Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (February 2010) > Müzik
Müzik
The Master Pianist: Alfred Cortot Plays
Yapım: EMI, 2008
Piyanonun Üstadı İşbaşında
İdil Biret’in Chopin sevgisi nereden kaynaklanıyor acaba? Malûm, dünyaca tanınmış piyanistimiz İdil Biret belki de en çok Chopin seslendiren icracılardan. Hatta 1995’te bestecinin bütün eserlerini seslendirdiği dizi, Varşova’da yapılan Chopin Plakları Büyük Ödülü Yarışması’nda Jüri Özel Ödülü kazanmıştı.
Dünyada Chopin muhabbetiyle ve yorumlarıyla tanınan başka ünlü bir müzisyen daha var: Fransız piyanist Alfred Cortot. Kendisini dünyanın belli başlı Chopin yorumcularından biri olarak kabul ettiren Cortot, geçen yüzyılın en ünlü piyanist, aranjör, orkestra şefi ve piyano hocaları arasında anılıyor.
Cortot ile Biret arasında, Chopin sevgisinin dışında başka bir bağ daha var: Cortot, Biret’in hocası. Ayrıca Mithat Fenmen ve Kâmuran Gündemir gibi başka piyanistlerimizin de hocası. Dahası Cortot, yalnızca Fransa’nın değil, zamanının en büyük piyano hocalarından biri kabul edilir. Hatta hazretin çalış tarzını beğenmeyenler bile onun hocalığından bahis açıldığında susmayı tercih ederler.
Dünyanın en büyük üç-beş plak şirketinden biri durumundaki EMI, klasik müziğin en klasik, en tipik, başka bir ifadeyle en oturmuş yorumlarının kalesi hüviyetindedir. Bu açıdan bakıldığında, bu sayfalara sık sık konu edilen ECM’nin klasik müzik yorumu anlayışının zıddı bir tavır içerisindedir. Biri bir eseri yüzyıllar boyunca nasıl yorumlanmışsa günümüzde de öyle yorumlayan müzisyenlere kucak açar, diğeri ise zamane insanının ruh ve zihin dünyasının gerektirdiği değişimi dikkate alan yorumlamayı baştacı eder.
EMI’nin son zamanlarda takdir edilesi işlerinden biri de, yıllar yılı farklı isim ve bağlam içerisinde yayımladıkları kimi albümleri, bu kez daha bütüncül bir anlayışla ve setler hâlinde biraraya getirerek yeniden yayımlaması. Bu toplamaların belki de en zengini, “The Master Pianist” serisinden çıkan Alfred Cortot Plays adlı set.
Setteki eserlerin yorumları 70-80 yıl öncesine dayanıyor. Hatta kayıtların aralarında 1926 tarihliler bile var. O zamanın teknolojisiyle mükemmelen kaydedilmiş yorumlar, günümüzün imkânları doğrultusunda, aslını bozacak müdahalelere gitmeden yenilenmiş.
7 CD’den müteşekkil zengin setin ilk CD’si bütünüyle Chopin’e ayrılmış. Son CD ise tamamen Liszt’e ait. Öteki albümlerde ise Mendelssohn, Schumann, Beethoven, Haydn, Brahms, Franck, Debussy, Faure, Ravel, Schubert gibi piyano edebiyatına irili ufaklı eserler katmış bestecilerin parçaları seslendirilmiş.

Tavsiye Et
2046
Yapım: EMI, 2004
2046 yahut Melânkolinin Seyri
2046 bir soundtrack. Filmin yönetmeni ve senaristi Wong Kar Wai. Polisiye, aksiyon ve macera filmlerinin seri üretim fabrikası Hong Kong sinemasından çıkma sarı bir inci. Film, yönetmenin 2000’de yazıp yönettiği In the Mood for Love adlı filmin bir nevi devamı niteliğinde.
Her iki film için söylenecek ilk şey: Oyunculuğu, dili, anlatımı, görselliği, imgecil cümleleri ile tam bir çifte kavrulmuş estetik haz imtihanı...
Özellikle In the Mood for Love’un, konusuyla ve dönemin havasıyla birebir uyumlu Shigeru Umebayashi imzalı müziği, filmin izleyicisi üzerinde bıraktığı kalıcı etkide yüksek oranda pay sahibiydi. Yönetmenin makul ama değişik dünyasına girme evresinde de Umebayashi’nin izleyiciye hayli yardımı dokunmuştu.
Albümdeki 20 parçanın yalnızca 8’i kendisine ait olsa da Shigeru Umebayashi bu filmde de ana tema bestecisi. Ötekiler, Xavier Cugat, Dean Martin, Georges Delerue, Zbigniew Preisner, Nat King Cole, Connie Francis gibi, caz, bluz, pop, opera, folk, klasik gibi farklı müzik türlerine ait, fakat filme atmosfer sağlama ortak paydasında buluşmuş müzisyenler. Parçaların aktığı nehir ise ortak: melânkoli. Bazı parçalarda santimantale yakın düşse bile, esasında muhatabının yakasını bırakmayan lirik bir melânkoli bu.
Zaman zaman kendisini dinletmeyi istetecek, “Şimdi benim havamdasın işte” dedirtecek albüm, geçen yüzyılın ilk diliminin kısa bir popüler müzik tarihi hüviyetini de taşıyor; tıpkı ilk albümdeki gibi. O yüzden de “albüm” denmeyi mazur gösterecek bir bütünlük barındırıyor. Müzik ilgisi, bilgisi, sevgisi, algısı ve zevki çok farklı düzeylerde seyreden kişileri bile ortak bir paydada birleştirebilecek bir albüm 2046.
In the Mood for Love’un soundtrack’ini de ülkemizde rahatlıkla bulabilirsiniz.

Tavsiye Et
Şiir ile Musiki: İki Eski Sevgili
Bugün biz Osmanlı sanatı dediğimizde çok başka eserleri gözümüzün önüne getirsek de, o zamanlar sanat dendiğinde ilk akla gelen alan şiirdi. Bunu sırasıyla musiki ve mimari izlerdi. Dahası o zamanlar edebiyat dendiğinde akla ilkin şiir gelirdi.
Aslına bakarsanız, Klasik Türk Şiiri ile Klasik Türk Müziği, birbirlerine yapışık bir bünyenin iki ayrı yüzü kabilindeydi. Janus’un yüzü gibi ama bu sefer müspet manada tabii.
Şiir dediğimiz serapa musiki, musiki dediğimiz ise şiire eşlik nağme...
Birbirini tamlayan bu iki nazenin, yakın zamanlarda köklerinden koparıldı ve birer asit vazosunda çürümeye terkedildi dense yeridir. Geçen zaman, aralarındaki alışverişi körletti ilkin; bir şeyler irtibatlarını kopardı. İkisi de kendi karanlığına, yalnızlığına ve hüsranına gark oldu.
Yaşanan kimi filizlenmelerse, kimileyin düşman eliyle ve kinle, kimileyin dost eliyle ve gafletle heder edildi. Yahut anlayışsızlığın kör kuyusuna itildi. Örnek mi? Şiirde Asaf Hâlet’i hatırlayın bir. Devrinin sağır kesildiği için erken kurumaya yüz tutan o yeraltı nehrini… Yahut zamanımızın Yalçın Tura’sına reva görülen görmezden gelme tavrı, Cumhuriyet’in ilk zamanlarındaki Türk müziği yasağından daha küçük bir rezalet midir? Üstelik ilki, belli bir siyasi ve ideolojik hedefin acı reçetesi niteliğinde uygulanmış sakat bir ameliye iken; ikincisi tamamen cehalet, zevksizlik, anlayışsızlık ve ufuksuzluk sonucu doğmuş bir yüz kızartıcı suç.
Tirajı bini geçmemiş dergilerde allanıp pullanan şairler, nasıl ki onca gayrete karşın tez zamanda yer ile yeksan olmaya mahkûm ise, görüntülü ortamların her gün bize servis etmekten bıkmadığı en sığ müzikal çıkışlar da aynı kaderi paylaşmaktan başka bir nasipteymiş gibi görünmüyor. Çünkü aralarında varolan, olması zorunlu tabii ve sahih irtibatın yeniden kurulması gerektiğine dair, iki cenahta da bir ihtiyaç ortaya çıkmış değil. Bunun ihtiyacı hissedilmediği müddetçe müziğimiz ile şiirimiz, bir başlarına kendi yollarına devam etmeyi başardıklarında bile, artık başka bir şeye dönüşmüş addedileceklerdir.
Günümüz Türk şiirinin ahvaline dair bazı kaygılar taşıyorsanız, kaygınızın sizi sürükleyeceği ortamda bulacağınız ipuçları ile müzik için yapılan benzeri bir sorgunun ipuçlarını karşılaştırdığınızda, elinizdeki verilerin neredeyse birbirinin tıpkısı olduğunu görürsünüz.
Müziğimizin aslına döndüğü gün, şiirimizin de esasına kavuştuğundan emin olacağımız gündür.

Tavsiye Et