Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (February 2007) > Dünya Siyaset > Tetikçinin hazin sonu
Dünya Siyaset
Tetikçinin hazin sonu
Hatice Boynukalın Şenkardeşler

IRAK’IN devrik lideri Saddam Hüseyin’in tetikçilikten devlet başkanlığına uzanan sır dolu yaşamı idam sehpasında son buldu. Saddam, Irak siyasetine arka kapıdan girdi. Arka ve gizli kapılar Saddam’ın yaşamı boyunca yönetim basamaklarını tırmanmasında çok önemli bir rol oynadı. Saddam’ın kişiliği ve hayatı hakkında yapılacak bir inceleme, modern Ortadoğu tarihine bir ışık tutacağı gibi günümüzde yaşanan olaylara da bir bakış açısı sunabilir. Bu, başta Ortadoğu olmak üzere dünyada son yirmi yıl içerisinde meydana gelen olayları anlamlandırmamızı da kolaylaştırır. Saddam, kendine has siyasi düşüncelere ve yönetim felsefesine sahip güçlü bir devlet adamı olmaktan ziyade ABD’nin yarattığı üçüncü sınıf bir diktatördü. Efendileri tarafından da idam edildi.

Hayatı…
1937’de Irak’ta Tikrit’e bağlı Avca köyünde dünyaya gelen Saddam, dayısının yanında yetişmesi sebebiyle milliyetçi düşüncelerden etkilenerek genç yaşta Baas Partisi’ne katıldı. O yıllarda Baas Partisi’nin doktor ve avukatlardan müteşekkil elit bir kadrosu vardı. O yüzden kirli işleri yaptıracakları, Saddam gibi kişilere ihtiyaç duymaktaydılar. Saddam, 1958’de bir darbeyle krallık yönetimine son veren dönemin Başbakanı Abdülkerim Kasım’a karşı başarısız bir suikast girişiminin akabinde, önce Suriye’ye oradan da Mısır’a kaçmak zorunda kaldı. Burada yarım kalan lise eğitimini tamamlayan Saddam, sonrasında Kahire Üniversitesi’nde hukuk eğitimi aldı.
1963’teki ihtilal sonrasında ülkesine geri dönen Saddam, 1968’de Baas’ı tekrar başa geçirecek bir devrimin öncüleri arasında yer aldı. Bu tarihten itibaren rakipleri tarafından eğitim düzeyi, fakir bir aileye mensup olması ve yerel lehçeyle konuşması dolayısıyla sık sık eleştirilmesine rağmen hızla yönetimin zirvesine tırmanan Saddam, on yıl boyunca Devlet Başkanı Ahmed Hasan el-Bekr’in yardımcılığını yaptı. 1972’de petrolün millileştirilmesinde önemli rol oynadı. Kendi yöntemleriyle okuma-yazma seferberliği başlattı ve eğitime verdiği destek(!) sebebiyle UNESCO tarafından ödüllendirildi. Bir yandan ülkesini demir yumrukla idare ederken; diğer yandan Irak’ta sosyal devlet anlayışını yerleştirmeye çalıştı, sağlık hizmetlerini iyileştirdi.
1979’da el-Bekr’in istifa etmesi sonucunda devlet başkanlığını ele geçiren Saddam, yönetimini sağlamlaştırmak ve muhalif sesleri kısmak üzere Baas mensubu üst düzey yöneticilerin de arasında bulunduğu 450 kişiyi idam ettirdi.
Topluma karşı işlediği cinayetleri görmezden gelerek yeni bir Iraklı insan tipi meydana getirmekle övünen Saddam, Orwellyen bir devlet politikası izleyerek mozaik görünümündeki Irak toplumunu bir arada tutmayı başardı. Kendini Ortadoğu’nun hamisi olarak gören Saddam’ın icraatları neticesinde Arap-Müslüman devletler arasındaki ilişkiler ise, tarihte hiç olmadığı kadar yara aldı.

İslam Devrimi’ne Karşı
Arap Milliyetçiliği!

Şahı deviren ve İran İslam Cumhuriyeti’nin kurulmasını sağlayan devrim, Batı’yı özellikle de ABD’yi kaygılandırıyordu. Bölge ülkeleri de devrimin etkilerinin, halkları üzerinde olumsuz tesiri olacağı korkusuyla Saddam’a İran’a savaş açması için yeşil ışık yakmıştı. Saddam, “Arap kardeşleri”nden ihtiyacı olan desteği almak için İran’a karşı yürüttüğü savaşını, Mecusi Farisilerle Araplar arasında gerçekleşen “Kadisiye Savaşı” olarak niteliyordu.
Savaş sırasında Irak-ABD ilişkilerinde bahar havası yaşanıyordu. Özellikle de petrolün kaynağı durumundaki Suud ve Kuveyt rejimlerine İslam Devrimi’nin tehdit teşkil edebileceği korkusu, Irak-ABD işbirliğini daha da önemli hale getiriyordu. Irak’a savaş boyunca silah sevkiyatı yapan ABD, bu ülkenin düşmanlarına karşı kimyasal silah kullanmasına göz yumdu. Ancak ABD, Irak’ın bu savaşta gerçek bir zafer elde etmesini hiçbir zaman istemedi. Zira Washington, sadece İran’ın bölgede önemli bir güç olmasının önüne geçilmesini amaçlıyordu. Sekiz yıl süren yıpratıcı savaş, geride çökmüş bir ekonomi, dağılmış aileler ve viran şehirler bıraktı.
Çağdaş tarih, Arap dünyasında Saddam kadar kendini putlaştıran başka bir lider görmedi. Yalnızca Irak’ta değil, Arap dünyasının çeşitli yerlerinde de para gücüyle kendisini metheden bir grup aydın yarattı. Her yıl düzenlenen şiir günlerinde şairler methiyeler diziyor, gazeteci-yazarlar kerameti kendinden menkul hikayelerini yazmakta yarışıyordu. Ancak çıkarları ABD ile çatışmaya başlayınca, Saddam her nedense bir anda herkesin nefret ettiği bir kişi haline geliverdi.

Binbir Surat Saddam!
Winston Churchill’in deyişiyle; Batılıların dost ya da düşmanları yoktu, süregelen çıkarları vardı. Savaştan kısmi bir başarıyla çıkan Irak, Arap dünyasının liderliğine oynamaya başlayınca ABD ile karşı karşıya gelmenin de ilk adımlarını attı.
1990’a gelindiğinde Kuveyt’le olan sınır ihtilafının tekrar gündeme gelmesi ve Kuveyt’in fiyatların düşmesi neticesini doğuran bir petrol politikası izlemesi, ekonomisi berbat bir durumda olan Irak’ı bu ülkeyi işgal etmeye sevk etti. İran’la olan savaşında gördüğü desteği hesaba katarak ABD ve Arap dünyasının işgale göz yumacağı vehmine kapılan Saddam, Kuveyt’i işgal ederek bu ülkeyi 19. eyaleti ilan etti. Oysa ABD’nin bölgede bir süper güç olma peşindeki Irak’a göz yumma gibi bir lüksü yoktu. Saddam Kuveyt’ten yine ABD’nin başını çektiği ittifak askerlerince çıkarıldı. Uygulanan ambargolarla Irak’a diz çöktürüldü, halk inim inim inletildi.
Körfez Savaşı sonrasında uluslararası arenada ve Arap camiasında gittikçe yalnızlaşan Saddam, ülke yönetiminin kilit noktalarına partisinden isimler yerine ailesinden kişileri yerleştirmeye koyuldu. Milliyetçilikten ziyade İslam’ı önceleyen bir politika izlemeye başladı, Batı ve İsrail düşmanlığı üzerine kurulu fikirleriyle Arap ve Müslüman kamuoyunu etkilemeye çalıştı. Halkın önüne dervişler, cami imamları ve dinî mercilerle çıkmaya özen gösterdi. “Mümin Başkan” sıfatıyla Batı ve ABD’yle Hıristiyan karşıtı bir savaş yaptığını ilan etti. Irak bayrağı üzerine “Allahu Ekber” yazısı ilave edildi.
11 Eylül 2001 saldırıları sonrasında Saddam ve dolayısıyla Irak, ABD Başkanı Bush tarafından “şer ekseni” ülkelerinden biri ilan edildi. Kitle imha silahları peşinde koşmak ve terör örgütlerini finanse etmekle suçlanan Irak yönetimi değiştirilmeliydi. Irak, bu bahanelerle 20 Mart 2003 tarihinde işgal edildi; 9 Nisan’da da Bağdat düştü. Saddam ise, işgalden sekiz ay sonra saklandığı iddia edilen bir çukurun içerisinde ele geçirildi.
ABD’nin bölgesel stratejisine uygun hareket ettiği dönemlerde bir dost olarak görülen Saddam, daha sonra yine bu stratejiler gereği düşman olarak belleniyor ve işlediği cinayetler tüm dünyanın gözü önünde teker teker gün yüzüne çıkarılıyordu. Halkına karşı ceberut, Arap hükümdarlarına karşı kibirli ancak Batılı ve ABD’li efendilerine karşı sesi daima kısık zalim bir hizmetkar olan Saddam, yakalanışından sonra, hatta ölümüyle bile ABD’ye hizmet etmeye devam etti. Zira tüm dünyaya yayılan pornografik idam görüntüleriyle ABD, İslam dünyasına önemli mesajlar veriyordu.


Paylaş Tavsiye Et
Dünya Siyaset
DİĞER YAZILAR