Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (September 2004) > Türkiye Ekonomi > İşsizlik kimin umurunda?
Türkiye Ekonomi
İşsizlik kimin umurunda?
Adnan Büyükdeniz
İKTİSATÇILAR bir ülkede uygulanan ekonomi politikalarının ne ölçüde başarılı olduğunu genellikle şu beş kritere göre değerlendirirler: İstikrarlı büyüme, düşük enflasyon, dış ekonomik denge, adaletli gelir dağılımı ve düşük işsizlik oranı.
Türkiye’de yıllardır uygulanan ekonomi politikaları bu kriterlerin acaba kaçına ve hangisine göre başarılı, dersiniz?
Yüksek enflasyon, yüksek bütçe açıkları, artan iç ve dış borçlar, yüksek faiz ve istikrarsız döviz kuru uzun yıllardır ekonomi gündemini meşgul eden sorunlardı. Bu sorunların gölgesinde kalan, yeterince önemsenmeyen ama önemini giderek artıran temel bir diğer sorun ise, hiç kuşkusuz “yüksek işsizlik”tir.
Devlet İstatistik Enstitüsü’nün Hanehalkı İşgücü Anketi’ne dayanarak açıkladığı en son rakamlar, bu temel sorunun niteliksel ve niceliksel boyutlarını ortaya koymaktadır. Bu rakamları kısaca değerlendirelim:
(1)“Açık işsizlik oranı” bir önceki yıla göre bir miktar artarak 2003 yılında %10,5’a ulaşmıştır. Açık işsizlere, aslında işsiz kalmayı göze alamayarak bir işte çalışan ancak sürekli daha uygun bir iş arayışında olanları da (eksik istihdam) eklersek, bu oran %15,3’e ulaşmaktadır.
DİE’nin rakamlarında dikkatimizi çeken bir husus da, “işgücüne katılım oranı”nın gösterdiği seyirdir. Söz konusu oran 2003 yılında %48,3’e gerilemiş olup, bu oranın bu denli düşük oluşu hesaplanan “açık işsizlik oranı”nın sıhhati konusundaki kuşkuları arttırmaktadır. Türkiye’nin genç bir nüfus yapısına sahip olduğu ve benzeri ülkelerde bu oranın %55 civarında seyrettiği hesaba katılırsa, Türkiye’de gerçek “açık işsizlik oranı”nın %15’ten az olmadığı tahmininde bulunabiliriz.
(2)Eğitimli genç nüfus arasındaki işsizlik oranı bir önceki yıla göre bir miktar gerilemekle birlikte, 2003 yılında yaklaşık %28 gibi yüksek bir düzeyde gerçekleşmiştir.
Eğitimli genç nüfus arasındaki yüksek işsizlik kısmen Türkiye’nin genç nüfus yapısından kaynaklanmakla birlikte, önemli ölçüde ciddî bir insan kaynakları planlamasından yoksun oluşumuz ve yanlış eğitim politikaları ile açıklanabilir.
(3)Toplam çalışan nüfusun tarım, sanayi ve hizmet sektörleri arasındaki dağılımı istihdam açısından yapısal bir çarpıklığa işaret etmektedir. İktisadî gelişme ve şehirleşmeye paralel olarak kırsal kesimden kentlere kayan nüfus, imalat ve sanayi sektörlerinin yeterli iş imkanı sağlayamaması sebebiyle işsiz kalmakta; hizmetler sektöründe üretkenliği son derece düşük ve kalkınmaya katkısı hemen hiç olmayan “iş alanları” oluşmaktadır. Aslında sanayi sektöründe istihdam edilmesi gereken önemli bir nüfus yüzdesi, hizmetler sektöründeki üretken olmayan çeşitli işlerde geçimini sağlamaya çalışmaktadır. Sonuçta, üretken olmayan ve ekonomiye gerçek katkı sağlamayan kesimler, üretken kesimler üzerinde giderek artan bir yük oluşturmaktadır.
 
İşsizliğin Sorumlusu Kim?
İktisatçılar genellikle işçi sendikalarını ve asgarî ücret gibi politikaları, işsizlik probleminin en önemli sebepleri arasında gösterme eğilimindedirler. Ki onlar, sendikaların “aşırı” ücret taleplerinin ve asgarî ücret politikalarının da işgücü piyasasındaki serbest rekabet koşullarını bozduğunu düşünürler. Zira ücretler serbest rekabetin gerektirdiği seviyenin üzerinde teşekkül ederken, istihdam da serbest rekabetin gerektirdiği seviyenin altında gerçekleşir; yani “olması gereken”in üzerinde bir işsizlik oranı ortaya çıkar.
Peki, son yirmi yıllık dönemde Türkiye dahil dünyanın birçok ülkesinde sendikal hareketlerin zayıflamasına karşın, işsizliğin hem iktisaden gelişmiş ve hem de gelişmekte olan ülkelerde giderek daha hissedilir bir problem haline gelmesini nasıl izah edeceğiz?
Diğer yandan, yoksulluk sınırındaki bir asgarî ücret seviyesini Türkiye’deki yüksek işsizliğin temel bir sebebi olarak göstermeye çalışmak tam bir kara mizah olmaz mı?
İşsizlik ve benzeri sosyo-ekonomik sorunlara iktisadî paradigma düzleminde yaklaştığımızda, mevcut (hâkim) paradigmanın en temel probleminin, kaynakların kullanımında “verimlilik” gibi pozitif (mikroiktisadî) amaçlar ile herkese iş imkanı sağlanması ve adil gelir dağılımı gibi normatif (makroiktisadî) amaçlar arasında ahenkli bir dengeyi sağlayamamak olduğunu görüyoruz. Önde gelen Amerikalı iktisatçı Kenneth Arrow’un dediği gibi “mevcut teorinin (fiyat teorisi) en temel skandalı, mikroiktisat ile makroiktisat arasındaki uyumsuzluk”tur. Çalışabilecek durumdaki herkese iş imkanı sağlanmasını temel bir toplumsal değer olarak telâkkî etmeyen bir ekonomik sistemin, işsizlik gibi bir soruna öncelik vermemesi de şaşılacak bir durum olmasa gerektir.
 
Devlet “Son İstihdam Mercii” Değildir
Geçmişte Türkiye dahil birçok ülkede devlet bir “son istihdam mercii” (employer of last resort) görevi üstlenmişti. Özel sektörün istihdam yaratma konusunda yetersiz kaldığı durumlarda, devlet işveren konumuna geçerek işsizlik sorununu çözmeye çalışmıştır. Ancak, devletin işveren olarak işsizlik sorununu çözme yaklaşımları ülkemiz dahil tüm diğer ülkelerde uzun süredir çıkmaza girmiş bir politikadır.
Küreselleşme eğilimlerindeki hızlanma ile birlikte uluslararası işbölümünün de yeniden şekillenmeye başladığını görüyoruz. Uluslararası işbölümü, geçmişte esas itibarıyla ülkenin özellikleri (yani hammadde zenginliği, düşük maliyetli işgücü, vb.) tarafından belirlenmekteydi. Bugün ise yeni işbölümünde rekabetin temelini, artık tabiî kaynaklar ya da işgücü bakımından zengin olmak değil; vasıflı işgücüne dayalı üretim (diğer bir deyişle, katma değerin temelini bilginin oluşturduğu vasıflı işgücüne dayalı üretim) teşkil ediyor.
Gelecekte işsizlik sorununun çözümü, yüksek istihdam yaratan yatırım ve büyüme kadar, insan kaynakları planlaması ve işgücünün kalitesinin yükseltilmesine de bağlı olacaktır. Dış rekabete açık ve sürekli değişen dinamik bir ekonomik yapıda, değişen üretim ve teknoloji koşullarına kolayca adapte olabilecek esneklik ve vasıfta işgücüne ihtiyaç bulunmaktadır. Bu ise işgücünün eğitimine yapılacak sürekli yatırımlarla mümkündür.
Bu açıdan, Türkiye’de devletin görevi işveren ya da “son istihdam mercii” olmak değil, vasıflı ve esnek bir işgücü ortamının hazırlanması için gerekli altyapıyı oluşturmak olmalıdır.
Mikroiktisadî açıdan ele alırsak, bugün Türkiye’de işsizlik ve kayıt dışı istihdamın bir sebebinin de nispî faktör fiyatlarındaki çarpıklık olduğunu görüyoruz. İstihdam üzerindeki yüksek vergi ve sosyal güvenlik maliyetleri, nispî faktör fiyatlarını çarpıtarak işgücüne talebi azaltmakta ve işgücü kullanımını kayıt dışılığa (kaçak işçilik) itmektedir. Hükümet, istihdam üzerindeki mevcut yüksek vergi ve diğer yüklerini kademeli olarak azaltan tedbirler üzerinde düşünmelidir. Vergi ve sosyal güvenlik yüklerine kademe getirerek, daha fazla istihdam sağlayan işletmelerin daha az oranda vergi ve sosyal güvenlik yükü taşımaları sağlanmalıdır.

Paylaş Tavsiye Et