Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (November 2007) > Asılıyorum > Büfeci İslam tüfeci basın
Asılıyorum
Büfeci İslam tüfeci basın
Ali Cengiz Tuğrul
“İsrail’in Lübnan’a ‘’özel garezini’’ biliyorum.
Bütün bu saldırganlığın ‘’Amerikan yeşil ışığı’’ ile gerçekleştiği de malumum.
Ama bütün bunlar, işlerin nereye varacağına ilişkin ne ‘’tahlil yapmak’’ ne ‘’geleceği sezebilmek’’ gereğine engel olmamalı.
Duygu dünyam ile beynimin gör dediğini birbirinden, özellikle, kamuoyunun önüne yazı ile çıkarken, ayırt edebilmeyi becermeliyim.”
Savaşın başlangıcında yazıya sıkı mı sıkı bir giriş.
Duyguyu bir yana bırakıp, pür akıl kesilebilmeye dikkat önerisi.
 
“Bu savaşı Hizbullah’ın kazanmakta olduğu…
… Lübnan’da Hıristiyanların bile Hizbullah’ı ve Nasrallah’ı desteklediği bir safsatadan ibarettir.
Gerçeklikle ve gerçeklerle hiçbir ilişkisi yoktur.
Hizbullah’ın ‘’savaşı kazandığı’’ ve Nasrallah’ın ‘’bir kahraman’’ olduğu tesbitinde bulunmak ‘’hayal aleminde yüzmek’’ demektir.
Böyle bir şey aldatıcıdır, yoktur ve zaten olamaz.”
İlerleyen günlerde muhtemel sonuç üzerine az biraz duygulanma hali.
Geleceğe matuf ‘zaten olabilemez’ kesin yargısı.
 
“Savaşın esas olarak, İsrail’in büyük ateş gücüyle yürüttüğü bir saldırı savaşı olduğu hesaba katılırsa, İsrail daha zararlı sayılabilir…
…İsrail tarihinin ilk havacı genelkurmay başkanı Dan Halutz herhalde tarihe İsrail’in en başarısız genelkurmay başkanı olarak geçecek.
Pek savaşçı öldüremedi, masum insanların kanına girdi ve İsrail’i onca askeri gücüne rağmen ‘’madara’’ olmuş gibi gösterdi.
İzlediği askeri çizgi, İsrail’in uluslararası planda ne kadar varsa, Holocaust’tan miras moral avantajını yerle bir etti.
Sadece ordu dökülmedi.
Savaş bir ‘’istihbarat – hava bombardımanı savaşı’’ olarak nitelendirildiğine göre, İsrail istihbaratının yani Mossad’ın da döküldüğü bir savaş oldu.”
Daha sonra İsrailli barış eylemcisi Uri Avnery’den bir alıntı yapma akıllılığı.
 
“Bu görüntü, kimilerini Türkiye’de İsrail’in ‘’askeri yenilgiye’’ uğrayacağı ve Hizbullah’ın zaferi kazanacağına ilişkin düşüncelere sevk etti.
Bu doğru değil.
Ama bu manzara savaşı Hizbullah’ın kazandığı ve kazanacağı anlamına gelmez.
Tümüyle kaybedeceği manasına da gelmez, çünkü ‘’sosyolojik derinliği’’ söz konusu.
Kendimizi aldatmayalım; İsrail ‘’askeri üstünlüğünün’’ avantajıyla, yürüttüğü savaşın ilk bölümünde uğradığı başarısızlığı tam tersine çevirme yeteneğine ve imkanına sahip.
Lübnan’da hedefine varması, daha büyük ölçüde kan ve kaos demek olacak.’
Beyninin gör dediğini görerek yazma sözü veren usta yazardan yine, yeni, yeniden bir değerlendirme.
 
“Beyrut, bu kez Hizbullah’ın havai fişekli ‘zafer gösterilerine’ sahne oldu.
Tahran’dan Ahmedinecad, Şam’dan Beşşar Esad Hizbullah’ın ‘zafer’ kazandığını açıkladılar.
Olmert İsrail ordusunu ‘’kahramanlar’ diye göklere çıkarıyor.
Bush da İsrail’in ‘Hizbullah’ı yendiğini’ söyledi.
Öyle görmek istiyor herhalde.
Ya da ‘siyasi astigmat’ hali.
Herkesin kazandığına, kimsenin kaybetmediğine inandığı bir savaşın ardından ‘siyasi kakofoni’ yaşıyoruz.
Bana sorarsanız savaşı kesinlikle kaybeden bir ‘taraf’ var.
O da İsrail ordusu.”
Bu son satırlarda üç hafta sonunda, duygudan münezzeh saf aklın nihai yargısı.
 
HANGİ AKIL?
Pür akıl demedim bu defa, saf akıl dedim.
Çünkü püre ile karıştırılabilme ihtimalinden korktum.
Püre biliyorsunuz patatesten yapılır.
Patates taş gibi görünür.
Kaskatıdır.
Sanki sebzelerin şahıdır.
Biraz şarklı bir ifade oldu.
Düzeltiyorum, kralıdır.
Bu da arkaik oldu.
Yine düzeltiyorum, başkanıdır.
“Heyt ulan, ben sebzelerin azmanıyım, her nanenin uzmanıyım” havası vardır.
Başlangıçta sert mi sert olan patatesi sıcak suda bir güzel haşlarsın.
Sonra bir öyle bir böyle, karıştır babam karıştırırsın.
Karman çorman, lapa gibi bir şey olur sebzelerin başkanı.
Artık çatalınla ondan ister iki kule yaparsın.
İster bozar füze yaparsın.
İster bozar borazan yaparsın.
Nasıl olsa yazar, yazısının bir bölümünde verdiği yargıyı tam tersine çevirme yeteneğine ve imkanına sahip.
Kim ne karışır?
Yüzyıl savaşları olsa lafın başı ile sonunun aynı olmasını bekleyemezsiniz.
Çünkü lafa başlayanla bitirenin aynı adamlar olmasına imkan yoktur zaten.
Otuz yıl savaşları olsa, “genç idim kocadım, fikirlerim değişti” diyebilir bir kalem sahibi.
Ama sadece üç hafta süren bir savaşın başı ile sonu arasında bu kadar dramatik kalem oynatmanın öyle sokaktaki okuyucunun anlayamayacağı kadar derin sosyolojik, medyatik, terazi, lastik, jimnastik sebepleri vardır.
Saf sözcüğü de ‘hiçbir şeyden anlamaz’ manasına gelebilir, diyebilirsiniz.
O kadarı, usta kalem için insafsızlığın daniskası olur.
Arı akıl desek, bir onu bir bunu sokan akıl demeye gelir ki, o da çirkin olur.
O halde bu tarz kalem oynatmanın derin sebeplerine eğilip beynimizin gör dediğini görmeye çalışmamız lazım.
Bir defa usta gazeteci, adaşım Cengiz Çandar’ın bu satırları kaleme aldığı gazetenin adı ne? Dün Tercüman’dı, bugün Bugün’dür.
Dün dündür, bugün bugündür ifadesinde sadece iki gün vardı.
Sözün mucidi büyük siyasetçi iki günde bir kanaat değiştirenlerin hislerine zaten seneler önce tercüman olmuştu.
Üç hafta ise, dile kolay koskoca yirmi bir gün demektir.
Yirmi bir günde ise net on adet dün ve bugün vardır.
O halde, bir öyle bir böyle yazmanın ‘sosyolojik derinliği’ söz konusu.
Her daim salya sümük duygusal takılan, üstelik hiçbir şeyin uzmanı olmayan ‘’büfeci İslam’ı’’ takımı bu sebepleri anlayamaz.
Böyle bir kabiliyetleri yoktur ve zaten olamaz.
Olmayacaktır da.
Onlar duygu dünyaları ile beyinlerinin gör dediğini birbirinden ayırıp da kamuoyunun önüne yukarıdaki gibi harika tahlillerle çıkabilecek bir sosyal sınıfa mensup değillerdir.
Ancak büfelerinde kalın, terli parmakları ve kirli tırnakları ile portakalı kabuğundan ayırıp, sıkıp üç kuruş kazanmak için kamunun önüne çıkabilirler.
 
PROPAGANDA
Üstelik propagandaya da alabildiğine açıktırlar.
Bunun sebebini de kendisinden hiç hazzetmemesine rağmen, kamuoyunu aydınlatmak adına İsrailli bir Ortadoğu uzmanının görüşü ile açıklıyor Sayın Yazar:
“Hizbullah ve Hamas savaşmayı kendi başına bir amaç olarak değerlendiriyorlar.
Ne olursa olsun, kendilerini mutlak biçimde zafer kazanmış olarak sunuyorlar.
Rejim ve medya propagandası sayesinde Müslümanlar onlara inanıyor.
Bu ‘zihniyetle’ bakıldığında Hizbullah’ın yenilmesi mümkün değil” yargısında bulunuyor değerli adaşım.
Diğer kısmen adaşım Ertuğrul Bey de katılıyor bu yargıya.
O da köşesinde Lübnan Meclis Başkanı’nın Abdullah Gül’e anlattığı bir anekdotu aktarmış.
İsrailli bir asker televizyondan şöyle seslenmiş:
“Biz bütün eğitim hayatımız boyunca, yaşamayı yücelten değerleri öğreniyoruz.
Ama burada çarpıştığımız insanların hedefi yaşamak değil, ölmek.”
Sayın Ertuğrul Bey devam ediyor:
“Ortada binden fazla can kaybı var.
Bunun üç yüze yakını çocuk.
Ülkenin al yapısı tarumar olmuş.”
“Bu nasıl yaşamayı yüceltmek?” diye ağır bir soru soracağını beklerken, başka bir soru soruyor Sayın Yazar:
“Hizbullah sokaklarda zafer çığlıkları atıyor.
Bu neyin zaferi?
O insan kendini dünya kamuoyuna ‘mazlum’ olarak kabul ettirmeyi zafer olarak görüyor.
Mazlumiyeti arttıkça zafere ulaştığına inanan bir zihniyetle nasıl savaşacaksınız ki?”
Peki, bu insanlar nasıl kandırılıyorlar?
Ona da bir cevabı var değerli kalemin:
“Bu savaşta inanılmaz ve insafsız bir propaganda faaliyeti yapıldı.
Fotoğraflar tahrif edildi, çocuklar kullanıldı.
Ve hepimiz şunu öğrendik.
Son yıllardaki gelişmeler, ‘inanmaya hazır’ kitleler ortaya çıkarmış.”
Yazarın bu satırlarından on gün sonra Fatih Çekirge’ye röportaj veren İsrail’in Ankara Büyükelçisi Pinhas Avivi de Sayın Yazar’a katılıyor:
“Çocukların fotoğraflarının yayınlanmasını ahlak dışı buluyorum…
…Biz bu fotoğraflar üzerinden propaganda yapmıyoruz.
Acizlik göstermiyoruz.
Bu moral değerlere yakışmaz.’
 
Bana, Ali Cengiz Tuğrul’a soracak olursanız, vatandaşın ölmüş çocuk fotoğrafları propagandasına kanarak İsrail’in savaşı kaybettiğine inanmalarından daha büyük bir tehlike var memleketimizde.
Eskiden “hayal denizinde yüzen”, “inanmaya hazır” bir zümre şimdi kıllı bacakları ve paçalı donları ile bellerinde kılıç bildiğimiz hakiki, fiziki denize girmeye kalkmaktadırlar.
Bir kısım yazar, sosyolog, uzman, azman arkadaş bu durumu “sosyalleşme göstergesidir, iyidir, düzelir” diye tabii göstermeye çalışmaktadırlar.
Tehlike şuradadır ki muhasebesi de, siyaseti de, dış politikası da büfeleri kadar dar olan bu türün mayoları dar değildir.
Alabildiğine geniştir.
Bu genişlik hepimizi ürkütmelidir.
 
SON SÖZ
Dönün köyünüze de isterseniz poturunuzla girin derenize. Deniz sizin neyinize?

Paylaş Tavsiye Et