Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (January 2004) > Çeviriyorum
Çeviriyorum
Bu oyunu kimler düzenledi / Svetlana Babayeva, İzvestiya, 8 Aralık 2003
Çeviren: Enise Smirnova
Cumhurbaşkanı yanlısı olan “Yedinaya Rossia” Partisi’nin baş döndürücü başarısı, Komünistlerin beklenmedik derecede az oy alması ve sağ partilerin kesin yenilgisi… Rusya’da 7 Aralık günü yapılan parlamento seçimlerinin bilançosu böyle. Şimdi Putin’in reform politikasını uygulama yolundaki engeller kalkmış oldu. Devlet başkanı, ülkenin tek siyasi otoritesi haline geldi. Tüm gelişmeler ve değişiklikler yalnızca onun tarafından veya onun izniyle yapılabilecek. Parlamento, icra kuvvetinin bir türevi olacak; hükümet ise iktidar merkezinden uzak kalıp tamamen “teknik” bir görev üstlenecek. Parlamento seçimlerinin bu şekilde sonuçlanmasını hedefleyenlerin neyi planladıklarını tam olarak bilmiyoruz; ancak üç farklı tahminde bulunmak mümkün.
İlkine göre, ülkenin kalkınmasına ve ilerlemesine yarayan yasalar, kontrol altındaki parlamentodan geçirilip yine kontrol altındaki hükümet tarafından uygulanır ve 2008 senesine gelindiğinde ülke, kendini bambaşka güzellikte bir hayatın eşiğinde bulur. Fakat bu projenin etkili olabilmesi için ekonominin farklı bir yapılanmaya sahip olması, farklı bir idare cihazı, mevcut yasaların aksamadan yürümesi gibi daha birçok faktöre ihtiyaç var. Bu tür faktörlerin de bu parlamentonun ilgi alanına girmediği açıkça görülüyor.
İkinci seçenek olarak, muhalefetin hedefi, ülke siyasetini kesin bir çıkmaza doğru sürükleyip, birkaç sene sonra mevcut yönetim sisteminin birden çökmesiyle, bambaşka bir modelin yürürlüğe girmesini sağlamak olabilir. Bilindiği gibi büyük zaferler gaflete yol açar. Dolayısıyla bugün işbaşına gelenler, birkaç sene sonra yeniden yapılanıp yeni taktikler geliştiren 2003 seçimlerinin “mağluplar”ı için artık ciddi rakip olmayabilir. Fakat Rusya için böyle bir senaryonun geçerli olabileceğini düşünmek zor. Yılların tecrübesi, bir kere siyasi Olimpus’tan inenlerin bir daha ona çıkamayacaklarını gösteriyor.
Üçüncü bir seçenek olarak da, bu kusursuz siyasi oyunun ciddi bir engelle karşılaşmadan Rusya Anayasası’nı değiştirme uğruna düzenlendiği akla geliyor. Aynı kişinin cumhurbaşkanlığına en çok iki kez seçilebilmesini öngören yasanın değiştirilmesinin kimin işine yarayacağı ortada.

Tavsiye Et
Saddam tutuklandı, savaş devam ediyor / Yelena Şesternina, Maksim Yusin, İzvestiya, 15 Aralık 2003
Çeviren: Enise Smirnova
Sekiz aydır köşe bucak aranan Irak’ın devrik lideri Saddam Hüseyin yakalandı. Devrik diktatör, tek bir mermi atılmadan memleketi olan Tikrit şehri yakınlarında ele geçirildi. 14 Aralık tarihinde gerçekleştirilen operasyon, Amerikan askerlerinin hiç zorlanmadan Bağdat’ı ele geçirdikleri ve Saddam’ın iktidarına son verdikleri Nisan ayından bu yana, ABD’nin en büyük başarısı sayılabilir.
Coşkulu kutlamalar bir süre devam edecek, Saddam’ın yakalanmasına dair haberler en ince ayrıntıları ile televizyon ekranlarında ve gazete sayfalarında yer alacak, George Bush ve “anti-Saddam koalisyonu”nu oluşturan diğer ülkelerin liderleri halklarına nutuklar söyleyecek, ABD parlamentosundaki ve muhalif Demokrat Parti’deki Bush karşıtları bir müddet susacaklar... Ama sonra her şey eski haline dönecek. Bağdat’ta ve diğer şehirlerde intihar saldırılarıyla, düşürülen Amerikan helikopterleriyle, havaya uçurulmuş polis karakollarıyla savaşın kanlı senaryosu yeniden sahneye çıkacak. Amerika’nın Irak’ta saplanıp kaldığı, hem ABD müttefikleri, hem de onun karşıtları tarafından bilinen bir gerçek. Saddam’ın yakalanması bir şey değiştirmeyecek; tıpkı onun iki oğlu Uday ve Kusay’ın ortadan kaldırılmasının bir şey değiştirmediği gibi. Savaş, her geçen gün daha da kızışarak devam ediyor. Üstelik Irak’taki mukavemet hareketinin düzenleyicisi ve yönlendiricisi Saddam değildi. Ne yazık ki bunu yapan bambaşka kişilerdi; Saddam’dan çok daha tehlikeli, daha fanatik ve çok daha etkili kişiler. Neredeyse hiç karşı koymadan ülkesini Amerikan-İngiliz koalisyonuna teslim eden diktatör, Iraklı mücahitlerin gözünde, başlatılan özgürlük savaşının simgesi değildi zaten. Onları cesaretlendiren bir türlü ele geçirilemeyen Usame bin Ladin; sponsorları ise uluslararası İslami örgütler.
ABD için laik diktatör, savaşılması zor olmayan, hareketleri ve kararları önceden kolaylıkla tahmin edilebilen bir düşmandı. Önceki zamanlarda koltuğuna ve iktidarına sarıldığı gibi, devrildikten sonra da hayatına sımsıkı sarıldı. Saddam’ın asla teslim olmayacağına, son nefesine kadar savaşacağına dair tüm söz ve yeminleri asılsız çıktı. Devrik diktatör, oğullarının yolunu tutarak, savaşarak ölmeyi başaramadı ve bütün dünya tarafından korkak ve kişiliksiz biri olarak tanındı.
Tony Blair’ın “Artık Saddam’ın gölgesi Irak’ın üzerinden kalktı” sözü doğru. Fakat Saddam’ın sahneden çekilmesi, Amerika ve müttefiklerine çok da fayda sağlamayacaktır. Tıpkı Cevher Dudayev’in ortadan kaldırılmasının Rusya’ya bir fayda sağlamadığı gibi. Dudayev’in ölümü, Çeçen savaşçıların daha da radikal ve amansız olmasına yol açtı. Ve Çeçenistan’daki milliyetçi hareket gittikçe İslami bir harekete dönüşmeye başladı. Şu anda Irak’ta buna çok benzer bir durum yaşanmakta. Irak’ta Saddam’la bağdaştırılan milliyetçilik son buldu. Ama ne yazık ki Arap dünyasında milliyetçilikten çok daha büyük tehlikeler var.

Tavsiye Et
Bırakın başlarını örtsünler / Başyazı, The Daily Telegraph, 12 Aralık 2003
Çeviren: Ebru Afat
Tünelin karşı tarafında, Fransa’da Müslüman kız öğrencilerin hicap ya da başörtüsü ile başlarını örtmeleri karşısında duyulan öfke oldukça garip görünüyor.
Kadınlara özgü bu iffet sembolü gerçekten de Fransız devletinin laik temellerini tehdit ediyor mu? Ve eğer durum böyleyse, devlet okullarında bu simgenin kullanılmasının yasaklanması halinde, geniş bir Müslüman azınlığın Fransız toplumuna entegrasyonu nasıl gerçekleşecek?
Fransız parlamentosu 1905 yılında kilise ile devleti birbirinden ayıran ve Roma Katolikliğinin Fransız vatandaşlarının dini olarak kabul edilmesini sağlayan Napoleon ile Papa VII. Pius arasındaki antlaşmayı fesheden kanunu onayladı. 1905 tarihli kanun böylece Fransız Devrimi’nin Cumhuriyet sözünü de yerine getirmiş oldu.
Bu başarının savunucuları, devlet okullarında başörtüsünü; aynı şekilde Yahudilerin kippasını veya Hıristiyanların taktığı büyük haçı, devletin din dışı yapısını zedeleyen, gösteriş amaçlı din tebliği sembolleri olarak görüyorlar. Başörtüsü, Fransa’daki Müslüman topluluğun büyüklüğü (dört ile beş milyon arası) ve bu topluluğun bir bütün olarak topluma entegrasyonunda göreceli olarak yaşanan başarısızlık sebebiyle özellikle hassas bir durum arz ediyor.
Jacques Chirac, eski bakanlardan Bernard Stasi’nin başkanlığındaki bir komisyonu ne yapılmasını gerektiğine dair bir rapor hazırlamakla görevlendirerek fitili ateşlemeye karar vermişti. Bu komisyon önceki gün, başörtüsü ile onun Yahudilik ve Hıristiyanlıktaki karşılıklarının yasaklanmasını tavsiye etti; ancak bunun yanı sıra Müslümanların Kurban Bayramı’nın, Yahudilerin Yom Kippur’unun ve Ortodoksların Noel’inin de okulların tatil olduğu günler listesine eklenmesini önerdi.
Eğer Chirac yasaktan yana tavır alırsa, göçmenlerin sayısının çok fazla olduğuna ve geleneksel Fransız değerlerini savunmak için yapılanların yetersiz kaldığına inanan birçok Fransız erkek ve kadını memnun edecektir. Bu tür bir adım, Cumhurbaşkanı ile onun partisinin Mart ayındaki bölgesel seçimlerde öne geçmelerini sağlayabilir. Mamafih bunun Fransız Müslümanlarını daha iyi vatandaşlar haline getireceği oldukça kuşkuludur. Sadece onları, hükümetin karşısında dini kimliklerini göz önüne sermeye teşvik edecektir.

Tavsiye Et
Kıbrıs’ın yeniden birleşmesi / Başyazı, The Daily Telegraph, 17 Aralık 2003
Çeviren: Ebru Afat
Kuzey Kıbrıs’ın emektar lideri Rauf Denktaş, hafta sonu yapılan parlamento seçimlerinden sonra oldukça rahatlayacaktır. Adanın, gelecek Mayıs’ta iki tarafın da AB’ye girebilmesini sağlayabilecek olan, Güney kısmıyla yeniden birleşmesi lehine bu yılın başlarında yapılan büyük gösteriler, Denktaş’ın bir anlaşmayı engelleme gücünün azaldığını düşündürmüştü.
Adanın yeniden birleşmesini öneren BM planının reddine yönelik bir referandum olarak görülen Pazar günkü seçimler, Denktaş yandaşları ile karşıtları arasında beraberlikle sonuçlandı. Denktaş, seçim sonucunu, halkın birleşmeyi ve AB üyeliğini desteklediği; ancak ‘her ne pahasına olursa olsun’ tutumuna da karşı çıktığı şeklinde yorumluyor. Meclisteki çıkmaz, Şubat’ta yeniden seçim yapılması gerekeceği anlamına gelebilir ki; bu durum adanın Mayıs’ta bir bütün olarak AB’ye katılma şansını azaltacaktır. Bu arada, sadece Ankara tarafından tanınan bir varlık olan, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kerameti kendinden menkul Cumhurbaşkanı baş müzakerecilik görevini devam ettirmektedir.
Başbakan Tayyip Erdoğan, Kıbrıs Türk liderine yönelik sabırsızlığını zaten ifade etmiştir. Ancak Denktaş, ordunun güçlü desteğini almayı sürdürüyor. Ankara’daki atalet, Denktaş’ın zamana oynamasına imkan sağlayacaktır ki Denktaş bu konudaki ustalığını geçmişte göstermiştir. Ancak işler henüz onun istediği yönde gitmemektedir. BM planı lehine yapılan gösteriler, iki toplumu birbirinden ayıran Yeşil Hat’ın günübirlik seyahatlere açılmasının halkta bulduğu destek ve Pazar günü Denktaş karşıtlarının oy oranının sandıktan daha yüksek çıkması; bütün bunlar Kıbrıslı Türklerin çoğunun ekonomik geri kalmışlıktan ve diplomatik tecritten bunaldığının göstergesidir. Türkiye’de de ordu, nüfusun çoğunluğunun AB üyeliğini desteklediğini ve bunun da sırası geldiğinde Kıbrıs sorununun tatmin edici bir biçimde çözülmesine bağlı olduğunu bilmektedir.
Hollanda’nın dönem başkanlığını da sona erdirecek olan AB zirvesinin yapılacağı gelecek Aralık ayı kilit tarihtir. Türkiye ile üyelik müzakerelerine başlanıp başlanmamasına bu zirvede karar verilecektir. Denktaş, şimdilik nefes alacak bir zaman kazanmış olabilir; ancak bu uzun sürmeyebilir.

Tavsiye Et
Diktatörün portresinin çizilmesi / Başyazı, New York Times, 16 Aralık 2003
Çeviren: Ebru Afat
Saddam Hüseyin uzun süredir dünya, özellikle de ABD için bir saplantı olmuştu. Ancak Irak’ın dış dünya ile bağlantısı o kadar kopuktu ki, görüldüğü kadarıyla Amerikalı istihbarat görevlileri de dahil, herhangi bir kimsenin onun gerçekten kim olduğunu gösteren net bir resim elde etmesi mümkün değildi. Elimizde, farklı siyasi gündemlere uyacak şekilde üzerinde oynanmış bir dizi parlak ama birbiriyle tutarsız portreler vardı. Şimdi, gerçek adam sorguya çekiliyor ve umuyoruz ki, hakiki tek bir resim ortaya çıkacaktır.
George W. Bush’un Saddam Hüseyin’i hem sert, hem de etkili biriydi ki, bu kombinasyon onu uluslararası güvenlik açısından açık ve yakın bir tehdit haline getirmişti. Sadece komşularına ve ABD’ye zarar verme niyetine değil, bunun araçlarına da sahipti. Nükleer bir güç haline gelecek şekilde durmaksızın ilerlerken, biyolojik ve kimyasal silah deposunu hızla genişletiyordu. Çok akıllıydı ve iyi örgütlenmişti; öyle ki nükleer silahlarla dünyayı her an şaşırtabilirdi. Ve laik bir rejime sahip olsa da, Amerikan karşıtlığı söz konusu olunca oldukça sabit fikirliydi. El-Kaide teröristleriyle birlikte çalıştığına kuşku yoktu.
Diğerleri için ise Irak’ı yöneten adamın resimleri tamamen farklıydı. Arap sokaklarındakilerin zihninde Müslümanların onurunun bilinçli bir savunucusuydu; birçok Avrupalı lider içinse havuç ve sopa yöntemine sürekli başvurularak idare edilebileceğine inanılan, sorunlu; ama mantıklı bir ticaret ortağıydı.
Tikrit yakınlarındaki bir çukurdan çıkarılan kirli adam, hiç de askeri bir dehaya benzemiyordu. Adalet önüne çıkarıldığında, belki de Irak halkı nihayet yıllardır kurnaz bir tiran tarafından mı; yoksa terörize edilmiş bir halkı baskı altında tutmak için, vahşi astlarının ne isterlerse yapmalarına izin vererek dokunulmaz bir hayduda dönüşen biri tarafından mı yönetildiklerini öğrenecektir.
Bugün herkesin üzerinde hemfikir olduğu bir şey varsa, o da bu adamın kendi halkından yüz binlercesinin ölümüne sebep olduğu ve geri kalanını da korku ve sefalet içinde yaşattığıdır. İronik olan şudur ki, bu resim ilk defa 15 yıl önce uluslararası insan hakları grupları tarafından çizilmişti. ABD başkanları ve aynı şekilde dünyanın geri kalan kısmının büyük çoğunluğu, o dönemde Saddam’ı, İran aşırılığının karşısındaki değerli bir müttefik ve bir siper olarak değerlendirdi.

Tavsiye Et
“Ana Mısır”... Firavun, Kıptî, Arap, Müslüman medeniyetinin kızı / Abdüllatif El-Mennavi, Eş-Şark El-Awsat, 29 Kasım 2003
Çeviren: Hatice Boynukalın
Kriz ve imtihan dönemlerinde çoğunluğu olumsuz, bir kısmı ise olumlu bir takım göstergeler gelişir. Zor bir dönemden geçtiğimiz şu günlerde birkaç olumsuz göstergeyle karşı karşıyayız. Bunlardan biri bugünlerde Mısır’da ortaya çıkan, Araplığa dair her türlü aidiyeti reddeden ve Mısır milliyetçiliğine çağıran yeni-eski bir çağrı. Bu çağrı “Ana Mısır” adı altında partileşmeye çalışan bir grup tarafından yapılıyor.
Bu fikrin sahipleri Arap milliyetçiliğine dair her türlü olguya şiddetli bir şekilde hücum ederek Arap milliyetçiliği tezinin sömürgecilik düşüncesinin temelini oluşturduğunu iddia ediyor. ‘Arap Birliği’nin İngiliz desteğiyle; ‘Arap Sesi Radyosu’nun da ABD’nin maddi-manevi desteğiyle kurulmuş olmasını buna kanıt olarak gösteriyor. Böylece bu dar görüşlü çevreye göre Arapçılık düşüncesiyle ilgili olan her türlü kurum, doğuşunu bizim gibi insanların! anlayamayacağı bir şekilde, sömürgecilik projesine borçlu.
Mısır, uzun yıllar boyunca bu ve buna benzer düşüncelere tanık oldu. Ancak bu fikirler Mısır’ın Araplığa, Müslümanlığa ve Kıptîliğe aidiyetine bir gölge düşüremedi. Mısır insanı, işte bu farklı kültür ve medeniyetlerin birikiminin eseridir.

Tavsiye Et
Saddam Hüseyin’in yakalanmasının ardındaki sorular / Fehmi Huveydi, Eş-Şark El-Awsat, 17 Aralık 2003
Çeviren: Hatice Boynukalın
Saddam Hüseyin’in yakalanması, önemli birkaç soruyu da beraberinde getiriyor:
1. Saddam tehlikesinin tamamen ortadan kalkmasından ve defterinin dürülmesinden sonra ABD’lilerin tutumu nasıl olacaktır? Irak topraklarında hayaletinin dahi çok kişi için bir korku nedeni olmaya devam ettiği Saddam Hüseyin’in serbest dolaşması, işgalin devamı ve de yönetimin Iraklılara tesliminin ertelenmesi için ABD açısından bir gerekçe teşkil ediyordu. Zira ABD’li güçlerin bu topraklarda bulunması, Saddam Hüseyin’in yönetime tekrar geri dönmesi halinde halk için bir güvence unsuruydu.
2. Bu olaydan sonra direniş tekrar eski şiddetinde devam edecek midir? ABD’nin içinde ve dışında bir takım çevreler geçen aylar boyunca Irak’ta gerçekleştirilen direnişin arkasında üç grubun bulunabileceğinde ısrar ediyordu. Bunların ilki geçmiş rejimin iktidarı tekrar ele geçirmeye çalışan kalıntıları, ikincisi ülkeye dışarıdan sızan ve ABD’den intikam almayı amaçlayan el-Kaide ya da Arap-Müslüman ülkelerden gelen gönüllüler, üçüncüsü ise Saddam rejiminin devrilmeden önce serbest bıraktığı suçlular…
Yakalanma olayından sonra artık bu sorunun cevaplandırılması ve bir görüşün tercih edilmesi için fırsat ele geçti. Belki birileri çıkıp “Saddam fedaileri ABD’lilerden intikam almaya çalışacaktır” diyebilir. Bu ihtimal doğal olarak bir süre için geçerli de olabilir. Ancak yıkılan düzenin “artıklarını” himaye eden liderler ABD’nin elinde. Sonlarının nasıl olacağı da ortada. Bu şartlar altında bu kesimin eylemlerine devam edeceğini söylemek zor.
3. Şiiler kendilerine bağlanan ümitleri boşa çıkarmayıp direnişe katılacaklar mı? Yoksa dikkatli ve çekinceli tavırlarını devam mı ettirecekler? Birkaç gün önce bir Ayetullah’la yaptığım görüşmede bana şöyle dedi: “Irak Şiilerinin direnişi desteklemede çekinceli davranmalarının nedeni 1991’de aldıkları dersi unutmamış olmaları. Hatırlanacak olursa Saddam’ın güçleri Kuveyt’te yenilgiye uğratılmış, Şiilere de isyan etmeleri için işaret verilmişti. Böylece meşhur intifadalarını gerçekleştiren Şiiler, kendilerinin isyan etmeleri için yeşil ışık yakanlarca terk edildiklerini gördüklerinde neye uğradıklarını şaşırmışlardı. Tabii bunun sonunda Saddam Hüseyin kuvvetleri, toplar ve uçaklarla Şiilerin üzerine saldırdı. Bu olayda çok sayıda Şii katledildi. Olaydan geriye kalan toplu mezarlar bunun şahididir”. Bu sebeple Saddam’ın yakalanmasının ardından Şiilerin nasıl bir tutum sergileyeceği hakkındaki belirsizlik hâlâ devam ediyor.

Tavsiye Et
Suçlu Peşinde: Brüksel Zirvesi bilinçli bir başarısızlığın tutanağıydı / Andreas Middel ve Katja Ridderbusch, Dia Welt, 14 Aralık 2003
Çeviren: Haşim Koç
Brüksel’deki başarısızlığın hemen ardından suçlu araması başladı. 25 ülke ve hükümet başkanının iktidar ve yetki noktasında anlaşamaması üzerine Avrupa Anayasası tamamlanamadan ortada kaldı. İlk kez 10 ülke müzakere masasına oturdu ve başlangıç fiyaskoyla sona erdi. Daha fazla etkinlik noktasındaki ısrarları dolayısıyla İspanya ve Polonya mı suçluydu; yoksa Almanya ve Fransa mı çok katıydı? Ya da İtalya Başbakanı Berlusconi bu ayrı düşen görüşleri bir araya getirme noktasında yeterli derecede becerikli davranmamış mıydı?
Çeşitli delegasyon çevrelerinde Berlusconi’nin müzakereyi yönetim şekli “anlaşılamaz, garip ve korkunç” şeklinde değerlendirildi. Şu anda Brüksel Zirvesi’nin gerçek kabahatlisi belirlenmiş durumda: Ne Polonya Başbakanı Miller ve Dışişleri Bakanı Cimoszewicz, ne de İspanya Başbakanı Aznar bu başarısızlığın asıl müsebbibi olarak görülüyor. Öfke yön değiştirdi ve Berlusconi’nin alışkanlık haline gelen komiklikleri Brüksel’deki kriz zirvesinde AB yönetiminin sinirlerini aşırı derecede yıprattı.
Konuşmalar hep bir konu etrafında dolaştı: Gelecekteki AB Meclisi yönetiminde oy ağırlığı. Polonya ve İspanya, Almanya ve Fransa’nın önerdiği “çiftli çoğunluk” modeline göre seçimlerin yapılması istemini reddettiler. Bu çoğunluk, AB ülkelerinin yarısının onaylaması ve bu ülkelerin AB nüfusunun en azından %60’ını temsil etmesi durumunda sağlanmış olacaktı. Madrid ve Varşova ise kendilerinin etkisini artıran Nizza Anlaşması’nın karmaşık seçim modelinde devam edilmesini istiyorlardı. Almanya Dışişleri Bakanı Fischer ise, Nizza seçim modeline karşı “Genişlemiş Avrupa’yı veto azınlıkları üzerine inşa edemeyiz” uyarısında bulundu.
Berlusconi açıkça Schröder’i Nizza Modeli’nin bir versiyonu üzerinde ikna etmeye çalıştı. Bu sayede Almanya’nın oyu 29’dan 32’ye çıkacak ve bu modele göre 27 oyları bulunan İspanya ve Polonya’ya karşı belirli bir mesafe de korunmuş olacaktı. Schröder bunu tabii ki reddetti. Bertelsmann Vakfı’nın Avrupa uzmanı ve birçok zirvede yer almış olan Josef Janning, bu önerinin Almanya’yı yanlış biçimde Polonya’yla benzer bir hesaplamaya soktuğunu ifade etti. Berlusconi’nin çantasından dört tane uzlaşma önerisi çıkarması bile Brüksel buluşmasından bir sonuç çıkmasına yetmedi.

Tavsiye Et
Denktaş muhalifleri dönüm noktası umudundalar / Gerd Höhler, Frankfurter Rundschau, 12 Aralık 2003
Çeviren: Haşim Koç
Sandıklar Pazar günü açılacak ama Ali çoktan kararını vermiş görünüyor. “İşte” diyor ve yeni pasaportunu gösteriyor: Güney Kıbrıs pasaportu. “Bununla 1 Mayıs’tan itibaren AB vatandaşı olacağım”.
Lefkoşeli genç bir çiftçi olan Ali gibi birçok Kıbrıs Türkü baharda geçiş engelinin kaldırılmasından sonra Güney’den pasaport almak için talepte bulundu ve Kasım sonuna kadar 68 bin Kıbrıs Türkü uluslararası arenada tanınan Kıbrıs Cumhuriyeti pasaportu edindi. Bu aynı zamanda bir tercihti de.
Denktaş ve onu destekleyen partiler, adada iki otonom devletten oluşan gevşek bir birlik istiyorlar. Bu birlik de Türkiye’nin 1974’te Kıbrıslıları muhtemel bir Rum Enosis hareketi tehdidinden korumak adına adaya müdahalesinden beri bölünmüş durumda.
Muhalefet kazanırsa Denktaş’ı müzakerelerden alıkoyacak ve Rumlarla çözüm için ciddi pazarlıklara başlayacak. Böylece ada muhtemelen Mayıs 2004’te bütün halinde AB’ye girebilecek ve Kıbrıs Türkleri de süregelen tecrit ve ekonomik krizden kurtulmuş olacak.
Muhalefet, illegal oyunlardan çok çekiniyor. Denktaş, kısa zaman önce Türkiye’den binlerce kişiyi adaya yerleştirdi ve seçmenlerin sayısı kısa sürede 137 bin’den 141 bin’e çıktı. Seçim anketleri birkaç ay öncesine kadar muhalefetin üstünlüğünü gösterse de, şu anda Denktaş yanlılarının da kazanabileceği noktasında yorumlar yapılıyor. Gözlemciler çıkmaza girmiş Kıbrıs sorununda yol alabilmek için Türk hükümetinin muhalefetin zaferini destekleyeceği yolunda spekülasyonlarda bulunurken, Başbakan Erdoğan, Denktaş’a olan desteğini seçimlerden birkaç gün önce, Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener’i kapsamlı bir ekonomik yardım paketiyle Lefkoşe’ye göndererek gösterdi.
Muhalefet lideri Talat, “Denktaş partilerinin zaferi bir felaket olur” ifadelerini kullandı. Seçimlerin güvenilirliğine dair şüpheler kesinleşirse ciddi tepkiler ortaya çıkacaktır. Eski Dışişleri Bakanı İsmail Cem, Kuzey Kıbrıs’ta Gürcistan’daki gibi bir devrimin olabileceğini belirtip uyarıyor: “Bu noktada sinyaller var ve ben de kaygılıyım”. Denktaş ise muhalefetin kargaşa ortamı oluşturma çabalarına rağmen, bir darbeden kesinlikle korkmadığını belirtiyor: “Türk ordusu buna asla müsaade etmez”.

Tavsiye Et
Savaş olmayacak / Claude Cabanes, l’Humanité, 12 Aralık 2003
Çeviren: Hatice Dere
Stasi Komisyonunun hazırladığı yeni yasa tasarısı laiklik tartışmalarına yeni bir boyut getirdi. Böylece, okullarda türban kullanımıyla ilgili haftalardır süren sorun da farklı bir sürece girmiş oldu.
Komisyonun çalışmaları ağırlıklı olarak görünür dini simgelerin kamusal alandaki kullanımının yasaklanmasıyla ilgili. Bu çalışmadaki en büyük tehlike; tüm yasakları, ana hedef olduğu açıkça belli olan Müslümanlar üzerine yıkmak ve Fransız ulusuna mensup olan bir kesimi dışlamak olacaktır.
Yasanın mevcut problemlere açık çözümler getireceğini beklemek safdillik olacaktır. Bu tasarının göstermelik olduğu söylentileri ve sonu gelmez tartışmalar başladı bile. Mesela siyasal simgelere de uygulanacağı söylenen tasarı, Nelson Mandela resmi taşıyan bir tişört giyen kişiye nasıl uygulanacak? Nelson Mandela böyle bir yasağı hak ediyor mu?
Laiklik zamandan bağımsız, toplumdan kopuk bir kavram değildir. Laiklik bizim tam anlamıyla gerçekleştiremediğimiz bir durum. Her gün Cumhuriyeti sevme, kurallara uyma ve bilinçli bireyler olma yolunda çağrılar alıyor; aynı zamanda, tüm çocuklarına eşit, özenli ve hoşgörülü davranan bir Cumhuriyetin gerekliliğini savunmaktan geri durmuyoruz. Fakat bugün bunun böyle olduğunu söylemek mümkün değil. Devlet bazı evlatlarını duvarların arkasına atıyor, onları kokutuyor; en kötüsü de unutuyor. Sistem, onların hayatını yok ettiğinde parmağını bile kıpırdatmıyor.
Aslında birlikte yaşamamak için hiçbir sebep yok.

Tavsiye Et
Chirac, okuldaki dini simgelere karşı açıkça laiklik yasasından yana / Libération, 17 Aralık 2003
Çeviren: Hatice Dere
Chirac başta türban olmak üzere devlet okullarında, lise ve kolejlerde her türlü dini simgenin kullanımını yasaklayan yasa tasarını onaylayarak parlamentoya önerdi. Aynı yasa, hastanelerde cinsler arası eşitliği de vurgulayarak, tedavi olacak hastaların doktor seçerken cinsiyet ayrımı yapmalarını yasaklıyor.
Böylece Chirac, Fransız kamuoyunu ikiye bölen tartışmaya son noktayı koydu. Başkan Chirac 1905’te hazırlanan laiklik yasasının bugün kullanılabilir, değiştirilebilir ya da tartışılabilir durumda olmadığını ve bu konuda Stasi raporuna dayanarak yeni bir yasa hazırlanması gerektiğini sözlerine ekledi. Chirac bu yasanın parlemento tarafından kabul edilerek uygulamaya geçirileceğinden son derece ümitli. Bu tasarının kabulüyle türban ve kippa okul dışına çıkarılmış oldu. Bununla birlikte Chirac okullarda dini eğitimin artırılacağını söyledi.
Cumhurbaşkanı, Stasi tasarısındaki her şeyi kabul etmiş değil; dini simgelerin kullanılmasını yasaklarken, Müslüman ve Yahudilerin dini bayram günlerinin tatil takvimine konulmasını reddetti. Chirac, bu konuda, “Zaten çok fazla tatil var. Bu tatiller o günlerde çalışan ebeveynler için oldukça zor durumlar ortaya çıkarıyor. Hem, o günlerde okula gelmeyen öğrencilerin affedilmeyeceğini zannetmiyorum; o günlere sınav konulmamalıdır” dedi.
Okullarda ve resmi iş yerlerinde yasaklanan türban konusunda özel iş yerleri için ayrı düzenlemeler yapılabilecek. Türban, güvenlik ya da müşteri sağlığı söz konusu olduğunda yasaklanabilecek.
Çok hassas olan türban konusuna nokta koyan Cumhurbaşkanı Chirac, Müslümanlara güvence verdi ve “İslam Fransa’daki en büyük ikinci dindir. En son yapılan yeniliklere rağmen Müslümanların rahatça ibadet edebilmeleri ve inançlarını yaşayabilmeleri için yapacak çok şey vardır” dedi. Chirac son olarak, özellikle genç göçmenler üzerinde yoğunlaşan ayrımcılığa son verileceğini ve eşitliğin sağlanacağını sözlerine ekledi.

Tavsiye Et