Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (September 2005) > Asılıyorum > Ben demiştim!
Asılıyorum
Ben demiştim!
Ali Cengiz Tuğrul
“Ben demiştim” demekten hiç hoşlanmasam da…
Yazıya böyle başlamanın çok cafcaflı olduğunda hiç kuşku yok.
Cafcaflı ama aklı başındaki hiçbir okurun bu girişlerdeki sahte mütevazılık numaralarını yuttuğuna inanmıyorum.
Kimseden bir korkum, utanmam, çekinmem yok.
Patronum ve Pollock üstadım hariç tabii!
“Ben demiştim, dediğim de çıktı” demekten hoşlanmayacak hiçbir homosapiens tanımadım şimdiye kadar.
Tevrat’ta “Ancak insandır ekmekten başka amaçlar için yaşayan” mealinde bir cümle de var.
İnsanın ekmekten başka ne amacı olabilir; onu da anlamış değilim.
Bu yüzden açık kalplilikle itiraf etmekten çekinmiyorum.
Ben “Ben demiştim” demekten çok hoşlanıyorum.
O kadar çok hoşlanıyorum ki, çoğu kere demediğim mevzular hakkında bile “Ben zaten demiştim” ifadesini kullanmaktan hiç çekinmiyorum.
Kim hesap sorabilir ki?..
Patronum ve Pollock üstadım hariç tabii!
Olsa olsa “Ne zaman demiştin?” diye sorabilirler.
Ben de “Demiştim ama yazmamıştım” diye cevabı yapıştırabilirim.
“Ben yazmıştım” mı diyorum?
Hayır.
E, o halde?
 
HAYAT ÇOK ŞIKLIDIR
Bakın size bir de tüyo vereyim.
Sonuçları ileride belli olacak bir mevzu hakkında “Olabilir de, olmayabilir de…” gibi iki şıklı ve hatta üç şıklı ihtimallerle konuşup yazarsanız şık olur.
Her halükarda “Ben demiştim” deme imkanını elinizde tutarsınız.
İşler sarpa sararsa “Ben bu tehlikeye işaret etmiştim” derken suratınıza müstehzi bir ifade de yerleştirebilirsiniz.
İşler iyi gittiğinde de söz söyleme hakkınız olur.
O zaman da “Ben demiştim” demenin keyfine doyum olmaz.
Bendeniz Ali Cengiz Tuğrul ayarında olmasa da, kendi çapında şöhret sayılabilecek bir arkadaşın yazdıklarını taradım geçenlerde.
1 Mart’tan önce bakalım o neler döktürmüş diye.
Neler yazmamış ki?..
Türk insanı çabuk unutuyorsa da, Amerikan icadı İnternet unutmuyor işte!
“Türkiye savaşı engellemeyi düşünüyorsa İran ve Suriye gibi komşu ülkelerle inisiyatif başlatmalı” diye yazmış.
“Eğer engelleyemeyecekse, şöyle şöyle davranması uygun olur” demeyi de unutmamış.
 
DÜŞEŞ
Oh ne âlâ!
Zarı nasıl atarsan at, zar dört ayağı üstüne düşecek.
Düşeş lafı da oradan geliyor herhalde.
Zar, zar değil, Van kedisi mübarek.
Öyle de düşeş!
Böyle de düşeş!
Bugünlerde de “İran ve Suriye ile inisiyatif başlatma çabalarının ham hayal olduğunu yazmıştım” diye yazıyor.
Koskoca başbakanın “Dün dündür, bugün de bugün” düsturunu kendisine şiar edindiği bir memlekette, alt tarafı yazı yazan bir adam mı utanacak?
Hem neden utanacak?
Patronu ve Pollock üstadı hariç tabii!
Ben homosapiens-economicusun utanmak gibi duygularının geç devirlerde, sonradan kazanılmış şarklı ilkellikler olduğunu düşünüyorum.
Arkadaşın bu tavrı karşısında saygıyla eğiliyorum.
Ne yalan söyleyeyim...
Aynısını ben de sık sık yapıyorum.
Sizlere de hararetle tavsiye ediyorum.
Mesela bu aralar “Ben 1 Mart tezkeresi meclisten geçmeli” demiştim diye yazmak çok revaçta.
Ama okurlarım bilirler.
 
ÖZ TEZKERECİ
Ben gerçekten o zamanlar da “1 Mart tezkeresi geçmeli” diye yazmıştım.
En hakiki, öz, “1 Mart geçmeli” yazarı bendenizim.
Şimdi sizlere soruyorum:
1 Mart’ta tezkere geçseydi Pollock böyle bir makale kaleme alabilir miydi?
Tabii ki hayır.
Alın size tezkerenin geçmesi için yeterli bir sebep.
Bu kozu kendi ellerimizle vermedik mi?
Verdik.
Halbuki alt tarafı savaşa basit bir destek verecektik.
Vermedik de ne oldu?
Wolfowitz “Tam Irak’ta demokrasiyi işletecektik ki, demokrasinizi işlettiniz, bizi mi işletiyorsunuz?” diye kızmadı mı?
Kızdı.
Röportajı yapanlar zor durumda kalmadılar mı?
Kaldılar.
Öyle zor durumda kalmanın ne demek olduğunu lütfen bir düşünün.
Kendimi arkadaşların yerine koyuyorum da tüylerim ürperiyor.
Kel Mahmut karşısında Güdük Nemci ile Şaban’ın durumu gibi!
1 Mart’ta tezkere geçseydi o arkadaşlar zor durumda kalmazlardı.
Bence sadece bu bile tezkerenin geçmesi için yeterli sebeptir.
Bu zor durumun müsebbipleri hiç empati kurdular mı acaba?
Hiç sanmam!
 
HIRSIZIN SUÇU YOK
Onların “Hırsızın hiç mi suçu yok?” havasında oldukları çok açık.
Bu lafı eden kim?
Nasreddin Hoca.
Nasreddin Hoca kim?
Homo sapiensin geriye gideni.
Şimdi hayatta olsa belki “Seçimle tek başına iktidara gelmiş bir hükümetin ilk aldığı kararın, komşu bir ülkeye savaş açmak olması peki hükümeti zor durumda bırakmayacak mıydı?” diye soruyor olabilirdi.
“‘Gelir gelmez memleketi Amerikalılara peşkeş çektiler!’ başlıklarının atılacağı bir ortamdan hangi iktidar sağ salim çıkabilirdi?” diyebilirdi.
“Daha henüz yeni yeni sivilleşme aşamasında iken, yüz bin yabancı askerin, ne zaman çıkacakları belli olmamak üzere, memleketin en hassas bölgesine konuşlanması problem yaratmazdı diyebilir misin?” diye ahkam da kesebilirdi.
Onunla da yetinmez, “Kitle imha silahları palavrasını hükümet senin gibi rahatça görmezden gelip üstüne bir kadeh petrus yuvarlayabilir miydi?” diye bana da sataşabilirdi.
 “Çiçeği henüz burnundaki hükümet yetkililerinin bayraklara sarılmış onlarca tabut karşısında verecekleri fotoğraflarda sen de yer almak ister miydin?” sorusunu sorabilirdi.
“ABD aleyhtarlığı kamuoyunda yüzde seksen ikileri bulmuşken, savaşa destek verilmesi halinde hükümetin hali nice olurdu?” diyebilirdi.
“Kamuoyu gösterilen tavırdan memnun olmasa, anketlerde iktidarın oy oranı bu kadar yüksek çıkar mıydı?” diye yumurtlayabilirdi.
“Ebu Garip’te ‘cinsel tercihleri özgürleştirme operasyonları belgeleri’nin yanına yakışıklı bir başbakan portresi yerleştirmeye meraklı onlarca gazeteci olmaz mıydı?” argümanını sunabilirdi.
“Ali Cengiz Tuğrul olarak sen de mal bulmuş mağribi gibi o fotoğrafların üstüne ‘İŞTE ESERİNİZ!’ manşetini atmaz mıydın?” diye üsteleyebilirdi.
“Savaşa girmenin en ciddi sebebi sayılan Kitle İmha Silahları iddiaları fos çıktığında, Ebu Garip’ten o iğrenç fotoğraflar basına sızdığında, bütün insanlık zor durumda kalmamış mıydı?’ diye can sıkmaya devam edebilirdi.
“Bu konularda tek satır yazmamayı becermek zor olmadı mı?” diye dalga bile geçebilirdi.
Evet bunların hepsini, hatta daha fazlasını da söyleyebilirdi.
“Ye kürküm ye!” diyerek müstesna bir ortamda toplumun en seçkin tabakasını alaya alan, güzelim kürkü de tarhana çorbasına sokup berbat eden bir sakallıdan ne beklenebilir?
Ben kaale alıp, bu soruların bir tekine bile cevap vermezdim.
İsmi Nasreddin olan birine bir de cevap mı vereceğim?..
Sırtımda yumurta küfesi mi var?
Öyle de olsa, “Ben demiştim!” derdim.
Böyle oldu, yine “Ben demiştim!” diyorum.
Ama merak eden okurlarım için bir açıklama yapayım.
Ali Cengiz Tuğrul olarak benim çalışma tarzım şu:
 
Gerçekleşmiş olgularda,
olumlu tarafları görmezden gelmek,
kamuoyuna göstermemek,
olumsuz tarafları abartarak sunmak,
sunarken kendimize yontmak.
 
Gerçekleşmemiş olgularda,
olumsuz ihtimalleri görmezden gelmek,
kamuoyuna göstermemek,
olumlu ihtimalleri abartarak sunmak,
sunarken kendimize yontmak.
 
Hep derim, köşe yazarlığı ince bir sanat işidir.
Yontu da, sanatın en maharet isteyen şubesidir.
Koca bir kütlenin içinde binlerce ihtimal saklıdır.
Koca bir kitleye en muhayyel ihtimali sunmak bir yazarın hakkıdır.
 
SON SÖZ
Nasreddin Hoca’dan dost, ayıdan post olmaz!

Paylaş Tavsiye Et