakkı tanıyarak Batı Şeria’yı kendi denetimi altındaki küçük kantonlara ayırma düşüncesi taşıdığı konusundaki korkuları haklı kılıyor.

Tavsiye Et
Afganistan’da unutulan savaş / El-Quds el-Arabi, 22 Ağustos 2005 Başyazı
Arap Basını
Çeviri: Hatice B. Şenkardeşler
ABD’nin Irak’ı işgali sonrasında, Afganistan topraklarında olan bitenle ilgili haberler kesintiye uğradı. Oysa Afganistan’da gerçek bir savaş yaşanıyor. Bu ülkede yaşanan gelişmeler, Irak kadar vahim olmasa da ondan daha iyi bir durumda değil. Son zamanlarda bu topraklarda yaşananlar, Taliban ve onun müttefiki el-Kaide örgütünün saflarını tekrar toparlayarak yeniden güç toplamaya ve ABD güçleri ile Müttefik Kuvvetlere karşı çete saldırıları düzenlemeye başladığını kanıtlıyor.
ABD Ordusu dün, önümüzdeki ay düzenlenecek olan parlamento seçimleri öncesi bölgeye düzenlediği operasyon sırasında 4 askerini kaybettiğini açıkladı. Böylece 2005 yılı başından bu yana Afganistan’da ölen Amerikan askeri sayısı 47’yi buldu. Bundan daha büyük tehlike arz eden durum ise, ABD Büyükelçiliği’ne ait bir aracın başkentin ortasında saldırıya uğraması sonucu 3 diplomatın yaralanmasıdır. Bu olay, Taliban ve el-Kaide savaşçılarının, ABD güçlerince çok sıkı koruma altında bulunan Afganistan içerisindeki en güvenli ve istikrarlı bölge konumundaki başkent Kabil’e kadar ilerleyerek Amerikan hedeflerine ulaşabildiklerinin bir göstergesidir. Aynı zamanda bu olay yakın zamanda Çokuluslu Kuvvetlere karşı kanlı çatışmaların başlatılacağının da habercisi durumundadır.
Seçimler, demokrasi ve halkın yönetime katılımı yolunda gerçekten önemli bir adım teşkil etse de, Afganistan halkı aynen Irak halkı gibi bu meseleyi listenin başına koymamaktadır. Halkın beklentisi, şu an Afganistan’da olmayan istikrar, güvenlik ve ekonomik refahın sağlanmasıdır. Yaşanan kaos ortamı, Taliban ve el-Kaide’nin taraftar toplamasına yaramaktadır.
Afganistan Savaşı, unutulmuş bir savaştır. Bugünlerde Gazze’deki çekilme süreci ve Irak Savaşı’yla meşgul olan dünyanın önde gelen uluslararası yayın organlarının nezdindeki önemini yitirmiştir. Oysa bu savaş diğer bir savaşın, yani teröre karşı yürütülen savaşın, beklenen neticeleri vermediğini göstermesi bakımından çok daha büyük önem taşımaktadır.

Tavsiye Et
Şimdi ya da hiçbir zaman / Alain-Gérard Slama, Lefigaro, 22 Ağustos 2005
Fransız Basını
Çeviri: Adem Yılmaz
Alman ekonomisi kötü gidiyor ve biz Fransa’da bunun tadını çıkaramıyoruz. Bunun sebebi, Almanya’nın bizim birincil partnerimiz olması, onun zayıflığının Avrupa’ya, dolayısıyla bize sıçraması veya büyük partnerimizin yaşadığı huzursuzluğun bizimkine benzemesi değil; kötü gidişin bizim üzerimizde de tehlike sinyalleri çalmasıdır. Almanya bir güvensizlik toplumuna dönüştü. İlk zamanlar birleşme büyük bir coşkuyla karşılanırken, daha sonraları maliyet ağır gelmeye başladı ve hayal kırıklığı doğdu. Artık hiç kimse bir başkası için en ufak bir maliyete dahi katlanmak istemiyor. Ülkemizde can atarak benimsediğimiz sosyal demokrasi uzlaşması artık işlemiyor. Öyle bir noktaya geldik ki, artık, “bu, Almanya’nın uyguladığı sistem değil miydi?” diye kendi kendimize sormaya başladık. Aşırı sosyal güvenlik, aşırı sübvansiyon, aşırı vergi ve yatırım yapmak için az özgürlük. Bu dört unsur, ulus-devletleri yok eden ana faktörler oldu. Bununla birlikte Schröder’in daha krizin başında mücbir eğilimlere yönelmesi doğru bir uygulamaydı. 2003’ün başlarında, işsizlik oranı %10’lara yaklaşırken; büyüme oranı hemen hemen sıfırdı. Aktif hesapların sayısı yılda 50 bin civarında düşüyordu. Ayrıca birleşmenin getirdiği maliyetin sadece üçte ikisi işsizlik, sağlık sigortası ve emeklilik giderlerine harcanıyordu. Almanya, AB’nin genişlemesinin neticesi olarak, piyasa şartlarının %25 altında çalışan Çek, Slovak, Polonyalı işçilerin rekabetinden kaynaklanan amansız durumun sonuçlarına katlamak zorunda kaldı.
Şayet kriz, aynı zamanda yapısal olmasaydı, bu engelleri aşmak daha kolay olacaktı. Başta demografik göstergeler olmak üzere, ülkenin temel göstergeleri geriye gidiyor. Almanya, sanayi çağından çıkıp hizmet sektörlerine geçişi beceremiyor. Hâlâ otomobil, makine ve kimya sanayii dallarına yöneliyor; ileri teknolojide ise yavaş hareket ediyor. Eğitim sistemi özellikle ilköğretim seviyesinde krizde. Elit üniversiteler de, prestij kaybediyor. Bu kötü neticenin bir sonucu olarak sendikalar, son on yılda gelirlerinin %10’unu kaybettiler ve ücretlilerin yalnızca %15’ini temsil ediyorlar.

Tavsiye Et
Körfez’deki hegemon / U. Ladurner-K. Tavana, Die Zeit, 18 Ağustos 2005
Alman Basını
Çeviri: Haşim Koç
İran, uluslararası arenada dışlanmasına rağmen, geçmişin aksine çok daha kendinden emin hareket ediyor. Peki neden?
Ali Laricani, katı çizgilere sahip bir İranlı ve çok açık konuşuyor. AB’nin İran’a önerilerini “gülünç” olarak nitelendiriyor. Kendisi nükleer faaliyetler konusunda İran ile Batı arasında yürütülen görüşmelere baş müzakereci olarak atandı. Diplomatik nezaketin çok gerekli olduğu yeni göreve rağmen, açık kart oynamayı seviyor.
Peki İran yönetimi, bu kendine güveni nereden buluyor? Hep uluslararası arenada dışlanmış, savaş tehditleriyle karşı karşıya kalmış ve ekonomisi de kötü olan bir ülke. Genç nüfusun taleplerini karşılamaktan çok uzak.
Bugünkü yönetimden bahsederken ilk akla gelecek şey, Devrim Muhafızları (Sipah-ı Pasdaran) olmalı. Yeni kabinedeki 21 bakanın 13’ü muhafızların eski komutanları. Hepsinin hem İran’ın muhafazakârlarıyla, hem de Ali Hamaney ile yakın ilişkileri var ve artık, İran’ın dış politikasını çok daha fazla şekillendirmeye güçleri yetiyor.
Devrimi ve devrim liderlerini korumak için kurulan Pasdaran, o dönemlerde devrimi komşu ülkelere yaymak için de çalıştı. Humeyni, selefi Şah gibi, geniş alanlara hükmetmenin ve İran İslam Cumhuriyeti’ni Körfez’de egemen güç yapmanın hayallerini kuruyordu. Irak Savaşı sırasında kurulan ağlar, şimdilerde savunma işlevi görüyor. Savaş, Şii hilali olarak adlandırılan Lübnan’dan başlayıp Irak üzerinden Afganistan ve Pakistan’a uzanan bölgede sürüyor. Tam da burada ABD ve İran karşı karşıya geliyor.
3 Ağustos’ta Hadisa şehrinde 14 ABD askerinin öldürülmesi, ABD ordusunda şok etkisi yaptı. Saldırıda kullanılan bombanın İran’dan geldiğini söyleyen ABD, kesin bir bilgi olmamasına rağmen bu ülkeyi suçladı. Ancak Irak’taki muhafızların etkisinin olduğu ortada. 80’lerde kurulan Bedir Tugayları, bugün İslamî Devrim Yüksek Konseyi’nin ordusu konumunda. Irak seçimlerinden en güçlü parti olarak çıkan Konsey’in aynı zamanda Tahran ile güçlü ilişkileri var.
Yeni Irak’ın giderek daha çok şeriat devleti haline geleceği ve bunun gerçekleşmemesi halinde, Tahran’ın, oradaki yaşamı zorlaştırmak için ABD’ye elinden geleni yapacağı görünen bir gerçek.

Tavsiye Et
Ahmedînejad’ın kabinesi açıklandı / Muhammed Ali Ebtehi*, Emrouz, 18 Ağustos 2005
İran Basını
Çeviri: Hakkı Uygur
Ahmedînejad ve çevresi tarafından daha önceleri ekonominin ağır basacağı vurgulanmasına rağmen yeni kabinede siyasî ve kültürel kişiliklerin ön plana çıktığı görülmektedir. Siyasî gelişimin ve medenî toplumun en temel alanı olan İçişleri Bakanlığı’na, tanınmış bir güvenlikçi ve istihbaratçının getirilmesi yerinde bir seçim değil. İçişleri Bakanlığı’nın sorumluluğunda olan partiler, sivil toplum kuruluşları, yasal gösteriler ve toplantılar, etnik azınlıklar, gençler ve ülkenin idarî yapısı gibi çeşitli meselelere güvenlik ve istihbarat açısından yaklaşılacak olursa, yalnızca siyasî gelişim sekteye uğramakla kalmayacak; ülkenin diğer alanlarında da yeni problemler ortaya çıkacak ve anayasada yer alan özgürlükler tehlikeye girecektir. Aynı şekilde Keyhan gazetesinin genel yayın yönetmeninin Kültür Bakanlığı’na getirilerek Keyhan’ın yöntem ve politikalarının ülkenin tüm kültür ve sanat alanlarında yaygınlaştırılmaya çalışılması, bu alanda çalışan insanları ciddi şekilde tedirgin etmiştir. Dış politika hususunda ise, ülkemizin bugün içinde bulunduğu son derece karmaşık şartlarda dışarıyla ilişkileri iyileştirme düşüncesine sahip, diyalogla özdeşleşmiş bir ismin seçilmiş olması gerekirdi. Diyalog ve sorunlu ilişkileri düzeltme konusunda çok istekli olmayan, ayrıca nükleer görüşmelere karşı tutumuyla tanınan bir kimsenin Dışişleri Bakanlığı’na getirilmesi, kanaatimizce uygun bir seçim olmamıştır. Bunun yanı sıra Ulusal Güvenlik Konseyi Genel Sekreterliği’ne Ali Laricani’nin atanması ve yine kabinede çok sayıda Devrim Muhafızları’na bağlı askerî kurumlarla ilişkileri bulunan kimsenin yer alması İran’ın bugünkü durumuna uygun olmayan, tehdit edici görüntü vermektedir.
Ayrıca ülkenin en önemli ve en hayatî ekonomik kurumu olan Petrol Bakanlığı’na deneyimli uzman bir kimse yerine şu anda Tahran Belediye Başkanlığı vekâletinde bulunan bir kişinin getirilmesi, yukarıda belirtmeye çalıştığımız endişeleri daha da artırmaktadır.
Bence güvenoyu alınıncaya dek geçecek süre olan bu bir hafta içerisinde kabinenin bütün yönleriyle eleştirilmesi ve gerçekçi milletvekillerinin uyarılmaya çalışılması ulusal ve İslamî bir görevdir.
*(Eski Cumhurbaşkanı Hatemi’nin yardımcılarından)

Tavsiye Et
Son liste / Zahid Seferoğlu, Yeni Musavat Gazetesi, 19 Ağustos 2005
Azerbaycan Basını
Çeviri: Hakkı Uygur
İlham Aliyev babasından kalma “felaket takımı” ile meçhule doğru ilerlemeye devam ediyor. O şimdi bu kadroyu bir başka siyasî deneyden -Sonbahar seçimleri cehenneminden- daha geçirmek zorunda. Bu süreçte iktidarın, eski metotlara başvurmayı planladığı gözleniyor: Kendi planları doğrultusunda ülkede iç karışıklar yaratmak ve demokratik güçler aleyhinde propaganda savaşlarıyla sahte seçim sonuçlarını Batı’ya kabul ettirmek. Bu senaryoları çeşitli kereler başarıyla uygulamış hükümetin önde gelenleri, tüm uyarılara rağmen bir kere daha denemek istiyorlar. Herhalde bir kere daha bu durumdan kurtulabileceklerini düşünüyorlar. Ancak bu seferki uyarıların dozu diğerlerinden farklı olabilir.
Burada, Haydar Aliyev’in yokluğunu zikretmek gerekiyor. Zira seçimlere giren bu grubun, onun yokluğunda girdiği ilk ciddi sınavı olacak. İlham Aliyev’in böyle karmaşık siyasî ortamlarla baş etme hususunda babası kadar maharetli olmadığı biliniyor. Zaten YAP’çıların (Yeni Azerbaycan Partisi) meclise girmek istemelerinin nedeni de bu. Onlar hem Azerbaycan’ın yakın geleceğinde önemli kararlara imza atacak parlamentoda bir yer edinmek, hem de dokunulmazlık zırhına sahip olmak istiyorlar. İşte bu nedenlerle YAP, seçimlerle ilgili ortak bir liste oluşturamıyor.
Azerbaycan hükümeti, Avrupa Konseyi’nin getirdiği yükümlülükleri yerine getirebilmek için de olsa, demokratik seçimlere benzer bir seçim gerçekleştirmek zorunda. Yeni parlamento seçimlerinin sonuçlarının uluslararası kurumlar tarafından kabul edilmemesi durumunda Küçük Aliyev’in siyasî meşruiyeti gündeme gelebilir ve istifası istenebilir. Vâris, seçim sonuçlarını şimdiden düşünmek zorunda. Ya bu ülkenin kötü gidişatında esas rolü oynayan kadroların desteğini sürdürmeli ya da seçimlerin demokratik bir şekilde gerçekleştirilmesi için çaba harcamalı. Birinci durum gerçekleştiği takdirde, Batı’nın Aliyev’e olan desteği sonsuza dek kalkabilir. Peki Aliyev böyle bir seçeneği dikkate alıyor mu? Bunu söylemek zor. Bazılarına göre vâris, son zamanlarda oldukça rahatsız. Hatta bir müddet herkesten habersiz ortadan kaybolma olasılığından da bahsediliyor. YAP ise liste savaşlarına devam ediyor.
Bu son liste olabilir.

Tavsiye Et