Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (June 2005) > Türkiye Siyaset > Dış politikada sorun ne?
Türkiye Siyaset
Dış politikada sorun ne?
Mesut Özcan
DIŞİŞLERİ bakanından bile daha fazla yurtdışı seyahati yapan bir başbakanımız var. Bu tabii ki dışişleri bakanının hiç yurtdışına çıkmadığı anlamına gelmiyor. Bu durum, başbakanın dış politika ile kişisel olarak ilgilendiğinin ve bu konuda ciddi bir çaba gösterdiğinin bir işareti olarak değerlendirilmeli.
Mevcut hükümet göreve geldiğinden bu yana Türkiye’de oldukça hızlı bir diplomasi trafiği yaşandı. Hükümetin dinamizminin yanında, ülkenin çaba harcanması gereken acil dış politika sorunlarının olması da bu gelişmeyi etkiledi. 3 Kasım 2002 seçimlerinin hemen sonrasında AK Parti hükümetinin karşı karşıya bulunduğu en acil dış politika konusu Irak oldu. Irak’a yönelik Amerikan operasyonu için Türkiye’nin izleyeceği tavır oldukça önemli idi ve bu konu hâlâ Türkiye’nin dış politikasını belirleyen bir faktör olmaya devam ediyor. Kısa süre içerisinde ele alınıp, politika üretilmesi gereken diğer bir konu ise Kıbrıs sorunu idi. AB’nin genişlemesi ve Türkiye’nin üyelik müzakerelerine başlaması konusu, Kıbrıs’la da bağlantısı olan diğer önemli bir dış politika sorunu olarak hükümetin önündeydi.
Aradan geçen yaklaşık 2,5 yıllık süre içerisinde hükümetin bu konulardaki ve diğer dış politika alanlarındaki performansı kimileri tarafından oldukça başarılı bulunurken, kimileri de onu acemilik ve beceriksizlikle suçlayarak başarısız buldu. İktidardaki partiyi ve bu partinin temsil ettiği kitleyi ülke yönetiminde pek ehil bulmayan; dış politika, ekonomi gibi zorlu konuları bu insanların bilemeyeceği konular olarak gören bir grup yorumcu, eleştirilerini en başından beri hiç azaltmadı. Süreç içerisinde eleştirilerin dozu gündeme göre azaldı veya arttı. Geçtiğimiz aylarda ise, özellikle ABD ile ilişkiler konusunda bu kişiler hükümeti ciddi biçimde eleştirdiler. Eleştirilerin odak noktası Türkiye’nin Irak konusunda izlediği politikaydı. Irak’ta ABD ile yeterince işbirliği yapılmamasının iki ülke arasındaki ilişkileri olumsuz etkilediği belirtiliyordu. Bu konuda Türkiye’yi eleştirenler, ABD’nin dış politikasındaki sorunları görmezden gelerek, ABD’nin dünyanın süper gücü olmasının meşruiyet sorununu ortadan kaldırdığı varsayımı ile hareket ediyorlar. Ve bazen, olaylara Türkiye’den değil de, Amerika’dan bakıyormuş izlenimini veriyorlar.
AB ile müzakerelerin başlaması Türkiye’nin önünde diğer önemli bir dış politika sorunu olarak bulunuyordu. Bu konuda hükümet 2002 Kopenhag Zirvesi’nde istediği sonucu alamadı; ama kriterleri yerine getirmek için reformları gerçekleştirmeye devam etti. Bu konudaki performansıyla pek çok kesimi şaşırtan hükümete, 17 Aralık 2004 tarihi sonrasında “reform yorgunluğu” eleştirileri gelmeye başladı. 3 Ekim’e kadar kendisinin yapması gereken çok fazla bir şey olmadığını, topun AB’de olduğunu söyleyen hükümette, Aralık 2002’den Aralık 2004’e kadar geçen süre içerisinde AB’li muhatapları ile yaşadıkları sebebiyle bir hayal kırıklığı olduğu seziliyor. Türkiye’ye her seferinde çeşitli zorlukların çıkarılması, Kıbrıs konusunda verilen sözlerin yerine getirilmemesi, AK Parti’nin kendi tabanının demokratikleşme yönündeki taleplerinin büyük bir kısmının karşılanamayacağının ortaya çıkması gibi bazı unsurlar hükümetin bu konudaki durgunluğuna sebep olarak gösterilebilir. Gözden kaçırılmaması gereken bir nokta da, parti içi siyasetin bu durgunlukta bir etkisi olduğudur.
Diğer önemli bir dış politika sorunu olan Kıbrıs konusunda hükümetin getirdiği açılım, yıllardan beri Türkiye’yi bu konuda suçlayan ülkelerin kozunu ellerinden almıştır. Kıbrıs konusunun iç siyasetteki “yakıcı” özelliğine rağmen, sorunun çözümü yönünde hükümetin sergilediği tavır, içeride ve dışarıda olumlu yansımalar bulurken, ülke içinde bazı eleştirilere de maruz kaldı. Ama yıllar içerisinde dünyada ve Kıbrıs’ta ortaya çıkan gelişmeler bu türden bir gelişmeyi kaçınılmaz kılıyordu. Özellikle Kıbrıs’taki genç nüfus, güneyin AB üyeliği nedeniyle kaybedilmekte idi.
Son aylarda hükümetin dış politikasına yönelik eleştiriler daha çok ABD ile olan ilişkilere yoğunlaşmıştı. Nisan ayının gelmesi ve Ermeni meselesinin yeniden gündeme oturması da konuyu alevlendirdi. Türkiye’nin İsrail’e karşı izlediği mesafeli tutumunun da bunda önemli bir etkisi oldu. Dışişleri bakanı ve başbakanın İsrail’i ziyaret etmesi ve ABD’yi ziyaret edecek olması, bazı yorumcular tarafından baskıları hafifletmek ve manevra alanı kazanmak çabası olarak değerlendiriliyor. Sadece ABD ile arayı düzeltmek için bu ziyaretlerin yapıldığını, bu ziyaretin gerçekleştirilmesi için ABD’den ve çeşitli lobilerden baskı gelmesinin beklendiğini söyleyenler bir şeyi unutuyor. Arafat ölene kadar İsrail, yabancı devlet adamlarının onunla görüşmesine izin vermiyordu. Türkiye’nin geleneksel olarak takip ettiği denge politikası gereği her iki tarafa da ziyaret gerçekleştirilmek isteniyordu. Arafat sonrasında her iki tarafın liderleriyle görüşme imkanının olması bu ziyaretlerin önünü açan bir gelişme olmuştur.
Irak’ta istikrarın bir türlü sağlanamaması ve bu nedenle PKK’ya karşı harekete geçilmemesi, Türkiye ile ABD arasındaki diğer bir sorun. Özellikle bahar aylarının gelmesi ve Irak’ın kuzeyinden Türkiye’ye sızan militanların eylemlerinin artması bu konuyu daha da önemli hale getiriyor. Caferi’nin Türkiye ziyaretinde de ele alınan konunun kısa vadede çözümü pek mümkün gözükmüyor. Türkiye ile ABD arasındaki ilişkilerde hiçbir sorun olmadığını söylemek doğru olmaz. Ama sorunların sebebini sadece Türk hükümetinin izlediği siyaset olduğunu savunanlar bunu kasıtlı yapmıyorlarsa eğer, Washingtonlu yorumcuların çok fazla etkisinde kalıyorlar.

Paylaş Tavsiye Et
Türkiye Siyaset
DİĞER YAZILAR