Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (April 2008) > Toplum > Yorulmadan yoranlar yok olurlar
Toplum
Yorulmadan yoranlar yok olurlar
İhsan Fazlıoğlu
YIL­LAR ön­ce Arap dün­ya­sın­da ya­yım­la­nan bir der­gi­de, 5 Ha­zi­ran 1967’de baş­la­yan Al­tı Gün Sa­vaş­la­rı’nı ko­mu­ta eden İs­ra­il Ge­nel­kur­may Baş­ka­nı’yla ya­pıl­mış bir söy­le­şi oku­muş­tum. Ay­rın­tı­lı söy­le­şi­de, ko­nu Mı­sır Ha­va Kuv­vet­le­ri’ne yö­ne­lik Ak­de­niz’den do­la­şa­rak ya­pı­lan bas­kın sal­dı­rı­ya ge­lin­ce, ga­ze­te­ci şöy­le bir so­ru sor­muş­tu: “Ar­ka­dan do­lan­ma fik­ri­ne na­sıl var­dı­nız?” Ge­nel­kur­may Baş­ka­nı’nın ya­nı­tı açık­tı: “Ya­vuz Sul­tan Se­lim’in, To­man­bay ko­mu­ta­sın­da­ki Mem­luk or­du­su­nun top­la­rı­na he­def ol­ma­mak için ar­ka­dan do­lan­mış ol­ma­sın­dan esin­len­dik.” Bu­nun üze­ri­ne ga­ze­te­ci tek­rar so­rar: “Pe­ki! Böy­le bir ha­re­ke­tin Mı­sır­lı­lar ta­ra­fın­dan da dü­şü­nül­müş ola­bi­le­ce­ği­ni he­sa­ba kat­tı­nız mı?” Ya­nıt: “Ke­sin­lik­le ha­yır! Çün­kü on­lar ta­rih oku­maz­lar.”
Ben­zer bir du­ru­ma biz­zat şa­hit ol­dum: ABD’de 11 Ey­lül 2001 sal­dı­rı­sı ger­çek­leş­ti­ğin­de, ba­zı ta­rih­çi­ler sal­dı­rı­nın Vi­ya­na boz­gu­nu­nun in­ti­ka­mı için ya­pıl­dı­ğı­nı ya­zın­ca, bir ABD’li Os­man­lı ta­rih­çi­si bu fik­re iki açı­dan kar­şı çık­mış­tı: Bi­rin­ci­si, Vi­ya­na boz­gu­nu­nun ta­ri­hi 12 Ey­lül 1683’tü; ikin­ci­si, do­la­yı­sıy­la da­ha önem­li­si, bu ve ben­ze­ri sal­dı­rı­la­rı ya­pan İs­lâm­cı­lar(!) ta­rih bil­mez ve oku­maz­lar­dı ki, sal­dı­rı­yı böy­le ta­ri­hî bir ola­yın in­ti­ka­mı için ger­çek­leş­tir­sin­ler.
Ya­zı­ya bu alın­tı­lar­la baş­la­ma­mın ne­de­ni son gün­ler­de çe­şit­li mah­fil­ler­de, is­ter olum­lu is­ter olum­suz ba­kış açı­sıy­la ya­pı­lan ta­rih ko­nuş­ma­la­rı… Bu tür ko­nuş­ma­la­rı din­le­dik­çe, ta­nı­dı­ğım bir öğ­re­tim üye­si bü­yü­ğü­mün biz­zat şa­hit ol­du­ğu bir ola­ya iliş­kin yo­ru­mu ak­lı­ma ge­li­yor. Ken­di­si res­mî bir yer­de ker­li fer­li bir ki­şi­nin ver­di­ği Türk Ta­ri­hi der­si­ni din­le­dik­ten son­ra için­den şöy­le te­men­ni et­miş: “İn­şal­lah an­lat­tık­la­rı­na ken­di­si inan­mı­yor­dur; yok­sa bu ta­rih pers­pek­ti­fiy­le ha­li­miz ha­rap.” Ben de bu tür ko­nuş­ma­la­rı din­le­dik­çe ya da çö­züm­le­ri­ni oku­duk­ça ay­nı te­men­ni­de bu­lun­mak zo­run­da ka­lı­yo­rum: “İn­şal­lah hem bu ko­nuş­ma­yı ya­pan hem de din­le­yen­ler söy­le­nen­le­re inan­mı­yor­lar­dır.”
Yor-ul­ma­dan ta­ri­hi yor-ma­ya, yor-um­la­ma­ya ça­lı­şan­lar, el­bet­te her za­man kö­tü ni­yet­li de­ğil­ler­dir. An­cak, ta­rih, ta­bia­tın te­ces­süm et­ti­ği mad­dî dün­ya­ya ben­zer bi­çim­de ha­ya­tın te­ces­süm et­ti­ği ma­ne­vî bir dün­ya­dır ve bu ya­pı­sıy­la ob­jek­tif bir ger­çek­lik­tir. Ne ve­him­ler­le ne te­men­ni­ler­le; ne ümit­ler­le ne de kor­ku­lar­la oku­nur ta­rih… Öy­le ya! Ce­ha­le­te da­yan­dık­tan son­ra ta­ri­hi öv­mek ile söv­mek ara­sın­da bir fark yok­tur.
Ge­le­ne­ği­miz­de ta­rih, bir yö­nüy­le di­nî ilim­le­rin, öbür yö­nüy­le ame­lî fel­se­fe­nin bir şu­be­si ola­rak gö­rül­müş­tür. Geç­miş­ten ib­ret ve kuv­vet al­mak şek­lin­de dü­şü­nül­dü­ğün­de ah­lak, top­lum ve si­ya­se­tin içe­ri­sin­de de­ğer­len­di­ri­le­bi­le­cek ta­rih ça­lış­ma­la­rı, bir var­lık ala­nı bi­çi­min­de id­rak edil­di­ğin­de ise na­za­rî ka­rak­ter ka­zan­mış­tır. Dü­şü­nür­ler için, bir var-olan ola­rak ka­bul edi­len top­lum­la­rın ta­ri­hî sü­reç­te ne tür ya­sa­lar çer­çe­ve­sin­de yol al­dı­ğı, na­sıl oluş­tu­ğu, ge­liş­ti­ği ve yok ol­du­ğu so­ru­la­rı yal­nız­ca bir me­ra­kın de­ğil ay­nı za­man­da bir kay­gı­nın da ürü­nü­dür. İçe­ri­sin­de ya­şa­dık­la­rı top­lum­la­rın ge­le­cek­le­ri­ni ön­gör­mek için ta­ri­hî ya­sa­la­rı araş­tır­mak, dü­şü­nür­ler için bir ba­kı­ma in­sa­nı da araş­tır­mak an­la­mı­na ge­li­yor­du çün­kü.
İkin­ci Dün­ya Sa­va­şı’nda Ku­zey Af­ri­ka’da Al­man­lar ile müt­te­fik­ler ara­sın­da sü­ren çöl sa­vaş­la­rın­da Rom­mel’in tank­lar­la des­tek­le­nen or­du­su­nu, ABD-İn­gi­liz­ler, ay­nı coğ­raf­ya­da vu­ku bul­muş Kar­ta­ca-Ro­ma sa­va­şı­nın tak­tik­le­ri­ne ge­ri gi­de­rek ye­ne­bil­miş­ler­di. Ta­rih’ten hem ib­ret hem de kuv­vet al­ma­nın gü­zel bir ör­ne­ği­dir bu… Ta­rih bir mil­le­tin yal­nız­ca şim­di­si­ni kur­tar­maz; ba­zen ge­le­ce­ği­ni de be­lir­ler. Yi­ne İkin­ci Dün­ya Sa­va­şı son­ra­sı ABD Kon­gre­si’nde: “Al­man­ya’nın Kar­ta­ca gi­bi yer­yü­zü­ne da­ğı­tıl­ma­sı ve Al­man ül­ke­si­nin dün­ya­nın ta­hıl am­ba­rı ha­li­ne dö­nüş­tü­rül­me­si” tek­li­fi­ne kar­şı, bir kon­gre üye­si­nin “İyi de ile­ri­de ço­cuk­la­rı­mız, ‘Go­et­he’yi, Kant’ı, He­gel’i, Planck’ı ve da­ha bin­ler­ce bil­gin, fi­lo­zof ve sa­nat­kâ­rı ye­tiş­ti­ren bu mil­le­te ne yap­tı­nız?’ di­ye so­run­ca, ne ya­nıt ve­re­ce­ğiz?” di­ye iti­raz et­me­siy­le tek­lif ge­ri çe­kil­miş; Al­man­lar da Kar­ta­ca­lı­lar gi­bi yer­yü­zü­ne da­ğı­tıl­mak­tan kur­tul­muş­lar­dı.
Hiç şüp­he­siz, so­ru­nu açık­la­yan tem­sil gü­cü yük­sek pek çok ör­nek ve­ri­le­bi­lir. Fa­kat tüm ör­nek­ler şu ger­çe­ğe işa­ret eder: Bir mil­le­tin geç­mi­şi ile ge­le­ce­ği ara­sın­da­ki köp­rü, o mil­le­tin ta­ri­hî tec­rü­be­si­dir. Ne geç­mi­şe sap­lan­mak ne de ge­le­ce­ğe ta­kı­lıp kal­mak; ama yol alır­ken ta­ri­hî tec­rü­be­den ya­rar­lan­mak… Me­de­nî in­san, ha­tı­ra­la­rı olan in­san­dır; uğ­ru­na dö­vü­şe­bi­le­ce­ği, ken­di­ni teh­li­ke­ye ata­bi­le­ce­ği ha­tı­ra­la­rı. Ter­si du­rum­da gün­lük ya­şa­yan bir or­ga­niz­ma­dan far­kı kal­maz in­sa­nın.
Şim­di­ye de­ğin söy­le­nen­ler dik­ka­te alın­dı­ğın­da, bah­set­ti­ğim ta­ri­he iliş­kin ko­nuş­ma­la­rın or­tak pay­da­sı, bil­gi­ye de­ğil, ya veh­me ya da te­men­ni­ye da­yan­ma­la­rı­dır. Bun­dan da­ha da önem­li­si, ye­nil­gi ve kay­bet­me psi­ko­lo­ji­si tüm söy­le­nen­le­ri yön­len­dir­mek­te­dir. Bu top­rak­la­rın ço­cuk­la­rı­nın ta­rih­le­ri­ni bir ka­yıp, bir boş­luk, bir ka­ran­lık ola­rak gör­me­le­ri, ye­nil­gi­nin ka­fa­da baş­la­dı­ğı­nın ka­nı­tı­dır. Her ye­nil­gi ge­çi­ci­dir; tıp­kı hiç­bir za­fe­rin sü­rek­li ol­ma­ma­sı gi­bi. Fa­kat ka­fa­da ye­nil­gi­nin ça­re­si yok­tur; kay­bı, ka­fa­da baş­la­yan bir in­sa­nın ba­şa­rı şan­sı ola­maz. Hâl­bu­ki biz za­fer­le de­ğil, gay­ret­le mü­kel­le­fiz.
Şim­di­ye de­ğin, özel­lik­le ay­dın­la­rın, top­lu­mun ge­le­ce­ği için ile­ri sür­dük­le­ri dü­şün­ce­le­rin, bu top­lu­mun ta­ri­hi­ni bil­me­dik­le­ri için sağ­lık­lı ol­ma­dık­la­rı söy­le­ne­gel­miş­tir. Ka­nım­ca, ba­hu­sus, söz ko­nu­su ko­nuş­ma­lar din­len­di­ğin­de or­ta­ya çı­kan ha­ki­kat şu­dur: Ay­dın­lar, öy­kün­dük­le­ri Ba­tı-Av­ru­pa ta­ri­hi­ni de bil­me­mek­te­dir­ler. An­lat­tık­la­rı veh­met­tik­le­ri­dir; bil­dik­le­ri de­ğil… Tas­vir et­tik­le­ri ol­gu­lar, yal­nız­ca bek­len­ti­le­ri­ne de­ğil kor­ku­la­rı­na da işa­ret et­mek­te­dir. Va­him olan ise, ken­di ve­him­le­ri uğ­ru­na mil­let­le­ri­nin ha­ki­kat­le­ri­ni tah­rif, hat­ta tah­rip et­me­le­ri­dir. Tah­rif ve tah­rip edil­miş bir ta­ri­hin eş­lik et­ti­ği mil­le­tin ge­le­ce­ği ola­maz.
Ak­lın ta­til edil­di­ği yer­de ha­yal, ve­him ya da da­ha yu­mu­şak bir ta­bir­le vic­dan dev­re­ye gi­rer. Ma­kul ol­ma­dan men­kul sa­hi­bi bir ki­şi geç­mi­şe iliş­kin ha­yal gö­rür, ge­le­ce­ğe iliş­kin de kur­gu­da bu­lu­nur. Ne ha­yal ne de kur­gu, yal­nız­ca bil­gi, bi­zi hem ta­bi­at hem de ha­yat kar­şı­sın­da da­ha in­san kı­lar.
Ya­kın za­man­da Tür­ki­ye’de sü­re­gi­den ta­ri­hî yo­rum­la­rı, si­ya­sî tar­tış­ma­la­rı iz­le­dik­çe, ta­raf olan ki­şi­le­rin hem dav­ra­nış­la­rı­nı hem de dü­şün­ce­le­ri­ni “ka­ma­ra­sın­da­ki ra­hat­lı­ğı için içe­ri­sin­de bu­lun­du­ğu ge­mi­yi ya­ka­cak ka­dar ay­maz adam”a ben­ze­ti­yo­rum. İle­ri sür­dük­le­ri ta­ri­hî tez­le­re ge­lin­ce, söy­le­ne­cek tek bir şey var: Bun­lar ta­ri­hi yo­rum­la­mak de­ğil; mil­le­tin hem vic­da­nı hem de ak­lı­nı yor­mak­tır. Türk mil­le­ti­nin do­ğa­sı­na uy­gun sa­hih bir ge­le­cek ta­sav­vur et­me­yen­ler, ede­me­yen­ler, ta­ri­hi­mi­zi sağ­lık­lı bir bi­çim­de yo­rum­la­ya­maz­lar.

Paylaş Tavsiye Et