Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (October 2008) > Söyleşiyorum > Hayrettin KARAMAN: “İçtihat kapısı kapanmamıştır”
Söyleşiyorum
Hayrettin KARAMAN: “İçtihat kapısı kapanmamıştır”
Konuşan: Fahrettin ALTUN
Anlayış dergisinin Nisan ayı SöyleşiYORUM konuğu kıymetli ilim adamı, İslam Hukuku profesörü Hayrettin Karaman. Kendisi ile Türkiye’deki toplumsal değişmeden üniversitelerin yapısına, içtihat tartışmalarından İslamcılığa kadar geniş bir alanda, istifade edebileceğinizi düşündüğümüz bir söyleşi gerçekleştirdik. Hayrettin Karaman Hoca Türkiye’nin sancılı dönemlerine tanıklık etmiş, birçok talebe yetiştirmiş, alanında yetkin onlarca eser kaleme almış, babacan bir ilim adamı. Onun tanıklıklarına, tecrübelerine, hayat hikayesine aşina olmak ve onun emsalsiz tavsiyelerine kulak vermek isteyenler, İz Yayınları’ndan arasından geçtiğimiz ay çıkan Bir Varmış Bir Yokmuş isimli 3 ciltlik hatıratını görmemezlik etmesinler. ­
 
Tür­ki­ye’nin önem­li dö­nü­şüm­ler ya­şa­ma­ya baş­la­dı­ğı 1950’li yıl­lar­dan bu ya­na ilim ada­mı sı­fa­tı ile bir­çok tec­rü­be bi­rik­tir­di­niz. Biz bu­gün bu tec­rü­be ile bir söy­le­şi­nin sı­nır­la­rı­nın el­ver­di­ği öl­çü­de hem­hal ol­ma ar­zu­sun­da­yız. Hay­ret­tin Ka­ra­man ile Hay­ret­tin Ka­ra­man’ı ve yi­ne onun gö­zün­den Tür­ki­ye’nin top­lum­sal me­se­le­le­ri­ni ko­nu­şa­lım is­ti­yo­ruz. Bi­yog­ra­fik bir sı­ra iz­le­mek sa­nı­rım en doğ­ru yön­tem ola­cak. 1959 se­ne­sin­de Kon­ya İmam-Ha­tip Oku­lu’ndan me­zun ol­du­nuz. Ön­ce­lik­le bu okul­la­rın Tür­ki­ye’nin top­lum­sal dö­nü­şü­mü­ne ne tür et­ki­le­ri ya da kat­kı­la­rı ol­du siz­ce?
Açık­ça­sı İmam-Ha­tip okul­la­rı­nı açan­lar ile bu okul­la­ra ço­cuk­la­rı­nı gön­de­ren­le­rin he­def­le­ri ay­nı de­ğil­di. Din­dar Müs­lü­man­la­r, ya­ni ha­yat­la­rın­da İs­lam’ı mer­ke­ze ko­yan in­san­la­r ile bu okul­la­rı la­ik Cum­hu­ri­yet’i hal­ka benimsetmek için bir araç ola­rak gö­ren­le­rin amaç­la­rı bir­bi­rin­den fark­lıy­dı. Din­dar Müs­lü­man­la­rın ço­cuk­la­rı­na din öğ­ret­mek gi­bi bir ga­ye­le­ri var­dı. Bun­lar içe­ri­sin­de çok az bir kıs­mı ge­le­cek­te­ki müs­pet dö­nü­şü­mün bir ara­cı ola­rak gör­müş­ler­dir bu okul­la­rı. Ta­lep­ler son de­re­ce mü­te­va­zı­dır: Ço­cuk­la­rı­mız din­dar, ah­lak­lı ol­sun; ar­ka­mız­dan bir Fa­ti­ha oku­sun; mih­rap­lar boş, ce­na­ze­miz or­ta­da kal­ma­sın…
 
So­nuç ne ol­du pe­ki? Okul­la­rı açan­la­rın mı, bu okul­la­ra ço­cuk­la­rı­nı gön­de­ren­le­rin mi is­te­di­ği ol­du?
Şu­nu ka­bul et­mek la­zım. İmam-Ha­tip okul­la­rın­dan me­zun ya da yo­lu ora­dan geç­miş in­san­la­rın sa­yı­sı, aşa­ğı yu­ka­rı 2 mil­yon ci­va­rın­da­dır. Bun­la­rın ka­hir ek­se­ri­ye­ti bi­zim ge­le­nek ha­li­ne gel­miş olan Müs­lü­man­lı­ğı­mı­zın Tür­ki­ye’de ye­ni­den ye­şer­me­si, can­lan­ma­sı ve ya­yıl­ma­sın­da güç­lü bir amil ol­muş­lar­dır. İmam-Ha­tip­le­rin ro­lü­nü bu açı­dan baş­ka ku­rum, ya­hut ya­pı­lar­la kı­yas­la­ya­maz­sı­nız. Me­se­la Ka­ra­de­niz’de, Do­ğu’da med­re­se­ler var­dır. Tür­ki­ye’nin muh­te­lif yer­le­rin­de kurs­lar var­dır. Fark­lı ce­ma­at­le­rin uğ­raş­la­rı söz ko­nu­su­dur. Ta­ri­kat­la­rın hiz­met­le­ri var­dır. Fa­kat ben doğ­ru­dan mü­şa­he­de­me da­ya­na­rak söy­lü­yo­rum ki, Tür­ki­ye’nin müs­pet dö­nü­şü­mün­de en et­ki­li olan ca­mi­a, İmam-Ha­tip ca­mi­ası­dır.
 
Bu dö­nü­şüm­le ne­yi kas­te­di­yor­su­nuz? Bu dö­nü­şü­mün so­mut gös­ter­ge­le­ri hak­kın­da ne­ler söy­ler­si­niz? Bu ma­na­da 1950’le­rin Tür­ki­ye’si­ni 2000’le­rin Tür­ki­ye’si ile kar­şı­laş­tır­dı­ğı­mız va­kit de­ği­şen ne­dir?
Bir­kaç mad­de sa­ya­yım is­ter­se­niz, böy­le­lik­le da­ha açık­lı­ğa ka­vu­şur söy­le­dik­le­rim. Bir ke­re Di­ya­net hiz­met­le­ri­ni ele ala­lım. Ha­ni din gö­rev­li­le­ri di­yo­ruz, din ada­mı ta­bi­rin­den pek hoş­lan­ma­dı­ğı­mız için; ha­yır ve iyi­li­ğe hiz­met eden­le­re at­fen ha­de­me-i hay­rat di­yo­ruz. Dik­kat bu­yu­rur­sa­nız ar­tık sa­de­ce şe­hir­ler­de ya da il­çe­ler­de de­ğil, köy­ler­de bi­le mih­rap­lar­da ar­tık İmam-Ha­tip me­zun­la­rı var. Me­se­la bu bir gös­ter­ge. Müf­tü­ler on­lar­dan. Va­iz­ler ve imam­lar on­lar­dan. Di­ya­net mer­ke­zin­de­ki da­ire­ler­de de üst ka­de­me­den alt ka­de­me­le­re hiz­met ve ma­kam sa­hi­bi ol­muş olan in­san­la­rın da ge­ne ka­hir ek­se­ri­ye­ti on­lar­dan.
 
Fa­kat İmam-Ha­tip­ler­den de bek­le­nen za­ten bu de­ğil miy­di?
Bu me­se­le­nin sa­de­ce bir ta­ra­fı. Tür­ki­ye’nin med­ya­sı­nı ele ala­lım far­zı mu­hal. Med­ya sek­tö­rün­de İmam-Ha­tip oku­muş yı­ğın­la in­san var. Son­ra fark­lı alan­la­ra yö­nel­miş; fa­kat ne­ti­ce­de İmam-Ha­tip men­şe­li. Me­se­la ül­ke­nin sa­nat ha­ya­tı­nı ele ala­lım. Ti­yat­ro­dan res­me ka­dar her alan­da İmam-Ha­tip­li­ler var. Ti­ca­ret sa­ha­sın­da, eko­no­mik ha­yat­ta da böyle bir du­rum var. Bu­gün hol­ding, şir­ket, fab­ri­ka kur­muş; it­ha­lat-ih­ra­cat ya­pan bir­çok İmam-Ha­tip me­zu­nu var. İmam-Ha­tip­li­ler ye­rel yö­ne­tim­ler­de, bü­rok­ra­si­de, si­ya­si ha­yat­ta da önem­li bir yer teş­kil edi­yor­lar. Tek bir par­ti­de de­ğil, bir­çok par­ti­de hem de.
 
Bü­tün bun­lar bir dö­nü­şü­me hiz­met et­miş­tir di­yor­su­nuz.
Evet, müs­pet bir de­ği­şim­dir bu. Fa­kat şu­nu da kay­de­de­yim bu­ra­da ilk de­fa. Tek tip bir İmam-Ha­tip­li mo­de­li de ol­ma­mış­tır hiç­bir za­man. Bu­nu İmam-Ha­tip ca­mi­ası­nın en ba­şın­dan be­ri için­de olan ve öle­ne ka­dar da için­de ola­cak bi­ri ola­rak ifa­de edi­yo­rum.
 
Pe­ki, ho­cam bu­ra­dan mü­sa­ade­niz­le fark­lı bir nok­ta­ya ge­ti­re­yim sö­zü. Baş­lan­gı­cın­dan 4. As­ra Ka­dar İs­lam Hu­ku­ku’nda İç­ti­hat baş­lık­lı te­zi­ni­zi 1973 yı­lın­da ta­mam­la­dı­nız. Her aka­de­mik ça­lış­ma­nın bir hi­ka­ye­si var­dır der­ler. Si­zin ça­lış­ma­nı­zın hi­ka­ye­si ne­dir? Ni­çin “iç­ti­hat” me­se­le­si­ne il­gi duy­du­nuz?
Gü­zel bir so­ru. Bu­nu da­ha ön­ce bir­kaç ve­si­ley­le açık­la­ma­ya ça­lış­mış­tım. Fa­kat bu ve­si­ley­le bu me­se­le­yi da­ha kâ­mil bir şe­kil­de açık­la­ma­ya ça­lı­şa­yım. Ben ulum-u İs­la­mi­ye tah­si­li­ne geç baş­la­dım. Bu işe baş­la­dı­ğım­da ya­şım 16 idi. Ba­na so­rar­sa­nız bu işe 4-5 yaş­la­rın­da baş­la­mak icap eder. Bu yaş­lar­da hıf­za baş­la­mak la­zım. Ben 16 ya­şı­ma ka­dar baş­ka va­di­ler­de do­laş­tım. Tah­sil ha­ya­tı­ma baş­la­dı­ğım va­kit bir ke­re ya­şım za­ten bü­yük­tü. Ha­ya­tı ta­nı­ma ba­kı­mın­dan bu 16 yıl­lık öm­rüm çok ma­ce­ra­lı geç­ti.
 
Ha­tı­ra­tı­nız­da uzun uza­dı­ya bah­se­di­yor­su­nuz bu sü­reç­ten.
Evet, bir ro­man gi­bi ger­çek­ten, ha­tı­ra­tım­da var hep­si. 16 ya­şı­ma ka­dar ya­şa­dık­la­rım, için­de ya­şa­dı­ğı­mız ce­mi­yet hak­kın­da­ki bil­gi ve gör­gü­mü em­sal­le­ri­me nis­pet­le art­tır­dı. Ben ce­mi­ye­ti ve in­san­la­rı, di­ğer öğ­ren­ci ar­ka­daş­la­rım­dan da­ha zi­ya­de ta­nı­mış ol­dum. Bu bi­rin­ci hu­sus. İkin­ci­si, İmam-Ha­tip’e gir­me­den ev­vel bir bu­çuk-iki yıl med­re­se usu­lü özel ders oku­dum. İmam-Ha­tip oku­lu­na gir­di­ğim­de ha­ki­ki ya­şım 18’di, hat­ta bu yüz­den İmam-Ha­tip’e gir­mek için epey­ce uğ­raş­mış­tım. Ta­bii 18 ya­şın­da gir­miş­si­niz, bi­raz mol­la­sı­nız, bir yan­dan da oku­ma­ya de­vam edi­yor­su­nuz.
Ve oku­la gir­dik­ten son­ra ho­ca­lar­la ta­nış­tım. Hâ­kim, po­lis, tüc­car, es­naf in­san zih­ni­ye­tin­den son­ra, bir de ho­ca­la­rın zih­ni­ye­ti­ni ta­nı­yor­dum. Bu in­san­la­ra ba­kı­yor­dum, ka­hir ek­se­ri­ye­ti ken­di âlem­le­rin­de ya­şı­yor­lar­dı. Sü­reç iler­li­yor, di­ni öğ­re­ni­yor­dum ve gör­düm ki, ba­na din di­ye su­nu­lan şey, geç­miş be­şe­rin, hem de bin se­ne, ye­di yüz se­ne, beş yüz se­ne ev­vel­ki be­şe­rin üre­ti­mi. O dö­nem­de din­le Tür­ki­ye ara­sın­da, ken­dim ara­sın­da bir ile­ti­şim, di­ya­log kur­mak is­ti­yor­dum; fa­kat müm­kün ol­mu­yor­du. Ben okul­da ağa­bey ol­du­ğum için ço­cuk­lar prob­lem­le­ri­ni ba­na so­ru­yor­lar­dı. Son­ra imam ol­dum, ki bu da en­te­re­san­dır. İmam-Ha­tip’te oku­ma­ya baş­la­dık­tan bir yıl son­ra ve­kil, on­dan bir yıl son­ra da asıl kad­ro­lu imam ol­dum. Bu se­fer ce­ma­at­le te­ma­sa geç­tim. Bil­has­sa Cu­ma ve Bay­ram na­maz­la­rı­na fark­lı fark­lı in­san­lar ge­li­yor; kür­sü­den in­di­ğim­de ve­ya ca­mi­den çık­tı­ğım­da tür­lü tür­lü so­ru­lar so­ru­yor­lar­dı ba­na.
 
Di­ni, gün­cel top­lum­sal ha­ya­ta na­sıl ter­cü­me ede­rim kay­gı­sı ta­şı­yor­su­nuz ta­bi­i.
Ben o dö­nem­ler­de Cum­hu­ri­yet’in ye­tiş­tir­di­ği ne­sil­le, on­la­rın ce­mi­yet ha­ya­tın­da­ki prob­lem­le­ri ile yüz­le­şi­yor­dum. Bir­çok tar­tış­ma açı­lı­yor­du. Bu­nun ya­nın­da zik­ret­mem ge­re­ken baş­ka bir şey da­ha var. Ben İmam-Ha­tip­te iken bir yıl­dan faz­la bir sü­re, fark­lı or­tao­kul ve li­se­den öğ­ren­ci­le­rin de bu­lun­du­ğu bir yurt­ta kal­dım. Ora­da­ki öğ­ren­ci­ler ba­na so­ru so­ru­yor­lar, çe­şit­li ko­nu­lar­da tar­tı­şı­yor­lar­dı vs. Bun­la­rın ya­nın­da be­nim de ha­ya­tın içe­ri­sin­de kar­şı kar­şı­ya kal­dı­ğım prob­lem­ler var­dı ve bu prob­lem­le­ri da­ha ev­vel­ki be­şe­rin üret­ti­ği di­nî bil­giy­le çö­ze­me­ye­ce­ği­mi gö­rü­yor­dum. Bu bil­gi­le­rin de kö­kü vah­ye, Ki­tap’a da­ya­nı­yor; fa­kat bu çı­ka­rı­mı ya­pan da bir be­şer ni­ha­ye­tin­de. Ko­nu­lar ara­sın­da ör­tüş­me­yen nok­ta­lar, vak­ti geç­miş hu­sus­lar keş­fe­di­yor­dum. Fa­kat ge­lin gö­rün ki, et­ra­fım­da öy­le ho­ca­lar var­dı ki, on­lar için bı­ra­kın iç­ti­hat üze­ri­ne dü­şün­mek, Ha­ne­fi ise­niz Ha­ne­fi­lik­ten çık­ma­nız da­hi müm­kün de­ğil­di. Hat­ta Ha­ne­fi iken baş­ka bir mez­he­bi her­han­gi bir nok­ta­da tak­lit et­me­niz ca­iz gö­rül­mü­yor­du. Böy­le de bir ha­va, böy­le de bir “çev­re bas­kı­sı” var­dı.
 
“Ma­hal­le bas­kı­sı” yok de­ğil mi ho­cam!
Yok, yok çev­re bas­kı­sı di­ye­lim. Şim­di ben o or­tam­da “Bu böy­le ol­ma­ma­lı” di­yor­dum. De­vam­lı oku­yor­dum. Kon­ya’ya gi­di­yor­dum sa­haf­la­ra.
 
Ne­ler oku­yor­du­nuz? Fik­rî bes­len­me kay­nak­la­rı­nız ne­ler­di o dö­nem­de?
Eli­me ge­çen her ki­ta­bı oku­yor­dum. Fa­kat özel­lik­le Os­man­lı’nın 1908 Meş­ru­ti­yet in­kı­lâ­bın­dan son­ra ye­tiş­miş Os­man­lı-İs­lam mü­nev­ver­le­ri­nin ki­tap­la­rı­nı, dö­ne­min der­gi­le­ri­ni oku­yor­dum. Özel­lik­le Sı­rat-ı Müs­ta­kim, Be­ya­nül-Hak çok önem­li­dir be­nim için. Bu der­gi­ler­de ve es­ki Se­bi­lür­re­şat’ta iç­ti­hat ka­pı­sı, mez­hep­le­rin bir­li­ği tar­tış­ma­la­rı özel­lik­le il­gi­mi çe­ki­yor­du. Bu der­gi­ler, ki­tap­lar, bu­ra­lar­da­ki tar­tış­ma­lar be­nim zih­nim­de bam­baş­ka ka­pı­lar, pen­ce­re­ler aç­tı. O za­man­lar­da Ah­med Ham­di Ak­se­ki’nin Da­rül­fu­nun’da asis­tan iken ter­cü­me et­ti­ği Me­za­hi­bin Tel­fi­ki ve İs­lam’ın Bir Nok­ta­ya Cem’i çok önem­liy­di yi­ne. Ay­rı­ca be­nim son ola­rak Ger­çek İs­lam’da Bir­lik di­ye ter­cü­me et­ti­ğim ve ba­şı­na uzun­ca bir gi­riş ek­le­ye­rek neş­ret­ti­ğim ki­ta­bı, Ke­va­ki­bi’nin it­ti­had-ı İs­lam, hi­la­fet, iç­ti­hat, iç­ti­ha­tı tak­lit, mez­hep­ler mev­zu­la­rın­da Müs­lü­man­la­rın du­ru­mu hak­kın­da en­te­re­san bil­gi­le­ri ih­ti­va eden Üm­mül-Ku­ra isim­li ki­ta­bı­nı oku­yor­dum. Za­ten bir ara­yı­şım var­dı ve bu ko­nu­la­rı er­ken za­man­lar­da oku­muş ol­mak be­ni çok et­ki­le­di. Doy­muş top­ra­ğa yağ­mur iş­le­mez; fa­kat ku­ru top­ra­ğa yağ­mur ya­ğar­sa o tak­dir­de top­rak, yağ­mur dam­la­la­rı­nı öy­le bir çe­ker ki içi­ne. Böy­le bir du­rum­du be­nim­ki de.
 
Oku­ma­la­rı­nız bu çer­çe­ve­de mi şe­kil­len­di?
Da­ha son­ra fı­kıh usu­lü ki­tap­la­rı oku­ma­ya baş­la­dım. Oku­duk­ça an­la­dım ki, bu me­se­le­ler­de­ki ta­bu­lar, sa­de­ce bi­zim zi­hin­le­ri­miz­de imiş. Ba­zı kay­nak­lar, ki­şi­ler iç­ti­ha­dın şart­la­rı­nı abar­tı­yor­lar­mış. İç­ti­ha­dın ba­sit bir şey ol­ma­dı­ğı­nı, fa­kat im­kan­sız da ol­ma­dı­ğı­nı kav­ra­dım.
 
Ka­pı açık ya­ni.
Evet, kim­se ka­pı­yı ka­pat­ma­mış, bu bir ilim me­se­le­siy­miş, bu­nu an­la­dım. Ça­lı­şır­sa­nız, öğ­re­nir­se­niz, ke­li­me­nin tam ma­na­sıy­la âlim olur­sa­nız Kur’ân’ı da ha­dis­le­ri de yo­rum­la­ya­bi­lir, tef­sir ede­bi­lir­si­niz. Hem es­ki­den ve­ril­miş ce­vap­la­rı göz­den ge­çi­re­bi­lir, hem de es­ki­le­rin meş­gul ol­ma­dık­la­rı, bu­gün­kü ha­ya­tı­mı­zı il­gi­len­di­ren mev­zu­lar­da İs­lam’ın hü­küm­le­ri­ni or­ta­ya ko­ya­bi­lir­si­niz. Bun­la­rın müm­kün ol­du­ğu ko­nu­sun­da ted­ri­ci bir kav­ra­yış­la İmam-Ha­tip’i, Ens­ti­tü’yü bi­tir­dim. Ens­ti­tü’yü bi­tir­di­ğim va­kit bu ko­nu­da ça­lış­ma­yı ka­fa­ma koy­muş­tum. Ömer Na­su­hi Bil­men Ho­ca’ya asis­tan ol­dum. O va­kit­ler Ho­ca bi­zim Ens­ti­tü’dey­di.
 
Yük­sek İs­lam Ens­ti­tü­sü.
Evet. Ho­ca’ya böy­le­si bir ko­nu­yu ka­bul et­tir­mek de hiç ko­lay bir iş de­ğil­di.
 
Bah­set­ti­ği­niz isim­le­rin tem­sil et­ti­ği fik­rî çer­çe­ve ile Ömer Na­su­hi Bil­men’in çer­çe­ve­si epey fark­lı.
Ta­bi­i. Ho­ca’ya ben de za­ten fark­lı bir nok­ta­dan yak­laş­tım. De­dim ki, “Ho­cam her kö­şe­de bir müç­te­hit tü­rü­yor. Bu işin de­je­ne­re ola­ca­ğı an­la­şı­lı­yor. Ben bu işin öy­le ko­lay ol­ma­dı­ğı­nı an­lat­mak üze­re bir ça­lış­ma yap­mak is­ti­yo­rum.”
 
Her aka­de­mik ça­lış­ma bir stra­te­ji ge­rek­ti­rir der­ler.
Ay­nen öy­le, “Çok iyi olur oğ­lum” de­di.
 
So­nuç­ta ça­lış­ma­yı bi­tir­di­niz ve bu ça­lış­ma et­ra­fın­da si­zin aç­tı­ğı­nız tar­tış­ma­lar bi­le­bil­di­ği­miz ka­da­rıy­la epey­ce ses ge­tir­di. O or­ta­mı da an­la­tır mı­sı­nız? Kim­ler des­tek­le­di, kim­ler mu­ha­le­fet et­ti si­ze? Siz bir de 1976-1980 yıl­la­rı ara­sın­da Ne­sil der­gi­si­ni çı­kar­dı­nız ve bu­ra­da da bu fi­kir­le­ri iş­le­di­niz. O dö­nem­de baş­la­yan tar­tış­ma­la­rı, bu­gü­ne yan­sı­ma­sı ile bir­lik­te na­sıl de­ğer­len­di­ri­yor­su­nuz?
Şim­di Fah­ret­tin­ci­ğim bi­zim bu çı­kı­şı­mız kar­şı­sın­da­ki ta­vır­la­rı bir­kaç gru­ba ayır­mak ge­re­ki­yor. Az da ol­sa bir grup, “İş­te bir Lut­her zu­hur edi­yor”, “Bek­le­di­ği­miz re­form­cu ge­li­yor” di­ye se­vin­di­ler. Ço­ğu ha­yat­ta de­ğil on­la­rın, fa­kat çok kü­çük bir grup­tu bun­lar. Be­nim­le te­mas kur­du­lar, teş­vik et­ti­ler be­ni. “Sen­den çok şey bek­li­yo­ruz bu ko­nu­da” vs. de­di­ler.
 
Kim­ler­di on­lar?
Bir za­man­lar Di­ya­net İş­le­ri Baş­kan­lı­ğı da yap­mış olan Tev­fik Ger­çe­ker di­ye bir zat var­dı ara­la­rın­da me­se­la. Be­nim An­ka­ra’ya gel­di­ği­mi du­yun­ca ken­di­si gi­bi bir­kaç yaş­lı zat­la bir­lik­te be­ni zi­ya­re­te gel­di­ler. Be­nim­le gö­rü­şüp te­men­ni­le­ri­ni ilet­ti­ler. Bun­la­rın kar­şı­sın­da yer alan bir baş­ka grup, “İç­ti­hat fa­lan di­ye­rek di­ni if­sat ede­cek, hal­kın ka­fa­sı­nı ka­rış­tı­ra­cak bir müf­sit çı­kı­yor; bu­nu mut­la­ka en­gel­le­me­miz la­zım” di­ye dü­şün­dü. “Bu ada­ma cep­he al­ma­lı, onun­la mü­ca­de­le et­me­li­yiz” de­di­ler. Bu iki­si­nin ara­sın­da me­se­le­yi da­ha so­ğuk­kan­lı ta­kip eden­ler yer al­dı. “Ba­ka­lım ne olu­yor, ne çı­ka­cak?” di­yen ve ba­na bi­raz da­ha ya­kın olup be­ni ta­nı­dık­la­rı için he­ye­can­la ta­kip eden, ümit­le­nen­ler de var­dı. On­lar bu­ra­dan üm­me­tin ih­ti­yaç duy­du­ğu il­mî açı­lı­mın sağ­la­na­bi­le­ce­ği­ni ümit et­ti­ler. Kim­le­ri de ta­şı­dık­la­rı şüp­he­le­re rağ­men yi­ne de sey­ret­me­ye de­vam et­mek ge­rek­ti­ği­ni dü­şü­nü­yor­lar­dı.
Za­man içe­ri­sin­de bu man­za­ra bi­raz fark­lı­laş­tı ta­bi­i. Ben­den bek­len­ti­si olan­lar içe­ri­sin­de ki­mi­le­ri bek­len­ti­le­ri­nin kar­şı­lan­ma­dı­ğı­nı gö­rün­ce ha­yal kı­rık­lık­la­rı­nı ifa­de et­ti­ler. Bu me­yan­da ba­na ge­len bir özel mek­tu­bu sak­lı­yo­rum, ha­tı­ra­tı­ma da koy­dum. “Biz sen­den ne­ler um­muş­tuk, sen öy­le çık­ma­dın; kork­tun. Esas­lı bir açı­lım ya­par di­ye um­duk ama es­ki­le­re rü­cu et­mek­ten gay­rı bir şey yap­ma­dın” tar­zın­da bi­raz da in­ci­ti­ci mek­tup­lar. Be­ni müf­sit gö­ren­ler­den ki­mi­le­ri ba­zen ca­nı­ma kas­te­de­rek ama mut­la­ka çok ha­ka­ret ede­rek tep­ki­le­ri­ni gös­ter­me­ye de­vam et­ti­ler. Git­gi­de azal­dı ta­bii bu tep­ki­ler. Fa­kat ben bir ta­raf­tan İla­hi­yat Fa­kül­te­si’nde de ders ver­di­ğim için, be­nim söy­le­dik­le­rim İla­hi­yat ca­mi­asın­da kar­şı­lık bul­du. Bu­gün fı­kıh sa­ha­sın­da ça­lı­şan­la­rın ka­hir ek­se­ri­ye­ti be­nim yol ve yön­te­mim ile pa­ra­lel ça­lı­şır­lar. Ama yi­ne de İla­hi­yat ca­mia­sı içe­ri­sin­de bir baş­ka tür­lü iç­ti­hat yön­te­mi ile or­ta­ya çı­kan­lar da yok de­ğil. Ya­ni eğer ona iç­ti­hat de­nir­se ta­bi­i. On­lar da iş­te Ha­san Ha­ne­fi, Faz­lur­rah­man, Mu­ham­med Ar­kun gi­bi isim­ler­den et­ki­len­di­ler. “Et­ki­len­dik” der­ler ve­ya de­mez­ler onu bil­mi­yo­rum; ama et­ki­len­di­ler. O ca­mia­nın da tav­rı şu ol­du: “Ho­ca baş­ta iyiy­di ama son­ra mu­ha­fa­za­kâr­laş­tı.” Aşa­ğı yu­ka­rı be­nim çı­kı­şım kar­şı­sın­da­ki ta­vır­lar bun­lar­dır.
 
Siz bu­na ka­tıl­mı­yor­su­nuz. “Hay­ret­tin Ka­ra­man mu­ha­fa­za­kâr­laş­ma­mış, de­ğiş­me­miş, is­ti­ka­met üze­re dur­muş­tur” di­yor­su­nuz.
Ben de­ğiş­me­dim. Baş­ta ne­yi he­def­le­diy­sem o he­def üze­rin­de yü­rü­düm ve hâ­lâ da yü­rü­yo­rum. Ben kla­sik Usul-ü Fı­kıh uy­gu­la­ya­rak iç­ti­hat ya­pıl­ma­sı­nı ve ay­nı za­man­da biz­den ev­vel­ki ya­pıl­mış iç­ti­hat­la­rın bü­tü­nün­den, bü­tün müç­te­hit­le­rin iç­ti­hat­la­rın­dan, bir bü­yük ser­vet­ten ya­rar­la­nır gi­bi ya­rar­la­nıl­ma­sı­nı sa­vu­nu­yo­rum. Es­ki­den de bu­nu söy­le­dim, şim­di de bu­nu söy­lü­yo­rum.
 
Bu­ra­da dik­ka­te de­ğer bir iro­ni, bel­ki de bir çe­liş­ki gö­zü­me çar­pı­yor. Bir ta­raf­ta “ge­le­nek sa­vu­nu­su” adı­na, ge­le­ne­ğin do­nuk, sta­tik bir su­ret­te ele alın­ma­sı­nı is­te­yen­ler var; bun­lar ken­di­le­ri­ne bü­yük harf­le “Ge­le­nek­çi” di­yor. Di­ğer ta­raf­tan ge­le­ne­ğin di­na­mik bir şey ol­du­ğu­nu, ge­le­nek içe­ri­sin­den tek bir çiz­gi­nin mut­lak­laş­tı­rıl­ma­sı­nın prob­lem­li ol­du­ğu­nu söy­le­yen­le­re de “Mo­der­nist” sı­fa­tı­nı uy­gun gö­rü­yor­lar. Ge­le­nek­çi-Mo­der­nist iki­le­mi­ne sı­kış­tı­rıl­mış böy­le­si bir tar­tış­ma ek­se­ni, mo­dern Tür­ki­ye’de di­nin meş­ru bir en­te­lek­tü­el tar­tış­ma ze­mi­nin­den yok­sun ol­ma­sı ile ala­ka­lı gi­bi gö­rü­nü­yor ba­na. Bir de bu­na Tür­ki­ye’de­ki so­run­lu din-dev­let iliş­ki­le­ri­ni ek­le­di­ği­miz­de man­za­ra hiç de iç açı­cı ol­mu­yor. Ben bu­ra­dan me­se­le­yi bi­raz da­ha sos­yo-po­li­tik bir nok­ta­ya çe­ke­yim mü­sa­ade­niz­le. Hay­ret­tin Ka­ra­man bu­gü­ne ka­dar İs­lam­cı­lık me­se­le­si ile il­gi­li bir­çok şey yaz­dı, çiz­di. İs­lam­cı­lık adı ve­ri­len çer­çe­ve­yi 2008 Tür­ki­ye’sin­de na­sıl de­ğer­len­di­ri­yor­su­nuz? İs­lam­cı­lı­ğı mo­dern­likve ka­pi­ta­lizm kar­şı­sın­da dü­şün­sel ya­hut si­ya­sal bir im­kan ola­rak gö­rü­yor mu­su­nuz?
Ev­ve­la şu­nu be­lir­te­lim, bir fik­rî ya­hut si­ya­si ha­re­ke­te son­ra­dan ad ko­nur ço­ğu kez. Ken­di­le­ri­ne İs­lam­cı de­di­ği­miz in­san­lar bir ara­ya ge­lip, “Biz fik­rî, si­ya­si, iç­ti­ma­i, kül­tü­rel, fel­se­fi, ila­hî bir ha­re­ket baş­la­ta­lım; bu­nun da adı İs­lam­cı­lık ol­sun” de­me­di­ler. “Ha­di el­le­ri­ni­zi si­lah üze­ri­ne ko­yun, ye­min ede­lim” fi­lan da de­me­di­ler. Me­se­la 1908’den son­ra­sı­nı ele ala­lım. 1908 Meş­ru­ti­yet İn­kı­lâ­bı’ndan son­ra Os­man­lı Tür­ki­ye’sin­de ken­di­si­ni İs­lam’ın kar­şı­sı­na ko­yan, onun al­ter­na­ti­fi ola­rak or­ta­ya çı­kan ha­re­ket­ler zu­hur et­ti. Da­ha ön­ce İs­lam’ın kar­şı­sın­da bir baş­ka sis­tem, mo­del, pro­je ya da ide­olo­ji yer­leş­ti­ri­le­mez­di. Bu, Tan­zi­mat ile baş­la­yan, Ka­nun-i Esa­si ile de­vam eden ve II. Meş­ru­ti­yet son­ra­sın­da hız­la­nan bir sü­reç. Mev­cut fı­kıh ki­tap­la­rı­nın ya­nın­da ar­tık Ba­tı’dan ye­ni ka­nun­lar alın­ma­ya baş­lan­dı. II. Meş­ru­ti­yet son­ra­sı mua­sır­laş­ma ta­raf­tar­la­rı içe­ri­sin­de Türk­çü­ler de Ba­tı­cı­lar da var­dı. İs­lam­cı­lar da çık­tı­lar o va­kit­ler sah­ne­ye. Bun­la­rın üçü­nün de fel­se­fi ve kül­tü­rel yan­la­rı var­dı; fa­kat si­ya­si yan­la­rı çok da­ha bas­kın­dı. Dev­let­te uy­gu­la­na­cak bir mo­del ola­rak ta­sar­lan­dık­la­rı için ide­olo­jik bir ta­raf­la­rı da var­dı. Bir de ta­bii bu­ra­da adı geç­me­yen, yi­ne adı­nı biz ko­ya­lım, mu­ha­fa­za­kâr­lar var­dı. Mu­ha­fa­za­kâr­lar, İs­lam­cı­lar­dan fark­lı­dır ben­ce. On­lar da der­ler ki “Usul-ü ka­dim de­ğiş­mez. Her şey ol­du­ğu gi­bi de­vam et­me­li.” Fa­kat ken­di­le­ri­ne İs­lam­cı de­nen zat­lar çı­kı­yor­lar ve di­yor­lar ki, “Es­ki hal mu­hal; ya ye­ni hal ya iz­mih­lal.”
 
Sa­id-i Nur­si di­yor, de­ğil mi?
Evet. De­dik­le­ri şu, “Ma­zi mu­hal, ya­ni şim­di­ye ka­dar ge­le­ni ay­nıy­la uy­gu­la­ya­ma­yız.” Za­man za­man bir ara­ya ge­li­yor­lar, tar­tı­şı­yor­lar, der­gi çı­ka­rı­yor­lar. Ben İs­lam­cı­la­rı ya­ni si­ya­set­te İs­lam’ı mer­ke­ze ko­yan­la­rı iki­ye ayı­rı­yo­rum. Bun­la­rın bir kıs­mı opor­tü­nist­tir ve İs­lam’ı kul­la­na­rak da­ha kı­sa yol­dan ama­cı­na ula­şa­bi­le­ce­ği­ni he­sap et­miş­tir. Ama bir kıs­mı sa­mi­mi­dir. On­lar bu pro­je­nin İs­lam’a uy­gun ol­du­ğu ve İs­lam’a gö­re de o gün öy­le ol­ma­sı ge­rek­ti­ği ka­na­atin­de­dir.
 
Bu­gü­ne ge­lir­sek.
Bu­ra­dan bi­zim za­ma­nı­mı­za at­la­dı­ğı­mız­da ben İs­lam­cı­lı­ğı bu­gün için da­ha fark­lı de­ğer­len­di­ri­yo­rum. Bir ke­re İs­lam­cı­lı­ğı, ne 1908 ön­ce­sin­de­ki adı­na İs­lam­cı di­ye­bi­le­ce­ği­miz in­san­la­rın ne de 1908 son­ra­sı meş­hur İs­lam­cı­la­rın dü­şün­ce ve pro­je­le­ri­ne in­hi­sar et­ti­ri­yo­rum. Ben İs­lam­cı­lı­ğa fark­lı bir ma­na ve­ri­yo­rum ve di­yo­rum ki; bü­tün Müs­lü­man­lar İs­lam­cı­dır ve İs­lam­cı­lık­tan mak­sat İs­lam’ı ya­şa­mak ve ya­şat­mak­tır. İs­lam’ı ya­şa­mak ve ya­şat­mak ga­ye­si­ne ve bu ga­ye­ye yö­ne­lik olan ha­re­ket­le­rin tü­mü­ne İs­lam­cı­lık de­nir.
 
Sö­zü bir baş­ka nok­ta­ya ta­şı­mak is­ti­yo­rum. Siz 2001 se­ne­sin­de üni­ver­si­te­den ay­rıl­dı­nız ve ay­rıl­ma ge­rek­çe­si ola­rak da üni­ver­si­te­de­ki bas­kı or­ta­mı­nı gös­ter­di­niz. Ba­şör­tü­sü so­ru­nu, po­zi­ti­viz­min ege­men­li­ği, YÖK’ün ko­nu­mu gi­bi gün­cel so­run­lar eş­li­ğin­de Tür­ki­ye’de­ki üni­ver­si­te­yi na­sıl de­ğer­len­di­ri­yor­su­nuz?
Ka­ba kaç­maz­sa şöy­le bir teş­bih­le an­lat­mak is­ti­yo­rum der­di­mi. Üni­ver­si­te­ler­de ne ho­ca­lar ne de öğ­ren­ci­ler ko­yun sü­rü­sü­dür­ler. Ki­mi­le­ri, me­se­la dev­le­ti yö­ne­ten­ler şu ve­ya bu se­bep­le top­lum mü­hen­dis­li­ği­ne so­yu­na­bi­lir­ler. Ve kar­şı­la­rın­da­ki top­lu­mu onun ma­zi­siy­le, de­ğer­le­riy­le, ta­sav­vur ve ta­hay­yül­le­riy­le ka­bi­li müm­kün ol­ma­yan bir yö­ne sevk et­mek is­te­ye­bi­lir­ler. Bu­nun kar­şı­sın­da bu mem­le­ke­tin hür dü­şün­ce­li üni­ver­si­te men­sup­la­rı -ki hür dü­şün­ce­li ol­maz­san, üni­ver­si­te men­su­bu ol­maz­sın- ko­yun sü­rü­sü ol­ma­dık­la­rı için di­ren­me­li­dir­ler. “Âli dev­let böy­le is­ti­yor; öy­ley­se bi­ze bo­yun eğ­mek, onun işi­ni ko­lay­laş­tır­mak dü­şer” de­me­me­li­dir­ler. Fa­kat top­lum mü­hen­dis­le­ri­nin bek­len­ti­si bu­dur. Top­lum mü­hen­dis­le­ri­ne gö­re bu mem­le­ket­te ba­şör­tü­sü me­se­le­si di­ye bir me­se­le yok­tur. Ay­nen böy­le söy­lü­yor­lar. Pe­ki, mak­sat­la­rı ne? Ne di­yor­lar, “Ba­şör­tü­sü şu ve­ya bu se­bep­le ‘mu­ha­le­fet’ ta­ra­fın­dan or­ta­ya atıl­dı”. Ya­ni bu­ra­da bir res­mî ide­olo­ji var ve bir de bu­nun mu­ha­li­fi var. “Mu­ha­lif­ler ta­ra­fın­dan bu ba­şör­tü­sü icat edil­di” di­yor­lar. Son­ra “Biz as­ke­ri dev­re­ye sok­tuk ve bun­la­rı çık­tık­la­rı de­li­ğe tık­tık, ya­sak­la­dık bit­ti” di­yor­lar. Do­la­yı­sıy­la bu mem­le­ket­te ba­şör­tü­sü me­se­le­si di­ye bir şey yok­tur on­la­ra gö­re. Eğer bu mem­le­ke­tin mü­nev­ver­le­ri, mü­te­fek­kir­le­ri, ya­zar-çi­zer­le­ri üni­ver­si­te men­sup­la­rı ko­yun olur­sa bu doğ­ru­dur; ke­çi olur­sa doğ­ru de­ğil­dir. Teş­bih­te ha­ta ol­maz­mış. Eğer üni­ver­si­te men­sup­la­rı in­san-ı kâ­mil olur­lar­sa bu top­lum mü­hen­dis­le­ri­nin uy­dur­duk­la­rı­nın doğ­ru ol­ma­dı­ğı or­ta­ya ko­nur. Bir fer­din bi­le bir ül­ke­de meş­ru bir prob­le­mi, der­di, da­va­sı, ih­ti­ya­cı var­sa ve bu­na çö­züm bu­la­mı­yor­sa, o mem­le­ket­te o dert ger­çek­ten var de­mek­tir. Ve asıl mü­nev­ver mu­ha­le­fet, o dert­le meş­gul ol­ma­lı­dır. Ben böy­le bir üni­ver­si­te, böy­le bir mü­nev­ver, böy­le bir züm­re, böy­le bir med­ya, böy­le bir si­vil top­lum ör­güt­le­ri ca­mia­sı ta­hay­yül edi­yo­rum.
 
Üni­ver­si­te­le­rin ku­rum­sal ya­pı­lan­ma­sı ve Tür­ki­ye’de­ki mer­ke­zi­yet­çi po­li­ti­ka­la­rın in­şa sü­reç­le­ri ba­kı­mın­dan me­se­le­yi ele alır­sa­nız na­sıl bir tas­vir ya­par­sı­nız?
Ön­ce bir pa­ra­dok­sa işa­ret ede­yim. Şim­di bu la­ik­çi­ler ay­nı za­man­da ken­di­le­ri­nin öz­gür­lük­çü ve de­mok­rat ol­du­ğu­nu bu­nun kar­şı­sın­da İs­lam­cı­la­rın, mu­ha­fa­za­kâr­la­rın ise ger­çek an­lam­da de­mok­rat ve öz­gür­lük­çü ol­ma­dı­ğı­nı, ta­kiy­ye­ci ol­duk­la­rı­nı id­di­a edi­yor­lar. Bu ül­ke­de hem mer­ke­zî ik­ti­dar hem de üni­ver­si­te­le­rin mer­ke­zî ik­ti­da­rı bu id­dia­nın sa­hip­le­ri­nin elin­de idi. On­la­rı de­ne­di bu ül­ke. YÖK Baş­ka­nı, YÖK üye­le­ri, yar­dım­cı­la­rı hep on­lar­dan ol­du. Ke­mal Gü­rüz ya da Er­do­ğan Te­ziç dö­nem­le­ri­ni ha­tır­lar­sı­nız. Son al­tı yıl­dır ise mer­ke­zî yö­ne­tim el de­ğiş­tir­di. Bu sü­re­de on­la­rın “İs­lam­cı” de­dik­le­ri, “Er­ba­kan’ın ta­le­be­le­ri” de­dik­le­ri genç­le­rin ön­der­li­ği ile yö­ne­ti­li­yor Tür­ki­ye. YÖK’te de şim­di ye­ni bir yö­ne­tim zih­ni­ye­ti var. Ben her­ke­sin es­ki ve ye­ni YÖK baş­kan­la­rı­nı kar­şı­laş­tır­ma­sı­nı ve han­gi­si­nin da­ha de­mok­rat ol­du­ğu­nu sor­gu­la­ma­la­rı­nı is­te­rim.
 
YÖK’te baş­kan de­ğiş­ti, doğ­ru. Fa­kat YÖK’ün mer­ke­zi­yet­çi ya­pı­sı de­ği­şe­cek mi?
YÖK üni­ver­si­te­le­rin, üni­ver­si­te­ler dev­le­tin pa­di­şa­hı ola­maz. Böy­le bir YÖK’le üni­ver­si­te ola­maz. Si­zin ba­na sor­du­ğu­nuz so­ru­nun net ce­va­bı bu­dur. Ama Tür­ki­ye’de bir­çok üni­ver­si­te “fe­de­re” dev­let­ler gi­bi­dir, bun­la­rın her bi­ri ade­ta bir dev­let­tir. O “fe­de­ras­yon”un üye­le­ri olan de­kan­la­rın, öğ­re­tim üye­le­ri­nin seç­ti­ği, za­ma­nı ge­lin­ce in­di­re­bi­le­cek­le­ri, ye­ni­le­ri­ni se­çe­bi­le­cek­le­ri, ka­rar­la­rı bir­lik­te oluş­tur­duk­la­rı yö­ne­ti­ci­ler var­dır. Bir de bir ül­ke­nin üni­ver­si­te­le­ri ol­duk­la­rı­na gö­re bun­la­rın da bir stan­dar­dı, ara­la­rın­da bir iliş­ki, bir di­ya­log, or­tak­la­şa ya­pa­bi­le­cek­le­ri birta­kım pro­je­le­rin oluş­tu­rul­ma­sı ve ta­ki­bi için bir üst ku­rum ve ku­ru­lu­şa ih­ti­yaç var­dır. Bu da YÖK ola­bi­lir. Yok­sa pa­di­şah­lık­la ol­maz, ol­ma­ya­ca­ğı an­la­şıl­dı.

Paylaş Tavsiye Et