Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (March 2006) > Müzik
Müzik
Hacı Arif Bey
Can Ceylan
İstanbul: İBB Kültür Müdürlüğü, 2005
İstanbul’da dünyaya gelen Hacı Ârif Bey (1831-1885), henüz küçük yaşlarındayken sesinin güzelliğiyle adını duyurdu. İlk olarak Zekâi Dede’nin yakın alâkasına mazhar olan Ârif Bey, daha sonra yine Zekâi Dede tarafından bestekâr Eyyubî Mehmed Bey’le tanıştırıldı ve ilk musiki zevkini ve bilgisini Mehmed Bey’den tahsil etti. Musikiye olan kabiliyeti, Dede Efendi tarafından da takdir edildi. Çok geçmeden sesinin güzelliğini haber alan Sultan Abdülmecid Han, onu Muzika-yı Hümayun’a aldırdı. Saray’daki musiki hocası olan bestekâr Haşim Bey’den çok istifade etti ve ondan yüzlerce eser meşk etti. Hatta okuyuş üslûbunu da Haşim Bey’den aldığı rivayet edilir.
Abdülmecid Han, Ârif Bey’e büyük iltifat gösterdi ve onu kurenalık rütbesine kadar yükseltti, dördüncü Mecidî nişanıyla ödüllendirdi. Ârif Bey, Osmanlı sarayının haremindeki cariyelerin musiki hocalığı görevini de yürütüyordu ki, bu görev dolayısıyla farklı zaman dilimlerinde Çeşmidilber, Zülfinigâr ve Nigârnik Hanımlarla üç evlilik yaptı. İlk hanımıyla boşandı, ikincisini bir hastalık sonucu kaybetti, üçüncüsüyle ömrünün sonuna kadar evli kaldı. Her evlilikte saraydan ayrılmasına rağmen çeşitli vesilelerle geri döndü. Şöhretinin zirvesinde olduğu bu senelerde İstanbul’un musiki çevrelerinde, konaklarda, özel meşkhanelerde yapılan musiki toplantılarında en çok aranan sanatkârdı. Abdülaziz Han’ın ölümünden sonra bahtı pek yaver gitmedi ve Muzika-yı Hümayun’daki işini kaybetti, maişet derdi içerisinde zor yıllar geçirdi. Osmanlı-Rus Savaşı’na denk gelen bu yılların ardından, sarayda Ârif Bey’in eksikliği yeniden hissedilmeye başlandı. Ârif Bey’in içinde bulunduğu sıkıntılı durum Abdülhamid Han’a iletildi ve padişahın davetiyle bestekâr yeniden sarayda görevlendirildi. Böylelikle Muzika-yı Hümayun’da dördüncü kez vazife alan Ârif Bey, ölünceye kadar buradaki derslerine devam etti.
Türk musikisinin en büyük bestekârlarından biri olan Hacı Ârif Bey, klasik dönem bestekârlarının pek kullanmadıkları şarkı formuna yepyeni bir kimlik kazandırmış ve kendisinden sonra “şarkı”, bestekârların en çok işledikleri form olmuştur. Nitekim bu formun kesin kurallara bağlanması da ilk kez Ârif Bey’in eserleriyle gerçekleşebilmiştir. Şarkılarında beste ile güftenin tam bir bütünlük içinde olduğu gözlenen Ârif Bey’in bine yakın eser bestelediği söylense de sadece 337 parçası notalarıyla günümüze ulaşabilmiştir. Bunun 327’si şarkı, on tanesi öteki formlardaki eserlerdir. Ölümünün 120. Yılında Hacı Ârif Bey adlı bu eser, bestekârın hayatı ve eserleri hakkında genel bilgilerin yanı sıra, eserlerinin notalarını ve notası bulunamayan bazı eserlerinin de güftelerini içeriyor. / Cihat Arınç

Tavsiye Et
Ruhnüvaz: Ruha Dokunmak
Mehmet Refik Kaya
Yapım: Kalan Müzik, 2005
Müzik tarihi içerisindeki kökleri ve gelişim süreci hakkında kesin bilgilerden yoksun olduğumuz “rebab”, Orta Doğu, Asya ve Kuzey Afrika gibi bölgelerde mızrapla yahut yayla çalınan bir saz olup, Türk müzik geleneği içerisinde Selçuklu’da ve Osmanlı’da yüzyıllar boyunca kullanılan tek yaylı çalgıdır. Sonraki dönemlerde “keman”ın ortaya çıkışıyla ne yazık ki Türk müziğindeki otantik yerini kaybetmiştir. Rebabî Mehmet Refik Kaya, albümüne yazdığı önsözde, bu durumu Tanzimat’ın getirdiği Batılılaşma hareketlerinin etkisiyle, geniş ‘entervalli’ eserler besteleme arzusundaki Türk bestekârların Batı çalgılarına yönelmesi ve Türk sazlarının teknik yönden geliştirilip zamana uyarlanacağı yerde, kolaycılığa kaçılıp bir bir terk edilmesi şeklinde açıklıyor.
Türk sazlarının teknik yönden geliştirilip zamana uyarlanması gerektiği şeklindeki bu temel iddiasını sadece gönülleri ferahlatan edebî nitelikte bir “temenni” olmakla bırakmayan Kaya, hazırladığı Dünden Bugüne Rebab ve Yeniden Ele Alınması (1998) başlıklı sanatta yeterlilik tezi ile iddiasının teorik çerçevesini kurmuştu. Bu albümde ise, iddiasını bir nevi tatbik ederek kendi deyişiyle “uzun süren araştırma ve atölye çalışmaları sonunda çalgının ana karakterini ve morfolojisini değiştirmeden ‘gelişmesini’ gerçekleştirmeye” çalışıyor.
İstanbul Tarihî Türk Müziği Topluluğu sanatkârlarından olan Kaya, icracılıkla yetinmeyerek akademik çalışmalarını da devam ettiren iyi bir müzisyen. Ruhnüvaz: Ruha Dokunmak, değişik kültürlerin müzik tarihi içerisindeki gelişmesi hakkında önümüze geniş bir harita açan ve farklı zaman dilimlerinde farklı kültür coğrafyalarında üretilmiş çeşitli eserlerin, sanılanın aksine birbirinden uçurumlarla ayrılmadığını ve aynı duyguları, birbiriyle ahenkli şekilde dinlenilebilecek melodilerle dile getirdiğini gösteren çok değerli ve ciddî bir iddia taşıyan bir çalışma. Kanaatimce Refik Kaya’yı sıradan bir icracı olmaktan kurtarıp bir “sanatkâr” yapan, ve bu albümü de sıradan bir “icra kaydı” olmaktan kurtarıp başlı başına bir “eser” hâline getiren, kuşkusuz ki esaslı bir iddiaya sahip olması.
Albüm, araştırma safhasındaki titiz ve ayrıntıları dikkate alan yaklaşımının yanı sıra bize genel resmi doğru görebilmekte de hayli yardımcı olan dengeli bir kurguya sahip. Bununla birlikte, salt arkeolojik bir çalışma olmanın ötesine geçmeyi başararak, söz konusu eserleri şimdi, burada, bambaşka şartlar altında, yeniden dinleyen kişide sanki yepyeni bir ses işitiyormuş izlenimini uyandırabilecek kadar da “taze”…
Avusturyalı bestekâr Franz Schubert’in “Strandchen”iyle Ali Ufkî’nin “Nişabur Efrenci”ni ya da İspanyol bestekâr Gaspar Sanz’ın “Espanoleta”sıyla Nedim Ağa’nın “Sultaniyegâh Saz Semaisi”ni bağlı dinlemek mi? Yahut İngiliz bestekâr John Dowland’in “Orlando Sleepth”inden Kantemiroğlu’nun “Pençgâh Saz Semaisi”ne geçmek mi? İtiraf etmeliyim ki, bu albüm son iki yıl içerisinde dinlediğim onlarca nitelikli albüm içerisinde “en iyi”si… / Cihat Arınç

Tavsiye Et
Sarband: Danse Gothique
Erik Satie ve Guillaume de Machaut
Yapım: JARO Medien GmbH, Bremen, 2000
Vladimir Ivanoff tarafından 1986’da kurulan Ensemble Sarband, arkeolojik çalışmalarıyla Avrupa müziği ile İslâm ve Yahudi müzik kültürleri arasındaki bağlantıları keşfetmeye ve ürettiği albümlerle de bu bağlantıları göstermeye çalışan bir müzik topluluğu. Sarband’ın bu albümü iki Fransız bestekârın eserlerine ayrılmış. Erik Satie (1866–1925) mistik dindarlık, bâtınîlik, Gregoryen dinî musikisi, Gotik sanat, azizlerin hayatı, vb. konularla yakından ilgilenen bestekâr ve piyanist, Guillaume de Machaut (1300–1377) ise büyük bir seyyah, devlet adamı, asker ve rahip olan bir bestekâr. İlk bakışta yaşadığı dönemler ve hayatları birbirine çok zıt görünen bu iki şahsiyet arasında eserleri bakımından birtakım benzerlikler var. Albümdeki melodiler, daima “karanlık” diye nitelenen ortaçağın gözardı edilen mistik dünyasının “ışıltılarını” içinde barındırıyor. / Cihat Arınç

Tavsiye Et