Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (October 2003) > Dosya > Sistem karşıtı hareketler: Başka bir dünya mümkün
Dosya
Sistem karşıtı hareketler: Başka bir dünya mümkün
Ebru Afat
1989’DA Berlin Duvarı’nın yıkılması ve ardından SSCB’nin çökmesiyle birlikte, uluslararası sistem sarsıcı bir dönüşüm sürecine girdi. ABD’-nin tek süper güç konumuna geldiği bu dönemde, iletişim teknolojisindeki gelişmelerin vasıtasıyla uluslararası para ve mal hareketleri muazzam rakamlara ulaştı ve Çokuluslu Şirketler aktör konumuna yükseldi. Kısaca küreselleşme olarak isimlendirilen bu süreç içerisinde zengin Kuzey ile fakir Güney arasındaki uçurum daha da derinleşti. Gelişmiş ülkelerin kendi içlerinde bile gelir eşitsizliği ile işsizlik oranları günden güne artmaya başladı.
Bu kaotik sürecin kendi karşıtlarını doğurması kaçınılmazdı. 90’ların sonlarından itibaren dünyanın dört bir tarafında mevcut uluslararası sistemi ve küreselleşme şeklini hedef alan kitlesel protesto gösterileri yapılmaya başlandı. Bu gösteriler, alternatif bir küreselleşme ile dünya sistemini savunan ve kitle iletişim araçlarını kullanarak kısa sürede uluslararası bir nitelik kazanıp kendisi de küreselleşen sivil bir hareketin yansımasıydı. Soğuk Savaş öncesinde de etkili kitlesel eylemler yapılmıştı. Ancak ABD’nin Vietnam Savaşı’na tepki ile başlayan ve 68 Kuşağı ile simgeleşen bu gösteriler, kısa sürede her türlü toplumsal yapıyı hedef alan bir özgürlük eylemine dönüşmüştü. İdeolojik bölünmenin çok keskin olduğu ve ulus-devletin sistem içinde tek belirleyici aktör olarak yer aldığı bu dönemdeki eylemlerde, uluslararası sistem vurgusu neredeyse yoktu. Hedef alınan, başta ABD olmak üzere, Batı Bloku’nun hükümetleri ve kapitalizmdi.
Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından ortaya çıkan sistem karşıtı hareketin özelliği, sol söylemin etkisini taşıyor olmasına rağmen yeni ve alternatif bir sistem peşinde koşmasıydı. Avrupa’dan ABD’ye, Latin Amerika’dan Asya’ya, dünyanın dört bir yanında sistem karşıtı binlerce Sivil Toplum Örgütü kuruldu. Küreselleşmenin teknolojik nimetlerini sonuna kadar kullanan bu örgütler, karşılıklı fayda getiren küresel bağların iyi olduğunu düşünüyorlar. Ancak bu bağların, fakir çoğunluğun zengin azınlığa hükmetmesi için değil; eşitlik, dayanışma ve çeşitliliğin arttırılması için kullanılmasını istiyorlar. Yoksulluğun yerini zenginliğin adilce paylaşımının, boyun eğdirmenin yerini demokrasinin almasını isteyen bu hareketler ekolojik dengenin küreselleşmesi için çabalıyorlar.
Neredeyse kendiliğinden gelişen sistem karşıtı hareketler, 1999 Seattle gösterisi ile gün yüzüne çıktı. Seattle’a giden sürecin önünü açan olay ise, 1 Ocak 1995’te DTÖ’nün kurulmasıydı. DTÖ’nün kurucu anlaşması olan Uruguay Sözleşmeleri’ne yönelik eleştiriler, başlangıçta sol hareketten birtakım marjinal yazar ve grupların eleştirileri olarak değerlendirilip ciddiye alınmamıştı. Amerikalı sendikacıların, çevreci örgütlerin, anarşistlerin; devrimci sosyalistlerden sosyal demokratlara sol yelpazenin tüm renklerinin, feministlerin, insan hakları savunucularının, öğrencilerin ve Latin Amerikalı işçilerin bir araya gelerek bir direniş koalisyonu oluşturacakları kimsenin aklına gelmezdi. Amerikalı sendikacıların korumacı çıkarları, Güney’deki genç sanayi ülkelerinin korunması, yağmur ormanlarının yok olmasının engellenmesi, insan hakları savunucularının evrensel talepleri ve sol grupların anti-kapitalist söylemleri nasıl aynı çatı altında toplanabilirdi? Ama tüm bunlar yeni ve güçlü bir ittifak için yeterli oldu. 1 Aralık 1999’da DTÖ Bakanlar Zirvesi’nin yapıldığı ABD’nin Seattle kentinde toplanan 50 bin kişi, kavşakları ve şehir meydanını kuşattı. Hepsi de zenginin daha zengin, yoksulun daha yoksul olmadığı, emeğin sömürülmediği, çevrenin ve insan haklarının korunduğu yeni bir dünya düzeni isteklerini dile getirdiler. Gösterilerin başlamasından dört gün sonra bakanlar görüşmelerini kestiler.
Aslında DTÖ’nün Milenyum Zirvesi’nin başarısızlıkla sonuçlanmasının sebebi gösteriler değil, görüşmelere katılan ülkelerin birbiriyle çatışan çıkarlarıydı. Ancak bu gerçeğe rağmen Seattle, sistem karşıtı hareketler için bir dönüm noktası oldu. Seattle gösterilerini; dünya halklarını değil bir avuç zengini temsil ettiği düşünülen kurumları hedef alan kitlesel eylemler izledi: Nisan 2000’de 20 bin kişi, Washington’da İMF ve Dünya Bankası’nın bahar konferanslarını felce uğratmaya çalıştı. 25-30 Ocak 2001 tarihleri arasında çeşitli Sivil Toplum Örgütleri’ni temsil eden 10 bin delege, Brezilya’nın Porto Alegre kentinde yapılan ilk Dünya Sosyal Forumu’nda buluştu. Her yıl İsviçre’nin Davos kentinte düzenlenen Dünya Ekonomik Forumu’na alternatif olarak başlatılan DSF’nin amacı “başka bir küreselleşme” için somut projeler üretmekti. Nisan 2001’de 25 bin kişi, Kanada’nın Quebec kentinde düzenlenen ve Amerika kıtası ülkelerinin katıldığı ekonomi zirvesinde, ABD’nin kurulmasını istediği Amerika Serbest Ticaret Bölgesi’ne cephe açtı.
Sistem karşıtı hareket 20 Temmuz 2001’de Seattle’dan sonraki en çok ses getiren eylemine imza attı. 200 bin kişi İtalya’nın Cenova şehrinde düzenlenen G-8 zirvesini protesto etmek için tarihî şehrin sokaklarını doldurdu. Eylem çağrısının altında 700 grubun imzası vardı. Eylemciler, “Başka bir dünya mümkün” ve “İtiraz” yazılı pankartlar taşıyıp tişörtler giyiyorlardı. Rayından çıkmış dünya ekonomisine ve bu çarpık sistemi sürdürmeye çalışan dünyanın en zengin yedi ülkesi ile Rusya’nın karşısına dikilmişlerdi. Ancak gösteriler sırasında yaşanan şiddet, insanların dikkatinin sistemin işleyişine çekilmesi hedefini gölgede bıraktı. Eylemciler ile polis arasında kanlı çatışmalar çıktı. İtalyan genç Carlo Giuliani polis kurşunuyla can verirken yüzlerce kişi de yaralandı. İtalyan polisinin barışçı ve silahsız göstericilere karşı uyguladığı aşırı şiddet, yaşanan organizasyon bozukluğu ve “polis nereye kadar zor kullanabilir” sorusu Avrupa basınını haftalarca meşgul etti. Brüksel’de şiddet karşıtı düzenlemeler getirildi.
11 Eylül eylemi ve ardından başlayan ABD’nin terörle savaşı, sistem karşıtı hareketin dikkatinin ABD’-nin küresel imparatorluk kurma çabaları üzerinde toplanmasına yol açtı. 2002 Nisanında Washington’da toplanan yaklaşık 200 bin gösterici, İMF ve Dünya Bankası’nın politikalarından çok, ABD’nin harekete geçirdiği savaş makinesini eleştirdi. İçinde bulunduğumuz 2003 yılı da büyük gösterilere sahne oldu. 23-28 Ocak tarihleri arasında Üçüncü DSF için Porto Alegre’de bir araya gelen 100 bin delege ile 1-3 Haziran tarihleri arasında Fransa’nın Evian kasabasında düzenlenen G-8 zirvesini protesto eden 120 bin göstericinin gündem maddeleri arasında Irak Savaşı en üst sıralarda yer alıyordu. 10-14 Eylül tarihleri arasında Meksika’nın Cancun şehrinde düzenlenen DTÖ Bakanlar Zirvesi sırasında bu durum dengelendi. ABD’nin militarizmi yine on binlerin gündemindeydi; ancak ekonomik sorunlar bu defa unutulmamıştı. 56 yaşındaki Güney Koreli çiftçi Lee Kyoung Hae, DTÖ’nün uyguladığı tarım politikalarını protesto etmek için intihar etti. Gelişmekte olan ülkelerin tarımının yok olmasını engellemek için senelerdir mücadele eden Koreli çiftçi, sistem karşıtı sivil hareketin İtalyan gençten sonra verdiği ikinci kurbandı.
Sistem karşıtı hareket, bugün geldiği noktada adaleti ve barışı sağlamak için savaşların arkasındaki ekonomik çıkarlarla yüzleşmesi gerektiğini de öğrendi. İki kutuplu dünya düzeninin sona ermesinden sonra henüz yeni bir dünya düzeni kurulamadı. Eldeki veriler kurulma aşamasındaki yeni düzenden umutlu olmamıza da imkan vermiyor. Sistem karşıtı hareket bu gidişatı tamamen değiştiremese bile, adaletten yoksun bir sistemin uzun vadede kendi sonunu hazırlayacağını sistemin hakimlerinin yüzüne vurmayı başarıyor.

Paylaş Tavsiye Et