Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (June 2004) > Türkiye Siyaset > AKP ve muhafazakâr demokrasi
Türkiye Siyaset
AKP ve muhafazakâr demokrasi
Fahrettin Altun
TÜRK siyasi hayatında, Turgut Özal’ın bazı girişimleri dışarıda tutulursa, ilk defa iktidardaki bir siyasi parti kendi ideolojisini kamuoyu önünde tartışmaya açtı. AKP, 10-11 Ocak tarihlerinde “Muhafazakârlık ve Demokrasi” başlıklı uluslararası bir sempozyum düzenledi. Geçtiğimiz günlerde AKP’nin bu sempozyuma neden ihtiyaç duyduğuna ilişkin olarak basında birçok yorum yapıldıysa da, “muhafazakâr demokrasi” tartışmasının Türk siyasi hayatı ve düşüncesi açısından ne anlama geldiğini daha uzun süre tartışmak gerekecek.
AKP kuruluşunun hemen ardından, kendini ifade edebileceği bir siyasi dil inşa etme arayışına girdi. Bu arayış partinin iktidara geldiği ilk günlerle birlikte hız kazandı. Bu çerçevede önce AKP’nin ne olmadığının yanıtı verilmeye, ardından da partinin kendisini nasıl tanımladığı anlatılmaya çalışıldı. Süreç içerisinde “muhafazakâr demokrat” nitelemesinde karar kılındı ve kısa zamanda bu niteleme partinin resmi söylemi halini aldı. Son olarak yapılan “Muhafazakârlık ve Demokrasi” sempozyumu ile de bu söylem entelektüel kamu önünde tartışmaya açıldı. Elbette bu tartışmaya açma ameliyesi, bir fikrin pişirilmesi beklentisinden öte, pişirildiğine inanılan bir fikrin geniş çevreler tarafından içselleştirilmesine dönük bir çabayı yansıtıyordu.
AKP’nin kendi ideolojisini oluşturma ve kendisini tanımlama süreçlerinin kaynağında 28 Şubat sonrası yaşanan gelişmeler ile 11 Eylül sonrasında dünyada oluşan siyasi hava yatmaktadır. AKP kendisini MNP-MSP-RP-FP geleneğinden ve “Milli Görüş” perspektifinden bağımsızlaştırarak, “siyasetin merkezi”ne talip olmakta; ancak bunu yaparken de “siyasetin merkezi”ni yeniden tanımladığını iddia etmektedir. AKP diğer yandan Türkiye’nin Batı ile olan uzun dönemli ilişkilerinin yürütülmesinde de askerî ve sivil bürokrasinin sahip olduğu öncü konumu kendisi teslim almak istemektedir. Bu iki nokta, AKP’nin “muhafazakâr demokrasi” kavramsallaştırmasının başlıca iki dayanağını oluşturmaktadır.
 
Muhafazakârlık ve Çağrışımları
AKP’nin kendine meşru bir ideolojik taban oluşturmak amacıyla kullandığı “muhafazakârlık” tabiri, popüler karşılıklarının dışında iki yönlü bir kullanım alanına sahip gibi görünüyor. Birincisi, Anthony Sullivan gibi muhafazakâr düşünürlerin kullandıkları şekliyle muhafazakârlık. Bu yönüyle kavramın tarihi, Batı düşüncesinde modernliğe verilen ilk entelektüel tepkilere kadar geri gidiyor. Bu tanımında muhafazakârlık; kısaca hayatın sekülerleştirilmesine, hızlı ve devrimci toplumsal değişime, insan-merkezli evren anlayışına, geleneğin ve tarihin dışlanmasına karşı çıkan; felsefi temelleri güçlü bir anlayış olarak kendisini gösteriyor. Bu yaklaşımı benimseyen son dönem düşünürlerine baktığımızda onların temelde siyasî, kültürel, askerî ve ekonomik emperyalizme karşı çıkma, dinî ve kültürel çoğulculuğu savunma ve Amerikan liberal evrenselciliğini eleştirme iddiasında olduklarını görüyoruz. Entelektüel atalarını Edmund Burke’e kadar geri götüren bu düşünürlere iyi bir örnek olan Sullivan, yalnızca Batılı muhafazakârları temsil etmesi açısından değil, aynı zamanda Batılı muhafazakârlarla, muhafazakâr Müslümanlar arasında varolduğunu düşündüğü benzerliklerden bahsetmesi açısından da kayda değer bir isim. Sullivan, hem muhafazakâr Müslümanların, hem de Batılı muhafazakârların emperyalizmin her çeşidine karşı çıkma; dinin toplumsal hayattaki etkisinin güçlenmesini, dinsel canlanmayı savunma; Tanrı’ya, tarihe ve geleneğe yapılan saldırılara göğüs germe; dini ve kültürel çoğulculuktan yana olma noktasında ortak bir perspektife sahip olduklarını iddia ediyor.
Muhafazakârlık kavramının beraberinde getirdiği ikinci çağrışım ise, Amerikan tarzı siyaset anlayışının ve toplum kurgusunun, geç dönem kapitalizmin ve küreselleşmeci ekonominin değer sistemi olarak gündeme getirildiği neo-muhafazakârlıktır.
Muhafazakârlığın bu çağrışımları arasından AKP’nin yardıma çağırdığı muhafazakârlığın Sullivan’ın tartıştığı muhafazakârlık olmadığı çok açık. İhsan Dağı, Zaman Gazetesinde yazdığı bir yazıda AKP’nin bir “çevre” partisi olduğunu ve “merkez”i ancak küresel dinamiklerin desteği ile etkisizleştirebileceğini, AKP’nin kalıcı olmasının “çevre” ile “küresel” arasındaki bağı kurmasına bağlı bulunduğunu ifade ediyordu. AKP yerli merkeze karşı küresel merkezle işbirliği yapmalı ve böylelikle yerli toplumsal talepleri karşılamalıydı. Bu anlayışın AKP tarafından benimsendiği görülüyor. Ancak Türkiye’deki merkez, özellikle 1945 sonrasında zaten tutarlı bir biçimde küresel dinamiklerin desteğini alarak hareket etti. Bu durumda değişenin ne olduğunu sormak gerekiyor. Eğer Sullivan’ın formüle ettiği şekliyle bile bir “muhafazakârlık” söz konusu olmayacaksa, AKP neden hâlâ “çevre”yi temsil etsin? “Çevre”yi temsil etmek sadece siyasal aktörlerin toplumsal kökenleri ile ilintili bir olgu mudur?
 
Kimliksiz Siyasetin İmkanları
AKP’nin savunduğu muhafazakâr demokrasi anlayışı, bir kimlik siyaseti olmadığı iddiasıyla ve hatta kimlik siyasetlerine karşıt bir tutumla gündeme geldi. Buna göre Türkiye’de siyaset yapmanın koşulu kimlik temelli siyasetlerden uzak durmaktır. Kimlik siyaseti bu perspektife göre gerilim ve çatışma siyasetidir. Bu tartışma bir yana, muhafazakâr demokrasi savunusu da ironik bir biçimde özünde bir kimlik siyasetini barındırıyor. “Kimlik siyaseti değil, kimlikli siyaset” formülasyonunun bulanıklığı da buradan kaynaklanıyor. Siyasî ve ideolojik bir “tercih” olan ve özünde bir tür kimlik siyasetini barındıran muhafazakâr demokrasi anlayışını mutlaklaştırmanın, bir “üst kimlik” olarak yansıtmanın, bu kimliğin merkezine temelde Amerikan tarzı bir neo-muhafazakârlığı niteleyen muhafazakârlık sözcüğünü yerleştirmenin ne anlama geldiğini çok iyi kavramak gerekiyor. AKP’nin ideologları, hâlâ bu kimliğin ne olduğunu değil, ne olmadığını; daha doğrusu ne olmaması gerektiğini tartışmaya devam ediyorlar. Hatta “yanlış yerlerde” kalmaya devam edenleri de yanlarına çağırıyorlar.
Muhafazakâr demokrasi tartışmasını yalnızca siyasal kültüre ilişkin bir problematik olarak değerlendirmek doğru değil. Bu tartışma, AKP’nin gerçekleştirmeye çalıştığı toplum ve kültür projesinin çok açık bir yansımasıdır. Bu proje içerisindeki en merkezî unsur, modernleşme ve Batılılaşma ilişkisini yorumlama tarzıdır. Toplum ve devlet arasındaki gerilim AKP politikaları ile aşılmaktadır. AKP bunda “başarılı” görünmektedir. Ancak AKP’nin bu başarısının kendi örgütlediği politikalarla mı, yoksa toplumun modernleştirilmesi sürecinde üstlendiği misyonla mı alakalı olduğu tartışılmaya muhtaç. Sorun, AKP’nin modernleşme projesine bakışı ile ilgilidir. AKP “kendisi kalarak” modernleşmeyi seçebilmiş olsaydı, “çoğul modernlikler”den bir modernlik üretebilirdi. Oysa modernleşme ve küreselleşme gibi değerleri kendi durduğu noktadan tanımlamak yerine, kendisini bu değerlere göre tanımlamış ve alelacele bunun felsefesini üretmeye soyunmuştur.

Paylaş Tavsiye Et