Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (January 2007) > Dünya Siyaset > Irak’ta saflar değişiyor mu?
Dünya Siyaset
Irak’ta saflar değişiyor mu?
Hasan Basri Yalçın

2003 MART’INDA Amerika, tüm uluslararası tepkilere rağmen, kitle imha silahları bulundurmak ve terörist örgütlere yataklık etmekle suçladığı Saddam yönetiminden Irak halkını kurtararak demokratikleştirme iddiasıyla Irak’ı işgal etmişti. Amerika, Irak’ta üç yıl aradan sonra tüm prestijini yitirmiş ve bataklığa saplanmış halde yapayalnız buldu kendini. Kitle imha silahlarının bulunamadığı Irak’ta işgalin bilançosu korkunçtu: 650 bin ölü. Terörist örgütlerin kökünü kurutmak yerine, işgalle onlara yeni hareket alanları sağlanmış oldu. “Demokratik Irak” bütün bölgede istikrarsızlığı ve kaosu tetikledi; Amerika’ya düşmanlığı artırdı. Roma İmparatorluğu’ndan bu yana tarihin en meydan okunamaz gücü olarak gösterilen ABD, 26 milyon nüfuslu Irak’ta ne yapacağını bilemez hale geldi.
İçine düşülen durumu Amerikan Başkanı da sonunda anlamış olmalı ki, baba Bush’un dışişleri bakanı James Baker ve ekibinden Irak konusunda kapsamlı bir rapor hazırlaması talebinde bulundu. Irak Çalışma Grubu tarafından Cumhuriyetçi James Baker ve Demokrat Lee Hamilton eş-başkanlığında hazırlanan ve uzun süredir merakla beklenen Baker-Hamilton Raporu 6 Aralık’ta açıklandı. Kabaca iki kısımdan oluşan raporun birinci kısmında Irak’ın halihazırdaki durumu değerlendiriliyor; ikinci kısmında ise, Irak’ta istikrarın yeniden nasıl sağlanacağı ve en uygun çekilme stratejisinin ne olacağına dair 79 maddelik öneriler paketi sunuluyor.
İlk kısımda Irak’ın içinde bulunduğu durum kısaca şöyle tanımlanıyor: “Bunca çabaya rağmen, Irak’ta istikrar uzak görünüyor ve durum gittikçe de kötüleşiyor. Iraklılar kendi gelecekleri için sorumluluk üstlenmeleri gerektiğine ikna olmuş durumda değiller. Irak’ın komşuları ve uluslararası toplum da, Irak’ı desteklemede yapıcı ve aktif bir rol oynama hususunda ikna olmuş değil. ABD’nin sonuçları şekillendirme kabiliyeti gün geçtikçe azalıyor. Zaman hızla geçiyor.” Bu değerlendirmenin ardından, sürecin böyle devam etmesinin, kaosun daha da artması ve bölge ülkelerine sıçramasına, terörist faaliyetlerin artmasına, ABD’nin prestij kaybına ve ABD iç politikasında kutuplaşmaya neden olacağına dikkat çekiliyor.
Raporda öne çıkan iki nokta; bölge ülkeleriyle işbirliğinin artırılması bağlamında özellikle İran ve Suriye’ye yönelik geliştirilen strateji ve Filistin-İsrail sorununa ilişkin öneriler. İstikrarsızlaşmış bir Irak’ın sadece kendisi ve ABD için değil, bölge ülkeleri ve hatta tüm dünya için de bir tehdit olduğunun altı çiziliyor. Dolayısıyla bu tehditle mücadelede herkesin sorumlu olduğu fikrinden hareketle, daha önce “şer ekseni” içerisinde sayılan ve Irak’tan sonra muhtemel hedefler arasında zikredilen İran ve Suriye, raporda istikrarı geri getirmek amacıyla ileride ABD’nin işbirliğine gitmesi muhtemel ülkelerin en başında zikrediliyor. Bu durum, Amerika’nın Irak’ta en sonunda hangi noktaya geldiğini göstermesi açısından oldukça ilginç. Irak-Vietnam benzetmeleri raporu hazırlayanların zihninde de yer etmiş olsa gerek; zira Irak’tan çekilmek için İran ve Suriye’yle ilişkiye geçme önerisi, Kissenger’ın Vietnam’ı kaybederken Çin’i kazanmak olarak tanımladığı stratejinin bir benzeri.
Diğer taraftan rapor, Irak meselesinin çözümünde yalnızca Irak eksenli bir politika izlemenin yetersiz olduğunu, Ortadoğu meselesinin bir bütün halinde ele alınması gerektiğini kabul etmesi açısından önemli. Uzun zamandır özellikle realist uluslararası ilişkiler uzmanları tarafından dillendirilen Amerika’nın Ortadoğu’daki imajını düzeltmeden yeni açılımlar ortaya koyamayacağı, imajını düzeltmesinin en temel yolunun da Filistin-İsrail sorununa anlamlı bir çözüm geliştirmek olduğu yönündeki iddialar ses getirmiş gibi görünüyor. Zira Bush yönetiminin daha evvelki Ortadoğu stratejisinin önce Irak, sonra Filistin olduğu biliniyor. Irak Çalışma Grubu’nun raporunda ise eşgüdümlü bir çözüm öneriliyor. Bu çerçevede, Filistin-İsrail meselesine iki devletli çözüm, Golan Tepeleri’nin Suriye’ye bırakılması ve hepsinden önemlisi ilk kez Filistinli mültecilerin geri dönüş hakları için adımlar atılması yönünde tavsiyeler veriliyor. Özellikle mülteciler meselesi İsrail basınında ve hükümetinde ciddi tepkilere yol açtı. Ancak diğer yandan Mahmud Abbas yönetiminin hararetle desteklenmesi ve Suriye üzerinden Hamas’ın baskı altına alınması tavsiyeleri, demokrasi havarisi ABD’nin Hamas’ın demokratik yollardan seçilmesini görmezden gelme hususundaki ısrarını ortaya koyuyor. Demokratikleştirme söylemiyle çıkılan yolda demokrasiye tahammül gösterememek, ABD’nin Ortadoğu’daki imajını düzeltmekten ziyade daha da bozacaktır.
Raporun Türkiye ile ilgili kısmında ise, Türkiye’nin Kuzey Irak’a yönelik endişeleri dile getiriliyor. Kerkük’ün statüsünün Irak Anayasası’nda öngörüldüğü üzere 2007 yılında yapılacak referandumla belirlenmesinin ertelenmesi önerisi, Kuzey Iraklı Kürtlerin pek de hoşuna gidecek bir gelişme değil. Yine raporda tam da Türk dışişlerinin kullandığı cümlelerle Irak’ın toprak bütünlüğü ve merkezî yönetimin güçlendirilmesi üzerine sık sık vurgular yapılıyor. Bu vurgular şimdiye kadar geleceklerini ABD’ye endeksleyen Kürtler için tehlike çanlarının yeniden çaldığı anlamına geliyor. Raporun yayımlanmasının ardından Kürtlerin, ABD için yaptıkları fedakarlıkları ve bunların bir karşılığı olması gerektiğini ön plana çıkarmaları, bu endişelerin bir ürünü olsa gerek.
Eğer bu rapor uygulanma imkanı bulursa ironik bir durum ortaya çıkacak. Zira aktörlerin savaş esnasında ABD’ye olan yakınlıklarıyla bundan sonra görecekleri teveccüh arasında büyük bir tezat olacak. Bu bağlamda, son dönemde daha sık dillendirilen, daimi stratejik müttefiki İsrail’in ABD’ye artık bir yük olmaya başladığı yönündeki fikirlerin bu rapora da yansıması, İsrail liderlerini çileden çıkarmışa benziyor. Yine savaş esnasında Irak içinde ABD’yi en çok destekleyen grup olan Kürtlerin talepleri de görmezden geliniyor. Buna karşın, ABD’nin iki düşmanı Suriye ve İran’la işbirliğine yönelik arayışların yanı sıra, 1 Mart tezkeresinden sonra ilişkilerinin gerginleştiği Türkiye’nin Irak’a ilişkin beklentileri de raporda yer buluyor. ABD’nin yakın ortağı olduğu düşünülen aktörleri çok kısa sürede devre dışı bırakıyor olması, muhakkak ki, safına çekmeyi planladığı aktörler tarafından da not ediliyordur.
Tavsiyelerin bir bütün halinde uygulanmasına yönelik kuvvetli vurgunun Bush yönetiminde nasıl bir tepki doğuracağı ve Bush’un Ocak 2007’de yapması beklenen açıklamalara ne şekilde yansıyacağı merak konusu.


Paylaş Tavsiye Et
Yazara ait diğer yazılar