Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (January 2007) > Türkiye Siyaset > Türkiye’nin kültürel daralması
Türkiye Siyaset
Türkiye’nin kültürel daralması
İbrahim Kalın
HER yı­lın ba­har mev­si­min­de Ma­li’de­ki ün­lü Cen­ne Ca­mi­i’nin du­var­la­rı­na ye­ni bir kat ça­mur atı­lır. Yağ­mur­la­rın erit­ti­ği ça­mur ta­ba­ka­lar, ye­ni­le­riy­le de­ğiş­ti­ri­lir. Yaş­lı-genç, ka­dın-er­kek, zen­gin-fa­kir her­ke­sin ka­tıl­dı­ğı bu fes­ti­val­de ça­mur ca­mi, her yıl ye­ni­den imar edi­lir. Atı­lan her ye­ni ça­mur ta­ba­ka­sı, ca­mi­nin as­lî kim­li­ği­ni mu­ha­fa­za eder­ken ona ye­ni bir ha­ya­ti­yet ka­zan­dı­rır. Af­ri­ka İs­la­mı’nın bu mi­ma­rî ha­ri­ka­sı ça­mur ca­mi­si, her yıl ça­mur­la ve in­san eliy­le ye­ni­den ha­yat bu­lur. Cen­ne, mad­de­si sü­rek­li de­ği­şen, su­re­ti ay­nı ka­lan bir cev­her gi­bi­dir.
Cen­ne Ca­mi­i’nin ta­ri­hi de bu­na şa­ha­det edi­yor. İlk ola­rak 13. yüz­yıl­da in­şa edi­len ca­mi, 1834 yı­lın­da tek­rar ya­pı­lır. Bu­gün­kü ca­mi ise 1905 yı­lın­da in­şa edi­lir. Her üç in­şa dö­ne­min­de de kar­şı­mı­za ay­nı ya­pı çı­kar: Ba­tı Af­ri­ka İs­la­mı’nın bu mad­de­si mü­te­va­zı (ça­mur!), su­re­ti gör­kem­li ca­mi­si, et­ra­fın­da­ki mü­min­le­rin te­riy­le, dua­sıy­la, sa­da­ka­tiy­le, sa­mi­mi­ye­tiy­le, ça­mur­lu el­le­riy­le her yıl ye­ni­den ha­ya­ta dö­ner. Yağ­mur­la­rın aşın­dır­dı­ğı ça­mur­lar, top­lu­luk için bir ara­ya gel­me fır­sa­tı­dır. Yı­kım gö­rü­nen şey, ye­ni­den in­şa için bir işa­ret­tir.
Bu­gün “kül­tür” de­di­ği­miz ha­yat ala­nı, Cen­ne Ca­mi­i’nin ha­yat se­rü­ve­niy­le ben­zer­lik­ler arz edi­yor. Kül­tü­rün mut­lak ma­na­da sta­tik ve ‘ta­mam­lan­mış’ ya da mut­lak ma­na­da de­ğiş­ken ve di­na­mik ol­du­ğu­nu zan­ne­den­ler hep ya­nıl­dı­lar. Bu iki aşı­rı uca da­ya­nan po­li­ti­ka­lar, kül­tü­rel de­ğiş­mey­le bo­zul­ma­yı, dö­nü­şüm­le ir­ti­fa kay­bı­nı hep bir­bi­ri­ne ka­rış­tır­dı. Tür­ki­ye ör­ne­ğin­de ol­du­ğu gi­bi kül­tü­rü dö­nüş­tür­mek adı­na atı­lan adım­la­rın, ar­tık kül­tür üre­te­mez bir mil­let vü­cu­da ge­tir­di­ği­ni gö­re­me­di­ler.
Fa­kat asıl ya­nıl­gı, kül­tü­rün hep ‘gö­rü­nür’ bir şey ol­du­ğu inan­cın­dan kay­nak­la­nı­yor. Cen­ne Ca­mi­i’ne asıl ve as­lî kim­li­ği­ni ka­zan­dı­ran, Ma­li’nin Cen­ne şeh­rin­de­ki salt mad­dî gö­rü­nü­lür­lü­ğü de­ğil; onun ar­ka­sın­da ya­tan ça­mur­lu el­ler, ya­lın ayak­lar, ter­li yüz­ler­dir. Bu “in­şa edi­ci ye­te­ne­ği” or­ta­dan kal­dır­dı­ğı­nız­da ge­ri­ye an­cak kao­tik bir üre­tim te­la­şı ka­lır. Mo­dern mi­ma­ri adı­na üret­ti­ği­miz bi­na­la­rın, kur­du­ğu­muz şe­hir­le­rin bir kül­tür ha­li­ne ge­le­me­me­si, bu in­şa edi­ci ye­te­ne­ği yi­tir­me­miz­den kay­nak­la­nı­yor. Bu yüz­den Fich­te, kül­tü­rü bir ta­raf­ta in­san­la­rın ken­di po­tan­si­yel­le­ri­ni ger­çek­leş­tir­me ka­bi­li­ye­ti, öte ta­raf­ta “dış dün­ya­da­ki nes­ne­le­ri dö­nüş­tür­me ve ken­di ta­sav­vur­la­rı­mı­za gö­re şe­kil­len­dir­me ye­ti­şi” ola­rak ta­nım­lar.
 
Kül­tür Üre­te­bi­len Bir Mil­let Ol­mak
Tür­ki­ye’nin kül­tü­rel da­ral­ma­sı sa­de­ce mo­dern mi­ma­ri­ye, şe­hir­ci­li­ğe ya­hut mü­zi­ğe geç­ti­ği (ya da geç­me­ye ça­lış­tı­ğı) için de­ğil, ön­ce­lik­le kül­tür üre­te­bi­len bir mil­let ol­ma vas­fı­nı yi­tir­di­ği için uzun ve san­cı­lı bir sü­reç ol­ma­ya de­vam edi­yor. Bi­rey­sel öz­gün­lük ve oto­no­miy­le ko­lek­tif norm ve ka­bi­li­yet­le­rin bu­luş­tu­ğu yer olan kül­tür, bir ge­le­ne­ğe bağ­lı ka­la­rak ya­ra­tı­cı ol­ma im­kâ­nı­nı su­nar bi­ze. Kül­tür üre­te­bi­len bir mil­let ol­mak, bağ­lı ol­du­ğu­nuz ge­le­ne­ğin si­ze sun­du­ğu ha­yat ala­nı­nı can­lı tut­mak­la müm­kün­dür. Tıp­kı Cen­ne Ca­mi­i’nin her yıl eri­yen yü­ze­yi­nin en as­lî mal­ze­me olan ça­mur­la ye­ni­den tak­vi­ye edil­me­si gi­bi.
Tür­ki­ye bu ka­bi­li­ye­ti­ni yi­tir­di­ği için, baş­ka kül­tür­le­ri, ör­ne­ğin Av­ru­pa’yı tak­lit ya­hut te­va­rüs da­hi ede­mi­yor. Çün­kü tak­li­din bi­le bir öl­çü­sü ve bi­çi­mi var. Tak­lit ve te­va­rüs, İs­lam dü­şün­ce­si­nin ka­dim Yu­nan ve Hint me­de­ni­yet­le­riy­le kar­şı­laş­ma­sın­da ol­du­ğu gi­bi, ba­zen ya­ra­tı­cı sen­tez­le­rin doğ­ma­sı­na ne­den ola­bi­lir. Tür­ki­ye’nin kül­tür ta­sav­vu­ru, bu­gün böy­le bir sen­te­zin in­şa­sı­na im­kân ver­mi­yor. Tür­ki­ye, kül­tü­rün de ar­ka­sın­da ya­tan si­ya­sî ira­de­sin­den fe­ra­gat et­miş, mi­ni­mal bir var ol­ma bi­çi­mi­ni ka­bul­len­miş bir ül­ke du­ru­mun­da.
Oy­sa mo­dern dö­nem bu­nun kar­şı ör­nek­le­riy­le do­lu ve sağ­lık­lı bir kül­tür ta­sav­vu­ru ge­liş­ti­re­bil­mek için bu ör­nek­ler üze­rin­de dur­mak ge­re­ki­yor. 19. yüz­yıl Hin­dis­ta­nı’nda kri­ket, dö­ne­min en si­ya­sî oyu­nuy­du. Müs­lü­man, Hin­du ve Sih Hin­dis­tan­lı­lar, İn­gi­liz­le­ri ken­di oyun­la­rın­da yen­me­nin azım­san­ma­ya­cak bir ba­şa­rı ol­du­ğu­na inan­mış­lar­dı. İn­gi­liz im­pa­ra­tor­lu­ğu­nu yen­me­nin yo­lu, onu ‘im­pa­ra­tor’ ol­ma duy­gu­sun­dan mah­rum et­mek­ti. Bu­nun tek yo­lu top-tü­fek yığ­mak de­ğil­di. Ak­si­ne, top ve tü­fe­ğin ol­ma­dı­ğı yer­de ta­sav­vu­ruy­la, his­se­di­şiy­le, iş tut­ma bi­çi­miy­le ve tu­tu­muy­la bir top­lu­lu­ğun “kra­li­çe­nin hük­mü­ne” gir­me­yi red­det­me­siy­di.
Bu ruh ha­li­ni si­ne­ma­laş­tı­ran La­ga­an fil­mi, La­ga­an ad­lı ver­gi­yi öde­me­mek için gös­te­ri­len di­re­ni­şin na­sıl bir “po­zi­tif asa­biy­ye” ha­li­ne ge­le­bi­le­ce­ği­ni an­la­tır. Fil­min kah­ra­ma­nı Bu­van bir ta­raf­ta İn­gi­liz böl­ge va­li­si­nin ye­ni ver­gi­si­ne, öte ta­raf­ta va­li­nin kız kar­de­şi­nin aşk ta­le­bi­ne kar­şı di­re­nir. Kri­ket ma­çın­da İn­gi­liz­le­ri yen­me­le­ri ha­lin­de ver­gi­den mu­af tu­tu­la­cak­la­rı­na da­ir söz alır. İn­gi­liz İm­pa­ra­tor­lu­ğu­’nu an­cak kri­ket ma­çın­da ga­lip ge­le­rek ye­ne­bi­le­cek­le­ri­ni an­la­yan Bu­van, en ol­ma­dık köy­lü ka­rak­ter­ler­den bir ta­kım ku­rar. İm­pa­ra­tor­lu­ğa kar­şı di­re­niş, ye­ni bir da­ya­nış­ma kül­tü­rü­nün doğ­ma­sı­na yol açar. Müs­lü­man, Hin­du, Sih ve do­ku­nul­maz­lar­dan mü­te­şek­kil Hin­dis­tan’ın ilk kri­ket ta­kı­mı İn­gi­liz­le­ri ye­ner. İn­gi­liz İm­pa­ra­tor­lu­ğu, Hin­dis­tan’ın en sı­ra­dan in­san­la­rı ta­ra­fın­dan alt edi­lir.
 
Kül­tür ve Si­ya­set
Bu­ra­da önem­li olan düş­ma­nı ken­di si­la­hıy­la vur­mak ko­lay­cı­lı­ğı de­ğil, her kül­tür for­mu­nun ar­ka­sın­da si­ya­sî bir tu­tum ve ira­de­nin yat­tı­ğı­nı gö­re­bil­mek­tir. Her güç­lü kül­tür, böy­le bir si­ya­sî id­dia­ya sa­hip­tir. Os­man­lı kül­tü­rü­nün gü­cü, es­te­tik in­ce­li­ği­nin ve in­sa­nî za­ra­fe­ti­nin ya­nı sı­ra, böy­le­si bir si­ya­sî de­rin­lik­ten kay­nak­la­nı­yor­du. Si­ya­sî id­dia­sı ol­ma­yan bir kül­tü­rün in­san­la­ra güç­lü bir kim­lik ka­zan­dır­ma­sı müm­kün de­ğil. Tür­ki­ye’nin ye­ni­den kül­tür üre­te­bi­len (ve do­la­yı­sıy­la kül­tür em­per­ya­liz­mi­ne kar­şı di­re­ne­bi­len) bir mil­let ha­li­ne ge­le­bil­me­si, ras­yo­nel si­ya­se­ti güç­lü bir ben-bi­lin­ci ile bir­leş­ti­re­bil­me­si­ne bağ­lı.
Bu­nu ba­şar­dı­ğı­mız gün, Tür­ki­ye’nin kül­tür mi­ra­sı re­el ve et­kin bir güç ha­li­ne ge­le­cek­tir. Hz. Mev­la­na’nın hoş­gö­rü­sün­den Top­ka­pı’nın sa­kin ih­ti­şa­mı­na, De­de Efen­di’nin (ade­ta) za­man ve me­kân üs­tü nağ­me­le­rin­den Ne­şet Er­taş’ın yü­re­ği­mi­ze at­tı­ğı çi­zik­le­re ka­dar ya­şa­yan kül­tür de­ğer­le­ri­mi­zi bir ha­yat ala­nı ha­li­ne ge­tir­mek için, bü­tün bun­la­rın ar­ka­sın­da eş­ya­ya ve in­san­la­ra yö­ne­lik bir du­ru­şun ol­du­ğu­nu bil­me­miz ge­re­ki­yor. Bu du­ru­şu ne ka­dar de­rin­leş­ti­re­bi­lir ve iş­le­ye­bi­lir­sek, kül­tür id­di­amı­zın bir si­ya­sî ze­mi­ni de ola­cak­tır. Ak­si hal­de bu mu­az­zam kül­tü­rü su­lan­dı­rıl­mış bir hü­ma­niz­me ve çok kül­tür­cü­lü­ğe kur­ban et­mek iş­ten bi­le de­ğil.
1700’lü yıl­la­rın son­la­rın­da uzun bir sü­re İs­tan­bul ve ci­va­rın­da ya­şa­yan Tho­mas Thorn­ton, 1807 yı­lın­da ya­yım­la­dı­ğı The Pre­sent Sta­te of Tur­key ad­lı ki­ta­bın­da Av­ru­pa’nın Os­man­lı’ya na­sıl bak­tı­ğı­nı şöy­le özet­ler: “Bi­ze Os­man­lı ko­nu­sun­da şöy­le den­miş­tir: On­la­rın as­ke­rî er­dem­le­ri­ni ve ada­let yö­ne­tim­le­ri­ni ay­nen tak­lit edin; fa­kat ka­tı­lık­la­rı­nı ke­rih gö­rün ve düş­man­la­rı kar­şı­sın­da­ki aman­sız ta­vır­la­rı­nı kü­çüm­se­yin. Te­ba­ala­rı­na en as­ga­rî dü­zey­de en­gel çı­kart­tık­la­rı ve şef­faf ol­duk­la­rı için Hı­ris­ti­yan mo­nark­lar on­la­rın hü­kü­met et­me bi­çi­mi­ni hep kıs­kan­mış­tır; fi­lo­zof­lar ise on­la­rın si­ya­sî kül­tü­rü­nü da­ğı­nık bir gü­cün ka­ba bir ic­ra­sı ola­rak eleş­tir­miş­ler­dir”. 19. yüz­yı­lın ba­şı gi­bi geç bir dö­nem­de bir Av­ru­pa­lı ta­ra­fın­dan söy­le­nen bu söz­ler, Os­man­lı­nın si­ya­sî kül­tü­rü­nün gü­cü­nün zan­ne­dil­di­ğin­den da­ha uzun sür­dü­ğü­nü gös­te­ri­yor.
 
Tür­ki­ye’nin Ve­him­le­ri
Tür­ki­ye’nin an­lam­lı bir kül­tür stra­te­ji­si ge­liş­ti­re­bil­me­si için iki sap­lan­tı­dan kur­tul­ma­sı ge­re­ki­yor. Bun­lar­dan bi­rin­ci­si Tür­ki­ye’nin ken­di­ni “mo­dern dün­ya­nın has­ta ada­mı” ola­rak gör­me­si. Bu yay­gın an­la­yı­şa gö­re Ana­do­lu in­sa­nı­nın bi­rey, top­lum ve ev­ren an­la­yı­şı, ada­le­te da­ya­lı, öz­gür­lük­çü ve me­de­nî bir ya­şam bi­çi­mi­nin in­şa­sı­na im­kân ver­mi­yor. Tür­ki­ye in­sa­nı ne ya­par­sa yap­sın ta­ri­hin ge­ri­sin­de kal­mak zo­run­da. Oy­sa ta­rih­sel ge­cik­miş­lik ve kül­tü­rel ge­ri kal­mış­lık sen­dro­muy­la ha­re­ket eden bir Tür­ki­ye’nin Av­ru­pa, Ame­ri­ka ya­hut Uzak­do­ğu’yla sağ­lık­lı bir kül­tür iliş­ki­si­ne gir­me­si müm­kün de­ğil. Fran­sız­la­ra “biz siz­den da­ha lai­kiz”, Hol­lan­da­lı­la­ra “biz siz­den da­ha li­be­ra­liz”, İn­gi­liz­le­re “biz siz­den da­ha kur­na­zız”, Ame­ri­ka­lı­la­ra “biz siz­den da­ha ka­pi­ta­lis­tiz” di­ye­rek ken­di­mi­zi ta­nım­la­ma­ya ça­lış­mak, her tür var­lık id­di­asın­dan vaz­geç­ti­ği­mi­zi açık­ça ilan et­mek­tir. Ta­rih­sel ve kül­tü­rel ge­ri kal­mış­lık psi­ko­zun­dan kur­tul­mak zo­run­da olan Tür­ki­ye’nin kök­lü bir kül­tür ta­sav­vu­ru­na şid­det­le ih­ti­ya­cı var.
Tür­ki­ye’nin ikin­ci sap­lan­tı­sı, ken­di­ni Or­ta Do­ğu kül­tü­rü­nün “üvey ço­cu­ğu” ola­rak gör­me­si. Na­sıl Tür­ki­ye’nin ta­rih­sel ge­cik­miş­lik sen­dro­mu, onu Ba­tı kül­tür ve me­de­ni­ye­ti kar­şı­sın­da ac­zi­ye­te mah­kûm edi­yor­sa, ken­di­ne has mo­dern­lik al­gı­sı da, onu Or­ta Do­ğu ve İs­lam dün­ya­sı­na kar­şı ya­ban­cı­laş­tı­rı­yor. Oy­sa Tür­ki­ye’nin ken­di ken­di­ni Or­ta Do­ğu’nun üvey ço­cu­ğu ilan et­me­si ve böl­ge­nin eko­no­mik, si­ya­sî ve kül­tü­rel po­tan­si­ye­lin­den uzak dur­ma­sı, ne böl­ge po­li­ti­ka­la­rı ne de re­al-po­li­tik açı­sın­dan sa­vu­nu­la­bi­lir bir şey. Tür­ki­ye’nin böl­ge­sin­de­ki hiç­bir ül­key­le Fran­sa’nın Ce­za­yir’le ya­hut İn­gil­te­re’nin Hin­dis­tan ve Pa­kis­tan’la olan iliş­ki­si­ne ben­zer bir ta­ri­hî geç­mi­şi yok.
André Gi­de, 1910’lu yıl­lar­da İs­tan­bul ve Kon­ya’yı zi­ya­ret et­tik­ten son­ra gün­lü­ğü­ne şu me­al­de bir not düş­müş­tü: “Bu­ra­la­rı gör­dük­ten son­ra dün­ya­da­ki ye­gâ­ne me­de­ni­ye­tin bi­zim, ya­ni Av­ru­pa ve ba­hu­sus Fran­sız me­de­ni­ye­ti­mi­z ol­du­ğu­nu tek­rar an­la­dım.” Gi­de’in bu ırk­çı Av­ru­pa-mer­kez­ci­li­ği­ni bu­gün da­ha ra­fi­ne ya­hut üs­tü ka­pa­lı bi­çim­ler­de ye­ni­den üret­me­ye­cek­sek, bu­nun yo­lu ken­di­mi­ze ye­ni bir kül­tür ha­ri­ta­sı çiz­mek­ten ge­çi­yor.
Bu­nun için bir ge­le­ne­ğe men­sup ol­ma­nın şart­la­rı üze­rin­de ye­ni­den dü­şün­me­miz ge­re­ki­yor. Tür­ki­ye, ait ol­du­ğu ge­le­ne­ği red­de­de­rek bir kül­tür in­şa­sı­na gi­ri­şe­mez. Bu­nun müm­kün ol­ma­dı­ğı­nı son yüz yıl­lık kül­tür se­rü­ve­ni­miz­de gör­dük. Ar­tık kül­tü­rün de tü­ke­ti­len bir me­ta ha­li­ne gel­di­ği gü­nü­müz­de, ye­ni ya­ban­cı­laş­ma ve kök­süz­leş­me dal­ga­la­rı­na kar­şı sağ­lam du­ra­bil­mek için ge­le­nek, kül­tür, si­ya­sî bi­linç ve ben-ta­sav­vu­ru ara­sın­da­ki den­ge­yi ye­ni­den kur­mak zo­run­da­yız. Bu­nu sağ­la­dı­ğı­mız gün Cen­ne Ca­mi­i’nin ça­mur du­var­la­rı­nın her yıl aşın­ma­sın­dan, faz­la en­di­şe duy­ma­yız. Çün­kü ona ye­ni­den ha­yat üf­le­ye­cek ça­mur­lu el­ler var ol­ma­ya de­vam et­mek­te­dir.

Paylaş Tavsiye Et