Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (March 2009) > Asılıyorum > Bizimkiler savaşı nasıl kazandı?
Asılıyorum
Bizimkiler savaşı nasıl kazandı?
Ali Cengiz Tuğrul
Geçmişi lütfen bir hatırlayın.
Tarih ülkemizin önüne ‘al şu problemi çöz’ diye bir denklem koymamış mıydı?
Denklemin bir ucunda alabildiğine zenginlikleri ile özgür dünya, diğer ucundaysa eli kanlı bir diktatör bozması durmuyor muydu?
Bir tarafta füzelerin, tankların, bombardıman uçaklarının en akıllıları, diğer tarafta ise üç beş çakaralmazla, dört beş kalaşnikofun üstelik en kafasızları yer almıyor muydu?
Bir tarafta demokrasinin beşiği, bütün aydınlıkların membaı, uzun lafın kısası milyar dolarların yatağı vardı.
Denklemin öbür ucunda demokrasinin d’sinden, aydınlığın a’sından, doların d’sinden bihaber şarklı zihniyet.
İşte Türkiye bu kadar açık seçik bir denklemin en ters köşesinde konumlanmamış mıydı?
Bu tutumla 80 yıllık kazanımlarımızı bir kalemde kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya kalmamış mıydık?
Bu sıkışık zamanımızda yaramıza merhem olacak altı milyar doları da haktı, hukuktu, adaletti gibi gözle görülmez elle tutulmaz eftirikten püftürükten sebeplerle heba etmemişler miydi?
 
VİCDANIN SESİ
İlk tezkere sonucu için ne demişlerdi?
Milletvekilleri vicdanlarının sesini dinlemişlermiş!
O kadar yazarlığım, o kadar bilim adamlığım, ikisinin toplamı kadar da yaşım var.
Ama inanın bir defa dahi olsun ne kendimin, ne de bir başkasının vicdanının sesini duymadım.
Vicdan ile cüzdan arasında sıkışıp kaldıklarını söyleyenlerin de dertlerinin ne olduğunu bunca senedir anlayabilmiş değilim.
Cüzdan çok dolu olunca ara sıra ceketin iç cebine sıkışır, o kadar!
‘Vicdanın sesi’ gibi bir ucube tamlama neye tekabül ediyor bu çağda, ben bilmiyorum.
Bir karşılığı var mı reel dünyada?
Yok al sana alabildiğine bir romantizm.
Tabi bu saf romantikleri besleyen bir arka plan hep vardı.
Bu arka planı gözden ırak tutmamak lazım.
‘Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar!’ diye yazmış milli şair.
Ne tek dişi, ne tek dişi!
Bir değil, beş değil, otuz iki değil, binlerce delici, kesici, öğütücü köpek dişi.
Bu dişler demire, çeliğe bürünmüşler, füze diye görünmüşlerdi; ama bırakın saf vatandaşı, Ankara’dakilerin bile bundan haberi yoktu.
Doğru dürüst bir eğitim sisteminiz yoksa, olacağı budur işte.
Bütün bir toplum tarihin ötesinde bir yerlerde yaşar sonunda.
Akademisyeni de, aydını da, halkı da, vekili de medeniyetten bihaber yaşar durur.
Gerçeklerden bu denli kopuk insanlardan da asgari düzeyde bir akıl yürütme işlemi bekleyemezsiniz.
 
İNANÇSIZ BİR AVUÇ İNSAN
Ne yazık ki o zamanlar inançsız bir avuç insan yönlendiriyordu memleketi.
Ne kahhar teknoloji tanrısına zerre kadar imanları vardı, ne para tanrısına, ne güç tanrısına.
Bunlar yapılan şok ve dehşet operasyonunu bile bir özgürlük operasyonu olarak değerlendirmekten uzaktılar.
Aynı Irak halkı gibi.
Adam tependen binlerce megatonluk bomba atıyorsa sana mı atıyor?
Hayır!
‘Saddam’a atıyorum’ diyor atıyor.
Sana ne oluyor?
Özgür dünyanın liderine mi inanacaksın, yolunu şaşırıp tepende patlamış birkaç akılsız füzeye mi?
Binlercesinden bir iki tanesi akılsız çıktı diye, oturup özgür dünyaya toptan sırt mı çevireceğiz?
Bu kadar mı miyobuz, bu kadar mı aklı selimimizi kaybettik.
Adam binlerce mil öteden kalkacak, seni özgürleştireceğim diye kolasından, hamburgerinden olacak, Saddam diye bir diktatörün elinden kurtarıp sana dört dörtlük bir demokrasi bahşetmeye gelecek, modası geçmiş kuyularını modernleştirip senin kuyunu kazmaya çalışacak, sen ‘yok istemem’ diyeceksin.
Bu ne körlüktür, bu ne aymazlıktır, bu ne şarklılıktır!
Milletvekilleri de masaya yumruklarını vurup ilk tezkereyi geçiremeyecekler.
Akılları sıra demokrasicilik oynadılar.
 
DEMOKRASİNİN DEMOSU
Bir defa demokrasi ne demek onu bileceksin.
Adı üstünde demo.
Bizimkisi demokrasinin sadece demosudur.
Krasiye gelince o da akrobasiden gelir.
Akrobasinin demosuna bizim memlekette demokrasi denir.
Akrobatlıkla demokratlık arasındaki ilişki işte buradan gelir.
Sonra adam ‘demokrasiyi size getireceğim’ demiyor ki.
‘Irak’a götüreceğim’ diyor.
Size ne oluyor?
Ben o zaman bütün bu olup bitenlere baktığımda şu kaçınılmaz yargıya varmıştım.
Meğer Türkiye’nin gizli mevzilerinde ne kadar çok uykuya yatırılmış Saddam’cı Cumhuriyet Muhafızı varmış da haberimiz yokmuş.
Bu yargıyı abartılı bulduysanız size sadece şaşarım.
Sık sık ülkemizin toplumsal yapısının sosyolojik tahlilini yapmak üzere eğlence mekanlarına giderim.
Çoğunun kapısında hâlâ ne yazıyor zannediyorsunuz.
‘Damsız girilmez!’
Utanmasalar ‘Saddam’sız girilmez yazacaklar.
Üstelik bunlar bir de elit tabaka!
Bir de sokak sokak dolaşıp birebir propaganda yapanlar var.
Adam çalmış kapıyı ‘bir damacana su getirdim’ diyor.
‘Saddam amcana su getirdim’ demeye getiriyor ve memleketin hiçbir yetkilisinin kılı kıpırdamıyor.
Teklifim şudur:
Memleketinden binlerce mil ötede, ana baba kucağından mahrum, binlerce vatan evladı bin bir zorluk içinde iken niçin damacana yerine samacana kullanmayalım?
Niçin ‘Sam Amcana su getirdim’ diye küçük ama gönül alıcı bir basiret göstermeyelim?
Bu zor zamanlarda dayanışma göstermeyeceksek ne zaman göstereceğiz?
İnsanın bağlı bulunduğu değerler için böyle zamanlarda fedakarlıkta bulunması gerekmez mi?
Bu kadar mı felç oldu bu ülkenin refleksleri?
Sadece kişisel çabaların yetersiz olduğunun tabii ki farkındayım.
Ama her birimizin teker teker yapabilecek şeyleri olduğuna da inanıyorum.
 
BAĞDAT NASIL DÜŞTÜ?
Geçmişi size neden hatırlattım?
Yöneticilerin aymazlığı, Iraklı vatandaşların şarklılığı, uykuya yatırılmış Cumhuriyet Muhafızlarının yoğun çabalarına rağmen ben yılmamıştım.
İçimdeki Ali tarafım üçüncü muharebe gücünün fotoğrafını buldu.
Cengiz tarafım ismi ile müsemma olacak şekilde fotoğrafın altına ‘Tam Gaz Bağdat’ manşetini attı.
Tuğrul tarafım da resmi çerçeveletip çalışma odamdaki duvara, dikine bir şekilde astı.
Araçlar orada baş aşağı duruyorlardı.
İşaret parmağımla da resmin çerçevesine kuvvetlice vuruyordum.
Yerçekiminin de yardımı ile bizimkilerin zırhlıları kolayca Bağdat’a kayabilsin diye.
İşin manevi boyutunu da asla ihmal etmiyordum.
İçimden, “Göklerdeki babamız bize yardım et” diye dua ediyordum.
Ali Cengiz Tuğrul olarak bütün kalbimle de ‘amen’ diyordum.
Bu esnada yalnız olmadığımın da bilincindeydim.
Övünmek gibi olmasın ama sonuç ortada!
Bizimkiler tereyağından kıl çeker gibi Bağdat’a girmişlerdi.
Şimdilerde bizimkilerin başı biraz sıkışık gibi gözüküyor oralarda.
Her zafer biraz hasarla olur.
Ben bunu bilir, bunu söylerim.
Teknoloji çok ilerledi, biliyorum.
Dokunduğum her tuşun, yazdığım her yazının da izlendiğini biliyorum.
Bu yüzden açıkça söylüyorum.
Üçüncü muharebe gücü fotoğrafının şimdilik üç fotokopisini çektirdim.
Birisinin altına ‘Tam Gaz Şam’ diğerinin altına ‘Tam Gaz Tahran’ yazdırdım.
Üçüncüsünün altına ‘Tam Gaz Ankara’ mı yazdırsam, yoksa ‘Tam Gaz İstanbul’ mu daha karar veremedim.
Aslında üçünü yan yana koyunca ortaya bir Anadolu fotoğrafı çıkmıyor da değil.
Duruma göre uygun bir plaket de yaptırılabilir aslında.
İlgili komutana verilmek üzere saklanabilir.
Bu satırlarımdan sonra artık karada, denizde, havada neden korkayım.
 
SON SÖZ
Güçlüyü tut, rahat uyu!

Paylaş Tavsiye Et