Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (July 2005) > Çeviriyorum
Çeviriyorum
Amerika’nın çelişkili kararları / Aleksey Petrov, İzvestiya, 23 Haziran 2005
Rus Basını
Çeviri: Enise Smirnova
BDT ülkelerinde son zamanlarda meydana gelen devrimlerin birkaç ortak özelliği var. Bütün bu devrimler, ABD yanlısı güçler tarafından gerçekleştirilmiş olup, aynı zamanda Rusya karşıtı bir hava estiriyor. BDT ülkelerindeki devrimlere olan ilgisini gizlemeyen ABD, bölgedeki muhalefet liderlerini desteklediğini açıkça ifade etmekten çekinmiyor.
Bazen bu destek oldukça ilginç bir şekil alabiliyor: ABD, daha önce uluslararası terör örgütleri ile bağlantılı olduğunu ileri sürdüğü örgüt veya şahıslarla diyaloga girebiliyor. Öyle görünüyor ki Beyaz Saray, uluslararası teröristleri desteklemenin uluslararası terörle mücadeleyi engellemediği görüşünde.
Böyle bir işbirliğinin çarpıcı örneklerinden biri, 27-30 Haziran’da Özbekistan İslam Hareketi temsilcisinin Washington’da yapacağı görüşmelerdir. Daha önce bu örgütü en tehlikeli uluslararası terör örgütleri listesine ekleyen ABD, şimdi örgütün temsilcisiyle görüşme masasına oturacak.
Özbekistan’daki muhalefetin ileri gelenlerinden “Erk” Demokratik Partisi’nin lideri Salay Madaminov’un (diğer adıyla Muhammed Salih), ABD hükümeti yetkilileriyle “Özbekistan’ın durumuyla ilgili bilgi verme” amaçlı görüşmeler yapması bekleniyor. 
ABD hükümetinin Özbekistan muhalefet liderleriyle yakından diyalog kurmasına neden olan bazı olaylar var. Bir yandan Özbekistan hükümetinin ABD’ye ait askerî uçakların gece vaktinde Özbekistan hava koridorlarından geçmesine izin vermemesi, diğer yandan Özbekistan’daki kanlı olaylar, bu gelişmelerin altında yatan başlıca sebeplerdir. Amerikan Hava Kuvvetleri için getirilen sınırlama, ABD’nin Orta Asya’da ve özellikle Afganistan’da gerçekleştirdiği askerî operasyonları tehlikeye attı.
Gizlenmediği halde fazla bilinmeyen bir gerçek: Özbekistan, ABD’ye ait askerî uçakların Özbekistan hava koridorlarından geçmesinin sınırlandırılması konusunu, Andican olaylarından önce gündeme getirdi. Fakat daha sonra Andican olaylarının meydana gelmesinin ardından ABD’nin Özbekistan’ın içişlerine müdahale etmesi ve Özbekistan hükümetinin “tarafsız soruşturma”ya izin vermemesi, basın yayın organlarının, olayı başka bir yönüyle kamuoyuna sunmasına yol açtı. Basında yer alan açıklamalara göre Kerimov, Amerika’nın Andican olaylarının soruşturulmasında etkin bir rol oynamak istemesine karşılık, söz konusu askerî uçuşlara sınırlandırma getirdi.
Dünyanın dört bir yanında demokrasi tohumlarını ekmek için çaba sarf eden Amerika, diğer ülkelerin ABD hükümetinin aldığı kararları sorgulamasına asla rıza göstermemişti. Irak ya da 11 Eylül sonrasında New York’ta, ABD hükümetinin yaptığı çalışmalar ve aldığı kararlar hiçbir zaman dışarıdan gelen bir komisyon tarafından tahkik edilmemişti. Fakat buna rağmen Amerika, diğer ülkelerin iç meseleleriyle ilgili tahkikat yapan kendi soruşturma komisyonlarının çalışmalarının engellenmemesini istiyor.

Tavsiye Et
İran’ın kaderi bugün belirlenecek / İvan Groşkov, Nezavisimaya Gazeta, 24 Haziran 2005
Rus Basını
Çeviri: Enise Smirnova
İran’daki cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci aşaması bugün yapılacak. Bugünkü seçimler, önümüzdeki yıllarda ülkeyi yönetecek kişinin aşırı muhafazakâr Mahmud Ahmedi Necad mı, yoksa onun yanında reformcu gibi görünen mutavassıt muhafazakâr Ali Ekber Haşimî mi olacağını belirleyecek. Ön seçimlerin yapıldığı geçen Cuma günü halkın %60’ından fazlası sandık başına gitti. Bugünkü seçimlere de katılımın yüksek olması bekleniyor. İran siyaset uzmanları, bugünlerin İran halkı için son derece önemli olduğunu vurguluyor. Rafsancani’nin seçim kampanyasındaki sloganı “Demokrasi, hürriyet ve insan haklarına saygı” iken, Ahmedi Necad “İslamî değerler üzerine bina edilen eşitlik” sloganını tercih ediyor. Aşırı muhafazakâr yönüyle tanınan Necad’ın karşıtları, onun, devlet başkanlığına seçildiği takdirde, son zamanlarda sosyal hayat alanında ortaya çıkan gelişmelerin önünün kesileceğinden endişe ediyorlar. Şu anda internet, yabancı film ve müzikler ve hatta kadınların renkli başörtü kullanması serbest olduğu halde Ahmedi Necad’ın, bunun gibi yeniliklere karşı savaş açacağı düşünülüyor. Bunun gibi ithamlarda bulunan Ahmedi Necad karşıtları, delil olarak onun Tahran belediye başkanı iken, toplu taşıma araçlarında olduğu gibi, binaların içindeki asansörlerde de haremlik-selamlık uygulaması teklifinde bulunduğunu ileri sürüyor. İşadamları ise, Ahmedi Necad’ın dışarıdan gelen yatırımların kesilmesine yol açan bir siyaset izleyeceğinden ve hatta İslamî kanunlara aykırı olduğu için borsayı bile kapatabileceğinden endişe ediyorlar. Uzmanlara göre, işadamları ile gençlerin çoğu oylamaya katılsa da, oylarını Rafsancani’ye verecekler. Ahmedi Necad ise kendisine yöneltilen bütün eleştirilere cevaben, İran’a Taliban modelini uygulamayı hedeflemediğini ve sosyal eşitlik ile gelirlerin adil bir şekilde dağıtılmasını amaçladığını savunuyor. Gelir seviyesi düşük vatandaşların çoğu, oylarını Ahmedi Necad’a vereceğe benziyor. İran sokaklarında ağaçların arasında gerilmiş iplere asılan pankartlardan, hangi bölgenin hangi adayı desteklediğini görmek mümkündür. Rafsancani’nin pankartları renkli ve İngilizce ve Farsça ile yazılmış olup ekseriyetle zengin mahallelerde yer alırken, siyah-beyaz ve yalnızca Farsça ile yazılan Ahmedi Necad pankartları, daha çok işçilerin ikamet ettiği bölgelerde ve kenar mahallelerde yer alıyor.

Tavsiye Et
Fırsat kapıyı çalıyor / The Guardian, 18 Haziran 2005
İngiliz Basını
Çeviri: Ebru Afat
Avrupa Birliği’nin geçirdiği süreçlerin çoğunun DNA’sında uzlaşma mevcuttur. AB zirveleri, çarkı döndürmek için daima uzlaşmaya dayanmıştır. Ancak bu hafta düzenlenen Brüksel Zirvesi’nde uzlaşmanın, alışılagelenden çok daha zor olduğu ortaya çıktı. AB liderlerinin yüz yüze olduğu iki büyük meselenin her ikisi de kalıcı bir çözüme kavuşturulamadı. Perşembe günü liderler iki defa reddedilen AB Anayasası’nı öldürmek mi, yoksa diriltmeye çalışmak mı gerektiğine karar veremediler. Bunun yerine sorunla uğraşmak için kendilerine bir yıl daha tanıdılar. Cuma günü de AB’nin 2007-2013 bütçesi konusunda dalaştılar. Fransa ve İngiltere tarım ve telafi ödemeleri yüzünden kavgalı; Hollanda, İtalya ve İsveç ise bütçeden aldıkları paydan hâlâ memnun değil.
Bütün bunlar AB’nin topyekûn çöküşü anlamına gelmiyor tabii ki. Hem anayasa, hem de bütçe, İngiltere’nin gelecek ay başlayacak dönem başkanlığı sırasında AB’nin ister istemez karşısına çıkacak meseleler. Fakat tüm bu olumsuz gelişmelerin AB’nin kendi önündeki krizlerle etkili şekilde baş etme yeteneğinden yoksun olduğunu kanıtladığında şüphe yok. Bunun Fransa ve Hollanda’nın anayasaya hayır oyu vermesinden kaynaklandığı konusunda ortak bir görüş hakim. Ve bu başarısızlıkların, Birliğin diğer safhalardaki stratejik rolü hakkında endişeye yol açtığı gerçeği de tartışma götürmez. Brüksel Zirvesi’nden sonra, bu AB’nin avro bölgesinin fazlasıyla ihtiyaç duyduğu ekonomik kalkınma stratejisine en kısa sürede ayak uyduracağına kim inanır? Ya da diplomasiye, barış gücüne veya uluslararası ticaret müzakerelerine ağırlığını koyacağına? Ya da Orta Doğu’da ilerleme sağlayacağına? Ya da Balkanlar, eski Sovyet ülkeleri ve bütün bunların ötesinde, Türkiye’yi Birliğe alıp genişlemek için bastıracağına?
AB’nin zayıf bir örgüt olmasının en önemli nedeni, bugün birçok zayıf üye ülkeyi içermesidir. Almanya ve Fransa Birliğin müstakbel rotasını daha fazla belirleyemez. Çünkü hesaba katmaları gereken 23 üye ülkenin olmasının yanı sıra, her iki ülke de on yıldır kendi yapısal ekonomik sorunlarını çözmeyi başaramadı.
İngiltere bütçe konusunda fena halde yalnız kaldı. Diğer AB ülkelerinin çoğu İngiltere’nin aldığı telafi ödemelerinin miktarına ve bunun devam etmesine kızdılar. Chirac da bu durumu kendi sorunlarını gözden kaçırmak için acımasızca istismar etti. Konunun İngiltere iç politikasındaki tartışılmaz öneminin farkında olmalarına rağmen diğer ülkeler, bazen iyi bazen de pek o kadar iyi olmayan nedenlerle, ödemelerin yeniden düşünülmesi gerektiğine inanıyorlar. Her hâlükârda yalnız kalmak siyasî açıdan arzulanır değildir ve Tony Blair’in şimdi zirve sonrasının sakinliğini, İngiltere’nin Avrupa’ya liderlik etme iddialarını zedeleyen bir sorunu ele almak için kullanması gerekir.
Bu özellikle önemli bir husustur; çünkü telafi ödemeleri konusundaki yalnızlığa rağmen, AB’nin ekonomik ve sosyal reformu üzerinde konsensüs ve ilerleme açısından gerçek bir fırsat doğuyor. Blair, birincisi dönem başkanı, ikincisi de ekonomisi iyiye giden ve sosyal refah harcamalarını artıran yegâne büyük AB ülkesinin yeniden seçilmiş lideri olarak bu tartışmayı şekillendirmek için oldukça uygun durumda. Bu fırsattan faydalanmak için İngiliz bakanlar kabadayılıktan kaçınmak ve taviz vermeyi kabullenmek zorundalar. Bu, gurur duyulacak bir zirve değildi. Ancak akıllıca ele alınırsa pekâlâ bir fırsat olabilir.

Tavsiye Et
Brüksel’deki büyük resmi kaçırmayın / The New York Times, 20 Haziran 2005
Amerikan Basını
Çeviri: Ebru Afat
Avrupalı liderler Brüksel’deki zirve toplantılarında, talihsiz anayasalarını bir süre tartışmak ve düşünmek üzere kenara kaldırmakla doğru şeyi yaptılar. Anayasanın Fransa ve Hollanda’da yediği kötekten sonra ortada alışılageldik bir durum varmış gibi yapmanın gereği yok. Avrupa Birliği liderlerinin bunun ardından hemen yeni bütçe üzerine bayağı bir tartışmaya girmeleri oldukça kötü.
Bütçe rakamları üzerindeki kavga, derin kimlik krizi boyunca güç bela engellendi ve zaten mevcut bütçe de 2006’nın sonuna kadar geçerli. Ancak Fransa’nın Jacques Chirac’ı ile İngiltere’nin Tony Blair’i büyük resme odaklanmak yerine, İngiltere’ye yapılan bütçe iadeleri üzerindeki daimî tartışmayı yeniden başlatmayı seçiyorlar. Mesele her ne kadar gerçek olsa da, tartışılması gereken daha büyük meseleler var. Liderlerin, bütçe hakkında kavga etmektense AB’nin dev miktardaki tarım teşvikleri hakkında konuşuyor olmaları gerekirdi. Bu ciddi bir mesele, özellikle de Avrupa piyasalarındaki fiyatlarla rekabet edemez hale geldikleri için zarar eden Afrikalı çiftçiler olunca, durum daha da ciddileşiyor. AB liderleri, Birliğin liberal ya da sosyal ekonomi modellerinden hangisini izleyeceğine de karar vermek zorundalar. Bunun yanı sıra, herhangi bir yeni üyeye, özellikle de Türkiye’ye karşı artan bir direniş de söz konusu.
Bütün meseleler kararlı ve cesur liderliğe ihtiyaç duyuyor; ancak AB’nin en büyük açığı da tam burada. Büyük liderlerden Gerhard Schröder’in Eylül’de Doğu Almanyalı muhafazakâr Angela Merkel tarafından yerinden edilmesi çok muhtemel. Chirac’ın rakipleri de daha aşağı kalmıyor. Bunlardan biri de zeki ve saldırgan Nicolas Sarkozy. Buna ilaveten, Avrupa Komisyonu’nun yeni Başkanı Jose-Manuel Barroso yeterli kararlılığı hâlâ gösterebilmiş değil.
İngiltere ve Blair gelecek ay Avrupa Birliği’nin dönem başkanlığını devralacak. AB her ne kadar İngiltere’de fazla sevilmese de, Blair, Birliğin genişlemesi ve ekonomilerin liberalleştirilmesinin güçlü bir savunucusu. Blair yakında toplanacak G-8 Zirvesi’nde Afrika’ya daha çok yardım yapılması için de takdire şayan bir gayret sarf etti. Umut edelim de, altı aylık yönetimi sırasında Avrupa’nın gözlerini, parçalayıcı kavgaların ötesine çevirmeyi başarsın ve AB’nin nereye gittiğine dair, çok ihtiyaç duyulan tartışmayı başlatsın.

Tavsiye Et
AB deneyimi Araplar arasında mümkün mü? / Haşim Salih, Eş-Şark el-Awsat, 18 Haziran 2005
Arap Basını
Çeviri: Hatice B. Şenkardeşler
Hepimiz kendimize şunu soruyoruz: Niçin farklı ırklardan, dillerden ve topluluklardan oluşan Avrupa ülkeleri birleşebiliyor da, aynı dili konuşan Araplar bir birlik oluşturamıyor?
Bunun sebebi Batı toplumlarının medeniyetinin olgunluğunda yatıyor. Bu toplumlarla, mantıklı söylemler yerine duygusal sloganların etkisindeki bizim toplumumuz arasında kıyaslama yapmak zor görünüyor. Bu söylediğim, halklarımızın duygularına hakaret etmek anlamına gelmiyor; zira onlar çok değerli. Ancak bir sosyologun dediği gibi: Mucizelerin gerçekleşmesi için yalnızca iyi niyet yeterli değildir!
Avrupa ile Arap âlemini karşılaştırmak daha en baştan yanlış ve bizim açımızdan haksızlıktır. Biz hâlen medeniyetin ilk turunda koşuyoruz. Onlarsa neredeyse sonundalar. Dolayısıyla onlar güçlü, zengin, kendine güvenen, ne yaptığını bilen bir toplumun üyeleri. Bizlerse korkak ve çürük bir toplumun üyesiyiz. Kaderimiz, kötülüğün tahakkümünde.
Onlar kendi iç meselelerini halletti; aralarındaki tarihi hesaplaşmaları da. Bizse hâlâ bu sorunlarla boğuşup duruyoruz. Ancak tarihî hesaplaşmalarımızı çözümleyebilirsek bu sorunları aşacağız. Bu yüzden de Arap ve Avrupa toplumları arasında bir mukayese yapmak mümkün değil. Toplumlarımızın önümüzdeki yıllarda Avrupa’ya zıt bir şekilde, birleştirici olmaktan çok bölücü bir akımın etkisine gireceğini düşünüyorum. Zira aramızdaki anlaşmazlıklar halen çok güçlü.
Herhangi biri, toplumu kemiren hastalığı teşhise niyetlense, hastalığın artmasına sebep, hatta hastalığın müsebbibi olmakla suçlanıyor. Bu, Avrupalı’nın izlediği yönteme taban tabana zıt. Bu yüzden bizler bir yenilgiden ötekine savrulup duruyoruz.
Avrupa Birliği, uyanış ve aydınlanma çağı değerleri üzerine bina edilmiştir. Ya biz! Hangi değerler üzerine toplanıp birleşeceğiz? İslamî ilkeler ya da Hıristiyan değerleri üzerine mi? Arap- Kürt- Berberî değerleri üzerine mi? Yoksa Sünni, Şii, İbaziye mezhebi değerleri üzerine mi?

Tavsiye Et
Bayan Condoleezza’nın itirafları! / Haşim Salih, Eş-Şarku’l-Avsat, 18 Haziran 2005
Arap Basını
Çeviri: Hatice B. Şenkardeşler
Hepimiz kendimize şunu soruyoruz: Niçin farklı ırklardan, dillerden ve topluluklardan oluşan Avrupa ülkeleri birleşebiliyor da, aynı dili konuşan Araplar bir birlik oluşturamıyor?
Bunun sebebi Batı toplumlarının medeniyetinin olgunluğunda yatıyor. Bu toplumlarla, mantıklı söylemler yerine duygusal sloganların etkisindeki bizim toplumumuz arasında kıyaslama yapmak zor görünüyor. Bu söylediğim, halklarımızın duygularına hakaret etmek anlamına gelmiyor; zira onlar çok değerli. Ancak bir sosyologun dediği gibi: Mucizelerin gerçekleşmesi için yalnızca iyi niyet yeterli değildir!
Avrupa ile Arap âlemini karşılaştırmak daha en baştan yanlış ve bizim açımızdan haksızlıktır. Biz hâlen medeniyetin ilk turunda koşuyoruz. Onlarsa neredeyse sonundalar. Dolayısıyla onlar güçlü, zengin, kendine güvenen, ne yaptığını bilen bir toplumun üyeleri. Bizlerse korkak ve çürük bir toplumun üyesiyiz. Kaderimiz, kötülüğün tahakkümünde.
Onlar kendi iç meselelerini halletti; aralarındaki tarihi hesaplaşmaları da. Bizse hâlâ bu sorunlarla boğuşup duruyoruz. Ancak tarihî hesaplaşmalarımızı çözümleyebilirsek bu sorunları aşacağız. Bu yüzden de Arap ve Avrupa toplumları arasında bir mukayese yapmak mümkün değil. Toplumlarımızın önümüzdeki yıllarda Avrupa’ya zıt bir şekilde, birleştirici olmaktan çok bölücü bir akımın etkisine gireceğini düşünüyorum. Zira aramızdaki anlaşmazlıklar halen çok güçlü.
Herhangi biri, toplumu kemiren hastalığı teşhise niyetlense, hastalığın artmasına sebep, hatta hastalığın müsebbibi olmakla suçlanıyor. Bu, Avrupalı’nın izlediği yönteme taban tabana zıt. Bu yüzden bizler bir yenilgiden ötekine savrulup duruyoruz.
Avrupa Birliği, uyanış ve aydınlanma çağı değerleri üzerine bina edilmiştir. Ya biz! Hangi değerler üzerine toplanıp birleşeceğiz? İslamî ilkeler ya da Hıristiyan değerleri üzerine mi? Arap- Kürt- Berberî değerleri üzerine mi? Yoksa Sünni, Şii, İbaziye mezhebi değerleri üzerine mi?

Tavsiye Et
Avrupa Zirvesi: AB nereye gidiyor? / Le Monde, 20 Haziran 2005
Fransız Basını
Çeviri: Adem Yılmaz
 
Philippe Richard ile chat
Euroka: Kriz AB için parçalayıcı olabilir mi?
Philippe Ricard: Şu aşamada bunu söylemek çok zor. M. Juncker’in dediği gibi, kriz gayet derin ve yeni tamamlanan AB Zirvesi yirmi beş üye ülkenin buna çözüm bulmada kifayetsiz kaldığını gösterdi. Yalnızca Fransa ve Hollanda’daki referandumlardan iki “hayır” çıktı; üye ülkeler fırsattan istifade bu durumdan faydalanmak istedi. Zirvenin muvaffakiyetsizliği göstermiştir ki; hiç kimse ne referanduma “hayır” diyenlere, ne de Birliğin maruz kaldığı mevcut krize verilecek cevap hususunda ittifak içerisinde. Bununla birlikte bütün başkentler en azından bir cevap verebilmek için “hayır”ın sebeplerini temelden düşünme konusunda karar birliği içerisindeler. Lakin krizlerin parçalayıcı bir nitelik taşıdığını söylemek için henüz çok erken.
Steve: AB’nin önceden planladığı genişleme programları (Romanya, Bulgaristan, Türkiye) yeniden sorgulanır mı?
Philippe Ricard: Şimdilik hiçbir genişleme planı yirmi beş ülke tarafından resmen sorgulanmış değil. Lakin genel görüş, genişleme sorununun Fransa ve Hollanda oylamalarında merkezde yer aldığı şeklinde. Seçmenler 1 Mayıs 2004 tarihli ve on yeni üyeli en son genişlemeyi hazmetmemiş gözüküyor; her iki ülkede bazı seçmenler Türkiye’nin üyeliğinden endişe duyuyor. Bu iki tespitten hareketle, Paris gibi bazı başkentler, gelecek genişlemenin ritmi için düşünmek zorunluluğu konusunda anlaşmış durumdalar. Şimdilik hiçbir karar alınmış değil. Gerçek şu ki problem, üye ülkeler arasında yeni tartışmalar doğuracak nitelikte. Mesela Fransa ve Hollanda, bundan sonra seçmenlerin endişelerini hesaba katmak koşuluyla adaylar lehine girişilen angajmanlara saygı duyuyor. İngiltere gibi diğer ülkeler öncü olmaya devam etmek istiyor ve yeni üyelerin hızlı entegrasyonuna olumlu bakma konusunda şüpheciler. Buradan şu anlaşılıyor; bu sorun AB seviyesinde çok tartışma yaratacak. Şayet problem bir kez açıkça tartışma konusu olursa, mevcut kriz, genişlemenin yavaşlaması şeklinde tezahür edebilir. Fakat Romanya ve Bulgaristan bu yavaşlama hareketinden etkilenmeyecek gibi gözüküyor; çünkü onların üyeliği 2007’de gerçekleşecek.

Tavsiye Et
İran seçimleri / Libération, 20 Haziran 2005
Fransız Basını
Çeviri: Adem Yılmaz
 
Liberation yazarı Jean-Pierre Perrin ile chat
Cybeber: Seçim kampanyalarının merkezinde yer alan dış politika temaları nelerdir? Irak’ın durumu ve ABD ile ilişkiler ağırlıklı konular mıdır?
Jean-Pierre Perrin: Cevabım Irak’ın durumu için hayır; ABD ile ilişkiler için ise evet. Bu konuda Rafsancani İran Nükleer Enerji Ajansı’nın desteğini aldı bile. Petro-kimya sektörünün de aynı şekilde desteği Rafsancani’den yana. Rafsancani, etkili çevreler tarafından İran dış politikası için en yetkin aday olarak değerlendiriliyor.
Lop: “İran toplumu Humeyni devrinden çıkmak istiyor” deniliyordu; ikinci turda aşırı muhafazakâr birinin gelişini nasıl açıklıyorsunuz?
Jean-Pierre Perrin: Herşeyden önce pek çok İranlı çok zengin ve yolsuzluğa karışmış bulduğu Rafsancaniyi sevmiyor. Rafsancani iki döneminde iyi bir izlenim bırakmadı. İkinci olarak, aşırı radikal aday aşırı tutucu fikirlerini ifşa etmeksizin popülist bir kampanya yürüttü ve rejimin hâmilerinden birisi olduğunu unutturdu. Başarısı herşeyden önce, milislerin, devrim muhafızlarının, camilerin çoğunun ve İslamî derneklerin bir kısmının desteğini almasına bağlı; bu gruplar onun için kampanya yürüttü.
Go: Sizce Rafsancani İran’da gerekli reformları yapacak mı?
Jean-Pierre Perrin: Reform sorusu sorulmakta; fakat onun önceliği dış politika sorunları olduğu müddetçe, kimse Rafsancani’nin bu sorunlara çözüm üreteceğini düşünmüyor.
Niloc: Halk seçime katılıyor mu? Ülkenin geleceği üzerine yapıcı tartışmalar yapıldı mı?
Jean-Pierre Perrin: Evet, her ne kadar pek çok kimse seçimlerin demokratik olmayan yanlarını eleştirse de, halk seçimlerle ilgileniyor.
Go: İran toplumu seçimleri nasıl karşıladı? Hangi adayı hangi sosyal sınıf destekliyor?
Jean-Pierre Perrin: Tahran’ın güneyi aşırı radikal adayı destekliyor. Güneyde oturanlar sade bir yaşam ve sade bir ev hayatı konusunda oldukça hassas davrandılar her zaman. Rafsancani’yi işadamları, şirket yöneticileri, özel sektörün gelişmesini isteyenler, onunla daha liberal ve özgür olacağını düşünen gençliğin büyük bir kısmı destekliyor. Yani seçimde kampanya temaları büyük önem taşımadı. Özellikle adayların kişiliği kampanyayı belirledi.

Tavsiye Et
Ankara Amerika’yı yeniden keşfediyor / Boris Kalnoky, Die Welt, 9 Haziran 2005
Alman Basını
Çeviri: Ahmet K. Pulcu
Avrupa Birliği kendisi de ne yapacağından tam emin olamadığı için Türkiye’nin AB adaylığı fırtınalı denizlerde yüzüyor; bu yüzden Ankara, Amerika’yla olan stratejik ortaklığını yenilemek istiyor.
Amerikalılar kendi açılarından AB tarafından reddedilmiş ve küçük düşürülmüş bir Türkiye’nin günü gününü tutmamasından endişe ediyor ve Ankara ile olan ilişkilerin derinleştirilmesini enine boyuna düşünüyor. Bu konuda yapılacak çok şey var; çünkü Türkler ve Amerikalılar Irak Savaşı’ndan beri sık sık birbirlerini kızdırmışlardı. En önemli anlaşmazlık noktaları şunlar:
Kuzey Irak: Washington Kuzey Irak’taki Kürtleri koruyor; Ankara ise bunda, Kuzey Irak’ta bir Kürt devleti oluşması tehlikesi görüyor. ABD, PKK’ya karşı hiçbir girişimde bulunmuyor ve Türkiye, düzeni kendisi sağlamak adına eskisi gibi cezalandırma seferleri düzenleyemiyor.
Orta Doğu: ABD’nin İran ve Suriye’deki rejimleri baskı altında tutmasına karşın, Türkiye iki ülkeyle de ilişkilerini geliştirdi. Erdoğan, Washington yolunda Yeni Şafak gazetesine verdiği röportajda Amerika’yı endişelendirecek bir neden olmadığını söyledi; zira bizzat Erdoğan, Suriye ile geliştirilen bağlantılar üzerinden Şam’ı Lübnan’dan çekilmeye ikna etmişti.
Demokrasi: Bush Türkiye’yi ılımlı İslam demokrasisi modeli olarak övdü. Daha sonra ılımlı İslamcı sayılan AKP hükümetinin bir milletvekilinin ABD’nin Irak’taki tutumunu soykırım olarak ve bizzat Erdoğan’ın da Irak’taki seçimleri antidemokratik diye nitelemesi, Washington’u hiç hoşnut etmedi. Amerikalılarda, özellikle nüfuzlu neo-muhafazakârlarda AKP’nin görüşlerine ve yönelimine karşı şüphe gittikçe büyüyor. AKP’nin gittikçe artan bir şekilde içten parçalandığı kabul ediliyor. Bu yön çatışmalarının nereye gideceği ve Erdoğan’ın kontrolü elinde tutup tutamayacağı ise merak konusu.
Türkiye Dışişleri Bakanı Abdullah Gül de, ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice ile görüştü. Gül gayet memnun olarak, Rice’ın, bundan böyle PKK’nın Türkiye’ye yönelik eylemlerini engelleyeceğine dair söz verdiğini söyledi. Bu açıklama Türklerin Amerika gezisini nasıl değerlendirmek istediklerine işaret ediyor: Parlak bir başarı olarak!

Tavsiye Et
Waterloo’nun tekerrürü / Martin Halusa, Die Welt, 20 Haziran 2005
Alman Basını
Çeviri: Haşim Koç
190 yıl önce tam bu gün, İngilizler Fransa’yı tekrar mağlup etmişti. O zaman da savaş meydanı Brüksel yakınlarındaydı ve Wellington ile Napolyon iki ordunun kumandanıydı. 2005 yazına geldiğimizde Büyük Britanya Fransa’yı bir kez daha mağlup eden taraftı. Fransızlar, bu sefer Chirac’la, başarısızlığa uğradı. Almanya, Hollanda, İngiltere gibi ülkeler AB’ye ödedikleri yüksek miktarları azaltmak istedi. Ama Fransa’nın İngilizlere yapılacak indirimi engellemek istemesi para savaşında yaptıkları büyük bir diplomatik hataydı. Bu hatayı İngilizler kendi lehlerine çevirdi. İngilizlere yapılacak indirim yerine, konu, aniden AB’nin gelecekteki harcamalarına döndü. Referandumu erteleten Blair, halkının şüpheyle yaklaştığı konuları sorgulama imkanı buldu: “Kaynaklarımızın %40’ını tarım desteğine ayırarak dünyanın rekabete en yatkın bölgesi nasıl olacağız?” Blair, Chirac ile şahsî bir sorununun olmadığını, ama arada görüş ayrılıkları olduğunu ekledi.
AB’nin geleceği nasıl olacak? Resmî işlerde olağan seyir takip edilecek. Ama önemli konularda şu anda bir sessizlik hakim. Lüksemburglu Juncker, başkanlığını bir başarıyla taçlandırmak istemekteydi. İstikrar anlaşması reformunu tek başına yönetmişti; ama zirvede o da kendi Waterloo’sunu yaşadı. Motoru tekrar çalıştırma işi Blair’e kaldı. Brüksel’de beklenen, Chirac’ın, muhaliflerine hayatı zorlaştıracağıdır. Berlin’de ise “şu anda herhangi bir inisiyatif almanın manası yok” görüşü hakim. AB’nin 25 devlet başkanı Anayasa’nın olgunlaşma sürecini kaygan bir zeminde bıraktılar. Fransa ve Hollanda’dan gelen “hayır”lardan sonra Danimarka, Portekiz, İsveç ve Finlandiya kendi referandumlarını durdurdular. Lüksemburg’un da 10 Temmuz’daki referandumu yapıp yapmayacağı meçhul.
Finans tartışmasının çözümü kolay gözükmüyor. İngiltere’nin dönem başkanlığı esnasındaki muhtemel bir engellemeden dolayı, bu konu, Avusturya Başbakanı Schüssel’in omuzlarına kalacak. Juncker’in önerisi, altı devletin görüşlerine çok yakındı. Schröder de öneriyi kabul edecek; ama ödemeler, bağışlar ve paylaşım konusunda devlet başkanları anlaşamadı.

Tavsiye Et