Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (June 2004) > Dosya > Demir Perde’de tango
Dosya
Demir Perde’de tango
K. Zafer Şen
20’NCİ yüzyılda dünya siyasetindeki üstünlüğünü ABD ve Rusya’ya kaptıran Batı Avrupalı devletler çareyi ekonomik olarak bütünleşmekte buldular. Batı Avrupa, Komünist Sovyetler’in yayılmacı emellerinden korunmak için ABD öncülüğündeki NATO’nun güvenlik şemsiyesine sığınırken, Doğu Avrupa antlaşma gereği Sovyetler’in etki alanına bırakılıyordu. Altı üye ile başlayan Avrupa bütünleşme hareketi Soğuk Savaş süresince kuzey ve güneye doğru genişleyerek üye sayısını 12’ye çıkardı. Öte yandan 1949’da Sovyet yayılmacılığını durdurmak, Almanya’yı dizginlemek ve ABD’yi Avrupa’da tutmak amacıyla 12 üye ile başlayan NATO ittifakı 1952’de Türkiye ve Yunanistan’ı, 1955’te Batı Almanya’yı, 1982’de de İspanya’yı bünyesine kattı. 1966’da NATO’nun askerî kanadından çekilen Fransa 1995’te tekrar dönme kararı aldı. 1974’te bu kez Yunanistan NATO’nun askerî kanadından çekildiğini açıkladı. 1977’de Avrupa Topluluğu ile tam üyelik görüşmelerine başlayan Yunanistan, NATO’ya geri dönüşün yollarını aramaya başladı; ancak Türkiye vetosunu 12 Eylül 1980 askerî darbesine kadar kaldırmadı. İhtilalin lideri Kenan Evren’in NATO Başkomutanı ABD’li General Rogers’ın planı çerçevesinde, hiçbir taviz almadan 19 Ekim 1980’de vetoyu kaldırmasıyla NATO’ya dönen Yunanistan 1981’de de AT’ye katıldı. Soğuk Savaş boyunca NATO ve AT genişleme süreçlerinin birbiriyle uyumlu olduğu göze çarpmaktadır. Bu uyumu Türkiye aleyhine bozan, Yunanistan’ın AT’ye katılırken Türkiye’nin dışarıda kalmış olmasıdır.
Soğuk Savaş boyunca Avrupa’yı bütünleştirme hareketinin ekonomik boyutunun adresi AT olurken, güvenlik boyutu da NATO’da vücut bulmuştu. Bu durum 1990 sonrasında AT’nin Birlik adını alarak siyasî kimliğe doğru evrilmesiyle yeni bir döneme girdi. Her ne kadar 1994 Brüksel ve 1996 Berlin zirvelerinde Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği oluşturulması yönünde adımlar atıldıysa da, nihayetinde bu adımların NATO içi gelişme olduğunun vurgulanması AB’nin NATO’ya olan bağımlılığını göstermektedir.
 
Soğuk Savaş Sonrası Dönemde Değişen Güvenlik Algısı ve NATO
NATO’nun kuruluş amacını meşrulaştıran Sovyet tehdidinin ortadan kalkması yeni dönemde NATO’nun akıbetinin sorgulanmasına yol açtı. Diğer taraftan Sovyetler Birliği’nin Doğu Avrupa’dan çekilmesiyle oluşan güç boşluğu, bölgede ABD’nin de kuvvet indirimine gitmesiyle birçok risk ve belirsizlik ortaya çıkardı.
Soğuk Savaş döneminde tehdidin niteliği ve kimliği belirgindi; dolayısıyla hesaplanabilir nitelikteydi. SSCB’nin ve Varşova Paktı’nın dağılması ile askerî tehdit ortadan kalkarken yeni tehdit ve riskler güvenlik ajandasında yerini aldı. Avrupa güvenliği için artık askerî tehditlerden çok etnik ve bölgesel çatışmalar, uluslararası terörizm ve organize suçlar gibi yeni tehditler önemli olmaya başladı. Tehdidin kimliğinin belirsizleştiği bir ortamda güvenliği bozucu ilk kıvılcımın nerede ve nasıl meydana geleceğini ve uluslararası sistemi nasıl etkileyeceğini tahmin etmek güçleşmekteydi. Bu durum Avrupa için güvenliğin hem boyutu, hem de içeriğinde değişim yarattı. 1990 sonrası dönemde askerî güç önemini korusa da, güvenlik politikalarında sosyal, ekonomik, toplumsal, siyasal, çevresel ve kültürel boyutların giderek ağırlık kazanmaya başladığına şahit olduk. Batı Avrupa’da sosyal, siyasî ve ekonomik istikrarın korunması için bu bölgeyi çevreleyen alanların nötralize edilmesi gerektiği inancı doğdu. Ayrıca özellikle eski Demir Perde ülkelerinin tekrar Rus nüfuz alanına girmesinin engellenmesi gerekiyordu. Bu nedenle Güney Akdeniz’de Barselona Süreci ile yeni bir dönem başlatılırken, Doğu Avrupa’da “Avrupa’ya dönüş” (return to Europe) söylemiyle NATO ve AB üyelik perspektiflerinde kurumsallaşma yoluna gidildi.
Avrupa güvenliği için tehdidin, kıtanın doğu ve güneydoğusunda büyük çatışmaları tetikleyen etnik ve dini milliyetçilik şeklinde olacağı Yugoslavya’nın dağılma sürecinde kendini gösterdi. Avrupa’nın bu bölgede çıkacak herhangi bir çatışmayı durduracak imkan ve kapasiteden yoksun olması Avrupalıları NATO’ya bağımlı hale getirdi. Merkez ve Doğu Avrupa ülkelerine AB üyeliğine paralel olarak NATO perspektifi de teklif edilerek demokratikleşme yolunda olan bu ülkelerin güvenlik bunalımına düşmeleri engellenmeye çalışıldı. Bu güvenlik bunalımının aşılmasında hiç şüphesiz en büyük katkıyı 1991’de oluşturulan Kuzey Atlantik İşbirliği Konseyi (KAİK) ve 1994 Brüksel Zirvesi ile hayata geçirilen Barış İçin Ortaklık (BİO) projesi yapmıştır. Gerek KAİK gerekse BİO, eski Demir Perde ülkelerinin NATO’ya tam üyeliklerinde köprü vazifesini gördü. Böylece, NATO perspektifi ile güvenlikleri koruma altına alınan bu ülkelerin ileride AB üyesi olmalarının yolu açıldı.
 
NATO ve AB Genişlemesi
Değişen güvenlik ajandasına paralel olarak Soğuk Savaş süresince uyumlu bir seyir izleyen NATO-AB genişleme süreçleri aynı uyumu 1990 sonrasında da gösterdi. 1991’de Yugoslavya’da başlayan sıcak savaşın bir yıl sonra Bosna’ya sıçraması ve ardından 1993’ten itibaren Rusya’nın “Yakın Çevre” politikası izleyeceğini açıklaması eski Demir Perde ülkelerinde endişeye yol açtı. Tekrar Rus uydusu olmak istemeyen bu devletler AB üyeliğinden ziyade NATO üyeliğini öncelemeye başladılar; çünkü NATO’suz AB üyeliği bu devletler için Almanya’nın eyaleti olmak anlamına geliyordu.
Maastricht Antlaşması ile siyasî bir kimliğe doğru evrilen Avrupa bütünleşme hareketi 1992 sonrası doğuya doğru ilk genişlemesini Avusturya, İsveç ve Finlandiya’yı bünyesine katarak yaptı. Bu üç ülkede Demir Perde ile Batı Avrupa arasında tampon devletlerdi. 1995’-te AB genişlerken buna paralel olarak NATO’nun da genişlemesi kararı alındı. NATO’nun 1999’daki genişlemesi Polonya, Macaristan ve Çek Cumhuriyeti’ni kapsıyordu. AB doğuya doğru etkinliğini artırırken ABD bu bölgede NATO aracılığıyla gücünü hissettirmek amacındaydı. Bu devletlerin Avrupa’nın yükselen gücü Almanya’nın ‘Lebensraum’u (Alman halkı için Doğu Avrupa’da ‘yaşam alanı’ oluşturma planı) içinde yer alması AB genişlemesi gerçekleşmeden bu ülkelerin endişelerine cevap verme niteliğindeydi.
Bu ülkeler için NATO’nun anlamı ABD’dir; nitekim ABD’nin Irak’ı işgaline bu üç ülke AB’ye danışmadan destek verme yoluna gitti. Ayrıca bu ülkeler tarihsel olarak ne Almanya’ya, ne de Rusya’ya güvenmektedir. Macaristan ve Çek Cumhuriyeti II. Dünya Savaşı’nda Alman işgaline karşı İngiltere ve Fransa’nın sessizliğini unutmuş değildir. Diğer taraftan Alman-Rus kuşatılmışlığının soğuk nefesini her daim ensesinde hisseden Polonya geçmişte güvenliğini ve egemenliğini Osmanlı’ya dayandırıyordu. “Türk atları Vistül’den su içtiği zaman Polonya kurtulacak” şeklindeki Polonya atasözü bu durumun iyi bir göstergesidir. Bugün Polonya için Türk atlarının yerini Amerikan askerleri aldı. Polonya’nın Irak’ın işgalinde ABD’ye destek vermesinin yanı sıra Avrupa’daki Amerikan üslerine ev sahibi olmak istediğini açıklaması bu durumu açıklıyor.
 
29 Mart-1 Mayıs Genişlemeleri ve Geniş Avrupa
NATO, 29 Mart 2004’te eski Demir Perde ülkelerinden Bulgaristan, Romanya, Slovenya, Slovakya, Estonya, Letonya ve Litvanya’yı bünyesine kattı. Bu genişlemenin 1 Mayıs 2004’teki AB genişlemesinden hemen önce olması çok manidar. Zira 1 Mayıs genişlemesiyle AB’ye katılan 10 ülkeden (Estonya, Letonya, Litvanya, Polonya, Çek Cumhuriyeti, Slovakya, Macaristan, Slovenya, Malta ve Güney Kıbrıs Rum Cumhuriyeti) Merkez ve Doğu Avrupa ülkesi olan sekiz ülke aynı zamanda NATO’nun da üyesiydi. Bu durum Avrupa içi stratejik dengenin muhafazası açısından zaruri olarak görüldü. Çünkü 1 Mayıs’a kadar AB’nin sınırında yer alan Almanya, bu tarihten sonra coğrafî olarak artık AB’nin merkez ülkesi haline geldi. Almanya’nın Lebensraum’u içinde olan bu sekiz eski Demir Perde ülkesi, SSCB uydusu olmaktan yeni kurtulmuşken Almanya’nın uydusu olmayı istememekteydi. Bu nedenle AB üyesi olmadan önce NATO üyesi olmayı tercih ettiler. NATO’nun bu genişlemesi Almanya’nın dizginlenmesinin bir aracı olarak da okunabilir. Zira AB’nin 1998’de tam üyelik görüşmelerine başladığı bu ülkelerin NATO’ya üyelikleri kesinleşince AB ve NATO, varoluş nedenleri olan ötekisine -Rusya’ya komşu olmuş oldu.
Avrupa bütünleşmesinin siyasi ve ekonomik ayağını AB yürütmektedir. Tarihsel ve psikolojik kaygıların ön plana çıktığı güvenlik ayağında ise NATO’nun, dolayısıyla ABD’-nin etkinliği vardır. Son zamanlarda ivme kazanan Avrupa’nın kendine özgü bir güvenlik yapılanmasının bu duruma ne tür bir etki yapacağı sorusuna net cevap verebilmek için AB’nin Aralık 2004 zirvesini beklemek zorundayız. Zira bu zirvede AB’nin Türkiye’ye karşı takınacağı tavır Geniş Avrupa ve AGSP’nin başarısına doğrudan etki yapacaktır. Avrupa, küresel güç olmak, ABD karşısında ayakta kalmak ve bir duruş sergilemek istiyorsa Türkiye’ye muhtaçtır.

Paylaş Tavsiye Et