Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (November 2005) > Film
Film
The İmam
Yönetmen: İsmail Güneş
Senaryo: Ömer Lütfi Mete
Oyuncular: Eşref Ziya Terzi, Ahmet Yenilmez
Yapım: Türkiye, 2005, 110 dk.
Çocukluğunda komşu lisenin kızlarının ‘ölü yıkayıcı’ diye alay ettiği, İmam Hatipli bir bilgisayar mühendisi olan Emrullah Hacıoğlu, modern hayat ile ‘İmam Hatipli’ etiketi arasında arafta kalmış, kendine ve geçmişine yabancılaşmıştır. Çareyi İmam Hatipli kimliğini gizlemekte bulan Emrullah, işe ismindeki dinî çağrışımları yok etmekle başlar. O artık Emre Baykara’dır; seküler(!) bir ismi, uzun saçları ve Harley Davidson’ı vardır.
The İmam, lise arkadaşı 101 Mehmet’in işyerine gelmesiyle geçmişi bir anda deşifre olan Emre’nin yaşadığı iç hesaplaşmayı anlatıyor. Kanser olan ve tedavi için İstanbul’a gelen köy imamı Mehmet, Ramazan’da kendisinin yerine imamlık yapmasını isteyince Emre, yıllardır bastırdığı geçmişiyle yüzleşmek üzere motosikletiyle köyün yolunu tutuyor.
Kentte başlasa da, tipik bir köy filmi şeklinde ilerleyen film, imamların statükonun ve yobazlığın temsilcisi gibi gösterildiği Türk filmlerinden adeta intikam alan bir ‘kahraman imam’ figürü oluşturmuş. Köy filmlerinin dramatik yapısındaki, köyü aydınlatmaya çalışan solcu öğretmen ile yeniliklere karşı çıkan statükocu imam çatışması, The İmam’da yerini geleneksel-modern imam çatışmasına bırakıyor. Uzun saçlı ve motosikletli bir imamın köye gelişi, Yeşilçam’ın bildik kalıplarını kullanan filmde, kolay yoldan dramatik çelişki sağlamakta.
Hikayenin eksenini, İmam Hatiplilerin asıl sorun yaşadığı ‘kent’ten ‘köy’ ortamına kaydıran The İmam, elini taşın altına sokmaktan çekinerek en kritik yerde topu taca atıyor. Sorunu sadece psikolojik açıdan ele almayı denese de, aslında bunu bile hakkıyla yansıtamamış. Muppet Show kuklaları gibi aynı anda belirip kaybolan komşu lisenin alaycı kızları, karakter haline gelemeyen karikatürize tiplemeleri, aynı sahnelerin gereksiz tekrarları -peşinde çocuklarla her daim motosiklet üzerinde arzı endam eden Emre, Hacı Feyzullah’ın oğlunun ensesinde patlattığı tokatlar, yerli yersiz yapılan geriye dönüşler gibi- filmi sahicilikten ve derinlikten uzaklaştırmakta. “Motosiklet fetişizmi”nin yoğun biçimde hissedildiği filmde, Eşref Ziya’nın bir kahraman karizmasından yoksunluğu nedeniyle başrol adeta motosiklete verilmiş gibi duruyor.
Medyada ‘İmam Hatiplilerin sorunlarını anlattığı’ şeklinde lanse edilen filmin aslında pek de öyle bir kaygısı var gibi görünmüyor. Zira 28 Şubat süreci ile önüne ket vurulan İmam Hatiplilerin ‘ölü yıkayıcı’ diye alay edilmekten çok daha somut toplumsal problemleri var. ‘İmam Hatipliler de insandır, onlar da uzun saçlı olabilir, Harley Davidson’a binebilir’den başka bir mesajı olmadığı halde ‘İmam Hatiplilerin sorunlarını anlatan film’ olarak pazarlanıp Ramazan’da(!) vizyona sokulan The İmam, millî sinemada estetik düzeyin olmasa da pazarlama tekniklerinin oldukça geliştiğinin göstergesi. Trajik olan ise, böyle bir filmde küçük de olsa kendilerine yer bulabildikleri için tatmin olabilecek denli ‘dışarıda bırakılmış’ insanlar. / Hilal Turan

Tavsiye Et
Vaat Edilen Cennet / Paradise Now
Yönetmen: Hany Ebu-Assad
Oyuncular: Ali Süleyman, Kais Nashef
Yapım: Fransa/Almanya/Hollanda/Filistin, 2005, 90 dk.
Film, bir intihar saldırısı gerçekleştirmek üzere seçilen Filistinli iki çocukluk arkadaşının hikayesini anlatır. Hayatı işgal altında tanımış iki Filistinli genç, ölümün, sürekli aşağılandıkları bir hayattan daha iyi olduğunu düşünmektedir. İntihar eylemlerinin arkasındaki psikolojik durumu mercek altına alan film, farklı düşüncedeki karakterlerin diyaloglarıyla da intihar saldırılarının gerekliliğini sorgular. Gençlerin aileleriyle vedalaştıkları video kaydı yapılırken kola içecek kadar sevimsiz yansıtılan örgüt yöneticilerinin karşısına, eylemlerin anlamsız olduğunu düşünen Avrupa’da eğitim görmüş(!) eski bir militan kızının kolaylıkla özdeşleşebileceğimiz hümanist duruşunu koyan filmin, tarafsız olmaya çalışan taraflı bir film olduğunu söylemek mümkün. / Hilal Turan

Tavsiye Et
Kalküta’nın Çocukları / Born Into Brothels
Yönetmen-Senaryo: Zana Briski, Ross Kauffman
Yapım: Hindistan/ABD, 2004, 85 dk.
New Yorklu fotoğraf sanatçısı Zana Briski, 1988 yılında Kalkütalı hayat kadınlarının fotoğraflarını çekmeye başladığında, bu kadınların çocuklarının kendilerinden daha kötü şartlarda olduğunu fark eder. Kalküta’nın çocukları, aileleri tarafından korkutulan, çalıştırılan, baskı altında tutulan ve en kötüsü anneleri ile aynı kaderi paylaşmaya itilen çocuklardır. Briski, kendilerinden ‘bedence’ büyük hayatlara sahip bu çocuklara, kendilerini anlatmaları için birer fotoğraf makinesi verir. Basit makinelerle ve tüm kaygılardan uzak çekilen fotoğraflar, yaşanan güzelliklerin ve çirkinliklerin çocuk gözüyle dolaysız bir ifadesidir. Kendi portreleri, sokak manzaraları, başka çocukların görüntüleri ve aileleri… Şüphesiz onlar için fotoğraf çekmek hem en güzel oyunlardan bir tanesi, hem de ruhsal durumlarının anlaşılır bir gösterimi gibidir. Oyunu dışarıdan izleyenler için ise, fotoğraflara bakmak farkındalık duygusunun ötesinde çarpıcı ve hissiyatlı bir göndermeye sahiptir.
2004 ABD Los Angeles Film Eleştirmenleri Birliği ve 2004 ABD Ulusal Eleştiri Kurulu’ndan En İyi Belgesel ödüllerini alan Kalküta’nın Çocukları, Briski ve Ross Kauffman’nın ortak çalışması. Briski ve Kauffman, Kalkütalı çocukları anlatırken bir gerçeğin abartılı biçimde gözler önüne serilmesine değil, aksine gerçek yaşamların eziciliğine ve bambaşka bir kültüre dikkat çekiyor. Profesyonel bir fotoğrafçı olan Briski, dünyanın en umutsuz yerlerinde yaşamak zorunda olan çocuklara fotoğraf dersleri veriyor. Bazen hissettiklerini, bazen kendilerini, bazen içinde yaşadıkları hayatı farkında olmadan belgeleyen çocuklar çok çarpıcı ve sanatsal fotoğraflar çekmiş olamasalar da, politik kareler yakalayabiliyorlar. Briski ise, tanımlanması güç hayatların içinde sürüklenen ve hiçbir seçim hakkı tanınmadan önlerine konulanı yaşamak zorunda bırakılan bu çocuklara, çektikleri fotoğraflar sayesinde ümidin gerçekliğini yakalatıyor. Genelevlerde doğan ve gelecekleri buraya mahkum olan çocuklar, bir oyun olarak başladıkları fotoğrafçılık sayesinde alternatif bir hayata sahip oluyorlar ve okullara yazdırılıyorlar. Böylece yaşadıkları fiziksel ve ruhsal çirkinliklerin dışına çıkıyorlar. Çekilen fotoğraflar uzak diyarlardan Amerika’ya ulaştığında ise film başka bir boyut kazanıyor ve Briski’nin çabası hayatın gerçeklerine tosluyor. Çocukların kendi yaşam alanlarından Amerika yollarına uzanma çabaları, engellerle karşılaşıyor. Briski, karşısına çıkan engelleri ve bu engellerin ne kadarını çözebildiğini de belgeseline ekliyor. Kalküta’nın Çocukları, az sanatsal ama çok gerçekçi yanıyla hayatın sınırlarını, eziciliğini ve zulmünü hafife almadan sihirli bir değnek misali ümit vaat etmeyi başarıyor. / Esra Bulut

Tavsiye Et