Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (July 2007) > Söyleşiyorum > Gökhan ÇETİNSAYA: “Cumhuriyet, Osmanlı modernleşmesinin devamıdır”
Söyleşiyorum
Gökhan ÇETİNSAYA: “Cumhuriyet, Osmanlı modernleşmesinin devamıdır”
Konuşan: Fahrettin ALTUN
Türk siyasetinin inişli çıkışlı yollarını aşındırmaya devam ediyoruz. Bunca gerilimle yüz yüze kalmak, korku ve tehdit algısı üzerine kurulu bu siyaset ortamını teneffüs etmek zorunda olmak hazmedilebilir türden bir durum değil. Fakat yine de bize düşen, anlamak. Hazmedememek, duyarsızlığı getirmemeli; meselenin aslını esasını anlamaya çalışmalı. Bir durumun aslını esasını ortaya koymak, tarihin kıvrımlarına doğru yol almayı gerektirir. Zira tarih dışında, tekil oluşumların, birbirinden bağımsız süreçlerin içerisinde eridiği kültür potasını resmedebileceğimiz bir başka güzergah yok. Norbert Elias’ın da dediği gibi sosyal hayata dair sahici bir tasavvur geliştirememenin başlıca nedeni, “süreçleri durumlara indirgeme” yanlışına düşülmesidir. Yapıların mutlaklığı değil, zaman içerisinde şekillenmeye devam eden gerçeklikleri esas alınarak önümüz aydınlanabilir. Tarihsel süreç, toplumsal ve siyasal gerçekliği anlamanın temel şartıdır.
Bu ay, tarihçi, siyaset bilimci Prof. Dr. Gökhan Çetinsaya ile siyasi kültürümüzün oluştuğu tarihsel süreç üzerine bir söyleşi yaptık ve modern Türk siyasi kültürünün temel problemlerini, kurucu unsurlarını ve tehdit algılamalarını konuştuk. Çetinsaya, İstanbul Teknik Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Bölümü Öğretim Üyesi. Osmanlı ve modern Türkiye tarihi, Osmanlı ve modern Türk siyasî düşüncesi, Ortadoğu tarihi ve politikası ile Türk dış politikası alanlarında başarılı çalışmalara imza atan Çetinsaya’nın son olarak The Ottoman Administration of Iraq 1890-1908 isimli eseri Routledge Yayınları arasından çıktı.
 
İki yüz­yıl­lık mo­dern Türk si­ya­si ha­ya­tı­nın her­hal­de en ba­riz özel­lik­le­rin­den bir ta­ne­si, mü­za­ke­re ve çı­kar­lar bu­luş­ma­sı et­ra­fın­da de­ğil, ge­ri­lim­ler ve çı­kar ça­tış­ma­la­rı et­ra­fın­da ce­re­yan edi­yor olu­şu. Bu ge­ri­lim ya­lın bir oku­may­la bir ik­ti­dar çe­kiş­me­si ola­rak or­ta­ya ko­na­bi­lir. Ne var ki bu ge­ri­li­min üret­ti­ği bir si­ya­si kül­tür var kar­şı­mız­da. Bu kül­tü­rü na­sıl an­la­ya­ca­ğız?
Açık­ça­sı ben son iki yüz yıl­lık Türk si­ya­si ha­ya­tı­na bak­tı­ğım­da üç te­mel fak­tö­rün olan bi­te­ni an­la­ma­mı­za yar­dım­cı ola­bi­le­ce­ği­ni dü­şü­nü­yo­rum. Bu üç fak­tör, ba­na gö­re si­ya­si ha­ya­tı­mı­zın son iki yüz yı­lı­na dam­ga­sı­nı vu­rur, si­ya­se­tin gi­di­şa­tı­na de­rin­den et­ki eder ni­te­lik­te. Bir ta­ne­si, özel­lik­le dış po­li­ti­ka­da kar­şı­mı­za çık­tı­ğı şek­liy­le, Rus­ya ve da­ha son­ra­ki adıy­la Sov­yet­ler Bir­li­ği fak­tö­rü. Rus­ya’nın 18. yüz­yı­lın son­la­rın­da bir bü­yük güç ola­rak, Av­ras­ya coğ­raf­ya­sın­da Os­man­lı aley­hi­ne ge­niş­le­me­ye baş­la­ma­sı ve Os­man­lı üze­rin­de as­ke­rî ve stra­te­jik açı­dan teh­dit oluş­tur­ma­sı son de­re­ce önem­li bir fak­tör­dür. 18. yüz­yı­lın so­nun­dan 20. yüz­yı­lın so­nu­na ka­dar­ki dö­ne­me bak­tı­ğı­mız­da çok ba­riz bir şe­kil­de Tür­ki­ye’nin dış ve iç po­li­ti­ka­sı­nı be­lir­le­yen te­mel fak­tör­ler­den bir ta­ne­si­nin bu ol­du­ğu­nu gö­rü­yo­ruz. Unut­ma­ya­lım ki Kı­rım Har­bi dı­şın­da -ki Kı­rım Har­bi’nde de İn­gil­te­re ve Fran­sa ile müt­te­fik­tik- Rus or­du­la­rı­nı yen­di­ği­miz bir sa­vaş yok. Bu teh­dit bi­zi Ba­tı kam­pı­na iten en so­mut du­rum ola­gel­di. Ay­nı du­rum, So­ğuk Sa­vaş yıl­la­rın­da da ge­çer­li­li­ği­ni ko­ru­du. Rus teh­di­di bu yö­nüy­le bü­tün dış po­li­ti­ka­mı­zı ve ge­rek­ti­ği yer­de de iç po­li­ti­ka­mı­zı be­lir­le­di.
İkin­ci fak­tör, son iki yüz yıl­lık dö­nem­de ön­ce Os­man­lı’da­ki gay­ri­müs­lim­ler ara­sın­da baş­la­yan da­ha son­ra Müs­lü­man un­sur­la­ra da si­ra­yet eden mil­li­yet­çi­lik ve bu­nu ta­kip eden ay­rı­lık­çı­lık eği­lim­le­ri­dir. Bü­tün Tan­zi­mat’ı, II. Ab­dül­ha­mid dö­ne­mi ve son­ra­sı­nı bu fak­tör et­ra­fın­da da ana­liz ede­bi­li­riz. Cum­hu­ri­yet Tür­ki­ye’sin­de­ki Kürt me­se­le­si de yi­ne bu bağ­la­ma otur­tu­la­bi­lir. Şu an­da ya­şa­dı­ğı­mız san­cı­lar da önem­li oran­da azın­lık mil­li­yet­çi­li­ği­ne ne ce­vap bu­la­ca­ğız so­ru­su et­ra­fın­da kar­şı­mı­za çı­kı­yor.
Üçün­cü fak­tör ise, ma­li dı­şa ba­ğım­lı­lı­ğı­mız. Yi­ne bu da mo­dern­leş­me sü­re­ci­nin kar­şı­mı­za çı­kar­dı­ğı bir du­rum. 1830’lar­dan iti­ba­ren dün­ya eko­no­mi­si­ne en­teg­re ol­ma­ya baş­lı­yor, Kı­rım Har­bi son­ra­sın­da da dış borç ala­rak ya­ban­cı ma­li çev­re­le­re ba­ğım­lı ha­le ge­li­yo­ruz. Bu ba­ğım­lı­lı­ğın Türk dış ve iç po­li­ti­ka­sı­nı be­lir­le­yen bir fak­tör ola­rak bu­gün­le­re ka­dar gel­di­ği­ni söy­le­ye­bi­li­riz.
 
Baş­ba­kan Tay­yip Er­do­ğan’a, 1 Mart Tez­ke­re­si oy­lan­ma­dan ön­ce, “Bu tez­ke­re geç­mez­se me­mur ma­aş­la­rı­nı da­hi öde­ye­me­yiz” de­dir­ten sa­ik, mo­dern Türk si­ya­se­ti­ne ba­şın­dan be­ri et­ki eden bu ba­ğım­lı­lık­la ilin­ti­li bir du­rum de­ğil mi? Pe­ki, si­ze gö­re, bu prob­lem­ler Tan­zi­mat dö­ne­min­de bu­gün­kün­den da­ha ya­kı­cı bir so­run ola­rak mı çı­kı­yor kar­şı­mı­za?
Ba­kın biz bu­gün Tan­zi­mat­çı­la­rın dra­mı­nı da al­gı­la­ya­mı­yo­ruz. Rus­ya fak­tö­rü, azın­lık mil­li­yet­çi­li­ği ve ma­li dı­şa ba­ğım­lı­lık Tan­zi­mat­çı­la­rı en çok dü­şün­dü­ren me­se­le­ler­di. Fa­kat biz ör­ne­ğin Tan­zi­mat dö­ne­mi­nin ba­şın­da gay­ri­müs­lim nü­fu­sun Müs­lü­man nü­fus içe­ri­sin­de­ki ora­nı­nın %40 ol­du­ğu­nu unu­tu­yo­ruz. Tak­dir eder­si­niz ki bu ol­duk­ça yük­sek bir oran. Bu­gün­kü dün­ya­da %40 azın­lık ba­rın­dı­ran ül­ke­ler cid­di za­af içe­ri­sin­de olan ül­ke­ler. Ve bi­zim bu­gün Tan­zi­mat­çı­la­rı ko­lay­ca Ba­tı­cı ola­rak ni­te­le­me­miz me­se­le­yi an­la­ma­mı­za im­kan ver­mi­yor. Tan­zi­mat­çı­lar bu azın­lık­la­rı sis­te­me en­teg­re et­mek için Os­man­lı­cı­lık de­di­ği­miz si­ya­se­ti or­ta­ya at­tı­lar. Bir Os­man­lı üst kim­li­ği ya­rat­mak­tı dert­le­ri. Ve her­ke­sin di­nî kim­li­ği­ni ko­ru­du­ğu, fa­kat ya­sa­lar önün­de eşit Os­man­lı va­tan­daş­la­rı ha­li­ne gel­di­ği bir si­ya­si du­rum or­ta­ya çık­tı. Tan­zi­mat­çı­lar, esa­sın­da Os­man­lı­cı­lık adı al­tın­da bir­bi­ri­ni ta­mam­la­yan üç pro­je­yi gün­de­me ge­tir­di­ler. Ön­ce­lik­le, gü­nü­müz te­rim­le­riy­le ifa­de eder­sek Tan­zi­mat Fer­ma­nı’yla öz­deş­le­şen “te­mel in­san hak­la­rı”nı ver­di­ler. Ar­dın­dan Is­la­hat Fer­ma­nı son­ra­sın­da kar­şı­mı­za çık­tı­ğı şek­liy­le sos­yo-eko­no­mik bir kal­kın­ma pro­je­si­ni ha­ya­ta ge­çir­me­ye ça­lış­tı­lar. Bu­ra­da­ki bek­len­ti ga­yet ba­sit­ti. Eğer azın­lık­la­rın sos­yo-eko­no­mik açı­dan kal­kın­ma­la­rı sağ­la­nır­sa on­lar da mil­li­yet­çi­lik ek­sen­li ta­lep­le­rin­den vaz­ge­çe­bi­le­cek­ler­di. Zin­ci­rin üçün­cü hal­ka­sı ise ni­ha­yet 1870 son­ra­sın­da azın­lık­la­ra si­ya­si hak­la­rı­nın ve­ril­me­siy­di. Zi­ra an­cak bu şe­kil­de dev­le­tin bir ara­da tu­tu­la­bi­le­ce­ği ka­naa­ti ege­men­di.
 
Fa­kat bu sü­reç içe­ri­sin­de si­ya­si hak­la­rın kul­la­nı­mı ko­nu­sun­da dö­ne­min si­ya­si elit­le­ri ara­sın­da cid­di bir kuş­ku­nun hâ­kim ol­du­ğu­nu da gö­rü­yo­ruz. Bu kuş­ku yal­nız­ca bel­li bir top­lum ke­si­mi­ne dö­nük bir kuş­ku de­ğil, sa­nı­rım ge­nel ola­rak top­lu­mun si­ya­sal­laş­ma­sı­na dö­nük bir kuş­ku da var bu­ra­da. Bu­gün de de­vam eden bu seç­kin­ci­li­ğin se­be­bi ne ola­bi­lir? 
19. yüz­yı­lın ikin­ci ya­rı­sın­dan iti­ba­ren meş­ru­ti­yet, par­la­men­ter ve ana­ya­sal re­jim tar­tış­ma­la­rı içe­ri­sin­de olan elit­le­rin baş­lı­ca me­se­le­le­rin­den bi­ri­si, Os­man­lı in­sa­nı ya da hal­kı­nın si­ya­si hak­la­rı­nı kul­lan­mak ko­nu­sun­da ehil olup ol­ma­dık­la­rıy­dı. Bu 1860’la­rın so­nu­nun özel­lik­le 1870’le­rin ilk ya­rı­sı­nın en önem­li tar­tış­ma­sı­dır. Çün­kü bir yan­dan bir grup Os­man­lı si­ya­set­çi­si, ay­dı­nı “son ça­re meş­ru­ti­yet­tir” der­ken, bir di­ğer grup “eği­tim se­vi­ye­si dü­şük bir top­lu­mun si­ya­si hak­kı­nı doğ­ru bir şe­kil­de kul­la­na­ma­ya­ca­ğı­nı” öne sü­rü­yor­du. Bir ta­ra­fa Mit­hat Pa­şa ve Ye­ni Os­man­lı­la­rı di­ğer ta­ra­fa ise Âli ve Fu­at Pa­şa­la­rı yer­leş­tir­mek müm­kün. Ki II. Ab­dül­ha­mit de bu­ra­da Âli ve Fu­at Pa­şa’nın ya­nın­da yer alır.
 
Bu­gü­ne ter­cü­me eder­sek, Türk top­lu­mu ken­di ka­de­ri­ni be­lir­le­me eh­li­ye­ti­ne sa­hip mi­dir de­ğil mi­dir tar­tış­ma­sı ya­pı­lı­yor de­ğil mi? Ni­te­kim bu tar­tış­ma gü­nü­müz si­ya­se­ti­nin de vaz­ge­çil­mez un­su­ru du­ru­mun­da.
Bu gö­rü­şü sa­vu­nan­la­rın te­mel ar­gü­ma­nı, Os­man­lı gi­bi çok fark­lı et­nik ve di­nî grup­lar­dan oluş­muş bir yer­de meş­ru­ti­ye­tin, par­la­men­ter ve ana­ya­sal bir re­ji­min ka­os ya­ra­ta­ca­ğı ve ül­ke­yi çık­ma­za so­ka­ca­ğı­dır. Bu­nun çö­zü­mü hal­kın eği­tim se­vi­ye­si­nin yük­sel­til­me­si­dir. Bu tar­tış­ma, hâ­lâ gün­cel­li­ği­ni ko­ru­yor.
 
Dev­le­ti ‘ba­ba’, hal­kı da ‘kız’ me­ta­fo­ru ile bir­lik­te dü­şü­ne­bi­li­riz sa­nı­rım. Ba­ba­nın en bü­yük en­di­şe­si gö­zün­den sa­kın­dı­ğı ve bu ne­den­le gün yü­zü gös­ter­me­di­ği kı­zı­nın “ya da­vul­cu­ya ya zur­na­cı­ya” ka­ça­bil­me ih­ti­ma­li­dir.
Ba­kın bu­gün bi­le bir­çok fark­lı ke­sim­den in­san Tür­ki­ye’nin as­lın­da çok par­ti­li ha­ya­ta, de­mok­ra­si­ye çok er­ken ge­çiş yap­tı­ğı­nı söy­lü­yor. Bu zih­ni­ye­ti tem­sil eden­ler, meş­ru­ti­yet is­te­yen­le­re “Bi­ze kons­ti­tüs­yon de­ğil, ins­ti­tüs­yon la­zım” ke­la­mıy­la ce­vap ye­tiş­tir­miş­ler­dir. Zi­ra ge­mi­yi, çı­ma­cı, yol­cu fi­lan yö­net­mez. Ge­mi­yi sa­de­ce kap­tan yö­ne­te­bi­lir.
 
Bu nok­ta­da, ak­lı­ma “Dev­let­te de­vam­lı­lık esas­tır” düs­tu­ru ge­li­yor. II. Ab­dül­ha­mid’in si­ya­si gra­me­ri ile cum­hu­ri­ye­ti, de­mok­ra­si­yi de­net­le­me­nin ve ter­bi­ye et­me­nin bir ara­cı ola­rak gö­ren gü­nü­müz elit­le­ri­nin si­ya­se­te yük­le­dik­le­ri an­lam ara­sın­da­ki pa­ra­lel­lik ol­duk­ça il­ginç. Si­ya­set, bir tem­sil ara­cı de­ğil, de­net­le­me ara­cı ola­rak kar­şı­mı­za çı­kı­yor. Ne der­si­niz?
II. Ab­dül­ha­mid dö­ne­mi­ni as­lın­da mo­dern Tür­ki­ye’nin sos­yal, ik­ti­sa­di, kül­tü­rel te­mel­le­ri­nin atıl­dı­ğı dö­nem ola­rak ni­te­le­ye­bi­li­riz. II. Ab­dül­ha­mid ve yar­dım­cı­la­rı ar­tık Tan­zi­mat ve onun Os­man­lı­cı­lık si­ya­se­ti­nin if­las et­ti­ği­ne ka­na­at ge­ti­rir­ler ve ye­ni bir si­ya­se­ti uy­gu­la­ma­ya ko­yar­lar. Tan­zi­mat’ın bü­tün si­ya­set­le­ri de­nen­miş ve bu si­ya­set­le­rin en baş­ta gay­ri­müs­lim mil­li­yet­çi­li­ği kar­şı­sın­da bir et­ki ya­ra­ta­ma­dı­ğı, im­pa­ra­tor­luk­tan ko­puş­la­rın en­gel­le­ne­me­di­ği or­ta­ya çık­mış­tır. Bu nok­ta­da söy­le­dik­le­ri şey şu­dur: “Biz %40’ı sis­te­me en­teg­re et­mek için bir­ta­kım po­li­ti­ka­lar üret­tik fa­kat bu­nu ba­şa­ra­ma­dık. Ne var ki, bu ara­da da ar­tık ora­nı %80’e çık­mış olan Müs­lü­man un­su­ru ih­mal et­tik.” Bu, Pan-İs­la­mist si­ya­se­tin baş­lan­gıç nok­ta­sı­dır.
 
Bu da­ha ön­ce Ye­ni Os­man­lı­la­rın da öner­di­ği bir çer­çe­ve de­ğil mi?
Evet. Ama bu çer­çe­ve­nin so­mut bir si­ya­se­te dö­nüş­me­si II. Ab­dül­ha­mid dö­ne­min­de müm­kün olu­yor. II. Ab­dül­ha­mid dö­ne­mi, Ana­do­lu nü­fu­su­nun da ye­ni bir top­lum­sal renk ka­zan­dı­ğı bir dö­nem. 1850’ler­den 1914’e ka­dar Bal­kan­lar ve Kaf­kas­lar­dan Ana­do­lu coğ­raf­ya­sı­na 5 mil­yon ki­şi göç edi­yor. Ya­ni bu­gün­kü Es­ki­şe­hir, Bur­sa ve Kon­ya o dö­nem­ler­de olu­şu­yor.
 
Ve eği­tim po­li­ti­ka­sı...
El­bet­te. Unut­ma­ya­lım ki, 1908’de Tür­ki­ye’nin ka­de­ri­ni eli­ne alan­lar, 1880’ler­de doğ­muş ve Ab­dül­ha­mid’in kur­du­ğu okul­lar­da oku­muş in­san­lar. Bu kur­may su­bay­lar ara­sın­da zan­ne­dil­di­ği gi­bi yurt dı­şın­da bu­lu­nan­lar ve dok­to­ra ya­pan­lar da yok. Bi­lin­me­si ge­re­ken bir di­ğer hu­sus da 1880’ler­de doğ­muş bu ku­şa­ğın sa­de­ce mo­dern Tür­ki­ye’yi de­ğil, ay­nı za­man­da mo­dern Or­ta­do­ğu’yu da in­şa et­miş ve yö­net­miş ol­du­ğu­dur. Me­se­la Irak’ta 1958’e ka­dar yö­ne­tim­de et­ki­li ol­muş bü­tün baş­ba­kan­lar, dı­şiş­le­ri ba­kan­la­rı, hat­ta ka­bi­ne­nin bü­tün üye­le­ri ya Mek­teb-i Har­bi­ye’den ya Mek­teb-i Mül­ki­ye’den ya da Mek­teb-i Hu­kuk’tan me­zun tip­ler­dir. On­lar da ay­nı Ata­türk ve ar­ka­daş­la­rı gi­bi Os­man­lı bü­rok­ra­si­sin­de bel­li bir sü­re ça­lış­mış si­vil ve­ya as­ker­ler­dir. Ve son­ra da yol­lar ay­rıl­dık­tan son­ra mo­dern Irak’ta, Su­ri­ye’de, Ür­dün’de, Lüb­nan’da et­kin si­ya­si ko­num­lar el­de et­miş­ler­dir.
 
Os­man­lı­cı­lık’tan Pan-İs­la­miz­me, Pan-İs­la­mizm­den de Türk­çü­lü­ğe uza­nan bir çiz­gi var.
Evet, ta­rih­sel ola­rak böy­le bir ay­rım yap­mak müm­kün. Hiç kuş­ku­suz biz bu ay­rım­la­rı çok ka­tı bir çer­çe­ve içe­ri­sin­de yap­mı­yo­ruz. Za­man za­man bu çiz­gi­le­rin iç içe geç­ti­ği­ni de gö­re­bi­li­yo­ruz. Fa­kat ge­nel ola­rak bak­tı­ğı­mız­da Os­man­lı­cı­lı­ğın yü­rü­me­di­ği nok­ta­da İt­ti­ha­dı İs­lam po­li­ti­ka­sı­nın, onun da yü­rü­me­di­ği ve Müs­lü­man un­sur­lar ara­sın­da da mil­li­yet­çi eği­lim­le­rin yay­gın­laş­ma­ya baş­la­dı­ğı nok­ta­da ise Türk mil­li­yet­çi­li­ği­nin öne­ril­di­ği­ni gö­re­bi­li­yo­ruz. Fa­kat bu mil­li­yet­çi­li­ğin bir halk ha­re­ke­ti ol­ma­dı­ğı­nı, elit dü­ze­yin­de bir mil­li­yet­çi­lik ol­du­ğu­nu ve ön­ce­lik­le bir kül­tü­rel uya­nış ha­re­ke­ti ola­rak baş­la­dı­ğı­nı be­lirt­mek­te ya­rar var.
 
Bu­ra­da Arap mil­li­yet­çi­li­ği ne­re­de du­ru­yor?
Hep zan­ne­di­lir ki Arap mil­li­yet­çi­li­ği Bağ­dat’ta çık­mış­tır, Şam’da çık­mış­tır, Mek­ke’de çık­mış­tır. Hiç ala­ka­sı yok. Arap mil­li­yet­çi­li­ği İs­tan­bul’da Mek­teb-i Hay­ri­ye’de, Mül­ki­ye’de çık­mış­tır, hat­ta Os­man­lı par­la­men­to­sun­da, Mec­lis-i Me­bu­san’da çık­mış­tır. Ne­den? Çün­kü o gü­ne ka­dar bir­bi­ri­ni gör­me­miş olan Bağ­dat­lı, Şam­lı, Mek­ke­li, Trab­lus­garp­lı me­bus­lar ilk de­fa ora­da bir ara­ya ge­li­yor­lar, bir­bir­le­ri­nin ve dev­let kar­şı­sın­da­ki so­run­la­rı­nın far­kı­na va­rı­yor­lar ve ay­nı se­si di­le ge­tir­me­ye, ör­güt­len­me­ye baş­lı­yor­lar. Türk mil­li­yet­çi­li­ği­nin açık­ça di­le ge­ti­ril­me­ye, for­mü­le edil­me­ye baş­lan­ma­sı da Arap is­ya­nı ola­rak bil­di­ği­miz olay­dan son­ra ve Or­ta­do­ğu’nun fii­len Os­man­lı’dan kop­ma­sın­dan iti­ba­ren­dir. Da­ha ön­ce­sin­de Türk mil­li­yet­çi­li­ği­ne İs­lam­cı­la­rın en te­mel iti­ra­zı şu­dur: “Eğer Türk­çü­lük ya­par­sa­nız, son İs­lam dev­le­ti­ni zaa­fa uğ­ra­tır­sı­nız. Bu de­fa di­ğe­ri de Arap­çı­lık ya­par ve son İs­lam dev­le­ti de par­ça­la­nır.” Ne var ki, Arap is­ya­nı son­ra­sın­da Türk­çü­lük ka­muo­yu önün­de ses­li bir şe­kil­de di­le ge­ti­ril­me­ye baş­la­nır.
 
Bu Türk­çü­lük İs­lam’la ba­rı­şık bir Türk­çü­lük mü­dür pe­ki?
Evet. 1920’le­rin ikin­ci ya­rı­sı­na ka­dar da et­ki­li ol­muş­tur. Bun­dan son­ra Türk mil­le­ti ile İs­lam ara­sın­da­ki bağ­la­rın ve hat­ta bu bağ­la­rı ya­ra­tan­la­rın da gör­mez­den ge­lin­di­ği bir dö­nem çı­kar kar­şı­mı­za. Bu bir kı­rıl­ma­ya işa­ret eder.
 
Os­man­lı­cı­lık, Pan-İs­la­mizm ve Türk­çü­lük gi­bi dev­le­tin kur­ta­rıl­ma­sı için öne­ri­len zih­ni­yet çer­çe­ve­le­ri ta­rih­sel bir iz­lek te­me­lin­de de­ğer­len­di­ril­di­ğin­de gi­de­rek da­ra­lan bir mu­hay­yi­le­ye sa­hip ol­duk­la­rı id­di­a edi­le­bi­lir. Bu çer­çe­ve­de Ke­ma­lizm’i ne­re­ye ko­yu­yor­su­nuz? Ke­ma­lizm, bu re­çe­te­ler zin­ci­ri­nin son hal­ka­sı mı? Ko­puş de­ğil de sü­rek­li­lik pa­ra­dig­ma­sı esa­sın­ca Cum­hu­ri­yet ma­ce­ra­sı­nı oku­ya­cak­sak, o tak­dir­de Ke­ma­lizm’i ni­te­lik ola­rak Os­man­lı­cı­lık­la ya da Pan-İs­la­mizm­le ay­nı ka­te­go­ri­de mi de­ğer­len­di­re­ce­ğiz?
Ya­kın za­man­la­ra ka­dar, mo­dern Türk si­ya­si ha­ya­tı­nı oku­mak is­te­yen­le­rin baş­lı­ca tar­tış­ma ko­nu­su, Cum­hu­ri­yet dö­ne­mi­ni ra­di­kal bir ko­puş ola­rak mı, yok­sa bir sü­rek­li­lik ola­rak mı gör­me­miz ge­rek­ti­ği nok­ta­sın­da dü­ğüm­le­ni­yor­du. Za­man­la ge­rek biz­de ge­rek Ba­tı’da ya­pı­lan ça­lış­ma­lar, sü­rek­li­lik pa­ra­dig­ma­sı­nın da­ha doğ­ru ol­du­ğu yö­nün­de bir yak­la­şı­mın be­nim­sen­me­si­ni be­ra­be­rin­de ge­tir­di. Bu yö­nüy­le Cum­hu­ri­yet, Os­man­lı’nın, Os­man­lı mo­dern­leş­me­si­nin de­va­mı­dır.
 
Yi­ne de bir kı­rıl­ma­nın var­lı­ğın­dan söz et­me­den Cum­hu­ri­yet Tür­ki­ye’si­ni an­la­ma­mız müm­kün de­ğil.
Hiç kuş­ku­suz. Bir ke­re şu­nu bir tes­pit ede­lim: İfa­de et­me­ye ça­lış­tı­ğım gi­bi 1927-28 ta­rih­le­ri son­ra­sın­da bir kı­rıl­ma­nın ya­şan­dı­ğı­nı gö­rü­yo­ruz.
 
As­ke­rin si­ya­se­te gir­me ya­sa­ğı da sa­nı­rım bu çer­çe­ve­de gün­de­me ge­ti­ri­li­yor.
Evet. Ve bu ta­rih­ten son­ra ya­şa­nan kı­rıl­ma içe­ri­sin­de açık­ça­sı di­nin ta­ma­men bi­rey­sel ala­na itil­me­si, ko­num­lan­dı­rıl­ma­sı di­ye­bi­le­ce­ği­miz bir sü­reç var.
 
Doğ­ru, ulus-dev­le­tin va­ro­luş ko­şu­lu­nu ye­ri­ne ge­tir­mek için, di­ni si­ya­sal ala­nın dı­şı­na iti­yor, bi­rey­sel alan­da ko­num­lan­dı­rı­yor­su­nuz. Fa­kat di­ğer yan­dan bir ara­da tut­mak, te­sa­nüt ru­hu ya­rat­mak zo­run­da ol­du­ğu­nuz bir top­lu­mu­nuz var. Ve bu top­lum de­mog­ra­fik ola­rak ba­kıl­dı­ğın­da ta­ri­hin­de hiç ol­ma­dı­ğı ka­dar Müs­lü­man. Do­la­yı­sıy­la di­ni bir harç ola­rak kul­lan­ma­ya yel­te­ni­yor­su­nuz. Fa­kat ta­rih­sel tem­sil­le­ri­ne ba­kıl­dı­ğın­da İs­lam, sa­de­ce vic­da­ni ala­nın içe­ri­sin­de tu­tu­la­bi­le­cek bir din de de­ğil. Mev­cut risk­le­ri or­ta­dan kal­dı­ra­bil­mek için, la­ik­li­ğin for­mü­le edil­me­si ge­rek­li; fa­kat tek ba­şı­na ye­ter­li ol­mu­yor. İkin­ci adım dev­le­tin di­nî ala­na mü­da­ha­le­si ola­rak kar­şı­mı­za çı­kı­yor. Di­nin içe­ri­sin­de yer al­ma­dı­ğı bir top­lum­sal, kül­tü­rel kim­li­ğin in­şa­sı müm­kün gö­rün­me­di­ği için bir din ta­sa­rı­mı da ya­pıl­mak is­te­ni­yor. Bu ne­den­le di­nin mo­dern­leş­ti­ril­me­si dev­le­tin bi­rin­ci el­den uy­gu­la­dı­ğı bir po­li­ti­ka olu­yor. Kur’an ter­cü­me­le­ri­nin teş­vik edil­me­si, tef­sir­le­rin yaz­dı­rıl­ma­sı, ila­hi­yat­la­rın, imam-ha­tip­le­rin aç­tı­rıl­ma­sı res­mî bir İs­lam yo­ru­mu oluş­tur­ma kay­gı­sı­nın ürün­le­ri. Fa­kat, Cum­hu­ri­yet’in bu pro­je­si­nin tut­tu­ğu­nu söy­le­mek im­kan­sız.
Evet. Ke­ma­list dev­rim­le­rin, Ke­ma­list mo­dern­leş­me pro­je­si­nin tüm ra­di­kal­li­ği­ne, kes­kin­li­ği­ne rağ­men 1950 son­ra­sın­da İs­lam ye­ni­den Türk si­ya­set sah­ne­sin­de bir güç ola­rak or­ta­ya çı­kı­yor. Eğer bu nok­ta­yı doğ­ru oku­ya­bi­lir­sek, ka­na­atim­ce Türk si­ya­se­ti­ni de doğ­ru an­la­ya­bi­li­riz. Me­se­la be­ni en çok hay­re­te dü­şü­ren yo­rum­lar­dan bir ta­ne­si şu: “De­mok­rat Par­ti ik­ti­da­ra gel­di, eza­nı Arap­ça okut­ma­ya baş­la­dı ve ir­ti­ca hort­la­dı.”
 
Pe­ki, ne ol­du da “ir­ti­ca hort­la­dı?”
Ma­ale­sef Tür­ki­ye’de­ki sos­yo­log­lar ve­ya sos­yal an­tro­po­log­lar şu­nu hiç vur­gu­la­mı­yor­lar: Tek par­ti dö­ne­min­de nü­fu­sun %80’i kır­sal ke­sim­de ya­şa­yan in­san­lar­dan olu­şu­yor. Oku­ma­la­rı­mız bi­ze gös­te­ri­yor ki, as­lın­da Ata­türk dev­rim­le­ri, Ke­ma­list si­ya­set bu %80’e si­ra­yet ede­me­miş. Bu­gün bi­zim mo­dern Tür­ki­ye’yi şe­kil­len­dir­di­ği­ni dü­şün­dü­ğü­müz o dev­rim­ler ve re­form­lar bü­yük şe­hir­ler­de, ka­sa­ba­lar­da et­ki­li ol­muş, o ka­dar. %80’in mev­cut sos­yal ve ik­ti­sa­di ger­çek­lik­le­ri, do­la­yı­sıy­la kül­tü­rel ger­çek­lik­le­ri de­ğiş­me­miş. İs­lam ora­da ya­şa­ma­ya de­vam et­miş. Ki­ta­bi bir İs­lam de­ğil bu, for­mel bir din eği­ti­mi vs. yok; fa­kat yi­ne de bü­tün can­lı­lı­ğıy­la ya­şa­yan bir İs­lam var kar­şı­mız­da.
 
Bir ah­lak çer­çe­ve­si ve top­lum­sal iliş­ki ağı ola­rak can­lı bir İs­lam.
Evet, ay­nen. Ge­le­nek­sel sü­reç­ler, kül­tür ka­lıp­la­rı ol­du­ğu gi­bi ya­şa­mış. 1945’e ge­lin­di­ğin­de ta­rım­da ma­ki­ne­leş­me­nin baş­la­ma­sıy­la kır­sal ke­sim­de ge­le­nek­sel kül­tür ka­lıp­la­rı içe­ri­sin­de ya­şa­yan­lar mev­cut kül­tü­rel ba­ki­ye­le­ri ile bir­lik­te kent­le­re ge­li­yor­lar ve bu­ra­da hem ken­di­le­ri dö­nü­şü­yor­lar hem de ken­ti dö­nüş­tü­rü­yor­lar. So­nuç­ta dö­nü­şen Tür­ki­ye’nin top­lum­sal ger­çek­li­ği olu­yor­lar. Bu sü­re­ce mu­az­zam bir göç eş­lik edi­yor. “İr­ti­ca hort­la­dı” söy­le­mi esa­sın­da bu dö­nü­şü­me bi­ri­le­ri­nin kı­lıf bul­ma­sın­dan baş­ka bir şey de­ğil. Kar­şı­mı­za çı­kan şey, tam bir sen­tez ve bu sen­tez ne Ke­ma­lizm’in ne İs­lam­cı­lı­ğın işi­ne ya­rı­yor. Bu sü­reç­te kar­şı­mı­za ara­besk­ler çı­kı­yor.
 
Bu sü­reç içe­ri­sin­de “mo­dern­leş­ti­ri­ci elit” ola­rak gö­rü­len or­du da si­ya­sal be­lir­le­ye­ne dö­nü­şü­yor. Ke­ma­list mo­dern­leş­me pro­je­si­nin ön­cü ak­tö­rü olan or­du, sü­rek­li si­ya­se­tin mer­ke­zi­ni ve da­hi is­ti­ka­me­ti­ni ta­yin et­me­ye ça­lı­şı­yor. Özel­lik­le, son dö­nem­ler­de ba­zı ke­sim­ler­de as­ke­rî bü­rok­ra­si­nin si­vil si­ya­set kar­şı­sın­da­ki ay­rı­ca­lık­lı ko­nu­mu­nu yi­tir­di­ği, ya­şa­nan ‘de­mok­ra­tik­leş­me’ sü­re­ci ile Türk si­ya­se­tin­de­ki as­ker-si­vil den­ge­si­nin si­vil­ler le­hi­ne ye­ni­den dü­zen­len­di­ği yö­nün­de bir inanç söz ko­nu­suy­du. Oy­sa son gün­ler­de ya­şa­nan ge­liş­me­ler­le si­ya­set­te­ki as­ker göl­ge­si­nin esa­sın­da si­ya­si kül­tü­rü­müz­den öy­le ko­lay ko­lay çı­ka­rı­la­ma­ya­cak bir un­sur ol­du­ğu­nu bir ke­re da­ha gör­müş ol­duk. As­ker­den ge­len cı­lız bir uya­rı da­hi tüm si­ya­se­tin yö­ne­li­mi­ni de­ğiş­tir­di. Or­du­nun bu mü­da­hil tav­rı, an­la­şı­lan si­ya­se­ti im­kan­sız kıl­ma­ya de­vam ede­cek, ne der­si­niz?
Türk or­du­su­nun sa­hip ol­du­ğu as­ke­rî güç, de­va­sa bo­yut­lar­da. Su­bay­la­rı­nı kü­çük yaş­lar­dan alıp eği­ti­me ta­bi tu­tu­yor ve on­la­rın özel bir si­ya­si kül­tür içe­ri­sin­de sos­yal­leş­me­le­ri sağ­la­nı­yor. Bah­set­ti­ği­miz or­du, mün­te­sip­le­ri­ne kü­çük yaş­lar­dan iti­ba­ren sos­yal, kül­tü­rel ve zi­hin­sel in­şa­lar ka­zan­dı­ran bir or­du.
 
Bu eği­tim sü­re­ci içe­ri­sin­de, “sis­te­min bek­çi­si” ol­ma ro­lü de mer­kez­de sa­nı­rım. Bir de “mo­dern­leş­ti­ri­ci elit”in ko­nu­mu ge­re­ği si­ya­se­ti ve top­lu­mu ter­bi­ye et­me mis­yo­nu da yi­ne bu eği­tim sü­re­ci içe­ri­sin­de be­nim­sen­me­si is­te­nen bir mis­yon.
Bu­nun ya­nın­da, or­du men­sup­la­rı gö­re­ve baş­la­dık­tan son­ra, loj­man­lar­da ya­şı­yor­lar ve böy­le­lik­le bi­ri­cik bir si­ya­si kül­tü­rün ku­rum­sal­laş­ma­sı, top­lum­sal et­ki­ye ta­bi ol­ma­dan ya­şa­ma­sı müm­kün ola­bi­li­yor. Ba­na gö­re or­du­nun si­ya­sal alan­da­ki et­kin ko­nu­mu­nu açık­lar­ken işi­mi­ze ya­ra­ya­bi­le­cek bir di­ğer et­ken de, Tür­ki­ye’nin iç ve dış gü­ven­lik teh­di­di­nin hiç bit­me­me­si. Bu du­rum or­du­nun si­ya­sal alan­da­ki meş­ru­iye­ti­ni sü­rek­li can­lı tu­tu­yor.
 
Evet. Fa­kat bu teh­dit al­gı­sı bi­raz da kur­gu­lan­mı­yor mu? İr­ti­ca­nın bir ib­lis ol­du­ğu ve dün­ya dön­dük­çe ya­şa­ya­ca­ğı ima edi­li­yor me­se­la.
Bi­raz em­pa­ti kur­mak zo­run­da­yız sa­nı­rım. Unut­ma­mak la­zım ki, son alt­mış yıl­dır fi­kir­le­ri ik­ti­dar ola­ma­mış, ol­sa da ba­şa­rı ser­gi­le­ye­me­miş bir züm­re­den bah­se­di­yo­ruz. On­la­rın da Tür­ki­ye ide­al­le­ri, fi­kir­le­ri var; an­cak bu fi­kir­le­rin san­dık­tan çık­ma­ma­sı gi­bi bir aç­maz­la­rı da var. O ne­den­le, her se­fe­rin­de ben­zer bir for­mü­le baş­vu­ru­yor­lar. Ha­ki­ka­ti kit­le­le­re öğ­ret­me yo­lu­na gi­di­yor­lar, kit­le­le­rin ay­dın­lan­ma­sı ile ken­di fi­kir­le­ri­nin ik­ti­dar ola­ca­ğı­nı dü­şü­nü­yor­lar.
 
Fa­kat mo­dern Türk si­ya­si ha­ya­tı­na bak­tı­ğım­da ben ide­olo­ji­ler ya da dok­trin­ler ça­tış­ma­sın­dan çok da­ha faz­la ra­hat­lık­la ko­num de­ğiş­ti­re­bi­len, fark­lı ide­olo­jik ko­num­la­ra uyum sağ­la­ya­bi­len ak­tör­ler ara­sın­da­ki bir ça­tış­ma­nın et­ki et­ti­ği­ni dü­şü­nü­yo­rum.
Tür­ki­ye’de ya­şa­nan si­ya­si ve top­lum­sal dö­nü­şüm­ler ide­olo­ji­le­rin bi­re­bir yan­sı­ma­sı de­ğil. Kar­şı­mız­da­ki man­za­ra da­ha çok 1945 son­ra­sı baş­la­yan top­lum­sal dö­nü­şü­mün yan­sı­ma­la­rın­dan olu­şu­yor. Bu­gün bu­na Tür­ki­ye’nin ulus­la­ra­ra­sı ka­pi­ta­lizm­le im­ti­ha­nı­nı da ek­le­yin­ce sü­reç bi­raz da­ha iyi an­la­şı­la­bi­li­yor. Ba­kın bir yan­dan Tür­ki­ye’de kü­re­sel­leş­me üze­rin­den bir ay­rış­ma var. Bu­gün, geç­miş­te­ki pek çok fark­lı si­ya­si ko­nu­mu bir ara­ya ge­ti­ren, bu kü­re­sel­leş­me kar­şıt­lı­ğı. As­lın­da dö­nüp do­la­şıp Tan­zi­mat’ın içi­ne ge­li­yo­ruz yi­ne. Kar­şı­mız­da bir sel var, onun akı­şı­na uya­rak mı yü­ze­ce­ğiz, yok­sa akın­tı­ya kar­şı yüz­me­ye mi ça­lı­şa­ca­ğız? Tüm bun­la­rın ya­nın­da şu an­da bir kriz­le kar­şı kar­şı­ya ol­du­ğu­muz or­ta­da. As­lın­da bu kri­zin çö­züm yol­la­rı var; fa­kat biz bir tür­lü bu çö­züm yol­la­rı­nın üre­til­me­si­ne kat­kı­da bu­lu­na­mı­yo­ruz. Bu­ra­da esas olan ras­yo­nel bir tar­tış­ma ze­mi­ni oluş­tur­mak. Fa­kat bu­nu da­hi ya­pa­mı­yo­ruz. En te­mel prob­lem­le­ri­miz söz ko­nu­su ol­du­ğun­da mil­le­tin %70’i A di­yor­sa, di­ğer %30’u B di­ye tut­tu­ru­yor. Kay­nak­lar ve im­kan­lar bu %30’un elin­de ol­du­ğu için bir tür­lü uz­laş­ma da sağ­la­na­mı­yor. Bir sü­re son­ra tar­tış­ma va­tan ha­in­li­ği-va­tan­se­ver­lik ge­ri­li­mi­ne sı­kış­tı­rı­lıp ka­lı­nı­yor.
 
Si­ya­set bu mit­ler ara­sın­da­ki ge­ri­lim­den, gi­di­şat­tan iba­ret bir hal al­mış du­rum­da ma­ale­sef. Pe­ki, bu mit­le­ri ve kor­ku­la­rı ni­ye biz bu ka­dar ko­lay üre­ti­yo­ruz? Mo­dern si­ya­set bi­raz da sa­nı­rım mit üret­me ve yö­net­me sa­na­tı.
Ya­şa­dı­ğı­mız prob­lem­ler ta­rih­sel ha­fı­za­mı­zın ve ta­rih­sel şu­u­ru­mu­zun ol­ma­yı­şıy­la ala­ka­lı. Ta­rih­te ger­çek­te ne ol­du­ğu­nu bil­sey­dik, bu­gün ör­ne­ğin Er­me­ni me­se­le­si di­ye bir prob­le­mi­miz kal­ma­ya­cak­tı.
 
Çok te­şek­kür ede­riz.

Paylaş Tavsiye Et