Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (August 2007) > Söyleşiyorum > Abdülkerim SURUŞ: “Batı medeniyeti, çatışmaya dayanır”
Söyleşiyorum
Abdülkerim SURUŞ: “Batı medeniyeti, çatışmaya dayanır”
Konuşan: Ebru AFAT
Irak’ı kanlı bir bataklığa dönüştüren Amerikan işgalinin dünyada uyandırdığı öfke ve tepki, en nihayetinde Atlantik kıyılarına da ulaşmış ve Başkan George Bush’un Cumhuriyetçi Parti’si, Kasım 2006’daki Kongre seçimlerinde Demokratlar karşısında yenilgiye uğramıştı. Akan kanın durması için bir şans olarak görülen Demokratların zaferinin yol açtığı umutlar ne yazık ki kısa sürdü. Irak’ta işlerin yolunda gitmediğini ve bazı hatalar yaptıklarını itiraf eden Bush ve kurmayları, Irak’ı istikrara kavuşturmak için 21.500 Amerikan askeri daha göndermeyi planladıklarını açıkladılar. Ve İsrail’e yönelik bir tehdit olarak algılanan, ancak Cumhurbaşkanı Mahmut Ahmedinejad’ın barışçıl olduğunu savunduğu nükleer faaliyetlerinden vazgeçmeyen İran’a yönelik mesajlarını sertleştirmeye başladılar. Bu noktada, Bush’un yeni Irak planının yanı sıra İran’a yönelik bir askeri operasyon düzenlenmesi seçeneğinin de Kongre’deki Demokrat üyeler arasında azımsanmayacak bir destek bulması, “Irak’tan sonra İran cephesi de mi açılacak” sorusunu gündemin üst sıralarına oturttu.
Biz de bu ayki SöyleşiYORUM sayfalarımızı, nükleer tesislerinin ABD güçleri tarafından vurulması olasılığı gittikçe artan İran’ın önde gelen düşünürlerinden biri olan Prof. Dr. Abdülkerim Suruş’a ayırdık. İngiltere’de tarih ve bilim felsefesi eğitimi gören ve 1979 İran İslam Devrimi’nin hemen ardından döndüğü ülkesinde uzun süre araştırmacı ve öğretim görevlisi olarak hizmet veren Suruş, 1990’larda kurucusu olduğu aylık Kiyan dergisinde yayımlanan dini çoğulculuk, hermenötik ve tolerans üzerine makaleleri ile dünya çapında bir tanınmışlık kazandı. 1998’de bazı dergi ve gazetelerle birlikte Kiyan’ın da yasaklanmasından sonra Suruş, bir süre daha İran’daki üniversitelerde çalışmalarını sürdürdü. 2000 yılından beri Harvard Üniversitesi’nde İslam ve Demokrasi, Kuran Çalışmaları ve İslam Hukuk Felsefesi dersleri veren Suruş’un Türkçeye de çevrilmiş çok sayıda eseri bulunuyor. Açık Fikir Toplantıları çerçevesinde geçtiğimiz Aralık ayında İstanbul’a gelip “İslam, Demokrasi ve Modernite” başlıklı bir konferans veren Suruş ile bıçak sırtı konular etrafında yaptığımız bu zihin açıcı konuşmamızı beğenilerinize sunuyoruz.
 
İs­tan­bul’a yap­tı­ğı­nız zi­ya­ret sı­ra­sın­da İs­lam, mo­der­nizm ve de­mok­ra­si üze­ri­ne ko­nuş­ma­lar yap­tı­nız. Bi­ze bu kav­ram­la­rın bir­bir­le­riy­le olan iliş­ki­le­ri­ne da­ir ka­fa­nız­da olu­şan res­mi tas­vir ede­bi­lir mi­si­niz?
Ko­nuş­ma­la­rım­da da ifa­de et­ti­ğim gi­bi de­mok­ra­si ile İs­lam iliş­ki­si­ni uz­la­şa­bi­lir bir iliş­ki ola­rak gö­rü­yo­rum. Bir Müs­lü­man de­mok­ra­si­si her za­man için var ola­bi­lir. El­bet­te İs­lam’ın te­mel me­tin­le­rin­den bu­gün­kü an­la­mıy­la bir de­mok­ra­si te­ori­si, dü­şün­ce­si çı­ka­rı­la­maz. An­cak bu du­rum İs­lam ile de­mok­ra­si­nin uyu­şa­ma­ya­ca­ğı an­la­mı­na da gel­mez. Çün­kü de­mok­ra­si top­lum­sal ya­şa­mı ba­rış­çıl bir şe­kil­de ida­re ede­bil­mek için ge­re­ken, bu amaç­la kul­la­nı­lan mo­dern bir araç­tır. Ve bu nok­ta­da Müs­lü­man­lar da de­mok­ra­si­de İs­lam’ın öğ­re­ti­le­ri­ne ay­kı­rı bir un­sur bu­lun­ma­dı­ğı ger­çe­ğin­den ha­re­ket­le, de­mok­ra­si­yi ha­ya­ta ge­çi­re­bi­lir­ler.
Ta­bii bu­nun öte­sin­de de­ğin­me­miz ge­re­ken ba­zı hu­sus­lar da var. Bu­gün de­mok­ra­si bir ka­rar ver­me so­ru­nu ola­rak ele alı­nır­ken hiç kim­se kla­sik de­mok­ra­si an­la­yı­şı­nın sı­nır­la­rı içe­ri­sin­de dur­mu­yor. De­mok­ra­si dai­ma fark­lı bi­çim­ler­de te­za­hür eder. Ve bu çer­çe­ve­den ba­kı­la­rak Müs­lü­man bir top­lum­da da de­mok­ra­tik bir yö­ne­tim te­sis edi­le­bi­le­ce­ği ra­hat­lık­la söy­le­ne­bi­lir. Bu yö­ne­ti­min te­mel un­su­ru, po­li­ti­ka­nın ic­ra gü­cü­nün viz­yo­nu­dur. De­mok­ra­si­nin İs­lam’ın ku­ral­la­rı ve ni­te­lik­le­ri ile ters düş­me­di­ğin­de mu­ta­bık olur­sak, eli­miz­de bu­gün için çı­ka­rım­lar ya­pa­bi­le­ce­ği­miz ne ka­dar çok ör­nek ol­du­ğu­nu gö­re­bi­li­riz.
Mo­dern yö­ne­tim dü­şün­ce­si, li­de­rin ve yö­ne­ti­ci­nin he­sap so­ru­la­bi­lir­li­ği üze­rin­de yo­ğun­laş­mak­ta­dır. Ve he­sap so­ru­la­bi­lir­lik, İs­la­mi de­ğer­le­rin de bir par­ça­sı­dır. Hz. Ali’nin, Hz. Ömer’in ge­le­nek­le­ri­ni, hi­ka­ye­le­ri­ni, İs­lam ta­ri­hi­ni bi­li­yor­su­nuz. Bü­tün bu in­san­lar, he­sap so­ru­la­bi­lir ki­şi­ler­di. İn­san­la­rın on­la­ra ge­lip so­ru­lar so­ra­bil­dik­le­ri­ni ve yap­tık­la­rı her şe­yi eleş­ti­re­bil­dik­le­ri­ni bi­li­yo­ruz. On­la­rın yap­tık­la­rı her şe­yin sor­gu­suz su­al­siz ka­bul edil­di­ği bir du­rum as­la söz ko­nu­su de­ğil­di. Tam ter­si­ne, hep­si de sı­ra­dan in­san­lar ol­duk­la­rı­nı, yap­tık­la­rı ve söy­le­dik­le­ri her şe­yin sor­gu­la­na­bi­le­ce­ği­ni di­le ge­ti­ri­yor­lar­dı.
Yö­ne­ti­ci­nin bir yö­ne­ti­ci ola­rak sor­gu­la­na­bil­me­si, Müs­lü­man er­kek ve ka­dın­la­rın inanç­la­rı­na uy­gun ol­ma­sı bir ya­na, on­lar için bir yü­küm­lü­lük­tür. Müs­lü­man­la­rın, ken­di­le­ri­ni yö­ne­ten in­san­la­rın, hu­ku­kun sı­nır­la­rı da­hi­lin­de ül­ke­nin ve hal­kın ya­ra­rı­na ha­re­ket edip et­me­dik­le­ri­ni ta­kip et­me­le­ri ge­re­kir. De­mok­ra­tik de­ğer­ler­le uyum için­de gö­rü­nen çok sa­yı­da İs­la­mi il­ke­nin mev­cut ol­du­ğu­nu dü­şü­nü­yo­rum. Şüp­he­siz bu­gün de­mok­ra­si ade­ta li­be­ra­lizm ile ya­pı­şık bir şe­kil­de ele alı­nı­yor. An­cak li­be­ra­lizm, İs­la­mi de­ğer­ler­le uz­la­şa­maz; çün­kü li­be­ra­lizm sık sık ge­nel sı­nır­la­rı ve ah­la­ki öl­çü­le­ri aşa­bil­mek­te­dir ki bu da Müs­lü­man­lar ta­ra­fın­dan ka­bul edi­le­mez bir du­rum­dur. De­mok­ra­si, sı­nır­la­rın ol­ma­ma­sı an­la­mı­na gel­mez. De­mok­ra­si­nin an­la­mı, in­san­lar ara­sın­da ba­rı­şı ko­ru­mak ve ada­le­ti sağ­la­mak­tır.
 
Ya­ni de­mok­ra­si ile li­be­ra­lizm ara­sın­da bir ay­rım ya­pı­yor­su­nuz.
Evet, ke­sin­lik­le bu iki kav­ra­mı bir­bi­rin­den ayı­rı­yo­rum. Çün­kü de­mok­ra­si ile li­be­ra­liz­min bir­bi­rin­den ay­rıl­ma­sı ge­re­ki­yor. Tam ola­rak li­be­ra­liz­me sı­nır­lar ge­tir­me­miz ge­rek­ti­ği­ni söy­lü­yo­rum.
 
19. yüz­yıl­da­ki as­ke­rî, si­ya­si ve eko­no­mik ye­nil­gi­den son­ra İs­lam dün­ya­sı­nın, mo­der­nizm ile bir din ola­rak İs­lam’ın uz­laş­maz­lı­ğı tar­tış­ma­la­rı­nın ala­nı ha­li­ne gel­di­ği­ni bi­li­yo­ruz. An­cak Hı­ris­ti­yan­lık ile mo­der­niz­min uz­laş­maz­lı­ğı­na yö­ne­lik bu de­re­ce sert bir tar­tış­ma­ya pek rast­la­mı­yo­ruz. Bu nok­ta­da ba­zı­la­rı­nın, İs­lam ile mo­der­niz­min uz­laş­maz­lı­ğı me­se­le­si­nin as­lın­da ki­min tar­tış­ma­sı ol­du­ğu­nu ya da Müs­lü­man­la­rın böy­le­si bir tar­tış­ma­nın ko­nu­su ha­li­ne gel­me­le­ri­nin ya­şa­dık­la­rı fel­se­fi ça­tış­ma­lar­dan mı yok­sa mad­di so­run­lar­dan mı kay­nak­lan­dı­ğı­nı sor­ma­la­rı an­la­şı­lır de­ğil mi­dir?
Bun­lar ta­ma­men si­ya­si me­se­le­ler­dir ve bu tür so­ru­la­rı so­ran­lar, olay­la­rı bu şe­kil­de ele alan­lar da zi­hin­le­ri sa­de­ce si­ya­se­te odak­lan­mış ki­şi­ler­dir. Ben bu­ra­da dik­ka­ti­ni­zi çok da­ha ha­ya­ti bir nok­ta­ya çek­mek is­ti­yo­rum. 20. yüz­yı­lın ilk ya­rı­sı bo­yun­ca, ya­ni yak­la­şık 60 yıl ön­ce­si­ne ka­dar Ka­to­lik­lik de özel­lik­le ABD’de ay­nı sor­gu­la­ma­la­ra mu­ha­tap olu­yor­du. Ame­ri­ka­lı po­li­ti­ka­cı­lar ve yo­rum­cu­lar, Ka­to­lik­le­rin ile­ri­ci ol­ma­dı­ğı­nı, Ka­to­lik­li­ğin çağ­daş dü­şün­ce­nin ge­ri­sin­de kal­dı­ğı­nı, mo­dern dün­ya ile bağ­daş­ma­dı­ğı­nı ile­ri sü­rü­yor­lar­dı. Ya­ni bu­gün İs­lam’a yö­ne­lik eleş­ti­ri­ler­de kul­la­nı­lan yak­la­şım­la­rın ol­duk­ça ben­ze­ri bir yak­la­şım Ka­to­lik­li­ğe kar­şı da ser­gi­le­ni­yor­du.
Bu­gün Ba­tı me­de­ni­ye­ti ken­di­si­ne ye­ni bir düş­man bul­du. Mo­dern si­ya­se­tin ha­re­ke­te ge­çir­di­ği in­san­lar, İs­lam’ı te­rö­riz­me ze­min oluş­tur­mak­la suç­lu­yor­lar. Şu­ra­sı­nı unut­ma­mak ge­re­kir ki Ba­tı me­de­ni­ye­ti ça­tış­ma kav­ra­mı­nı te­mel alan bir me­de­ni­yet­tir. Karl Marks’ın -ki Ba­tı dün­ya­sı­nın en par­lak zi­hin­le­rin­den bi­ri­si­dir- sı­nıf ça­tış­ma­sı üze­ri­ne ku­ru­lu bir ta­rih oku­ma­sı in­şa et­ti­ği 19. yüz­yıl­dan, Sa­mu­el Hun­ting­ton’ın me­de­ni­yet­ler ça­tış­ma­sı te­zi­ni or­ta­ya at­tı­ğı gü­nü­mü­ze ka­dar ça­tış­ma hep ana un­sur ola­gel­miş­tir. Ça­tış­ma, ih­ti­laf ve sa­vaş kav­ram­la­rı dai­ma Ba­tı me­de­ni­ye­ti­nin zi­hin ya­pı­sı için­de yer al­mış­tır. Hep bir düş­ma­na ih­ti­yaç duy­muş­lar­dır. Eğer bir düş­man bul­muş­lar­sa, onun üze­rin­den ça­tış­ma­yı sür­dür­müş­ler­dir. Bir düş­man var ol­ma­dı­ğın­da ise, dai­ma ça­tış­ma ve ger­gin­lik için­de bu­lun­ma­yı sağ­la­mak için ken­di­le­ri bir düş­man icat et­miş­ler ve bu yol­la ken­di gün­lük çı­kar­la­rı­nı gü­ven­ce­ye al­mış­lar­dır.
Do­la­yı­sıy­la Müs­lü­man­la­rın bu tür po­pü­list id­di­ala­rın, suç­la­ma­la­rın içi­ne çe­kil­mek­ten sa­kın­ma­la­rın­da fay­da var­dır. Yap­ma­mız ge­re­ken İs­lam’ın ger­çek­le­ri­ne, doğ­ru­la­rı­na dön­mek­tir. Müs­lü­man­lar, ta­rih­le­rin­de Hı­ris­ti­yan­lar­da­ki­ne ben­zer bir en­gi­zis­yo­nun mev­cut ol­ma­yı­şıy­la gu­rur duy­ma­lı­lar. Nük­le­er ve kim­ya­sal si­lah­la­rı icat eden, üre­ten ve da­ğı­tan­lar ol­ma­dık­la­rı için gu­rur duy­ma­lı­lar. Bu tür si­lah­la­rın hiç­bi­ri­si her­han­gi bir İs­lam ül­ke­sin­de, İs­lam kül­tü­rü ve me­de­ni­ye­ti içe­ri­sin­de üre­til­me­di. Müs­lü­man­lar baş­ka­la­rı­nın üret­ti­ği bu si­lah­la­rı it­hal edip kul­lan­ma­ya baş­la­dı­lar.
İş­te tam bu nok­ta­da ko­nu de­mok­ra­si ve in­san hak­la­rı tar­tış­ma­la­rı­na ge­lin­ce İs­lam’a yö­ne­lik bir çif­te stan­dart söz ko­nu­su ol­du­ğu­nu ifa­de edi­yo­ruz ama biz­zat ken­di­miz de böy­le­si bir çif­te stan­dar­dın içi­ne dü­şü­yo­ruz. Ger­çek­le­ri ayır­mak zo­run­da­yız. Her ha­lü­kar­da İs­lam’a yö­ne­lik id­di­ala­ra ce­vap ye­tiş­tir­me­ye ça­lış­mak ye­ri­ne ger­çek­ten var olan ku­sur­la­rı­mı­zı gi­der­me­li­yiz. Ku­sur­la­rı­mı­zın; so­run­la­rı­mı­zın; in­san hak­la­rı, ada­let, in­sa­ni iliş­ki­ler, bi­lim­sel bil­gi gi­bi alan­lar­da ka­pat­ma­mız ge­re­ken açık­la­rı­mı­zın mev­cut ol­du­ğu or­ta­da. Yan­lış yap­tı­ğı­mız bir şey­ler ol­du­ğu­nu iti­raf et­me­miz ge­re­ki­yor. O yüz­den bu ko­nu­lar­da da­ha dik­kat­li, da­ha so­rum­lu dü­şün­me­li ve prob­lem­le­ri­mi­zi çöz­mek için ça­ba sarf et­me­li­yiz.
 
Sö­mür­ge­ci­lik son­ra­sı dö­nem­de Müs­lü­man top­lum­lar üze­rin­de fark­lı mo­dern­leş­me pro­je­le­ri uy­gu­lan­dı. Bu pro­je­le­rin bir­ço­ğu ba­şa­rı­sız olur­ken, Tür­ki­ye ve İran gi­bi sö­mür­ge­ci­lik de­ne­yi­mi ya­şa­ma­mış iki ül­ke­de ba­şa­rı sağ­lan­dı. Bu­gün ABD, “Ye­ni Or­ta­do­ğu” ola­rak ad­lan­dı­rı­lan pla­nın kap­sa­mın­da Müs­lü­man top­lum­lar üze­rin­de ye­ni bir mo­dern­leş­me pro­je­si uy­gu­la­ma­ya ça­lı­şı­yor. Bu gi­ri­şi­min Or­ta­do­ğu’da­ki so­run­la­rı çöz­mek için doğ­ru bir yön­tem ol­du­ğu­nu dü­şü­nü­yor mu­su­nuz?
Ön­ce­lik­le göz­le­mi­ni­zin ilk bö­lü­mü­nü ele alır­sak, İran ve Tür­ki­ye’nin mo­dern­leş­me­le­ri­nin mü­kem­mel­li­ğin­den pek emin ol­ma­dı­ğı­mı be­lirt­mek is­te­rim. Önü­müz­de da­ha gi­di­le­cek uzun bir yol bu­lu­nu­yor, zi­ra mo­dern­leş­me­nin et­ki­si ba­zı du­rum­lar­da sı­nır­lı ka­la­bi­lir. Mo­dern­leş­me­yi bir ar­ka pla­nı bu­lu­nan mo­dern tek­no­lo­ji ve mo­dern bil­gi­nin it­hal edil­me­si ola­rak ele alır­sak, da­ha faz­la­sı­na ih­ti­yaç duy­du­ğu­muz açık­ça gö­rü­lür. Çün­kü mo­dern­leş­me için ge­re­ken bir ar­ka plan oluş­ma­mış­sa ya da oluş­tu­rul­ma­mış­sa, o tak­dir­de mo­dern­leş­me de yü­rü­me­ye­cek­tir. Ama bun­dan ay­rı ola­rak, İran ve Tür­ki­ye’nin bu ko­nuş­tu­ğu­muz alan­lar­da bü­yük me­sa­fe kay­det­tik­le­ri­ni söy­le­ye­bi­li­rim. Her iki ül­ke de İs­lam dün­ya­sı içe­ri­sin­de fark­lı mo­del­ler ola­rak du­ru­yor­lar. Şüp­he­siz her iki ül­ke­de de sos­yo­lo­ji­nin te­rim­le­riy­le ifa­de ede­cek olur­sak, mo­dern­leş­me nok­ta­sın­da ba­zı nok­san­lık­lar gö­rü­lü­yor.
So­ru­nun ikin­ci kıs­mı­na ge­lir­sek, evet Ye­ni Or­ta­do­ğu, Ba­tı dün­ya­sı özel­lik­le de ABD ta­ra­fın­dan ta­sar­la­nan bir pro­je ve hiç kim­se bu pro­je uğ­ru­na ber­ta­raf et­me­ye ha­zır ol­duk­la­rı ye­ni he­de­fin ne ol­du­ğu­nu tam ola­rak kes­ti­re­mi­yor. An­cak on­lar da bü­yük bir ya­lan­la baş­la­yan bu Ye­ni Or­ta­do­ğu pro­je­si­nin ba­şa­rı­lı ol­ma­ya­ca­ğı­nı bi­li­yor­lar. Çün­kü her şey­den ön­ce Irak’ın nük­le­er si­lah­la­ra sa­hip ol­ma­sı hu­su­sun­da ya­lan söy­le­di­ler ve gay­ri meş­ru bir ha­re­ket­te bu­lu­na­rak Irak’ı iş­gal et­ti­ler. Ve Irak’ta bü­yük bir ba­şa­rı­sız­lı­ğa uğ­ra­dı­lar, ni­te­kim ül­ke­de du­rum her ge­çen gün bi­raz da­ha kö­tü­le­şi­yor. El­bet­te on­la­rın ka­fa­sın­da­ki ba­rış ve de­mok­ra­si de bu de­ğil­di; an­cak el­de et­tik­le­ri so­nuç bu ol­du. Uma­rım ABD bü­tün bu ya­şa­nan­la­rı dü­zelt­mek için ge­liş­ti­re­ce­ği dü­şün­ce ve plan­lar­da da­ha akıl­lı­ca bir ta­vır ser­gi­ler. Or­ta­do­ğu’da ba­rı­şı sağ­la­mak için çö­zül­me­si ge­re­ken anah­tar me­se­le, İs­ra­il-Fi­lis­tin me­se­le­si­dir. Bu me­se­le çö­zü­me ka­vuş­tu­rul­ma­dı­ğı müd­det­çe Or­ta­do­ğu’da as­la tam bir ba­rış hü­küm sür­me­ye­cek­tir.
 
Ba­tı me­de­ni­ye­ti­nin bir ça­tış­ma ge­le­ne­ği­ne sa­hip ol­du­ğu­nu söy­le­di­niz. Ba­tı top­lum­la­rı­nın İs­lam top­lum­la­rı gi­bi öte­kiy­le bir ara­da ya­şa­ma ge­le­ne­ği ol­du­ğu da pek söy­le­ne­mez. Müs­lü­man­la­rın Ab­ba­si­ler ve Os­man­lı İm­pa­ra­tor­lu­ğu’nda Ya­hu­di, Hı­ris­ti­yan azın­lık­lar­la; Hint alt kı­ta­sın­da ise Hin­du­lar­la bir­lik­te ya­şa­dık­la­rı­nı gö­re­bi­li­riz. Oy­sa Ba­tı­lı­lar için ül­ke­le­rin­de Müs­lü­man azın­lık­lar­la bir­lik­te ya­şa­mak çok ye­ni bir fe­no­men. Özel­lik­le 11 Ey­lül ve 7 Tem­muz olay­la­rı son­ra­sın­da ABD ve Av­ru­pa’da asi­mi­las­yon, Müs­lü­man azın­lık­la­rın prob­lem­le­ri­ni çöz­mek için Ba­tı­lı si­ya­set­çi ve ay­dın­la­rın gün­de­me ge­tir­di­ği ye­ga­ne çö­züm ha­li­ne gel­di. Siz­ce Müs­lü­man­lar bu yak­la­şı­ma kar­şı na­sıl bir ta­vır ser­gi­le­me­li­ler?
Müs­lü­man­la­rın azın­lık ol­duk­la­rı ül­ke­ler­de ya­şa­dık­la­rı so­run­lar ol­duk­ça de­rin. Bu nok­ta­da ben Ba­tı­lı­lar, Ba­tı­lı ol­ma­yan­la­rı ta­nı­mı­yor­lar ya da on­lar­la bir ara­da ya­şa­ya­mı­yor­lar de­mi­yo­rum. An­cak bu so­run git­tik­çe bü­yü­dü, kar­ma­şık­laş­tı ve Av­ru­pa’da, ABD’de ya­şa­yan Müs­lü­man azın­lık­la­rın kar­şı­sı­na di­kil­di. Özel­lik­le Av­ru­pa’da­ki Müs­lü­man azın­lık­lar bel­li bir bü­yük­lü­ğe sa­hip olan ce­ma­at­ler­dir ve bu ce­ma­at­le­rin ya­kın ge­le­cek­te ni­ce­lik ve ni­te­lik açı­sın­dan da­ha da bü­yü­ye­ce­ği yad­sı­na­maz bir ger­çek. Ta­rih­çi Ber­nard Le­wis de ifa­de et­ti­ği gi­bi, 21. yüz­yıl Av­ru­pa’sı Müs­lü­man bir Av­ru­pa ha­li­ne ge­le­cek; çün­kü Av­ru­pa’da­ki Müs­lü­man nü­fu­su git­tik­çe ar­tı­yor, Müs­lü­man göç­men­le­rin ço­cuk­la­rı Av­ru­pa ül­ke­le­rin­de do­ğu­yor ve va­tan­daş ola­rak di­ğer in­san­lar­la eşit hak­la­ra sa­hip olu­yor­lar. Ve bu Müs­lü­man­lar, İs­la­mi bir ha­yat sür­dür­mek is­ti­yor­lar. Bu nok­ta­da so­run da­ha da şid­det­le­ni­yor.
So­ru­nun di­ğer bir bo­yu­tu ise se­kü­le­riz­min çer­çe­ve­si­nin ça­tır­da­mak­ta olu­şu­dur. Se­kü­le­rizm, ya­ni Ki­li­se ile dev­le­tin ay­rıl­ma­sı, Av­ru­pa’da, Ame­ri­ka’da bir ha­yat tar­zı, bir ge­le­nek­tir. An­cak bu­gün bu ül­ke­ler­de­ki din­ler çe­şit­le­ni­yor ve bü­yük bir ha­re­ket­li­lik ya­şa­nı­yor. Fel­se­fi açı­dan ifa­de ede­cek olur­sak, se­kü­le­riz­min ba­zı nok­san­lık­la­rı­nın bu­lun­du­ğu­nu söy­le­ye­bi­li­riz. İn­san­lar din üze­rin­de faz­la dur­ma­dık­la­rı, bir bü­tün ola­rak di­ne önem ver­me­dik­le­ri, inanç­la­rı za­yıf ol­du­ğu müd­det­çe se­kü­le­rizm te­ori­si uy­gu­la­na­bi­lir ve ba­şa­rı­lı da olur. An­cak bu­gün Av­ru­pa’da in­san­lar özel­lik­le de Müs­lü­man­lar inanç­la­rı­nı gün­lük ha­yat­la­rın­da da­ha faz­la uy­gu­lar ha­le ge­li­yor­lar, din­le­ri­ni da­ha cid­di bir şe­kil­de ya­şa­mak is­ti­yor­lar. Ve bu da Av­ru­pa’da­ki top­lum için ye­ni bir fe­no­men. Me­se­la ka­dın­la­rın ba­şör­tü­sü me­se­le­si­ni ele ala­lım. Bu me­se­le git­tik­çe cid­di­le­şi­yor. Bu ko­nu­da en bü­yük so­run Fran­sa’da ya­şa­nı­yor­du ama ba­şör­tü­sü di­ğer Av­ru­pa ül­ke­le­rin­de de gi­de­rek da­ha faz­la so­run ha­li­ne ge­li­yor.
 
Al­man­ya’da da ba­zı eya­let­ler­de ba­şör­tü­sü­ne ya­sak ge­ti­ri­li­yor…
Evet, Al­man­ya’da da bir ba­şör­tü­sü prob­le­mi ya­şan­ma­ya baş­la­dı, ama er­ken ama geç di­ğer Av­ru­pa ül­ke­le­rin­de de ben­zer so­run­lar ya­şa­na­cak. Ön­ce­lik­le ben bu­ra­da­ki so­ru­nun hem te­ori­den hem de pra­tik­ten kay­nak­lan­dı­ğı­nı dü­şü­nü­yo­rum. Çün­kü se­kü­le­riz­min bü­tün din­le­re, her tür­lü di­nî yak­la­şı­ma kar­şı ta­raf­sız ol­ma­sı ön­gö­rül­müş­tü. Al­man Ana­ya­sa­sı’nda din ye­ri­ne “Wel­tans­chau­ung” kav­ra­mı kul­la­nı­lır ki bu kav­ram “dün­ya gö­rü­şü” (world vi­ew) an­la­mı­na gel­mek­te­dir. Böy­le­lik­le se­kü­le­riz­min kült­ler­den, ba­zı grup­sal olu­şum­lar­dan din ola­rak bi­li­nen ku­rum­sal inanç­la­ra ka­dar her tür­lü dün­ya gö­rü­şü kar­şı­sın­da ta­raf­sız bir ta­vır ser­gi­le­ye­ce­ği var­sa­yıl­mış­tı. Bu çer­çe­ve­de dev­le­tin ya­sa­la­rın sınırları için­de dav­ran­dık­la­rı ve ha­re­ket et­tik­le­ri müd­det­çe bü­tün inanç­la­ra kar­şı ta­raf­sız ol­ma­sı söz ko­nu­suy­du.
An­cak bu­gün bak­tı­ğı­mız­da di­nin bu du­ra­ğan ya­pı­nın, ken­di­si için öne­ri­len sı­nır­la­rın öte­si­ne taş­tı­ğı­nı gö­rü­yo­ruz. Fran­sa ya da Al­man­ya’da ba­şör­tü­sü gi­bi di­nî sem­bol­le­ri ka­bul ede­mi­yor­lar. İn­gil­te­re’de bi­le di­nî eği­tim­de, di­nî okul­lar­da ben­ze­ri so­run­lar ya­şa­nı­yor. Bu okul­la­ra sü­rek­li te­rö­riz­mi, hoş­gö­rü­süz­lü­ğü öğ­ret­tik­le­ri id­di­asıy­la kar­şı çı­kı­lı­yor. Böy­le­lik­le asıl so­ru­nun üze­ri ör­tül­me­ye ça­lı­şı­lı­yor. Mev­cut se­kü­le­rizm te­ori­si­nin çok dar ve uz­laş­ma­ya açık ol­ma­dı­ğı­nı söy­le­ye­bi­li­rim. Av­ru­pa’da­ki ha­li­ha­zır­da­ki du­rum ye­ni bir fe­no­men ol­du­ğun­dan bir çı­kış yo­lu, bir çö­züm bul­mak için sağ­dan so­la, sol­dan sa­ğa, ora­dan bu­ra­ya gi­dip ge­li­yor­lar. Do­la­yı­sıy­la ge­li­nen nok­ta­da çok de­rin teo­rik so­run­lar ya­şa­nı­yor ve bu ye­ni din fe­no­me­ni­ni bir ye­re otur­ta­bil­mek için Ba­tı­lı dü­şü­nür­le­rin se­kü­le­rizm me­se­le­si üze­rin­de ye­ni­den dü­şün­me­le­ri ge­re­ki­yor.
İkin­ci­si, se­kü­le­rizm ar­tık bir ha­yat tar­zı ol­mak­tan çık­mak­ta­dır; çün­kü yu­kar­da be­lirt­ti­ğim gi­bi ku­sur­suz de­ğil­dir. Bu­gün din gö­rü­nür ha­le gel­mek­te, ade­ta ye­ni­den zu­hur et­mek­te­dir ve bu da çok önem­li bir ge­liş­me­dir. O yüz­den de di­nin ro­lü­nün ye­ni­den de­ğer­len­di­ril­me­si, Av­ru­pa­lı­la­rın bu­nun üze­rin­de ye­ni­den dü­şün­me­si bir zo­run­lu­luk­tur. Şu­nu da ek­le­me­den ge­çe­me­ye­ce­ğim; her ha­lü­kar­da Av­ru­pa­lı­la­rın ken­di de­ğer­le­ri, ken­di me­de­ni­yet­le­ri; Müs­lü­man­la­rın da ken­di de­ğer­le­ri, ken­di me­de­ni­yet­le­ri var. Ve bu nok­ta­da Av­ru­pa ül­ke­le­rin­de ya­şa­yan Müs­lü­man­lar, ya­pa­bil­dik­le­ri en son nok­ta­ya ka­dar on­la­rın ya­şa­dık­la­rı ha­yat tar­zı­na uyum gös­ter­mek zo­run­da­lar. Uyum gös­ter­mek­le kas­tet­ti­ğim, top­lu­ma en­teg­re ol­mak, Müs­lü­man ol­sun ya da ol­ma­sın, her in­sa­nın ba­rış­çıl bir şe­kil­de ya­şa­ya­bi­le­ce­ği bir or­ta­mın oluş­ma­sı için ça­ba sarf et­mek­tir. Çün­kü ada­let ve ah­lak kut­sal il­ke­ler­dir. Ve Müs­lü­man­lar ola­rak biz­ler de Av­ru­pa’da bu il­ke­le­re da­ya­nan ku­ral­la­ra uyum gös­ter­me­li, bun­la­rın ara­yı­şın­da ol­ma­lı­yız.
 
Da­ni­mar­ka ba­sı­nı­nın Pey­gam­ber Efen­di­miz ve İs­lam ile il­gi­li tah­rik edi­ci ya­yın­la­rı se­be­biy­le ge­çen se­ne bir kriz ya­şa­dık. Yi­ne Av­ru­pa’da son dö­nem­de Müs­lü­man­la­ra kar­şı ay­rım­cı­lı­ğın gi­de­rek art­tı­ğı­na şa­hit olu­yo­ruz. Öte yan­dan İs­la­mi de­ğer­le­re ve İs­lam di­ni­ne da­ha du­yar­lı olan ABD, Or­ta­do­ğu ül­ke­le­ri­ni iş­gal edi­yor, iş­ken­ce­yi te­rö­re kar­şı mü­ca­de­le­de bir araç ola­rak kul­la­nı­yor ve Gu­an­ta­na­mo gi­bi giz­li ha­pis­ha­ne­ler in­şa edi­yor. Böy­le bir or­tam­da ko­nu Müs­lü­man­lar ol­du­ğun­da an­lam­sız ha­le gel­di­ği­ni gör­dü­ğü­müz mo­der­niz­mi, de­mok­ra­si­yi ve di­ğer kav­ram­la­rı şüp­he duy­ma­dan na­sıl tar­tı­şa­bi­li­riz?
Evet, ta­bii ki, da­ha ön­ce de be­lirt­ti­ğim gi­bi, say­gı her za­man an­la­ma­nın ara­cı­dır. Bir ta­raf di­ğe­ri­ne say­gı gös­te­rir­ken, di­ğer ta­ra­fın ona say­gı gös­ter­me­me­si ka­bul edi­le­bi­lir bir du­rum de­ğil­dir. Asıl prob­lem ra­di­kal­leş­me­nin ça­tış­ma­ya se­bep ol­ma­sı­dır. Zi­ra ra­di­kal bir grup di­ğer gru­bu ra­di­kal­leş­ti­rir; ar­dın­dan ra­di­kal­lik bi­rin­ci gru­ba ge­ri dö­ner ve bu böy­le de­vam edip gi­der. Me­se­la Irak iş­ga­li­nin, biz­zat iş­gal ne­de­niy­le ba­zı in­san­la­rı ve top­lu­mu ra­di­kal­leş­ti­re­ce­ği aşi­kâr. Özel­lik­le iş­gal­ci or­du­nun böl­ge­yi kon­tro­lü al­tın­da tut­mak üze­re ser­gi­le­di­ği hak­sız dav­ra­nış­la­rı, ra­di­kal­leş­me­yi da­ha da bes­li­yor. Evet, ma­ale­sef Ame­ri­ka­lı­lar, Ba­tı­lı­lar öte­ki ta­ra­fın ken­di­le­ri­ne say­gı gös­ter­me­si­ni bek­li­yor­lar. An­cak ay­nı say­gı­yı ken­di­le­ri on­la­ra gös­ter­mek is­te­mi­yor­lar. Ben her iki ta­ra­fı da bir­bir­le­ri­ne say­gı gös­ter­me­ye da­vet edi­yo­rum; ak­si tak­dir­de bu tür ge­liş­me­ler ra­di­kal­leş­me­yi te­tik­le­ye­cek­tir.
 
O hal­de, Ba­tı’nın İs­lam’ı şey­tan­laş­tı­ra­rak ken­di kim­li­ği­ni ye­ni­den in­şa et­mek­te kul­lan­dı­ğı­nı söy­le­ye­bi­lir mi­yiz?
Bu, en azın­dan ba­zı ga­ze­te­le­rin ta­kip et­ti­ği bir stra­te­ji. An­cak bu dü­şün­ce tar­zı­nı ki­min şe­kil­len­dir­di­ği­ne emin de­ği­lim. Evet, ye­ni düş­man in­san­la­ra tel­kin edil­di. Te­ori­de İs­lam ve te­rö­rizm ara­sın­da bir ay­rım yap­sa­lar da, pra­tik­te ba­zen her şe­yi ka­rış­tı­rı­yor­lar. Ma­ale­sef Av­ru­pa ve ABD’de her Müs­lü­man muh­te­mel bir te­rö­rist ol­ma it­ha­mıy­la yüz­leş­mek du­ru­mun­da. Bu­nun en bü­yük so­rum­lu­su da med­ya. Ba­tı’da bir kı­sım med­ya ger­çek­ten İs­lam’a ve Müs­lü­man­la­ra kar­şı ki­ni­ni or­ta­ya ko­yu­yor.
Bu şart­lar al­tın­da Pa­pa’nın İs­lam hak­kın­da­ki be­ya­nat­la­rı da hiç akıl­lı­ca de­ğil­di. Ta­bii ki, ken­di di­ni­min ha­ki­kat, di­ğer­le­ri­nin ise ba­tıl ol­du­ğu­nu dü­şü­nü­yo­rum. Bu ko­nu ila­hi­yat­çı­la­rın işi ve Pa­pa da bir Hı­ris­ti­yan ila­hi­yat­çı. An­cak onun mev­ki­sin­de­ki bir ila­hi­yat­çı ço­ğul­cu ol­mak zo­run­da. Ken­di teo­rik yak­la­şı­mı­nı ser­gi­le­me­me­li, öl­çü­süz bir dil kul­lan­ma­ma­lı. Dün­ya­nın her ye­rin­de­ki in­san­lar onu dik­kat­le ta­kip edi­yor­lar ve kar­şı­la­rın­da tüm din­le­re kar­şı âli­ce­nap ve dost­ça bir ta­vır ser­gi­le­yen bir ki­şi gör­mek is­ti­yor­lar. Ben Pa­pa’nın özür di­le­me­si ge­rek­ti­ği­ni dü­şün­mü­yo­rum, za­ten bu­nun pek de bir an­la­mı yok.
 
Bil­di­ği­niz gi­bi Pa­pa, Ka­sım ayın­da ger­çek­leş­tir­di­ği Tür­ki­ye zi­ya­re­tin­de ol­duk­ça dik­kat­liy­di.
Evet, çok dik­kat­liy­di. Muh­te­me­len bu, da­ha ön­ce yap­tı­ğı­nın bir te­la­fi­si ma­hi­ye­tin­dey­di. İn­san­lar da han­gi­si­nin ger­çek, han­gi­si­nin sah­te ol­du­ğu­nu an­la­dı­lar za­ten.
 
Ya­ni bu bir tak­tik miy­di?
Evet, öy­le. As­lı­na ba­kar­sa­nız dik­kat­li ta­vır­lar ser­gi­le­mek zo­run­lu­lu­ğu tüm di­ğer di­nî li­der­ler için de ge­çer­li. Çün­kü din­ler ara­sın­da ba­rış ol­ma­dan dün­ya­da ba­rış sağ­la­na­maz. Din­ler ara­sın­da ba­rış da an­cak di­nî li­der­ler ara­sın­da ba­rış ile sağ­la­na­bi­lir. Di­nî li­der­ler bir ara­ya gel­me­li, tam ma­na­sıy­la ço­ğul­cu ol­duk­la­rı­nı, bir­bir­le­ri­nin fi­kir­le­ri­ne, inanç­la­rı­na, din­le­ri­ne say­gı duy­duk­la­rı­nı gös­ter­me­li­ler. Böy­le­ce on­la­rın ta­kip­çi­le­ri de bir­bir­le­ri­ne na­sıl dav­ran­ma­la­rı ge­rek­ti­ği­ni gö­rür­ler. “Ken­di­ne na­sıl dav­ra­nıl­ma­sı­nı is­ti­yor­san baş­ka­sı­na öy­le dav­ran” pren­si­bi­ni Hı­ris­ti­yan­lık­ta da Kon­füç­ya­nizm­de de İs­lam’da da bu­la­bi­li­riz. Bu, da­ha ba­rış­çıl bir dün­ya­da ya­şa­mak için he­pi­mi­zin, bü­tün din­le­rin mün­te­sip­le­ri­nin uy­ma­sı ge­re­ken te­mel bir pren­sip­tir.
 
İz­ni­niz­le İran’da­ki si­ya­si du­ru­ma iliş­kin bir so­ru yö­nelt­mek is­ti­yo­rum. Ara­lık ayın­da İran’da ye­rel ve ida­ri se­çim­ler ya­pıl­dı ve bu se­çim­ler­de mu­ha­fa­za­kâr­lar, re­form­cu­lar kar­şı­sın­da ye­nil­gi al­dı. Mu­ha­fa­za­kâr­la­rın bu ye­nil­gi­si­ni na­sıl de­ğer­len­di­ri­yor­su­nuz? Zi­ra tak­ri­ben iki se­ne ev­vel mu­ha­fa­za­kâr­lar cum­hur­baş­kan­lı­ğı se­çi­mi­ni ka­zan­mış; Ah­me­di­ne­jad’ın cum­hur­baş­ka­nı se­çil­me­si tüm dün­ya­yı şa­şırt­mış­tı.
Ben­ce bu çok da sür­priz de­ğil­di; zi­ra son yir­mi se­ne­dir İran’da ben­zer ge­liş­me­ler ya­şa­nı­yor. Bu, bir ne­vi den­ge­le­rin el­den ele geç­me­si; yıp­ran­ma, ar­dın­dan ge­ri dön­me… Siz se­çim­le­ri ka­za­nı­yor­su­nuz, ar­dın­dan mu­ha­lif­le­ri­niz çok sı­kı ça­lı­şa­rak ge­le­cek se­çim­ler­de siz­den ik­ti­da­rı dev­ra­lı­yor­lar ve bu böy­le sü­rüp gi­di­yor. As­lın­da ben bu du­rum­dan çok mem­nu­num; zi­ra bu, en azın­dan İran top­lu­mu­nun ne ka­dar di­na­mik ol­du­ğu­nu gös­te­ri­yor. Hal­kın ken­di ira­de­siy­le si­ya­si sü­re­ce ka­tıl­mak ve ken­di ka­der­le­ri­ni, ken­di­le­rin ve ço­cuk­la­rı­nın ge­le­ce­ği­ni ta­yin et­mek is­te­diği­ne yö­ne­lik bir bek­len­ti ol­du­ğu ma­na­sı­na ge­li­yor. Bu çok önem­li, çok de­ğer­li bir ser­ma­ye. Bu di­na­mizm mu­ha­fa­za edil­me­li. İran­lı­lar se­çim­le­ri ve si­ya­si ka­tı­lı­mı se­ver­ler. De­mok­ra­si ön­gö­rü­le­me­ye­ni ön­gö­ren bir sis­tem ola­rak da ta­nım­la­nır. So­nuç­lar tah­min edi­le­mez. Bu­ra­da ka­tı­lım çok önem­li. Her de­fa­sın­da so­nuç­lar fark­lı te­za­hür edi­yor; ba­zen re­for­mist­ler, ba­zen mu­ha­fa­za­kâr­lar, ba­zen ra­di­kal­ler ka­za­nı­yor­lar.
 
Son ola­rak, Tür­ki­ye’nin AB’ye üye ol­ma tut­ku­su ve son dö­nem­de üye­lik sü­re­ci­nin ya­vaş­la­tıl­ma­sı hak­kın­da ne­ler dü­şü­nü­yor­su­nuz?
Özür di­le­rim ama bu ko­nu­nun ay­rın­tı­la­rı­nı bil­mi­yo­rum. Sa­de­ce şu­nu söy­le­ye­bi­li­rim, bu bağ­lam­da Av­ru­pa­lı­la­rın di­li­ni hiç be­ğen­mi­yo­rum. On­la­rın di­li çok üst per­de­den ve bu be­ni çok ren­ci­de edi­yor. 
 
Çok te­şek­kür ede­riz.

Paylaş Tavsiye Et