Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (January 2007) > Söyleşiyorum > ALİ BARDAKOĞLU*: “21. yüzyılın Diyaneti olmalıyız”
Söyleşiyorum
ALİ BARDAKOĞLU*: “21. yüzyılın Diyaneti olmalıyız”
*Diyanet İşleri Başkanı
Söyleşi: Neşe VONA
Zihnî arka planı Aydınlanmanın temel önermelerine dayanan modernleşme süreci, Türkiye’nin kendi iç dinamiklerinden kaynaklanan sebeplerle Batı’dan çok daha farklı bir şekilde tezahür etmiştir. Bu sürecin en yoğun biçimde yaşandığı dönem, Osmanlı mirası üzerine kurulan Cumhuriyet dönemi olmuştur. Cumhuriyet idaresinin, laik sistem anlayışından hareketle gerçekleştirdiği en büyük kurumsal değişimlerden biri, Osmanlı siyasal sistemi içinde önemli bir yer tutan Şeyhülislamlık makamını kaldırmasıdır. Bundan doğan boşluk, laik devlet sisteminin denetimi altındaki Diyanet İşleri Başkanlığı kurularak doldurulmuş ise de, 1924 yılında, esas itibariyle din hizmetleri ile din eğitimi vermek üzere kurulan bu kurumun sistem içindeki varlığının meşruiyeti birbirinden çok farklı kesimlerce zaman zaman tartışmaya konu olmaktadır. Bu tartışmalar da daha ziyade kurumun kamu hizmeti verip vermediği, toplumda dinî hizmetlerin sivil örgütlere ve cemaatlere bırakılmasının imkân ve sorunları gibi pek çok mesele üzerinden yapılmaktadır.
Üzerinde çokça konuşulan bu kurumun 2003 yılından beri başkanlığını yürütmekte olan Prof. Dr. Ali Bardakoğlu ile, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın işlevinden, bu kuruma yöneltilen eleştirilere kadar pek çok konuyu içeren samimi söyleşimizin Danıştay saldırısı ile eş zamanlılığı, söyleşinin önemini bir kat daha arttırdı.
İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü ve İstanbul Hukuk Fakültesi mezunu olan Bardakoğlu, Kayseri Yüksek İslam Enstitüsü’nde doktorasını tamamladı (1982). 1986 yılında doçent; 1993 yılında da Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde İslam Hukuku profesörü oldu. Marmara İMYO Müdür Yardımcılığı ile Dekan Yardımcılığı görevlerinde de bulundu. Ulusal ve uluslararası çok sayıda sempozyuma tebliğci ve müzakereci olarak katılan Bardakoğlu, İslâm hukuku alanında 60’tan fazla çalışmaya imza attı. TDV İslam Ansiklopedisi’nin yazarlarından olan Bardakoğlu, 2003 tarihinden bu yana Diyanet İşleri Başkanlığı görevini sürdürüyor.
 
Bir ko­nuş­ma­nız­da, Di­ya­net’in top­lu­mun ge­liş­me­sin­de en önem­li üst de­ğer ola­rak di­ni gör­dü­ğü­nü ifa­de edi­yor­su­nuz. Mev­cut kon­jonk­tür içe­ri­sin­de Di­ya­net bün­ye­sin­de ve­ri­len din eği­ti­mi­ni top­lum için ye­ter­li bu­lu­yor mu­su­nuz?
Biz, din eği­ti­mi de­yin­ce iki şe­yi kas­te­di­yo­ruz: Bi­ri, hal­kı­mı­zın di­nî ko­nu­lar­da ay­dın­la­tıl­ma­sı, eği­til­me­si; di­ğe­ri ise, bu eği­ti­mi ve­re­cek per­so­ne­li­mi­zin eği­til­me­si. Biz ta­bir ye­rin­de ise, 80 bin ki­şi­lik bü­yük bir üni­ver­si­te ola­rak da gö­rü­yo­ruz ken­di­mi­zi. Bil­gi­len­me ve bil­gi bir sü­reç­tir; onun son nok­ta­sı ol­maz. Kur’an-ı Ke­rim bi­ze her bi­le­nin üze­rin­de baş­ka bir bi­le­nin ol­du­ğu­nu ha­ber ve­rir. Bil­gi de­rin­leş­tik­çe in­san, ne ka­dar az şey bil­di­ği­ni fark eder. Böy­le ol­du­ğu için de bü­tün din gö­rev­li­le­ri­mi­ze bil­gi­nin ve bil­gi­len­me­nin bir sü­reç ol­du­ğu­nu, in­sa­nın sü­rek­li ken­di­ni ye­ni­le­me­si, dün­ya­da olup bi­te­ni iz­le­me­si ge­rek­ti­ği­ni an­la­tı­yo­ruz. Bu an­lam­da her yıl hac­ca gön­de­ri­le­cek gö­rev­li­le­ri sı­na­va tâ­bi tu­tu­yo­ruz. Din gö­rev­li­le­ri­mi­zi bir ba­kı­ma bil­gi ya­rı­şı­na sok­tuk di­ye­bi­li­rim. On­la­ra di­nî alan­da bil­gi­nin, ras­yo­nel dü­şün­ce­nin, eleş­ti­rel ba­kı­şın ve bil­gi­yi ta­ze­le­me­nin ge­rek­li­li­ği­ni an­la­tı­yo­ruz. Onun için din gö­rev­li­le­ri­nin eği­ti­mi fev­ka­la­de önem­li­dir. An­cak bu­ra­da işi­miz zor­la­şı­yor. Zi­ra eği­ten in­sa­nın, eği­ti­me ih­ti­yaç duy­ma­sı çok zor bir eşik. Çün­kü 300-500 ki­şi­nin ar­ka­sın­dan “ho­cam, ho­cam” de­di­ği, pe­şin­de na­maz kı­lı­nan bir ki­şi­nin o bil­gi aç­lı­ğı­nı ve di­nî bil­gi­si­ni ye­ni­le­me ih­ti­ya­cı­nı his­set­me­si çok zor. Ön­ce­lik­le din gö­rev­li­le­ri­mi­zin bu bil­gi aç­lı­ğı­nı his­set­me­si ge­re­kir. Bu se­bep­le biz, 16 ta­ne eği­tim mer­ke­zi­mi­zin müf­re­dat­la­rı­nı, pe­da­go­jik il­ke­le­re uy­gun şe­kil­de ders ki­tap­la­rı­nı ve eği­tim pren­sip­le­ri­ni bö­lüm bö­lüm, üni­te üni­te ye­ni­le­dik; da­ha çok oku­ma­ya ve tar­tış­ma­ya sevk et­tik. Bu­nun ya­nın­da ye­ni gö­re­ve baş­la­yan­la­ra mes­le­ğe ha­zır­lık eği­ti­mi, gö­re­ve de­vam eden­le­re ise, bil­gi­le­ri­ni göz­den ge­çir­me eği­ti­mi ve­ri­yo­ruz. Me­se­la ce­za­evin­de mah­kum­la­ra din hiz­me­ti­nin na­sıl ve­ril­me­si ge­rek­ti­ğin­den, ka­dın­la­ra ve genç­le­re yö­ne­lik di­nî ir­şat fa­ali­ye­ti­nin na­sıl ol­ma­sı ge­rek­ti­ği­ne ka­dar pek çok ko­nu­da eği­tim ver­me­ye ça­lı­şı­yo­ruz.
İkin­ci eği­tim ala­nı da, hal­kı­mı­zın di­nî ko­nu­lar­da yay­gın şe­kil­de ay­dın­la­tıl­ma­sı ve eği­til­me­si­dir. Ta­bii bu­nun önem­li bir kıs­mı­nı ca­mi içi hiz­met­ler­le ya­pı­yo­ruz. Ba­kı­nız geç­ti­ği­miz gün­ler­de Tür­ki­ye ge­ne­lin­de bü­tün in­san­la­rı ku­cak­la­yan bir Kut­lu Do­ğum Haf­ta­sı ya­şa­dık. İs­te­dik ki, Pey­gam­ber Efen­di­miz’in sev­gi­si­nin an­la­tıl­dı­ğı bu fa­ali­yet­ler, Di­ya­net’in ön­cü­lü­ğün­de ve dev­le­tin şem­si­ye­si al­tın­da ku­şa­tı­cı bir şe­kil­de ol­sun. İn­san­lar bu­nu fır­sat bi­le­rek, ide­olo­jik, si­ya­sî ve­ya ör­güt­sel ka­zanç sağ­la­ma yo­lu­na git­me­sin­ler. Ufak te­fek prob­lem­ler ol­sa da, geç­ti­ği­miz yı­la gö­re ol­duk­ça iyi geç­ti. Yi­ne ül­ke ge­ne­lin­de pa­nel­ler dü­zen­li­yor, bel­li ko­nu­la­rı gün­de­me ta­şı­yor, hal­kı­mı­zı bil­gi­len­di­ri­yo­ruz. Ba­sın açık­la­ma­la­rı bi­le top­lu­mu bil­gi­len­dir­me­nin bir par­ça­sı as­lın­da.
 
Di­ya­net bün­ye­sin­de­ki ka­dın ele­man sa­yı­sı art­tı­rı­lı­yor. Git­tik­çe ar­tan sa­yı­da cid­di do­na­nım­la­ra sa­hip ka­dın va­ize­le­rin Di­ya­net kad­ro­su­na dâ­hil edi­liş se­bep­le­ri ne­ler?
Ka­dın hak­la­rı as­lın­da Tür­ki­ye’nin çok önem ver­me­si ge­re­ken bir ko­nu. Bu, sa­de­ce top­lum­sal du­yar­lı­lık ve med­ya­nın il­gi­si ne­de­niy­le de­ğil, bu du­ru­mun iyi­leş­ti­ril­me­si biz­zat di­nî du­yar­lı­lık ala­nı­na dâhil bir me­se­le ol­du­ğu için ele alın­ma­lı­dır. Geç­ti­ği­miz iki yıl içe­ri­sin­de ka­dın ör­güt­le­ri ile epey top­lan­tı yap­tık. “Po­zi­tif ay­rım­cı­lık ya­pı­yo­ruz, ya­pa­ca­ğız” de­dik, di­yo­ruz. Ba­kı­nız is­ta­tis­ti­kî ve­ri­le­re gö­re nü­fu­su­mu­zun %50’den bi­raz faz­la­sı ka­dın­lar­dan olu­şu­yor. On­la­rın eği­ti­mi, on­la­rın bu top­lum­sal ge­liş­me­ye ve bü­tün­leş­me­ye ka­tıl­ma­la­rı, ken­di­le­ri­ni top­lum­da işe ya­rar ola­rak gör­me­le­ri, ken­di­le­ri ve ai­le­le­ri ile ba­rı­şık ol­ma­la­rı çok önem­li. Onun için de ka­dın va­ize­le­ri­mi­ze da­ha bü­yük gö­rev dü­şü­yor. İm­kân­la­rı­mı­zı, ye­ni al­dı­ğı­mız kad­ro­la­rı ba­yan­la­ra tah­sis edi­yo­ruz. Me­se­la va­iz­lik kad­ro­su­nu alıp, ba­yan­la­ra tah­sis et­tik. Yi­ne on­la­rı Kur’an Kur­su öğ­re­ti­ci­li­ği­ne yön­len­dir­dik. Şu ana ka­dar 7 ili­mi­ze müf­tü yar­dım­cı­sı ba­yan ata­dık; ata­ma­ya de­vam edi­yo­ruz. Her bü­yük ili­miz­de bir ba­yan müf­tü yar­dım­cı­sı­nın bu­lun­ma­sı he­def­le­ri­miz­den bir ta­ne­si. Ka­dın­la­rın so­run­la­rı ile il­gi­le­ne­cek, Kur’an Kur­su öğ­re­ti­ci­le­ri ya da va­ize­le­rin eği­tim­le­ri ile il­gi­le­ne­cek, ka­dın so­run­la­rı­nı di­nî du­yar­lı­lık ola­rak ele ala­cak ve bu ko­nu­da­ki bi­lin­ci ge­liş­ti­re­cek ba­yan müf­tü yar­dım­cı­la­rı­na ih­ti­ya­cı­mız var.
 
Pe­ki, Di­ya­net’te­ki bu zih­ni­yet de­ği­şi­min­de AB sü­re­ci­nin et­ki­si var mı?
Hayır, din, AB yok iken de var­dı. Pey­gam­be­ri­mi­zin ka­dın­lar­la il­gi­li öğüt­le­ri 14 asır ön­ce var­dı; bu­gün or­ta­ya çık­mış de­ğil. Ama biz, bu top­lu­mun ge­le­nek ve tö­re­sin­den, coğ­raf­ya ve kül­tü­rün­den ge­len ka­dın-er­kek iliş­ki­le­rin­de­ki ay­rış­ma­la­rı ve ön­yar­gı­la­rı ko­ru­du­ğu­muz ve bu­nu di­nî ar­gü­man­lar­la ade­ta onay­la­dı­ğı­mız ya da onay­lat­tı­ğı­mız için bu de­ği­şik­li­ği ye­ni bir ko­nu gi­bi al­gı­la­ma­ya baş­la­dık. Oy­sa bu hu­sus İslâm bil­gin­le­ri­nin ön­ce­den be­ri çok önem ver­di­ği bir ko­nu­dur. Hat­ta 14 asır­lık ta­ri­hî ge­le­ne­ği­miz­de, ka­dın hak­la­rı ile il­gi­li müs­ta­kil eser­ler ya­zıl­mış; Hz. Pey­gam­ber’in ha­dis­le­ri bu­gün söy­len­miş gi­bi­dir. Şu bir ger­çek, di­nî me­sa­jı çok iyi al­gı­la­ya­bil­mek için zih­ni­mi­zin ona açık ol­ma­sı ve o ge­le­ne­ğin, o yan­lış bil­gi­len­me­nin onu en­gel­le­me­me­si, göl­ge­le­me­me­si la­zım. Bu­nun AB sü­re­ci ile il­gi­si yok. Bu ara­da ta­bii ki ka­dın hak­la­rı ko­nu­sun­da­ki du­yar­lı­lı­ğı­mı­zı Av­ru­pa’da­ki din hiz­met­le­ri­miz­de de de­vam et­ti­ri­yo­ruz. Ora­da bin­den faz­la din gö­rev­li­miz var ve on­lar in­san­la­rı dün­ya va­tan­daş­lı­ğı­nın ge­rek­le­ri­ne uy­gun dav­ran­ma­ya ça­ğı­rı­yor; ka­dın hak­la­rı ko­nu­su­na vur­gu ya­pı­yor. Bu İslâm’ın yan­lış an­la­şıl­ma­sı­nı ön­le­yi­ci bir adım da ay­nı za­man­da. AB’ye üye­lik Di­ya­net’in ko­nu­su de­ğil; bi­zim ta­ma­men dı­şı­mız­da bir ko­nu. Ama AB’ye üye ül­ke­ler ile iliş­ki­le­ri­mi­zi kas­te­di­yor­sa­nız, Di­ya­net ola­rak biz 30 yıl­dır Av­ru­pa’nın içe­ri­sin­de­yiz ve bin­den faz­la din gö­rev­li­miz­le Av­ru­pa’da­ki in­sa­nı­mı­za din hiz­me­ti gö­tü­rü­yo­ruz. 30 yıl­dır bu Av­ru­pa’nın, Av­ru­pa’da­ki soy­daş­la­rı­mı­zın, din­daş­la­rı­mı­zın sağ­lık­lı, doğ­ru, ye­rin­de, düz­gün di­nî hiz­met ve di­nî bil­gi al­ma­sı için gay­ret edi­yo­ruz. Ya­ni he­yet­ler ara­sı gö­rüş­me­ler­de, Di­ya­net hiz­met­le­ri­nin o top­lum­da ba­rı­şı, sağ­lık­lı ve doğ­ru bil­gi­len­me­yi na­sıl sağ­la­ya­ca­ğı ve in­san­lı­ğı top­tan il­gi­len­di­ren or­tak so­run­la­ra di­nin ne yön­de, ne gi­bi olum­lu kat­kı sağ­la­ya­ca­ğı ko­nu­su ele alı­nı­yor. Bu­gü­ne ka­dar ka­dın ko­nu­sun­da at­tı­ğı­mız adım­lar, yap­tı­ğı­mız çağ­rı­lar doğ­ru­su bir­çok çev­re­de olum­lu kar­şı­lan­dı. Hat­ta Do­ğu ve Gü­ney­do­ğu dâ­hil bü­tün din gö­rev­li­le­ri­mi­zin, ka­dın hak­la­rı, tö­re ci­na­yet­le­ri­nin kı­nan­ma­sı, kız ço­cuk­la­rı­na kar­şı ay­rım­cı­lı­ğın ön­len­me­si gi­bi ko­nu­lar­da yap­tı­ğı çağ­rı­lar olum­lu kar­şı­lan­mış; or­ta yaş üze­ri er­kek ce­ma­at­te bi­le bu yön­de hiç­bir olum­suz tep­ki alın­ma­mış­tır. Bu da çok olum­lu bir ge­liş­me­dir, ta­bii.
 
Mer­ke­zî hut­be­le­rin ye­rel­leş­ti­ril­me­si me­se­le­si­ne ge­le­cek olur­sak, bu­na ne­den ih­ti­yaç du­yul­du?
Bu ko­nu­da ol­ma­sı ge­re­ken ne­dir? Tıp­kı Ba­tı’da ve Hı­ris­ti­yan dün­ya­da ya da Ya­hu­di­lik­te ben­zer­le­ri­ni gör­dü­ğü­müz gi­bi, her din gö­rev­li­si­nin ken­di di­ni hak­kın­da ce­ma­ati­ne biz­zat ken­di bil­gi­siy­le, ken­di ha­zır­la­ya­ca­ğı me­tin­le ve ken­di öz­gü­ve­niy­le hiz­met ve bil­gi ve­re­bil­me­si­dir. Asıl he­def bu­dur. Gö­nül is­ter ki, 80 bin din gö­rev­li­mi­zin hep­si, İslâm’ın ay­dın­lık me­saj­la­rı­nı top­lu­mu­mu­za, dün­ya­ya ba­rış ve is­ti­ka­met ge­ti­ren çağ­rı­sı­nı iyi al­gı­la­sın­lar, öğ­ren­sin­ler ve ak­tar­sın­lar. Bel­ki de en yan­lış ola­nı, bir ki­şi­nin her­kes adı­na dü­şü­nüp, son­ra bu dü­şün­ce­le­ri­ni kâ­ğı­da dö­küp, ço­ğal­ta­rak “ben böy­le dü­şü­nü­yo­rum; siz za­ten böy­le dü­şü­nüp, söy­le­mek zo­run­da­sı­nız” de­me­si­dir. Bu ba­kım­dan 81 il müf­tü­lü­ğü­müz­de özel ko­mis­yon­lar kur­duk. Yi­ne Di­ya­net İş­le­ri Baş­kan­lı­ğı’nın il­gi­si ve gö­ze­ti­mi de­vam ede­cek. Ya­ni hiç kim­se öy­le key­fin­ce ken­di ak­lı­na es­ti­ğin­ce hut­be oku­yup söy­le­me­ye­cek. Za­ten böy­le bir yan­lış­lı­ğı kim­se yap­ma­ya­ca­ğı gi­bi, il müf­tü­le­ri­miz de işin ba­şın­da­dır. Böl­ge­le­ri­mi­zin ih­ti­yaç­la­rı, has­sa­si­yet­le­ri, bek­len­ti­le­ri fark­lı fark­lı. Ya­ni biz hem İz­mir’de, İs­tan­bul’da Eti­ler ve Le­vent’te, An­ka­ra’da ay­nı hut­be­yi oku­yo­ruz, hem de Ağ­rı’da, Kars’ta, Iğ­dır’da, Kas­ta­mo­nu’da. Yi­ne her ce­maa­tin il­gi ve al­gı­la­ma dü­ze­yi fark­lı fark­lı. Böy­le olun­ca da ba­zen çok ede­bî, sü­zül­müş bir me­tin ile hut­be oku­mak ge­re­ki­yor, ba­zen de çok da­ha ba­sit, an­la­şı­la­bi­lir cüm­le­ler kul­lan­mak ge­re­ki­yor. Sa­de­ce di­nî sos­yal ih­ti­yaç­la­rın fark­lı­lı­ğın­dan de­ğil; ce­maa­tin an­la­ma, al­gı­la­ma ve kav­ra­ma dü­ze­yin­de­ki fark­lı­lı­ğı da gö­ze­te­bil­me­miz için öy­le bir ka­de­me­len­dir­me­ye geç­tik. Ama il­le­ri­miz­de Ha­zi­ran ayın­dan iti­ba­ren çok gü­zel hut­be me­tin­le­ri ya­zı­la­cak ve oku­na­cak; çok zen­gin ve ce­maa­tin ken­di duy­gu­la­rı­nın, ken­di bek­len­ti­le­ri­nin de için­de bul­du­ğu da­ha gön­le hi­tap eden hut­be­ler or­ta­ya çı­ka­cak di­ye ümit edi­yo­ruz. Hiç sı­kın­tı ol­ma­sın di­ye her şe­yi mer­ke­zî­leş­tir­mek doğ­ru ol­maz. Ar­tık ya­vaş ya­vaş din gö­rev­li­le­ri­mi­zin de eli­ni ta­şın al­tı­na koy­ma­la­rı­nı, on­la­rın da öz­gü­ven du­ya­rak sağ­lam bil­gi edin­me­le­ri­ni ve bu bil­gi­yi ce­maa­te ak­tar­ma­la­rı­nı sağ­la­ma­mız ge­re­ki­yor.
 
Tür­ki­ye’de­ki din al­gı­sı ve bu­gü­ne ka­dar ya­pı­lan din hiz­met­le­ri­nin halk nez­din­de­ki yan­sı­ma­la­rı ko­nu­sun­da sos­yo­lo­jik araş­tır­ma­nız ol­du mu?
Bu­gü­ne ka­dar bi­lim­sel araş­tır­ma ve sos­yal alan araş­tır­ması yap­ma­ma­sı ve bun­la­ra da­ya­lı ola­rak hiz­met­le­ri­ni ge­liş­tir­me­me­si Di­ya­net İş­le­ri Baş­kan­lı­ğı’nın bel­ki de en za­yıf nok­ta­la­rın­dan bi­ri­si. Biz bu­gü­ne ka­dar bir­kaç araş­tır­ma yap­tır­dık. Ya­ni yap­tı­ğı­mız hiz­met­ler, top­lum­da na­sıl kar­şı­lık bu­lu­yor? Ne ka­dar ta­le­bi kar­şı­lı­yor? O ko­nu­da bu se­ne bir araş­tır­ma yap­tı­rı­yo­ruz ve yi­ne bu ko­nu­da ya­pıl­mış araş­tır­ma­lar­dan ya­rar­la­nı­yo­ruz. Yi­ne İla­hi­yat fa­kül­te­le­ri­nin bu ko­nu­da bi­ze da­ha faz­la yar­dım­cı ol­ma­la­rı­nı bek­li­yo­ruz. İla­hi­yat fa­kül­te­le­ri te­mel di­nî bil­gi­ler ala­nın­da, gü­nü­müz ih­ti­ya­cı­nı kar­şı­la­yan, gü­nü­müz so­run­la­rı­na eği­len ça­lış­ma­lar yap­mak zo­run­da. Ba­zen ta­ri­hin çok de­rin­lik­le­rin­de ka­lı­yor­lar. Ta­ri­hin de­rin­lik­le­rin­de­ki o de­rin bil­gi­ler ken­di için­de an­lam­lı ol­sa bi­le, gü­nü­müz ih­ti­yaç­la­rı açı­sın­dan faz­la bir an­lam ta­şı­mı­yor. Bu an­lam­da İla­hi­yat­lar­dan, bi­lim çev­re­le­rin­den, araş­tır­ma ku­rum­la­rın­dan bu tip des­tek­ler bek­li­yo­ruz. Biz de ken­di im­kân­la­rı­mız­la bu yön­de araş­tır­ma­lar ya­pı­yo­ruz ama bu­nun ye­ter­li ol­du­ğu­nu el­bet­te söy­le­ye­me­yiz.
 
Pe­ki, halk Di­ya­net’i na­sıl al­gı­lı­yor?
Hal­kın Di­ya­net’e duy­du­ğu gü­ven ve tak­dir­den ta­bii ki mem­nun olu­ruz, an­cak hal­kın Di­ya­net İş­le­ri Baş­kan­lı­ğı’ndan ne bek­le­di­ği ile il­gi­li eleş­ti­ri­ler bi­zi da­ha çok il­gi­len­di­ri­yor. Ya­ni yan­lış al­gı­la­ma mı var; yok­sa biz ko­nu­yu yan­lış mı su­nu­yo­ruz; yi­ne halk bu ko­nu­da çok faz­la mı ön­yar­gı­lı ve dış çev­re­le­rin, grup­la­rın ve tel­kin­le­rin çok da­ha faz­la et­ki­si al­tın­da mı ka­lı­nı­yor? İş­te biz bu­nun ana­li­zi­ni yap­ma­ya ça­lı­şı­yo­ruz. Gö­nül is­ter ki, Di­ya­net hiç­bir ke­sim ta­ra­fın­dan tar­tı­şı­lan bir ku­rum ol­ma­sın ve öy­le de ol­ma­lı. Biz di­ni ve Di­ya­net İş­le­ri Baş­kan­lı­ğı’nı tar­tış­ma­yı çok se­ven bir top­lu­muz. As­lın­da din tar­tı­şıl­mak için gön­de­ril­mez; din, in­san­la­rın ha­ya­tı­na mut­lu­luk ver­sin, bu üç gün­lük dün­ya ha­ya­tın­da in­san­la­rın hu­zur ve gü­ven için­de, ni­çin dün­ya­ya gel­di­ği­ni ve ne­re­ye gi­de­ce­ği­ni de bi­le­rek, ken­di­si­ni o ka­ina­tın ya­ra­tı­lı­şı ile bü­tün­leş­ti­re­rek, ken­di­si­ne bir an­lam, bir mis­yon biç­sin di­ye gön­de­ri­lir. Ama ne­den­se di­ni bu mis­yo­nun­dan uzak­laş­tı­rıp, da­ha çok gün­de­lik tar­tış­ma­la­rın en te­mel mal­ze­me­si ola­rak al­gı­lı­yo­ruz. Her­kes di­nî ko­nu­la­rı tar­tış­ma­yı, bu­nun de­va­mın­da ise Di­ya­net’i tar­tış­ma­yı çok se­vi­yor. Bu ku­rum ne ka­dar ge­rek­li; az mı, çok mu ge­rek­li; la­ik­lik­le bağ­da­şır mı, bağ­daş­maz mı? Her­kes sa­bah­le­yin kal­kın­ca Di­ya­net’i ye­ni­den ku­ru­yor ve ya­pı­lan­dı­rı­yor. Bu bi­raz da ken­di­miz­den bek­le­di­ği­mi­zi öte­kin­den bek­le­mek­ten kay­nak­la­nı­yor. Keş­ke in­san­lar ay­na­yı ken­di­le­ri­ne tu­tup da, da­ha iyi bir in­san ve bi­rey, “da­ha iyi bir din­dar na­sıl olu­rum ve bu di­ni da­ha iyi na­sıl an­la­rım”ı sor­sa, bu da­ha iyi olur. Ama böy­le ol­mu­yor da, bü­tün so­run­la­rın gi­de­ril­me­si din­den ve din ada­mın­dan bek­le­ni­yor. Böy­le olun­ca da Di­ya­net, san­ki top­lum­da­ki bü­tün so­run­la­rı gi­de­re­cek, bü­tün sı­kın­tı­la­rı so­na er­di­re­cek, bir sö­züy­le bir ba­kı­şıy­la dün­ya­ya sulh ve sü­kû­net sağ­la­ya­cak bir ku­rum gi­bi al­gı­la­nı­yor. Bu ko­nu­da bi­rey ya da top­lum­dan kay­nak­la­nan sı­kın­tı­lar var­sa on­la­rın fa­tu­ra­sı da Di­ya­net’te çı­ka­rı­lı­yor. Ta­bii bu, şu an­la­ma gel­mi­yor: Biz her şe­yi iyi ya­pı­yo­ruz. Bi­zim de yap­ma­mız ge­re­ken çok işimiz ve ek­sik­le­ri­miz var. İn­sa­nın ol­du­ğu yer­de so­run mut­la­ka olur. So­run yok­sa, o za­man so­ru­nu gör­mü­yo­ruz de­mek­tir. Bu da ikin­ci bir so­ru­nu teş­kil eder ki, il­kin­den da­ha bü­yük­tür.
 
Di­ya­net İş­le­ri Baş­kan­lı­ğı’nın kal­dı­rıl­ma­sı ya da Di­ya­net’in özerk ya­pı­ya bü­rün­dü­rül­me­si gi­bi çok fark­lı öne­ri­ler su­nul­du geç­ti­ği­miz gün­ler­de. Di­ya­net’in kal­dı­rıl­ma­sı ha­lin­de din hiz­met­le­ri siz­ce na­sıl yü­rü­tü­lür?
İn­san­lar Di­ya­net’in kal­dı­rıl­ma­sı­nı, bu­nun al­ter­na­ti­fi­ni dü­şün­me­den ve bu ku­ru­mun or­ta­ya çı­kış ne­de­ni ve sos­yo­lo­jik ar­ka pla­nı­nı gör­mez­den ge­le­rek öne sü­rü­yor­lar ve bu­nu da çok ke­yif ve­ri­ci bir tar­tış­ma ola­rak gö­rü­yor­lar. Bun­lar çok de­rin­lik­li ana­liz­le­re da­ya­nan tar­tış­ma­lar­dan zi­ya­de, alı­şıl­mış, ya­rı ma­ga­zin yö­nü olan bir tar­tış­ma gi­bi ge­li­yor ba­na. Di­ya­net İş­le­ri Baş­kan­lı­ğı’nın kal­dı­rıl­ma­sı­nı öne­ren­le­rin söz­le­ri­nin sa­tır ara­la­rı­nı dik­kat­li­ce okur­sa­nız, Di­ya­net’in ne­den ol­ma­sı ge­rek­ti­ği­ni da­ha iyi an­lar­sı­nız.
 
Di­ya­net hem di­nî, hem de dev­le­te ait bir ku­rum. Bu ha­li ile Di­ya­net, siz­ce ba­şör­tü­sü gi­bi ko­nu­lar­da bir iki­le­me düş­mü­yor mu?
Bir de­fa Di­ya­net’in di­nî ve dev­le­te ait bir ku­rum ola­rak ta­nım­lan­ma­sı çok doğ­ru de­ğil. Di­ya­net, İslâm di­ni­nin kay­nak­la­ra da­ya­nan doğ­ru bil­gi­si­ni ver­mek­le yü­küm­lü olan, ay­nı za­man­da da la­ik ve de­mok­ra­tik dev­let ya­pı­sı içe­ri­sin­de yer alan bir ka­mu ku­ru­mu­dur. Ya­ni dev­le­tin la­ik ve de­mok­ra­tik ya­pı­sı için­de yer alan bir ku­rum. Biz, din hiz­me­ti­ni ka­mu hiz­me­ti an­la­yı­şıy­la su­nu­yor ve yö­ne­ti­yo­ruz. Ya­ni in­san­la­rın mez­hep­le­ri­ni, meş­rep­le­ri­ni sor­mak­sı­zın on­la­ra doğ­ru bil­gi­yi su­nu­yo­ruz. Za­ten din, bu yö­nü ile ba­kar­sa­nız bir be­yan­dan iba­ret­tir. Ge­ri­si in­san­la­rın ken­di ter­cih­le­ri­dir. Bu açı­dan ba­kar­sa­nız Di­ya­net ba­ğım­sız bir ku­ru­luş­tur. Za­ten la­ik­li­ği de biz şöy­le an­lı­yo­ruz: Dev­let ve si­ya­set di­nin işi­ne ka­rış­ma­ya­cak; din adam­la­rı da dev­le­tin di­ğer bi­rim­le­ri­nin ve si­ya­se­tin işi­ne ka­rış­ma­ya­cak­lar. O açı­dan bi­zim ka­mu hiz­me­ti an­la­yı­şı ile din hiz­me­ti sun­ma­mız, ya­ni bir ka­mu ku­ru­mu ol­ma­mız ile din ala­nın­da ba­ğım­sız ol­ma­mız bir­bi­riy­le çe­liş­mi­yor. Bir de, di­nî bil­gi ile din hiz­me­ti­ni ma­sa ba­şın­da üret­mi­yo­ruz. Hal­kı­mı­zın 14 asır­lık ya­şan­mış bir din­dar­lık tec­rü­be­si var. Bu din 14 asır­dır ya­şa­nı­yor, in­san­lar an­lı­yor, ha­yat­la­rı­na yan­sı­tı­yor­lar; bü­yük bir me­de­ni­yet oluş­muş. Ya­ni sos­yo­lo­jik bir ger­çek­lik var or­ta­da; biz de bu ger­çek­li­ğe gö­re hiz­met üre­ti­yo­ruz. O ba­kım­dan da si­vil yö­nü­müz var. İn­san­la­rı ren­ci­de et­me­den, in­san­la­rın duy­gu­la­rı­nı, du­yar­lı­lık­la­rı­nı an­la­ya­rak hiz­met su­nu­yo­ruz. Ya­ni kamp­laş­ma ve grup­laş­ma­yı de­ğil; bir­lik ve bü­tün­lü­ğü esas alı­yo­ruz. Ba­kın bü­tün bun­la­rın hep­si ye­ri­ne otu­ru­yor. Sa­de­ce bir açı­dan ba­kıp, ku­ru­mu o açı­dan ta­nım­la­mak hak­sız­lık olur. Ya­ni “Di­ya­net bir ka­mu ku­ru­mu­dur, dev­le­tin bir par­ça­sı­dır; öy­le ise bir dev­let ku­ru­mu­dur ve dev­le­tin gü­dü­mün­de bir din an­la­tı­lı­yor” de­mek hak­sız­lık olur. Di­ya­net’i sa­de­ce Kur’an ve sün­ne­te, ya­ni di­nin te­mel kay­nak­la­rı­na da­ya­lı ola­rak ba­ğım­sız bil­gi üre­ten bir ku­ru­luş ola­rak gös­ter­mek de ye­ter­siz ka­lır. Di­nin ana kay­nak­la­rın­dan alı­nan sa­hih bil­gi­yi hiz­me­te su­nar­ken de bir­çok hu­su­sun ve den­ge­le­rin gö­ze­til­me­si ge­re­kir. Ka­mu ku­ru­mu ol­ma­nın ge­rek­li­li­ği ile di­nin ana kay­nak­la­rı­na da­ya­nan sağ­lam bil­gi üret­me so­rum­lu­lu­ğu­nu bü­tün­leş­ti­re­rek, ya­şa­dı­ğı­mız mo­dern dün­ya­yı göz önü­ne alan bir Di­ya­net ol­mak ge­re­kir. Ya­ni bu ne de­mek? Biz sa­de­ce di­nin ana kay­nak­la­rın­dan, hal­kı­mı­zın di­nî tec­rü­be­sin­den, dev­le­ti­mi­zin du­yar­lı­lık­la­rın­dan ve Cum­hu­ri­ye­ti­mi­zin il­ke­le­rin­den yo­la çı­ka­rak bir den­ge kur­mak­la ye­tin­me­yip, ay­nı za­man­da bir de mo­dern dün­ya­nın gel­di­ği nok­ta­yı, üret­tik­le­ri bi­ri­kim­le­ri ve tar­tış­ma­la­rı da göz önü­ne al­mak du­ru­mun­da­yız. Yi­ne 21. yüz­yıl­da va­r o­lan ve var­lı­ğı­nı sür­dür­mek zo­run­da olan bir Di­ya­net kon­sep­ti­ni ge­liş­tir­mek zo­run­da­yız. Ya­ni 3. ya da 5. as­rın de­ğil, 21. yüz­yı­lın Di­ya­net’i ol­mak zo­run­da­yız. Onun için de he­men önü­mü­zü gör­mek yet­mi­yor; bi­raz da dış dün­ya­yı gör­me­miz ge­re­ki­yor.
 
Ale­vi­lik, Ca­fe­ri­lik gi­bi fark­lı grup, mez­hep ve ce­ma­at­le­rin hat­ta Hı­ris­ti­yan ve Mu­se­vi gi­bi di­nî grup­la­rın Di­ya­net’te tem­si­li tar­tış­ma­la­rı hâ­lâ gün­cel­li­ği­ni ko­ru­yor. Di­ya­net bu me­se­le­ye na­sıl yak­la­şı­yor?
Di­ya­net’in inanç grup­la­rı­na gö­re ya­pı­lan­dı­rıl­ma­sı fev­ka­la­de yan­lış olur. Di­ya­net, az ön­ce söy­le­di­ğim gi­bi ka­mu hiz­me­ti an­la­yı­şı ile din hiz­me­ti ver­mek, İslâm di­ni­nin in­san­la­rı bir­leş­ti­ren or­tak bil­gi­si­ni sun­mak du­ru­mun­da­dır. Onun için bi­zim di­nî bil­gi ola­rak an­lat­tık­la­rı­mız İslâm’ın or­tak bil­gi­si­dir. Bel­li bir mez­he­bin, bel­li bir meş­re­bin, bel­li bir gö­rü­şün, kli­ğin, gru­bun ya da kül­tü­rün bil­gi­si de­ğil­dir. Ya­ni Al­lah’a ima­nı, pey­gam­be­re ima­nı, ahi­ret inan­cı­nı, na­ma­zı, oru­cu an­la­tı­yo­ruz; bun­lar bir mez­he­bin, bir meş­re­bin gö­rü­şü de­ğil­dir. Yi­ne İslâm’ın te­mel ah­lak pren­sip­le­ri­ni an­la­tı­yo­ruz; bun­lar da yi­ne or­tak de­ğer­le­ri­miz­dir. Onun için Di­ya­net, mez­hep­ler üs­tü, meş­rep­ler üs­tü, her tür­lü si­ya­se­tin üs­tün­de hiz­met sun­mak zo­run­da­dır. Bu ku­ru­mu, di­nî ina­nış grup­la­rı­na, di­nî pra­tik grup­la­rı­na, mez­hep ve meş­rep­le­re gö­re ya­pı­lan­dı­rır­sak, iş­te o za­man dün­ya­ya iyi bir ör­nek ol­du­ğu­mu­zu if­ti­har­la söy­le­di­ği­miz bü­tün ka­za­nım­la­rı­mı­zı yi­tir­miş olu­ruz. İş­te o za­man Di­ya­net’i ve bu­nun ya­nın­da di­nî du­yar­lı­lık­la­rı kav­ga­nın or­ta­sı­na it­miş olu­ruz. Böy­le­ce di­nî alt ina­nış­lar, mez­hep­ler ve meş­rep­ler kim­lik ol­ma­ya baş­lar ve o kim­lik­ler üze­rin­den de si­ya­set ve ti­ca­ret, ya­ni ay­rış­ma­lar baş­lar.
 
Di­ya­net’e yö­nel­ti­len eleş­ti­ri­ler­den bi­ri de, fık­hî hü­küm­le­rin sta­tik­li­ği me­se­le­si. Pe­ki bu hü­küm­le­rin ye­ni­den göz­den ge­çi­ril­me­si müm­kün mü?
Sta­tik­lik ko­nu­su, bir yer­den du­rup bak­tı­ğı­nı­za gö­re bir de­ğer­len­dir­me­dir. Din İş­le­ri Yük­sek Ku­ru­lu, 16 ta­ne ba­ğım­sız bi­lim ada­mı ve İslâm bil­gi­nin­den olu­şu­yor. On­la­rın işi­ne ben ka­rış­mı­yo­rum. On­lar otu­ru­yor­lar, tar­tı­şı­yor­lar ve bi­raz da ba­na gö­re mu­ha­fa­za­kâr di­ye­bi­le­ce­ği­miz bir çiz­gi­de di­nî bil­gi üre­ti­yor­lar; di­nî so­ru­la­ra ce­vap ve­ri­yor­lar. Ta­bii İslâm’da di­nî bil­gi­nin ye­ni­len­me­si, sa­de­ce bir din bil­gi­ni­nin ve­re­ce­ği ce­vap­la ala­ka­lı bir ko­nu de­ğil. Ta­ba­nın da o dö­nü­şü­mü ya­şa­ma­sı ge­re­ki­yor. Ya­ni ta­ban o di­nî bil­gi­de o ye­ni­le­me­yi yap­ma­dı­ğı sü­re­ce, Di­ya­net’in bu ko­nu­da ön­cü­lük yap­ma­sın­da baş­ka sı­kın­tı­lar do­ğa­bi­lir. Onun için Di­ya­net dik­kat eder­se­niz, top­lum yü­rü­dük­çe, or­ta­da yü­rü­me­ye de­vam edi­yor. Me­se­la si­gor­ta ko­nu­sun­da ve di­ğer ko­nu­lar­da çok ye­ni fi­kir­le­re ön­cü­lük yap­ma ko­nu­sun­da bi­raz çe­kim­ser dav­ra­nı­yor. Ama top­lum­da o alan­da açıl­ma­lar ol­duk­ça, me­se­la İla­hi­yat fa­kül­te­le­ri, din bil­gin­le­ri, dü­şü­nür­ler, ya­zar­lar, ay­dın­lar da bu ko­nu­lar­da ka­mu­oyu­nu ay­dın­la­tıp yo­lu aç­tık­ça, Di­ya­net de bel­li ara­lık­lar­la ağır ağır da ol­sa adım atı­yor.
 
Bu, ta­rih­te de böy­le mi ol­muş­tur? Ya­ni top­lum de­ğiş­tik­çe mi di­nî hü­küm­ler de­ğiş­miş­tir?
Hep öy­le ol­du. Hiç de­ğiş­me­di­ği­ni id­di­a eden­ler da­hi far­kın­da ol­ma­dan de­ği­şir­ler. Me­se­la bir din bil­gi­ni­nin ha­ya­tı­nı bir çiz­gi fil­min ka­re­le­ri gi­bi hız­lı­ca yü­rü­tür­se­niz, ne gi­bi de­ği­şik­lik­ler ol­du­ğu­nu göz­lem­ler­si­niz. Ama ken­di­si­ne so­rar­sa­nız ha­ya­tı­nın her saf­ha­sın­da di­nî bil­gi­si­nin hiç de­ğiş­me­di­ği­ni, de­ğiş­me­ye­ce­ği­ni ve bu­nu sa­vun­ma­nın din­dar­lı­ğın ken­di­si ol­du­ğu­nu an­la­tır. Ama ze­min önem­li. Ben Tür­ki­ye’de di­nî bil­gi­nin ken­di­ni ye­ni­le­ye­bil­me­si için çok sağ­lık­lı top­lum­sal bir ze­min ol­du­ğu­nu doğ­ru­su gör­mü­yo­rum. Bu­nun ol­ma­ma­sı­nın ne­de­ni ba­na gö­re din ala­nı­na çok faz­la ka­rı­şa­nın ol­ma­sı. Bu­ra­da isim ver­mek is­te­mi­yo­rum ama din ala­nı­nın çok sa­hi­bi var! Onun için de ge­rek Di­ya­net’e men­sup din bil­gin­le­ri, ge­rek ila­hi­yat ho­ca­la­rı, ge­rek­se de ba­ğım­sız din bil­gin­le­ri bu ko­nu­da ken­di­le­ri­ni ce­sa­ret­len­di­re­cek or­tam­dan bir hay­li yok­sun­lar. Me­se­la İslâm di­ni­nin ye­ni­len­me ta­ri­hi­ne ba­kar­sa­nız, İslâm ve di­nî bil­gi­nin ken­di­ni ye­ni­le­ye­bil­di­ği dö­nem­ler, hep bel­li des­tek­le­rin ol­du­ğu dö­nem­ler­dir. Ya çok cid­di ka­os­lar ya­şan­mış­tır, cid­di top­lum­sal kı­rıl­ma­lar ya­şan­mış; ya da çok güç­lü bir si­ya­sî ik­ti­da­rın des­te­ği alın­mış­tır. İş­te o za­man top­lum­sal ze­min çok mü­sa­it ha­le gel­miş ve di­nî bil­gi ken­di­ni ye­ni­le­me im­kâ­nı bul­muş­tur. Ama bu­gün öy­le de­ğil. Bu­gün her­kes ken­di­ni bu sta­tik ge­le­nek­sel di­nî bil­gi­yi ko­ru­ma­nın gö­nül­lü fe­dai­si gör­dük­çe, İslâm bil­gin­le­ri de ha­liy­le bu ko­nu­da da­ha mü­te­red­dit dav­ran­ma­ya de­vam ede­cek­ler­dir.
 
Top­lum ge­ne­lin­de özel­lik­le genç­ler ara­sın­da yay­gın­la­şan amaç­sız­lık ve ümit­siz­li­ğin kay­na­ğı siz­ce ne­dir? Bu so­run­la­rın çö­zü­mü ko­nu­sun­da Di­ya­net’in bir kat­kı­sı ola­bi­lir mi?
Bü­tün dün­ya ül­ke­le­rin­de ol­du­ğu gi­bi Tür­ki­ye’de de çok sü­rat­li bir de­ği­şim ger­çek­leş­mek­te. Bi­lim ve tek­no­lo­ji­de­ki ge­liş­me­le­r sa­ye­sin­de ha­ya­tı­mız da­ha ko­lay ha­le gel­mek­te, in­sa­nın or­ta­la­ma öm­rü uza­mak­ta, re­fah se­vi­ye­si yük­sel­mek­te­dir. An­cak bü­tün bun­la­ra rağ­men in­san­la­rın, mut­suz­laş­tı­ğı, ka­ram­sar­laş­tı­ğı, ge­le­cek­ten ümit­var ola­ma­dı­ğı da bir ha­ki­kat. An­cak bu­nun­la “mad­dî plan­da el­de edi­len ge­liş­me­le­rin in­san­lı­ğı mut­suz et­ti­ği” gi­bi bir so­nu­cu kas­tet­mi­yo­rum. Gü­nü­müz Türk top­lu­mun­da eği­tim ku­rum­la­rın­dan me­zun olan genç sa­yı­sı ile oran­tı­lı ol­ma­yan bir is­tih­dam dar­lı­ğı söz ko­nu­su. Eği­tim­le ge­çen on­ca yo­ru­cu yı­lın ar­dın­dan ço­ğu gen­ci­miz, eği­tim­le­ri ile ala­ka­lı ol­ma­yan iş­ler­de ça­lış­ma­ya ra­zı ol­ma­la­rı­na rağ­men, ço­ğun­luk­la uzun sü­re iş­siz kal­mak­ta. Ka­na­atim­ce genç­le­ri amaç­sız­laş­tı­ran en önem­li et­ken­ler­den bi­ri­si bu. Yi­ne yu­ka­rı­da be­lirt­ti­ğim de­ği­şim ve sü­rat­li ge­liş­me ta­bii ola­rak in­san­la­rın kü­çük yaş­tan iti­ba­ren ih­ti­yaç duy­duk­la­rı­na de­ğil, gör­dük­le­ri ve is­te­dik­le­ri her şe­ye sa­hip ol­ma ar­zu­su­nu kö­rük­le­mek­te­dir. Bu ise iki sa­kın­ca­lı so­nu­cu be­ra­be­rin­de ge­tir­mek­te­dir. Bir ke­re in­san­la­rın is­tek­le­ri sı­nır­sız ol­sa da, im­kân­la­rı ve kay­nak­la­rı sı­nır­lı­dır. Za­ma­nın­da is­tek­le­ri­ne gem vu­rul­ma­yan ve el­de ede­cek bir şe­yi kal­ma­yan in­san­la­rın, ile­ri­ki yaş­lar­da ha­yat­tan bek­len­ti­si­nin azal­dı­ğı, ya­şa­ma az­mi­ni kay­bet­ti­ği sık­ça gö­rü­lür. Ay­rı­ca top­lum­da re­fah da­ğı­lı­mın­da­ki den­ge­siz­lik ve fır­sat eşit­siz­li­ği ve bu du­ru­mun çok çar­pık ör­nek­le­ri ile her gün göz­ler önü­ne se­ril­me­si in­san­lar­da tat­min­siz­lik ve gü­ven­siz­li­ği de be­ra­be­rin­de ge­tir­mek­te­dir.
 
Ül­ke ge­ne­lin­de yay­gın­la­şan şid­det, ah­lak­sız­lık gi­bi top­lum­sal so­run­lar din eği­ti­mi­nin ek­sik­li­ğin­den mi kay­nak­lan­mak­ta­dır?
Sağ­lam ve doğ­ru bil­gi ile do­na­tıl­mış ve bil­gi­yi ah­la­kî bir so­rum­lu­luk ha­li­ne ge­tir­miş din­dar in­san­la­rın şid­det ve ah­lak­sız­lı­ğa mey­let­me­si dü­şü­nü­le­mez. Çün­kü İslâm ah­lak di­ni­dir, sev­gi ve ba­rış di­ni­dir; iyi in­san ol­ma­yı inan­cın bir ge­re­ği sa­yar. Hz. Pey­gam­ber Müs­lü­man’ı, baş­ka­la­rı­na eli ve di­li ile za­rar ver­me­yen kim­se ola­rak ta­nım­lar. Hat­ta di­ni­miz, in­san­la­ra za­rar ve­ren bir mad­de­yi yol üze­rin­den kal­dır­ma­yı ima­nın bir par­ça­sı sa­yar. Do­la­yı­sıy­la okul ve ai­le or­ta­mın­da ve­ri­len eği­tim gi­bi un­sur­lar­la da des­tek­len­mek kay­dıy­la bel­li yaş­lar­da, sev­gi, hoş­gö­rü, kar­şı­lık­lı say­gı için­de bü­yü­tü­len ço­cuk­la­ra doğ­ru bil­gi­ye da­ya­lı din eği­ti­mi­nin ve­ril­me­si, onun in­san hak­la­rı­na say­gı­lı, üret­ken ve hoş­gö­rü­lü bir va­tan­daş ol­ma­sı­nın te­me­li­ni oluş­tu­ra­cak­tır.
 
So­ğuk Sa­vaş son­ra­sı dö­nem­de dün­ya ge­ne­li­ne ya­yıl­mak is­te­nen “me­de­ni­yet­ler ça­tış­ma­sı” te­zi­ne kar­şı, “me­de­ni­yet­ler it­ti­fa­kı” pro­je­si yü­rü­tü­lü­yor. Di­ya­net’e bu pro­je­de na­sıl bir rol dü­şü­yor?
Di­ya­net ola­rak biz, her tür­lü ulus­la­ra­ra­sı pro­jenin dı­şın­da­yız. Be­nim ki­şi­sel ka­na­ati­mi so­ru­yor­sa­nız, za­ten tek bir me­de­ni­yet var­dır; o da in­san­lık me­de­ni­ye­ti. İn­sa­noğ­lu­nun üret­ti­ği me­de­ni­yet­tir; bu­gün fark­lı me­de­ni­yet­ler ola­rak ta­nım­la­nan ka­za­nım­la­rın her bi­ri onun fark­lı coğ­raf­ya­lar­da­ki ve fark­lı dö­nem­ler­de­ki yan­sı­ma­la­rı­dır. Onun için “me­de­ni­yet­ler ça­tış­ma­sı”ndan söz et­mek, me­de­ni­ye­tin ne ol­du­ğu­nu an­la­ma­mak de­mek­tir. Ya­ni bir me­de­ni­yet ada­let der­ken, di­ğe­ri zu­lüm de­mez. Ama usul­le­ri, yön­tem­le­ri, im­kân­la­rı fark­lı fark­lı­dır. Bı­ra­kın iki me­de­ni­ye­tin kav­ga­sı­nı; is­te­riz ki dün­ya­nın hiç­bir ye­rin­de göz­ya­şı, acı ve sa­vaş ol­ma­sın; in­san­lar hem ken­di­le­ri, hem dün­ya, hem de Yü­ce Ya­ra­tan’la ba­rış­ma­yı dün­ya­da öğ­re­ne­rek ahi­re­te git­sin­ler.
 
Çok te­şek­kür ede­riz.

 


Paylaş Tavsiye Et