Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (August 2003) > Dosya > Türkiye’nin Avrupa Birliği serencamı
Dosya
Türkiye’nin Avrupa Birliği serencamı
Mesut Özcan
İKİNCİ Dünya Savaşı’nın Avrupa’da meydana getirdiği yıkım sonrasında benzer olayların yeniden yaşanmasını önlemek amacıyla hayata geçirilmeye başlanan ve süreç içinde siyasi ve ekonomik birliğe doğru yol alan Avrupa Birliği ile Türkiye’nin ilişkilerinin 40 yılı aşan bir tarihi var. Soğuk Savaş şartlarında ortaya çıkan bu örgütün bünyesinde Soğuk Savaş yıllarında ve daha sonrasında meydana gelen değişmeler, Türkiye’nin bu birlikle olan ilişkilerini de etkiledi ve süreç içerisinde ilişkinin mahiyetinde ciddi değişimler meydana geldi. Bugün Türkiye’nin dış politikasında önemli bir gündem maddesi olan AB ile Türkiye arasındaki siyasi ilişkilerin anlaşılabilmesi için yaklaşık 45 yıllık bir sürecin iyi tahlil edilmesi gerekiyor.
Başlangıçta ekonomik alanlarda birliktelik oluşturmak amacıyla 1958 yılında hayata geçirilen ortaklıkla Türkiye’nin ilişkileri ülkemizin Avrupa Ekonomik Topluluğu’na 1959 yılında üye olmak üzere başvurmasıyla başladı. O dönemde Yunanistan da aynı şekilde topluluğa üyelik başvurusunda bulunmuştu. Topluluk ile Türkiye arasında 1964’te yürürlüğe giren Ankara Anlaşması ile gümrük birliği ve tam üyeliği de kapsayan bir yakınlaşmanın temelleri atıldı. Yapılan bu anlaşmaya rağmen, 1960 ve 1970’li yıllarda Türkiye’nin uyguladığı ithal ikamesi sistemi nedeniyle iç pazarını korumaya yönelik politikaları, diğer taraftan Avrupa Ekonomik Topluluğu’nun, mallar yanında insan emeğinin serbest dolaşımı hakkı kazanmasının kendi işgüçleri için oluşturabileceği tehdit çekinceleri sebebiyle ilişkilerin seviyesi belirli bir düzeyin üstüne çıkamadı. Bu yıllarda iki taraf da anlaşmalarla üstlendikleri yükümlülükleri yerine getirme konusunda isteksiz davrandılar.
12 Eylül 1980 darbesinden sonra ise ilişkiler donma noktasına geldi. Ama bu dönemin hemen akabinde Türkiye’nin ithal ikamesi politikasını terk ederek ihracata dayalı ekonomik bir sistem uygulamaya başlaması ve çeşitli ekonomik liberalleşme önlemlerini almasıyla birlikte ilişkiler gelişme safhasına girdi. Bu şartlar altında Türkiye 1987 yılında topluluğa tam üyelik başvurusunda bulundu. Türkiye’nin bu adaylık başvurusu ise Avrupa Topluluğu tarafından daha uygun bir zamanda görüşülmek üzere ertelendi.
Bu dönemde uluslararası alanda meydana gelen en önemli gelişme olan Soğuk Savaş’ın bitişi, Avrupa Topluluğu-Türkiye ilişkilerinde yeni bir dönemi de beraberinde getirdi. Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte Avrupa’ya yönelik Sovyet tehdidin ortadan kalkması, ekonomik entegrasyonun yanında genişleme konusunu da oldukça önemli hale getirdi. O dönemde Avrupa’nın ekonomik gelişmesinin motorunu oluşturan Almanya için öncelikli olan bölge kendi nüfuz alanı olarak kabul edilen Doğu Avrupa idi. İdeolojik rekabetin ortadan kalkması sonrasında bu bölgedeki ülkeler de Avrupa ile çok daha sıkı ilişkiler kurma konusunda istekli hale geldiler. Güvenlik sorunlarının ortadan kalkması ve Avrupa’nın ilgisinin daha çok Doğu Avrupa’da yoğunlaşması sonrasında Türkiye’nin Avrupa için önemi sorgulanmaya başlandı ve Türkiye’nin AB üyeliği konusu sürüncemede kaldı.
Türkiye ise AB’nin genişleme sürecinde kendisinin de yeri olduğunu düşünmekteydi; çünkü Soğuk Savaş sırasında Sovyet tehdidine karşı Avrupa içerisinde önemli bir müttefik olarak görev yapmış ve bu ideolojik savaşın kazanılmasında rol oynamıştı. Bunun yanında Türkiye’nin Ankara Anlaşması ve daha sonra yapılan çeşitli anlaşmalarla üyeliğe giden yolunun açıldığına inanılmıştı. Bu beklentiler çerçevesinde devreye giren Gümrük Birliği tam üyelik yolunda bir basamak olarak iç kamuoyuna yansıtıldı. Gümrük Birliği’nin gerçekleşmesinin oluşturduğu olumlu atmosfer, 1997 yılında Türkiye’nin AB’nin genişleme sürecine dahil edilmemesiyle yerini hayal kırıklığına bıraktı.
AB’nin bu kararını eleştiren Türkiye’nin adaylığı 1999 yılında Helsinki’de alınan kararla kabul edildi. Bu karar Türkiye’nin AB ile ilişkilerinde tarihi bir dönemeci temsil etse de, Türkiye henüz üyelik görüşmelerine başlayabilmiş değil. Bu görüşmelere başlamak isteğinde olan Türkiye, kendi kanunlarının AB müktesebatına uygunluğunun sağlanması amacıyla gereken kanuni düzenlemeleri gerçekleştirmeye devam ediyor. Ama şurası da bir gerçek ki, kanuni düzenlemeleri yapmanın yanında bunların uygulanmasını da hemen görmek isteyen AB, Türkiye ile ilgili kesin kararını tam olarak verebilmiş değil. Bununla birlikte, 2002 ve 2003 yıllarında Türkiye’de AB’ye uyum çerçevesinde gerçekleştirilen reformlar sonrasında Türkiye’nin üyeliğine olan inanç eskisine oranla daha çok arttı.
1999’da Türkiye’nin adaylığının tanınmasında, Yunanistan’ın Öcalan krizi sırasında çizdiği kötü performanstan sonra Türkiye ile olan ilişkilerini yeniden düzenleme çabasının önemli etkisi oldu. Zaten adaylığının onaylandığı Helsinki zirvesinde Türkiye’nin komşularıyla olan sorunlarını 2004’e kadar görüşmeler yoluyla çözümlemesi, bunun gerçekleşmemesi durumunda ise hukuki yollara başvurulması öngörülmüştü. Bunun kabulü Türkiye’nin geleneksel politikasında bir değişim demekti. Yunanistan’daki bu tavır değişikliğinin yanı sıra, Almanya’da işbaşına gelen Sosyal Demokrat-Yeşiller koalisyonu da Türkiye’nin adaylığına öteden beri karşı olan Almanya’nın muhalefetini kaldırmada etkili oldu.
Avrupa Birliği bu dönem içerisinde bir yandan Doğu Avrupa ve Balkanlar’a genişleme çabalarını sürdürürken, diğer yandan da birliği derinleştirecek adımlar atıyor ve bu çerçevede ortak bir dış politika ve güvenlik politikası belirlemeye çalışıyor. Böylece dünya siyasetinde ekonomik gücüne uygun bir etkinlik kazanmanın ve ABD’nin bu alandaki etkinliğini dengelemenin yollarını aramaktadır. Burada Türkiye’nin özellikle AB’nin savunma gücünün operasyonel hale gelmesinde önemli bir katkısı olabilir. Çünkü AB ülkeleri hem dünya siyasetinde dış politika ve güvenlik alanlarında etkin olmak istiyor, hem de bu etkinliği sağlayacak askeri kapasitelerin oluşturulması için gereken kaynakları ayırmıyor. AB ülkelerinin bu konunda buldukları çözüm NATO imkanlarının kullanılmasına dayanıyor. Ancak Türkiye gibi NATO üyesi olup da AB üyesi olmayan ülkelerin bu imkanları kullandırırken karar alma mekanizmalarında nasıl rol alacakları konusu önemli bir sorun haline geldi ve bununla ilgili sıkıntılar ancak uzun görüşmeler sonucunda giderilebildi. Türkiye gibi bir ülkenin dünya siyasetinde etkin rol almak isteyen AB için oynayabileceği rol son Irak krizinde açıkça görüldü. Bu krizde ABD’nin tek taraflı politikalarından rahatsız olan AB ülkelerinin bir kısmı, Türkiye’nin topraklarında ABD muharip güçlerinin konuşlanmasına izin vermemesinden sonra Türkiye’ye daha fazla yakınlık gösterdi. Bu kriz aynı zamanda ortak bir dış politika geliştiremeyen ve bu politikayı uygulayacak operasyonel bir askeri güce sahip olmayan bir AB’nin ne kadar zor durumda kalabileceğini de ortaya çıkardı.
Kopenhag’da Aralık 2002’de yapılan Avrupa Birliği zirvesinde Türkiye ile üyelik müzakerelerinin başlanması için 2004 sonunda yapılacak değerlendirmeye göre karar verileceği belirtildi. Türkiye’nin adaylığı tescillenmiş olmakla beraber, Türkiye’nin muhtemel üyeliğine muhalefet eden bazı sesler duyulmuyor da değil. Koşulları yerine getirmiş bir Türkiye’yi üyeliğe kabul etme veya etmeme yönünde verilecek karar Avrupa çevreleri için de bir güvenilirlik testi olacak.
AB’nin bundan sonra alacağı şekil Türkiye ile ilgili verilecek kararda önemli rol oynayacak. Türkiye ile ilgili olarak verilecek kararda AB’nin bundan sonra alacağı şekil de önemli bir rol oynayacaktır. AB bünyesindeki anayasa,ortak dış politika ve savunma politikası gibi çabalar daha federal ve derin bir birliğe doğru bir yönelim ortaya koyarken, 2004 sonrasında üye sayısı 25’e ulaşınca birliğin işleyişi ile ilgili sorunların çıkıp çıkmayacağı merak konusu. Tüm bunlar göz önüne alındığında, 2004 sonunda AB’nin Türkiye ile ilgili olarak vereceği kararın sadece Türkiye’nin iç ve dış siyasetini ciddi şekilde etkilemekle kalmayacağı, aynı zamanda AB’nin bundan sonra alacağı şekil ve dünya siyasetinde oynayacağı role de tesir edeceği aşikâr. Önümüzdeki yakın dönem, Türkiye’nin ekonomik, siyasi ve sosyal yapısını ciddi derecede etkileyecek gelişmeleri yaşayacağımız bir dönem olacak gibi gözüküyor.

Paylaş Tavsiye Et