Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Yüzleşiyorum
Siyaset ve iş hayatında önderlik
Mustafa Özel
ADI­YA­MAN, Ada­na, Mer­sin. Ela­zığ, Ma­lat­ya, Kay­se­ri. Ana­do­lu’yu şe­hir şe­hir do­laş­ma­ya baş­la­dım. Ko­nuş­ma­la­rı­mın anah­tar ke­li­me­si “ön­der­lik”. Gö­rüş­le­ri­mi Ba­tı tec­rü­be­sin­den ör­nek­ler­le des­tek­le­sem de, esas me­se­lem Si­ya­set­nâ­me ve Fü­tüv­vet­nâ­me ge­le­nek­le­ri­mi­ze dik­kat çek­mek. Da­ha doğ­ru­su, Ki­tab’a atıf­la bir ön­der­lik ah­lâ­kı oluş­tur­mak. Ta­bi­i, salt te­olo­jik bir ça­lış­ma yap­ma­dı­ğım için, Kur’an-ı Ke­rim’in ya­nı sı­ra di­ğer “kut­sal” me­tin­ler­den de ya­rar­lan­ma­ya ça­lı­şı­yo­rum. Bun­la­rın en azın­dan ta­ri­hî bir de­ğe­ri var. İn­san­lar asır­lar bo­yun­ca ön­der­lik an­la­yış­la­rı­nı bu kay­nak­lar­dan dev­şir­di­ler. Ka­pi­ta­liz­me te­pe­den tır­na­ğa bu­laş­mış ol­sak da, kla­sik me­sel­ler­den ala­ca­ğı­mız ders­ler var.
Üç ak­si­yom­la yo­la çı­kı­yo­rum: 1. İn­san­lık ta­ri­hi­nin mo­to­ru bi­rey­ler de­ğil, ör­güt­ler­dir. Bu bi­raz mo­ral bo­zu­cu bir ifa­de gi­bi gö­zü­kü­yor. Hem ön­der­lik üze­ri­ne ko­nu­şa­cak, hem de bir ba­kı­ma ön­der­ler asıl sü­rük­le­yi­ci güç de­ğil, di­ye­cek­si­niz! İş­te bu ifa­dem­den alın­mış olan ön­der aday­la­rı için te­sel­li ik­ra­mi­ye­si: 2. Ön­der de­di­ği­miz, be­lir­li ni­te­lik­le­re sa­hip bi­rey­ler ol­ma­sa, ta­ri­hin mo­to­ru say­dı­ğım or­ga­ni­zas­yon­lar vü­cut bul­mu­yor. 3. Bu tür or­ga­ni­zas­yon­lar­da, ön­der­ler sü­rü­nün de­ğil, ön­der­le­rin ço­ba­nı­dır­lar. Bir or­ge­ne­ral ile 9.999 er­den 10 bin ki­şi­lik bir or­du mey­da­na gel­mi­yor!
 
FB’li Ol­ma­dan Ön­der Olun­maz!
Gü­lüm­se­di­niz! Oy­sa te­mel bir yö­ne­tim bi­li­mi ya­sa­sın­dan söz edi­yo­rum. FB, fark­lı ba­kış de­mek­tir. Fark­lı ba­ka­ma­yan, ön­der ola­maz. Mo­dern bi­rey, ken­di­ni “fark­lı ba­kan” di­ye ta­nım­la­sa da, çağ­daş top­lum­da her­kes “bi­ri­le­ri­ne” ben­ze­me­ye can atı­yor. Öy­le ol­ma­sa mo­da akım­la­rı tut­maz, in­san­lar be­lir­li mar­ka­la­rın tut­sa­ğı ha­li­ne gel­mez­di.
Al­pars­lan ve­ya Os­man Ga­zi, Mic­ha­el Dell ve­ya Bill Ga­tes, ken­di alan­la­rın­da ger­çek­ten fark­lı ba­ka­bi­len çok az sa­yı­da­ki in­san­lar­dan ol­ma­sa­lar­dı, uzun ömür­lü ve güç­lü or­ga­ni­zas­yon­la­rın önü­nü aça­maz­lar­dı. Al­pars­lan, sa­de­ce oğ­lu­nun adı­nı Me­lik­şah koy­mak­la bi­le bü­yük bir viz­yo­ner ol­du­ğu­nu gös­ter­di. Ge­le­cek ne­sil­le­re me­sa­jı şuy­du: At üs­tün­de, alp (yi­ğit) ve as­lan ola­rak bir sa­va­şı ka­za­na­bi­lir, bir ül­ke­yi fet­he­de­bi­lir­si­niz. Fa­kat fet­het­ti­ği­niz ül­ke­yi yö­net­mek için at­tan ine­cek, me­lik ve şah ol­ma­ya; ya­ni Arab’ın ve Fars’ın yö­ne­tim ge­le­nek­le­ri­ni özüm­se­ye­rek uy­gu­la­ma­ya ba­ka­cak­sı­nız.
Os­man Ga­zi ve ar­ka­daş­la­rı da Sö­ğüt Yay­la­sı’nda top­la­şır­ken, Mo­ğol­lar Ana­do­lu’yu ka­sıp ka­vu­ru­yor­du. Ka­ra­ma­noğ­lu’ndan Ger­mi­ya­noğ­lu’na ka­dar çok sa­yı­da kü­çük bey­lik ara­sın­da Er­tuğ­rul oğul­la­rı­nın esa­mi­si bi­le okun­mu­yor­du. Fa­kat 30-40 yıl son­ra bu bey­lik­le­rin hiç­bi­ri ayak­ta de­ğil­ken, Os­ma­no­ğul­la­rı­nın or­ga­ni­zas­yo­nu ser­pi­lip ge­li­şi­yor­du. Bu, se­bep­siz ola­maz­dı. Os­ma­no­ğul­la­rı gü­ce fark­lı ba­kı­yor­du: Di­ğer bey­lik­ler için güç te­mel­de as­ke­rî iken, Os­ma­no­ğul­la­rı için en az üç bo­yut­luy­du: İl­mî, ik­ti­sa­dî ve as­ke­rî.
Os­man, Or­han, Mu­rat ga­zi­ler o dev­rin pro­fe­sör ve­ya do­çent­le­ri­nin(!) soh­bet ar­ka­da­şı idi­ler: Şeyh Ede­ba­lı, Dur­sun Fa­kı ve di­ğer­le­ri. Or­han as­ker­le­ri­ne ahi el­bi­se­si giy­di­ri­yor, es­na­fa ya­ban­cı­laş­ma­ma­la­rı­nı sağ­lı­yor­du. Mu­rat Hü­da­ven­di­gâr, es­na­fa ara­zi tah­sis ede­rek dük­kân ve atöl­ye­ler ku­rul­ma­sı­na yar­dım­cı olu­yor­du; bir ne­vi “or­ga­ni­ze sa­na­yi böl­ge­si” uy­gu­la­ma­sı. Ve ta­bii ki as­ke­rî bo­yu­tu da ih­mal et­mi­yor­lar­dı. Gü­ce çok bo­yut­lu ba­kış on­la­rı di­ğer bey­lik­ler­den ayı­rı­yor ve ko­num­la­rı­nı pe­kiş­ti­ri­yor­du.
Mic­ha­el Dell’in ha­yat hi­ka­ye­si­ni oku­duk­tan son­ra, her dö­nem öğ­ren­ci­le­ri­me so­ra­rım: İlk bil­gi­sa­ya­rı­nız­la ilk ge­ce­niz na­sıl geç­ti? Bu­gü­ne ka­dar Mic­ha­el’ın ce­va­bı­nı an­dı­ra­cak bir ce­va­ba rast­la­ma­dım. Ya oyun oy­na­mış, ya in­ter­net­te sörf yap­mış­lar­dı. Li­se-1 öğ­ren­ci­si Mic­ha­el Dell ise oda­sı­nın ka­pı­sı­nı ki­lit­le­miş, bil­gi­sa­ya­rı par­ça­la­rı­na ayır­mış­tı. Bi­lim ada­mın­dan çok, bir tüc­ca­rın me­ra­kı. Er­te­si gün, Ka­ra­köy’de­ki Se­la­nik Pa­sa­jı ben­ze­ri bir elek­tro­nik eş­ya pa­za­rı­na gi­dip tek tek par­ça­la­rın fi­ya­tı­nı sor­muş ve 3.000 do­la­ra sa­tın al­dık­la­rı bil­gi­sa­ya­rı 700 do­la­ra “top­la­ya­bi­le­ce­ği­ni” keş­fet­miş­ti. Ve için­den ant iç­miş­ti: Öy­le bir bil­gi­sa­yar fab­ri­ka­sı ku­ra­ca­ğım ki, bü­tün ara­cı­la­rı ara­dan çı­ka­ra­cak, bil­gi­sa­yar­la­rı­mı son kul­la­nı­cı­ya doğ­ru­dan sa­ta­ca­ğım. “Di­rect Mar­ke­ting”, kü­re­sel pa­zar­la­ma li­te­ra­tü­rü­ne kü­çük Mic­ha­el’ın he­di­ye­si­dir.
Bill Ga­tes, Mic­ha­el’ın soft ağa­be­yi. Bil­gi­sa­yar fi­yat­la­rı­nın yüz bin­ler­ce do­lar­dan baş­la­dı­ğı bir dö­nem­de, de­mok­ra­tik bir ay­gıt ta­sar­lı­yor­du: Or­ta­la­ma dün­ya va­tan­da­şı­na, bir­kaç bin do­la­ra sa­tı­la­bi­le­cek kü­çük bir bil­gi­sa­yar. PC (ki­şi­sel bil­gi­sa­yar), bu­gü­ne ka­dar bir tek bil­gi­sa­yar bi­le imal et­me­miş olan bu ada­mın bil­gi­sa­ya­ra fark­lı ba­kı­şın­dan doğ­du. Bill Ga­tes de tıp­kı Mic­ha­el Dell gi­bi ka­tık­sız Fe­ner Bah­çe­liy­di!
 
FB’den Cim Bom’a Yük­se­liş
Fark­lı bak­ma­dan ön­der­li­ğe adım ata­maz­sı­nız. Bu ge­rek­li fa­kat ye­ter­siz şart­tır. Or­ga­ni­zas­yon için­de fark­lı bak­ma­yı hep ay­nı ki­şi­den mi bek­le­ye­ce­ğiz? Bi­rey­ler her za­man ve her ko­nu­da “ya­ra­tı­cı” ola­bi­lir mi? Ha­yır! Fark­lı bak­ma­yı bi­rey­sel bir ni­te­lik ol­mak­tan çı­ka­rıp ör­güt­sel ni­te­li­ğe dö­nüş­tür­me­miz ge­rek. Ya­ni fark­lı ba­kan ki­şi­den fark­lı ba­kan ör­gü­te yük­sel­me­li­yiz. CB (Cim Bom) de­di­ğim bu “ce­mi­yet­çi ba­kış”tır: Or­ga­ni­zas­yon için­de da­ha faz­la sa­yı­da in­sa­nın fark­lı ba­kar ha­le gel­me­si; fark­lı­lı­ğın bir ör­güt­sel me­zi­ye­te dö­nüş­me­si. Onun için­dir ki, or­ga­ni­zas­yo­na adam (şir­ket ise ele­man, par­ti ise üye vb.) se­çer­ken, sa­de­ce o gü­nün­ki­ni de­ğil, ge­le­ce­ğin or­ga­ni­zas­yo­nu­nu he­sa­ba kat­ma­mız ge­re­kir.
Yö­ne­ti­ci­lik son ker­te­de adam seç­me ve on­la­rı ge­liş­tir­me; on­lar­la be­ra­ber bir po­ta­da piş­me sa­na­tı­dır. Ka­rar ve uy­gu­la­ma gü­cü­nü (yet­ki­si­ni) on­lar­la pay­laş­mak­tır. Bu­nu ger­çek­ten yap­ma­dık­ça sağ­lam bir ör­güt ya­pı­sı oluş­tu­ra­ma­yız. Hem ken­di­mi­zi, hem on­la­rı yo­ra­rız. Yor­gun in­san­lar­dan da dinç bir or­ga­ni­zas­yon çık­maz. Ki­tab-ı Mu­kad­des’te ge­çen bir me­sel bu­nu çok iyi tas­vir edi­yor: Çı­kış Ki­ta­bı, Bab 18’de­ki Hz. Mu­sa’ya da­ir kıs­sa­nın bir bö­lü­mü şöy­le­dir:
13. Gün­ler bir­bi­ri­ni ko­va­la­dı, Mu­sa in­san­la­rı yar­gı­la­mak (de­ğer­len­dir­mek, hü­küm ver­mek) üze­re otur­du: ve in­san­lar sa­bah­tan ak­şa­ma ka­dar Mu­sa’nın ya­nın­da otu­ru­ver­di­ler.
14. Mu­sa’nın kay­na­ta­sı onun hal­ka yap­tık­la­rı­nı gör­dü­ğü va­kit, de­di ki: “İn­san­la­ra yap­tı­ğın bu iş ne­dir? Bir ba­şı­na otu­ru­yor­sun, on­lar da sa­bah­tan ak­şa­ma de­ğin ya­nın­da otu­ru­yor­lar?”
15. Ve Mu­sa kay­na­ta­sı­na de­di: “Çün­kü in­san­lar ba­na ge­lip Tan­rı’yı so­ru­yor­lar:
16. Bir me­se­le­le­ri ol­du­ğu za­man ba­na ge­li­yor­lar; ben de ara­la­rın­da hü­küm ve­ri­yo­rum. Ve on­la­rın Tan­rı’nın emir­le­ri­ni ve ya­sa­la­rı­nı bil­me­le­ri­ni sağ­lı­yo­rum.”
17. Mu­sa’nın kay­na­ta­sı de­di: “Bu yap­tı­ğın iyi bir iş de­ğil.
18. Bu şe­kil­de mu­hak­kak ki yo­ru­la­cak­sın, sen de, ya­nın­da­ki in­san­lar da; zi­ra bu iş se­nin için çok ağır­dır: bu­nu tek ba­şı­na yap­ma­ya güç ye­ti­re­mez­sin.
Evet, bir pey­gam­ber, Al­lah’ın se­çil­miş bir ku­lu, O’ndan al­dı­ğı il­ham­la kav­mi­nin BÜ­TÜN so­run­la­rı­nı çöz­me­ye ça­lı­şı­yor. Hem Al­lah’tan al­dı­ğı vah­yi ile­ti­yor, hem o vah­ye maz­har ol­ma­nın sağ­la­dı­ğı yet­kin­lik­le, on­la­rın ara­sın­da çı­kan her tür­lü prob­le­mi hal­le­di­yor. Ne var ki, bil­ge bir ki­şi­yi an­dı­ran ka­yın­pe­de­ri (İs­lam ge­le­ne­ğin­de Hz. Şu­ayb), “Bu yap­tı­ğın iyi bir iş de­ğil!” di­ye­rek, da­ma­dı­nı eleş­ti­ri­yor. Ne­den iyi bir iş de­ğil? Çün­kü yo­ru­cu. “Hem sen yo­ru­la­cak­sın, hem de kav­min!” Mu­sa (a.s.) ça­lış­mak­tan yo­ru­la­cak, kav­mi ise ça­lış­ma­mak­tan. Çün­kü Pey­gam­ber her me­se­le­yi on­lar için çö­zü­ve­ri­yor. On­lar da hiç­bir zah­me­te kat­lan­ma­dan ha­zı­ra ko­nu­yor­lar. En yo­ru­cu mes­lek be­leş­çi­lik­tir!
Pe­ki, sev­gi­li ka­yın­pe­der Al­lah el­çi­si­ne ne öğüt ve­ri­yor?
19. İm­di, ba­na ku­lak ver, sa­na na­si­hat ede­yim ve Tan­rı se­nin­le ol­sun:
20. On­la­ra emir ve ya­sa­la­rı öğ­ret, yü­rü­ye­cek­le­ri yo­lu ve yap­ma­la­rı ge­re­ken iş­le­ri gös­ter.
21. Ve o in­san­la­rın için­den ka­bi­li­yet­li olan­la­rı çı­kar,Al­lah kor­ku­su olan, ha­ki­kat eh­li ve ki­bir­den uzak olan; ve bun­la­rı on­la­rın ba­şı­na ge­çir, bin­le­rin yö­ne­ti­ci­le­ri, yüz­le­rin yö­ne­ti­ci­le­ri, el­li­le­rin yö­ne­ti­ci­le­ri ve on’la­rın yö­ne­ti­ci­le­ri ol­sun­lar.
Ka­yın­pe­de­rin öğü­dü ba­sit: On­la­ra ana il­ke­le­ri öğ­ret, fa­kat bü­tün iş­le­ri­ne ka­rış­ma. On­la­rın ara­sın­dan ye­te­nek­li, Al­lah’tan kor­kan ve al­çak­gö­nül­lü olan­la­rı çı­kar ve di­ğer­le­ri­nin ba­şı­na ge­çir:En iyi­le­ribin­ba­şı, di­ğer­le­ri­ni desı­ra­sıy­layüz­ba­şı, el­li­ba­şı veon­ba­şı yap!
Pe­ki, bu bin­ba­şı, yüz­ba­şı, el­li­ba­şı ve on­ba­şı­la­rın iş­le­vi ne ola­cak?
22. Bı­rak tüm za­man­lar­da in­san­lar hak­kın­da bun­lar hü­küm ver­sin­ler; şöy­le ki, her bü­yük me­se­le­yi sa­na ge­tir­sin­ler, fa­kat her kü­çük me­se­le­de ken­di­le­ri ka­rar ver­sin­ler; böy­le­lik­le se­nin işin ha­fif­ler, on­lar da yü­kü se­nin­le pay­la­şır­lar.
Evet, pey­gam­ber de ol­sa­nız, yü­kü tek ba­şı­nı­za ta­şı­ya­maz­sı­nız. Onu ka­bi­li­yet­li, seç­kin in­san­lar­la pay­laş­mak zo­run­da­sı­nız:
23. Eğer böy­le ya­par­san, ki Tan­rı böy­le yap­ma­nı em­re­di­yor, o za­man ayak­ta ka­la­bi­lir­sin; ve bü­tün bu in­san­lar da yer­le­ri­ne se­la­met­le ula­şır­lar.”
24. Mu­sa kay­na­ta­sı­nın söz­le­ri­ne ku­lak ver­di ve söy­le­dik­le­ri­ni har­fi­yen yap­tı.
25. Ve Mu­sa tüm İs­ra­i­lo­ğul­la­rın­dan ka­bi­li­yet­li olan­la­rı seç­ti ve on­la­rı in­san­la­rın ba­şı­na ge­çir­di, bin­le­rin ba­şı, yüz­le­rin ba­şı, el­li­le­rin ba­şı ve on­la­rın ba­şı ola­rak.
26. Ve in­san­lar hak­kın­da her za­man bun­lar hü­küm ver­di­ler: ağır me­se­le­le­ri Mu­sa’ya ge­tir­di­ler, kü­çük me­se­le­ler­de ken­di­le­ri ka­rar ver­di­ler.
27. Ve Mu­sa kay­na­ta­sı­nı uğur­la­dı; o da ken­di di­ya­rı­na git­ti.
So­nuç ola­rak, bir top­lum ve­ya ör­gü­tü iyi yö­net­mek is­ti­yor­sak, “pey­gam­ber bi­le ol­sak”, de­ne­yim­li in­san­la­ra ku­lak ver­mek, ka­rar ve yö­ne­tim yet­ki­mi­zi seç­kin yar­dım­cı­lar­la pay­laş­mak zo­run­da­yız.
 
Aşa­ğı­da­ki­le­re de Ku­lak Ve­rin!
Pe­ki, bü­yük­le­ri din­le­me­miz ge­re­ki­yor da, ken­di­miz­den yaş ve­ya ma­kam ba­kı­mın­dan kü­çük olan­la­rı ne ya­pa­ca­ğız? On­la­rın yö­ne­tim­de na­sıl bir rol­le­ri ola­bi­lir? Bu so­ru­ya Kur’an-ı Ke­rim’de, En­bi­ya Su­re­si 78. âyet­te şöy­le ce­vap ve­ri­li­yor:
“Ve Da­vud ile Sü­ley­man’ı da an. Ha­ni bu iki­si bir top­lu­lu­ğa ait ko­yun sü­rü­sü­nün ge­ce­le­yin gi­rip ot­la­dı­ğı bir ekin hak­kın­da hü­küm ve­re­cek­ler­di ve Biz de on­la­rın bu hü­küm­le­ri­ne ta­nık idik. Bu olay­da Sü­ley­man’ın dâ­vâ ko­nu­su­nu (da­ha de­rin­den) an­la­ma­sı­nı sağ­la­dık; bu­nun­la bir­lik­te, Biz her iki­si­ne de sağ­lam bir mu­ha­ke­me gü­cü ve ilim bah­şet­miş­tik.”
Kıs­sa­ya gö­re, bir ko­yun sü­rü­sü ge­ce­le­yin yo­lu­nu şa­şı­ra­rak kom­şu tar­la­ya gi­rer ve eki­ne za­rar ve­rir. Sü­ley­man he­nüz 11 ya­şın­da bir ço­cuk­tur. Ba­ba­sı, Pey­gam­ber-Kral Hz. Da­vud za­ra­rı he­sap et­ti­rir ve ko­yun sü­rü­sü­nün de­ğe­ri­ne eş bir za­rar or­ta­ya çı­kar. Bu­nun üze­ri­ne Pey­gam­ber-Kral sü­rü­yü ekin sa­hi­bi­ne ve­rir, böy­le­ce za­ra­rı taz­min et­ti­rir. Fa­kat kü­çük Sü­ley­man bu he­sa­bı be­ğen­mez. “Ta­raf­lar hak­kın­da bun­dan baş­ka bir ka­rar da­ha mü­la­yim ve uy­gun­du” der. “İşi­ni­zi ben üs­tü­me al­say­dım, bun­dan fark­lı hü­küm ve­rir­dim.” Onun bu sö­zü­nü Hz. Da­vud’a ha­ber ve­rir­ler. Da­vud, Sü­ley­man’ı ça­ğı­rıp so­rar: “Sen on­lar ara­sın­da baş­ka na­sıl hü­küm ve­rir­din?”
Hz. Sü­ley­man ba­ba­sı­na hük­mün de­ğiş­ti­ril­me­si ge­rek­ti­ği­ni ve ko­yun sü­rü­sü­nün sa­de­ce bir yıl­lık ge­çi­ci in­ti­fa hak­kı­nın (süt, yün, o yıl do­ğan ku­zu­lar, vb.) ekin sa­hi­bi­ne ve­ril­me­si­nin; ko­yun sa­hi­bi­nin­se, es­ki ha­li­ne ge­ti­rin­ce­ye ka­dar tar­la­yı ıs­lah ve ona­rım­la yü­küm­len­di­ril­me­si­nin ve so­nun­da tar­la­nın da, ko­yun­la­rın da es­ki sa­hip­le­ri­ne ia­de edil­me­si­nin uy­gun ola­ca­ğı­nı söy­ler. Bu yol­la hem da­va­cı­nın uğ­ra­dı­ğı ka­yıp gi­de­ril­miş, hem de da­va­lı mağ­dur edil­me­miş olur. Hz. Da­vud bu çö­zü­mü be­ğe­nir ve uy­gu­lar.
Bu kıs­sa­dan çı­ka­rı­la­cak ders­le­ri şöy­le özet­le­ye­bi­li­riz:
Sü­ley­man, “ben da­ha 11 ya­şın­da bir ço­cu­ğum, bo­yum­dan bü­yük iş­le­re ka­rış­ma­ya­yım; ba­bam hem kral hem pey­gam­ber, on­dan iyi mi bi­le­ce­ğim” de­mi­yor. Âyet-i ke­ri­me­den açık­ça an­la­şıl­dı­ğı üze­re, Al­lah’ın ver­di­ği des­tek­le, ba­ba­sın­dan da­ha iyi bir çö­züm ge­liş­ti­rip öne­ri­yor.
Ba­ba­sı­nı eleş­ti­rir­ken olum­suz bir hü­küm cüm­le­si kur­mu­yor. “Ba­bam yan­lış ya­hut kö­tü bir hü­küm ver­di” de­mi­yor! Bel­ki ne­ti­ce­de ay­nı an­la­ma ge­le­bi­le­cek olum­lu bir ifa­de kul­la­nıp, “bun­dan da­ha iyi bir hü­küm ve­ri­le­bi­lir” di­yor. Hak­lı­lık, olum­suz ifa­de­le­ri hak­lı­laş­tır­maz! Üs­lup, ger­çek­ten da­ha ger­çek­tir.
Ba­ba­sı, “sen de kim olu­yor­sun; kral ve pey­gam­ber olan be­nim” de­mi­yor. Bi­li­yor ki, “her bi­le­nin üs­tün­de da­ha iyi bir bi­len var­dır.” Hük­mü din­li­yor ve ken­di hük­mün­den da­ha de­rin ve doğ­ru ol­du­ğu­nu an­lı­yor.
An­la­mak yet­mez, ka­bul et­mek de lâ­zım. Ba­ba­sı hük­mü hem ka­bul edi­yor, hem de uy­gu­lu­yor.

Paylaş Tavsiye Et