Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (February 2007) > Dosya > Demokrasi önündeki en büyük engel: 27 Mayıs düzeni
Dosya
Demokrasi önündeki en büyük engel: 27 Mayıs düzeni
Serhat Buhari Baytekin

TÜRKİYE’DEKİ ‘statüko’ (düzen) genel olarak şu özelliklere sahiptir: sınırlayıcı, engelleyici, baskıcı, müdahaleci, vesayetçi, anti-özgürlükçü, anti-demokratik, jakoben, pozitivist, paternalist, ideolojist… Türk demokrasisinin önündeki en büyük engel bu statükodur. Peki, bu iç karartıcı statükonun kurucusu kimdir?
Statükonun kurucusu, zannedildiğinin tersine, Atatürk değil 27 Mayıs cuntasıdır. Atatürk’ün siyasal alanla ilgili en temel ilkesi, “egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” ilkesidir. “Atatürk’ün Anayasası” olarak bilinen 1924 Anayasası’na da giren bu ilke, milletin seçtiği vekillerden oluşan Meclis’i egemenliğin tek temsilcisi ve kullanıcısı durumuna yükseltti. Her türlü değişim Meclis’ten geçti, Atatürk Devrimleri Meclis eliyle yaptı. 1924 Anayasası’nda “değiştirilemez maddeler” diye bir hüküm yoktu; dolayısıyla Meclis her alanda gerekli değişikliği yapabildi. Yine bu anayasada korumaya alınmış devrim kanunları ve bir ideoloji ihdas eden ‘başlangıç’ kısmı da bulunmuyordu. Son olarak, bu dönemde ordunun siyasete karışması yasaktı. MGK diye bir kurum yoktu; ordu Milli Savunma Bakanlığına bağlı, hükümetin emrinde bir kurumdu.
Bu haliyle 1924 Anayasası, demokrasinin gelişmesine ve yerleşmesine zemin teşkil etme bakımından oldukça elverişliydi; bir statüko içermiyordu. Nitekim 1950 yılında demokrasiye geçildikten sonra iktidara gelen Demokrat Parti (DP) 1924 Anayasası’nın tanıdığı imkanlar yoluyla, sembolik değeri büyük olan ezan değişikliği de dahil, devrim çapında değişimleri hayata geçirebilmişti.
Milli iradenin üstünlüğü ise 27 Mayıs darbesi ile sona erdi. Zira 27 Mayıs, Atatürk’ün en büyük eseri olan ve değişime olanak tanıyan 1924 Anayasası’nı ilga ederek, gerçek anlamda bir statüko kurucusu olan 1961 Anayasası’nı ihdas etti. Böylece Türkiye’de sadece 10 yıl süren gerçek demokrasi dönemi sona erdi; “sözde demokrasi”, daha ılımlı bir ifadeyle “vesayetçi demokrasi” dönemi başladı. Vesayetçi demokrasi altında bile milli iradeye mani olamayan 27 Mayıs’ın uzantıları, sonrasında üç defa daha darbe yapmış ve demokrasiyi biraz daha budamıştır.
27 Mayıs’ın kurduğu ve diğer darbelerin de pekiştirerek sürdürdüğü statüko hakkında ana hatlarıyla şunlar söylenebilir: 27 Mayıs, Mehmet Altan’ın benzetmesiyle, devleti halkın elinden alma hareketidir. (Devlet ile milleti birbirinden ayırdığı için en büyük bölücü hareket olmuştur.) 27 Mayıs’la birlikte önemli devlet kurumları ‘devlet’ adı altında milli iradenin dışına taşınmış; halkın seçtiği hükümetlere sadece rutin idari işler ile ekonominin yürütülmesi bırakılmıştır. Günümüzde hükümetleri boğmak için dile getirilen meşhur “devlet-hükümet ayrılığı” söylemi 27 Mayıs’ın eseridir. 1924 Anayasası’nın ve Atatürk’ün temel ilkesi olan “egemenlik kayıtsız şartsız milletindir”, 27 Mayıs tarafından fiilen kaldırılmış ve yerine “egemenlik yetkili organlar eliyle kullanılır” ilkesi konulmuştur. 1961 Anayasası’nda değiştirilemez hükümler ve devrim kanunları da yer almıştır. Bu anayasa ile Meclis, çoğu “devlet kurumu” olan yetkili organların içinde zayıf ve iktidarsız bir kurum olarak yeniden kurgulanmıştır.
Meclis’i iktidarsızlaştırmak ve sınırlamak için ilk aşamada, içinde devlet kurumlarının temsilcilerinin de yer aldığı Senato ihdas edilmiştir. Cumhurbaşkanlığı, Meclis’i yavaşlatmak ve frenlemek amacıyla yeniden tasarlanmıştır. Cumhurbaşkanlığı’na, fiilî yollarla Meclis’in özgür iradesi dışında, ‘devlet’ tarafından tespit edilen isimler seçtirilmiştir. Bütün bu engelleri aşabilen Meclis’i nihai durdurma makamı olarak ise Anayasa Mahkemesi kurulmuştur. Anayasa Mahkemesi’nin yanı sıra, genel olarak yüksek mahkemeler, bir “yargıçlar iktidarı”nı doğuracak biçimde yeniden kurgulanmış ve güçlendirilmiştir.
Meclis üyelerinden oluşan hükümeti sınırlamak için de Danıştay, 1961 Anayasası’yla daha güçlü ve engelleyici bir konuma yükseltilmiştir. Yine yürütmeyi engellemek için 1961 Anayasası’yla MGK ihdas edilmiştir. MGK yoluyla ordu siyasallaştırılmış ve askerî müdahalelerin süreklileşmesi sağlanmıştır. OYAK kanalıyla da ordu, bir aktör olarak siyasetin yanı sıra ekonomiye de el atmıştır. Nihayet, yargı birliği kaldırılarak, askerler için ayrı yargı organları oluşturulmuştur. Böylece statükonun en önemli ayağı olan ordu, tamamen özerkleştirilmiş ve seçilmişlerin etkisi dışına çıkarılmış; MGK kanalıyla sürekli olarak siyaseti denetleme ve yönlendirme imkanını elde etmiştir.
27 Mayıs, sivil siyasetin gücünü iyice kırmak ve bir daha DP gibi güçlü hükümetlerin kurulmasını engellemek için seçim sistemini de değiştirmiştir. Yeni sistem, tek parti iktidarları yerine çok parçalı, zayıf ve cılız hükümetlerin kurulmasını beraberinde getirmiştir. 27 Mayıs’ın doğrudan olmasa da dolaylı sonuçlarından birisi de MHP olmuştur. Böylece Türk siyasal hayatında, bir siyasal partiden çok bir “devlet kurumu” niteliğinde iki parti var  olmaya başlamıştır: Solda CHP, sağda MHP. (Bugünkü siyasal tartışmalara ve saflaşmalara baktığımızda da CHP ile MHP’nin ne kadar birbirlerine benzedikleri ve paralel siyasetler icra ettikleri görülmektedir.)
Son olarak 27 Mayıs darbesinin baş eseri olan 1961 Anayasası’yla ilgili bir yanlışı düzeltmek gerekir: 1961 Anayasası’nın özgürlükçü bir anayasa olduğu yolundaki söylem, siyasi literatüre sokulmuş en büyük yalandır. Teoride anayasalar “devleti sınırlayan” belgelerdir; 1961 Anayasası (ve devamı olan 1982 Anayasası) ise “milleti sınırlayan” bir belgedir. Özgürlüğü millete değil devlet kurumlarına bahşetmiştir. 1961 Anayasası’na, 1924 Anayasası’nda olmayan bir ‘başlangıç’ kısmı eklenerek, ideolojik devlete geçilmiştir. Sonuçları itibariyle 1961 Anayasası, 1950’de kurulan demokrasinin canına okuyan bir belge olmuştur.
1960’tan itibaren Türkiye’de sivil siyaset, 27 Mayıs’ın kurduğu statükoyla mücadele şeklinde cereyan etmiştir. Siyasal mücadelenin bir tarafında sivil siyasetçiler, diğer tarafında 27 Mayıs’ın kurduğu statükonun kurumları yer almıştır. AB süreciyle birlikte 27 Mayıs’ın kurmuş olduğu statüko bir miktar aşılmışsa da, ana kurum ve kavramlarıyla hâlâ yaşamaya ve hükmünü icra etmeye devam etmektedir. Son dönemde cumhurbaşkanlığı seçimleri bağlamında, Meclis’in cumhurbaşkanı seçmesini engellemeye yönelik girişimler, 27 Mayıs’ın kurduğu kurumlar ve kavramlara dayanmaktadır. Türk demokrasisi, “darbelerin anası” olan ve değişimin önünü kapatan 27 Mayıs’ı tasfiye etmedikçe doğal gelişimini sürdüremeyecektir.


Paylaş Tavsiye Et
Yazara ait diğer yazılar
Serhat Buhari Baytekin