Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Söyleşiyorum
ÖMER LAÇİNER: “Türk solu, kurtarıcı söylemini terk etmeli”
Konuşan: Ebru AFAT
Tür­ki­ye’de sol ha­re­ket­le­rin top­lum­sal ve si­ya­sal ha­yat­ta en et­ki­li ol­duk­la­rı dö­nem olan 1970’li yıl­lar, ak­ti­viz­min yo­ğun­laş­tı­ğı bir or­tam­da dü­şün­sel boyut­ta de­rin­leş­me­nin öne­mi­ni vur­gu­la­yan isim­le­rin de ya­zın ha­ya­tı­na baş­la­ma­sı­na ta­nık­lık et­ti. Bu isim­ler ara­sın­da yer alan Ömer La­çi­ner’in 1975’te Mu­rat Bel­ge ile bir­lik­te çı­kar­ma­ya baş­la­dık­la­rı ay­lık sos­ya­list kül­tür der­gi­si Bi­ri­kim, Tür­ki­ye’nin dü­şün­ce ha­ri­ta­sı­nın en önem­li par­ça­la­rın­dan bi­ri­dir. Eko­no­mizm te­mel­li, dev­let­çi ve to­ta­li­ter sos­ya­list an­la­yı­şa kar­şı eleş­ti­rel bir du­ruş ser­gi­le­yen veül­ke­de­ki en­te­lek­tü­el or­ta­ma aka­de­mi dı­şın­dan cid­di bir kat­kı sağ­la­yan Bi­ri­kim, is­tik­rar­lı ya­yın ha­ya­tı ile Türk der­gi­ci­lik dün­ya­sı için­de çok önem­li bir ör­nek teş­kil et­mek­te­dir. Tür­ki­ye’de son ay­lar­da yo­ğun­la­şan İs­lam-sol iliş­ki­le­ri tar­tış­ma­la­rı­nın da plat­form­la­rın­dan bi­ri olan Bi­ri­kim’in yıl­lar­dır bü­tün yü­kü­nü omuz­la­yan Ömer La­çi­ner ile sos­ya­liz­min Tür­ki­ye’de ve dün­ya­da teo­rik ve pra­tik açı­dan için­de bu­lun­du­ğu du­ru­mu ko­nuş­tuk. 1966’da Ka­ra Harp Oku­lu’ndan me­zun olan ve 1971’de si­ya­si ne­den­ler­le or­du­dan atı­lan La­çi­ner, ha­len Bi­ri­kim’in ge­nel ya­yın yö­net­men­li­ği­ni yap­mak­ta­dır. He­nüz Va­kit Var­ken (1991), Sos­ya­liz­min Bu­na­lı­mı: Ne Yap­ma­lıy­dık? (2007) ve Sos­ya­lizm­de Dev­rim (2007) isim­li ki­tap­la­rı bu­lu­nan La­çi­ner şim­di­ye ka­dar yüz­ler­ce ma­ka­le­ye im­za at­mış­tır.
 
 
Tür­ki­ye’de sol­la il­gi­li so­ru­la­cak çok şey var ama ben söy­le­şi­mi­ze, si­zin Mu­rat Bel­ge ile bir­lik­te, 1975’ten bu­gü­ne dek, 1980-89 dö­ne­min­de­ki ke­sin­ti ha­ri­cin­de, ay­lık pe­ri­yod­lar­la ya­yın­la­dı­ğı­nız Bi­ri­kim der­gi­si ile baş­la­mak is­ti­yo­rum. Şu­bat 2010’da 250. sa­yı­sı ya­yın­la­nan Bi­ri­kim ile ne yap­ma­yı he­def­le­miş­ti­niz? Bu­gün ne­re­ye ulaş­tı­nız?
Biz Bi­ri­kim’i ak­lı­mı­zın, fik­ri­mi­zin ve az­mi­mi­zin yet­ti­ği ka­dar, oda­ğın­da sos­ya­liz­min, onun et­ra­fın­da da Tür­ki­ye’nin ve bü­tün bir dün­ya­nın me­se­le­le­riy­le uğ­ra­şan, bun­lar­la il­gi­li bil­gi­len­dir­me, ana­liz, ta­nıt­ma ve tar­tış­ma­lar ya­pan bir plat­for­ma dö­nüş­tür­me­ye ça­lış­tık. Ba­şın­dan be­ri ama­cı­mız sos­ya­list dü­şün­ce­nin ken­di­ni ye­ni­le­me­si­ni sağ­la­mak­tı, hâ­lâ da bu­nu ya­pı­yo­ruz ama ay­nı za­man­da da için­de yer al­dı­ğı­mız ge­nel fi­kir dün­ya­sı­nın da sağ­lı­ğı ve zen­gin­leş­me­si için uğ­ra­şı­yo­ruz.
 
Mu­rat Bel­ge der­gi­nin 250. sa­yı­sın­da ken­di­siy­le ya­pı­lan rö­por­taj­da, Bi­ri­kim’i çı­ka­rır­ken İn­gil­te­re’de ya­yın­la­nan say­gın sos­ya­list der­gi New Left Re­vi­ew’ü ör­nek al­dı­ğı­nı­zı söy­lü­yor. Bu bağ­lam­da Bi­ri­kim, Tür­ki­ye’nin New Left Re­vi­ew’ü di­ye­bi­lir mi­yiz?
Tam di­ye­me­yiz. Biz ne­vi şah­sı­na mün­ha­sır bir der­gi­yiz. Ta­bii ki cid­di bir or­gan ol­du­ğu­muz için ben­zer­lik­le­ri­miz var­dır. Ama me­se­la New Left Re­vi­ew bi­zim ka­dar dü­zen­li şe­kil­de İn­gil­te­re’de ve dün­ya­ki gün­cel me­se­le­le­ri sı­ca­ğı sı­ca­ğı­na ana­liz et­mez. Oy­sa Bi­ri­kim’in Tür­ki­ye’nin Bi­ri­ki­mi isim­li bir bö­lü­mü var­dır ve bu­ra­da hem Tür­ki­ye hem de dün­yay­la il­gi­li önem­li prob­lem­le­ri, ola­bil­di­ği ka­dar ken­di pers­pek­ti­fi­miz dâ­hi­lin­de yo­rum­la­ma­ya ça­lı­şı­rız. Ta­bii ay­nı za­man­da dün­ya en­te­lek­tü­el or­ta­mı­nı da ta­kip edi­yo­ruz. So­lun ya­nın­da İs­la­mi ve li­be­ral dü­şün­ce de bi­zim ge­liş­me­le­ri­ni ya­kın­dan ta­kip et­ti­ği­miz alan­lar. Bun­lar için­de Türk­çe oku­yan­la­rın bil­me­le­ri ge­rek­ti­ği­ni dü­şün­dü­ğü­müz ma­ka­le­le­ri ter­cü­me ede­rek ya­yın­lı­yo­ruz.
 
Bi­ri­kim’in çiz­gi­si de­mok­ra­tik sos­ya­list ola­rak ta­nım­la­na­bi­lir mi?
Dı­şa­rı­dan ba­kan in­san­la­rın ka­fa­la­rın­da ge­nel bir sos­ya­lizm ta­ri­fi var. Bi­zi de o ta­ri­fe gö­re de­ğer­len­di­ri­yor­lar. Öy­le olun­ca da çok gev­şek sos­ya­list­ler ola­rak gö­zü­ke­bi­li­ri­yo­ruz ama çok ka­tı sos­ya­list­le­riz as­lın­da. Fa­kat biz­de on­la­rın an­la­dı­ğı an­lam­da bir ka­tı­lık yok­tur. Biz sos­ya­liz­min, me­se­la eşit­lik ve da­ya­nış­ma gi­bi bir ta­kım te­mel de­ğer­le­ri ol­du­ğu var­sa­yı­mın­dan ha­re­ket edi­yo­ruz ve hiç kim­se­nin yap­ma­dı­ğı ka­dar bu de­ğer­le­re re­fe­rans­la bir şey­ler an­lat­ma­ya ça­lı­şı­yo­ruz.
Mev­cut sos­ya­lizm pra­ti­ğin­de de­mok­rat ve dev­let­çi ol­ma­yan bir ör­ne­ğe rast­lan­ma­dı­ğı için böy­le al­gı­la­na­bi­li­yor ola­bi­lir. Çün­kü in­san­la­rın ak­lı­na ilk ön­ce Sov­yet­ler Bir­li­ği mo­de­li ve sos­ya­liz­min Sta­li­nist yo­ru­mu ve uy­gu­la­ma­la­rı ge­li­yor.
Hâl­bu­ki sos­ya­liz­min ama­cı dev­le­ti or­ta­dan kal­dır­mak­tır. Marks’tan be­ri bü­tün sos­ya­list dü­şü­nür­le­r, dev­le­tin baş­lı ba­şı­na bir so­run ol­du­ğu­nu söy­lemiş­lerdir. İn­san­la­rın dev­le­te ih­ti­yaç kal­ma­dan ken­di ara­la­rın­da­ki prob­lem­le­ri çö­ze­bi­le­cek­le­ri bir ol­gun­luk dü­ze­yi­ne var­ma­la­rı ide­al du­rum­dur. Ama siz idea­li bu olan bir ide­olo­ji­ye da­ya­na­rak dün­ya­nın en güç­lü dev­le­ti­ni ku­ru­yor­su­nuz. Bu bü­yük bir çe­liş­ki­dir. Ta­bii mev­cut ör­nek­ler için on­lar­ca ma­ze­ret bu­la­bi­lir, ko­şul­la­rın ge­re­ğin­den bah­se­de­bi­lir­si­niz. Ama dü­şün­ce­nin ken­di­si­nin dev­le­ti bir en­gel hat­ta bo­zu­cu un­sur ola­rak gör­dü­ğü de apa­çık. Baş­ka tür­lü sos­ya­lizm ol­maz. Sos­ya­lizm dev­le­tin or­ta­dan kal­dı­rıl­ma­sı­nı amaç­la­ma­dık­ça sos­ya­lizm de­ğil­dir. Yaşanan örnekleri baş­ka­la­rı sos­ya­list­le­re da­yat­ma­dı, bu her­şe­ye ka­dir par­ti ve dev­let­le­ri sos­ya­list­ler ya­rat­tı. Sos­ya­list­le­rin bu­ra­da­ki bü­yük çe­liş­ki­yi gö­re­me­me­le­ri bi­zim için çok ağır bir so­run.
 
Sov­yet­ler Bir­li­ği’nin 1989’da­ki çö­kü­şü­nün al­tın­da bu çe­liş­ki­nin yat­tı­ğı­nı söy­le­ye­bi­lir mi­yiz?  
Ga­yet ta­bi­i. 1989’dan on se­ne ön­ce Sov­yet­ler Bir­li­ği’nin çök­me­si­nin an­cak bir dün­ya sa­va­şın­da müm­kün ola­bi­le­ce­ği­ni dü­şü­ne­bi­lir­di­niz. Oy­sa Sov­yet­ler çok ko­lay çök­tü. Ve bu çö­kü­şün ne­de­ni de güç­süz­lük­le­ri de­ğil­di. 
 
Bel­ki de faz­la güç­lü ol­ma­la­rın­dan do­la­yı bu ka­dar ko­lay çök­tü­ler.
Evet, zi­ra ar­tık bu çe­liş­ki­yi kal­dı­ra­ma­ya­cak ka­dar güç­len­miş­ler­di. Bu dev­let sos­ya­list de­ğil­di ar­tık. Sov­yet­ler bur­ju­va­la­rı, bü­yük mülk sa­hip­le­ri­ni orta­dan kal­dır­dı, ama onun ye­ri­ne bü­rok­ra­si­yi ve po­lüt­bü­ro­yu koy­du. Sı­nıf çe­liş­ki­siy­se so­run, bu da bir baş­ka sı­nıf çe­liş­ki­si. İn­san­la­rı eşit­le­mek için yo­la çık­tı, ama ken­di­si de ağır bir eşit­siz­lik du­ru­mu ya­rat­tı. Ya­ni so­nuç­ta iş yi­ne in­sa­nın in­san ta­ra­fın­dan sö­mü­rül­me­si­ne ge­li­yor­sa ora­da sos­ya­lizm yok­tur. Bi­ri­kim’in çı­kış ne­de­ni de bu tes­pit­tir.
 
Tür­ki­ye’de­ki sol ha­re­ket­le­rin gö­re­ce güç­lü ol­du­ğu ve So­ğuk Sa­vaş’ın de­vam et­ti­ği 1970’ler­de de ay­nı tes­pit­le­ri ya­pı­yor muy­du­nuz? 
1975’te Bi­ri­kim’i çı­kar­ma­ya baş­la­dı­ğı­mız sı­ra­da­ki tes­pit­le­ri­miz de ay­nen buy­du. Bi­ri­kim’in 1976-77 yıl­la­rı­na ait sa­yı­la­rı­na ba­kar­sa­nız, sos­ya­liz­min ağır bir bu­na­lım ya­şa­dı­ğı­nı ve ye­ni­den ta­nım­lan­ma­sı ge­rek­ti­ği­ni söy­le­di­ği­mi­zi gö­rür­sü­nüz. Ya­şa­nan bu­na­lı­mın kay­nak­la­rı üze­rin­den so­ru­nu teş­his ede­bil­mek, ye­ni­den sos­ya­liz­mi ta­nım­la­mak­tan bah­set­tik. Biz sos­ya­liz­mi eleş­tir­mek için 1989’u bek­le­me­dik. Bi­ri­kim’in çiz­gi­si­nin de­mok­ra­tik sos­ya­list olup ol­ma­dı­ğı­nı sor­muş­tu­nuz. 1970’ler­de Av­ru­pa’da­ki ko­mü­nist par­ti­ler, “pro­le­ter­ya dik­ta­tör­lü­ğü kur­mak” he­de­fi­ni prog­ram­la­rın­dan kal­dır­dı­lar. Tür­ki­ye’de­ki sol çev­re­ler, pro­le­ter­ya dik­ta­tör­lü­ğü­nün sos­ya­liz­min en önem­li ama­cı ol­du­ğu­nu söy­le­ye­rek bu­nun Av­ru­pa’da­ki par­ti prog­ram­la­rın­dan kal­dı­rıl­ma­sı­nı eleş­tir­di­ler. Biz de bu uy­gu­la­ma­yı eleş­tir­dik, zi­ra pro­le­ter­ya dik­ta­tör­lü­ğü kav­ra­mı, dik­ta­tör­lü­ğü an­lat­maz; ak­si­ne mut­lak ve tam de­mok­ra­si­ye vur­gu ya­par.
Ama te­ori­de öy­le ol­sa bi­le uy­gu­la­ma­da pro­le­ter­ya dik­ta­tör­lü­ğü ger­çek­ten dik­ta­tör­lük gi­biy­di.
Ta­bii ki. Mil­let de işin bu dik­ta­tör­lük ta­ra­fı­nı se­vi­yor­du ço­ğu za­man. Biz de za­ten teo­ri ile uy­gu­la­ma ara­sın­da­ki bu çe­liş­ki­den ha­re­ket edi­yor, pro­le­ter­ya di­ka­ta­tör­lü­ğü­nün ger­çek an­la­mıy­la an­la­şıl­ma­sı ve bir he­def ola­rak kal­ma­sı ge­rek­ti­ği­ni ifa­de edi­yor­duk. Kal­dı ki bu kav­ram vak­tiy­le üre­ti­lir­ken, de­mok­ra­si ve dik­ta­tör­lük kav­ram­la­rı bu­gün bil­di­ği­miz­den da­ha fark­lı al­gı­la­nı­yor­du. Ay­rı­ca kav­ram üre­ti­lir­ken “dik­ta­tör­lük” de­ğil “dev­rim­ci dik­ta­tör­lük” ifa­de­si kul­la­nıl­dı. İn­san­lar bu dev­rim­ci la­fı­nın sa­de­ce uy­gu­la­yan­la­rın sı­fa­tı ol­du­ğu­nu zan­ne­di­yor­lar. Hâl­bu­ki “dev­rim­ci dik­ta­tör­lük” de­di­ği­miz olay mut­lak de­mok­ra­si­dir.
 
Pe­ki, bu de­dik­le­ri­niz, Tür­ki­ye’nin o za­man­ki sol çev­re­le­rin­de tam ola­rak an­la­şı­la­bil­di mi?
An­la­şı­la­ma­dı, da­ha doğ­ru­su za­ten an­la­şıl­dı­ğı, bi­lin­di­ği ka­da­rıy­la an­la­şıl­dı. Ama biz­ler o za­man da de­mok­ra­si­nin as­la kü­çüm­se­ne­cek bir ol­gu ol­ma­dı­ğı­nı sa­vun­duk. Sos­ya­list­ler baş­lan­gıç­ta ken­di­le­ri­ni sos­yal de­mok­rat ola­rak ta­nım­lı­yor­lar­dı. Dün­ya­da de­mok­rat sı­fa­tı he­nüz kul­la­nıl­maz­ken, sos­ya­list­ler sos­yal de­mok­rat sı­fa­tı­nı kul­la­nı­yor­lar­dı. Le­nin’in yaz­dık­la­rın­da ko­mü­nist la­fı geç­me­di­ği gi­bi, par­ti­le­ri­nin is­mi de Rus Sos­yal De­mok­rat Emek Par­ti­si’ydi. 1914’te Av­ru­pa’da­ki sos­yal de­mok­rat par­ti­ler, ül­ke­le­ri­nin 1. Dün­ya Sa­va­şı’na ka­tıl­ma­sı­na onay ve­rin­ce, Le­nin ve ar­ka­daş­la­rı da ken­di­le­ri­nin Av­ru­pa­lı sos­yal de­mok­rat­lar­dan fark­lı ol­duk­la­rı­nı be­lirt­mek için ko­mü­nist ol­duk­la­rı­nı söy­le­di­ler. 1917 Ekim Dev­ri­mi ile ik­ti­da­ra gel­dik­ten son­ra par­ti­le­ri­nin adı­nı Rus Ko­mü­nist Par­ti­si ola­rak de­ğiş­tir­di­ler. Do­la­yı­sıy­la de­mok­rat­lık, bur­ju­va de­mok­ra­si­si der­ken de­mok­ra­si­nin sı­nır­lı­lı­ğı­na da ge­le­bi­li­riz. Bur­ju­va de­mok­ra­si­si, de­mok­ra­si­nin sı­nır­lı ve kı­sıt­lı bir ha­li­dir. Bu­nun tam de­mok­ra­si ha­li­ne ge­le­bil­me­si ya­ni yö­ne­ten-yö­ne­ti­len iliş­ki­si­ni or­ta­dan kal­dır­mış bir in­san­lık du­ru­mu­nun or­ta­ya çık­ma­sı ise mut­lak de­mok­ra­si­dir. Marks’ın da, Le­nin’in de dev­let ana­liz­le­ri­nin mer­ke­zin­de bu var­dır. O za­man dev­let ve de­mok­ra­si or­ta­dan kal­ka­cak­tır, çün­kü ar­tık in­san­lık yö­ne­til­me ihi­ti­ya­cı­nın or­ta­dan kal­dı­rıl­dı­ğı bir ol­gun­luk dü­ze­yi­ne va­ra­cak ve bu du­rum­da da ta­bii ki dev­le­te ih­ti­yaç ol­ma­ya­cak­tır.
 
Ama bu ide­al olan gö­rüş. Hat­ta bir­çok in­san için tam bir ütop­ya.  
Za­ten si­zin ne­ye na­sıl ba­ka­ca­ğı­nı­zı da be­lir­le­yen de bu ide­al gö­rüş­tür. İde­al, bu­gün siz onun tam ter­si­ni ya­par­ken ile­ri­de bi­lin­me­dik bir za­man­da şart­la­rı bir­den­bi­re olu­şa­cak bir şey de­ğil­dir. Bu­gün­den ya­rı­na onun ko­şul­la­rı­nı ha­zır­la­dı­ğı­nız ve ya­vaş ya­vaş ona yak­laş­tı­ğı­nız bir du­rum­dur. Siz bir sos­ya­list ola­rak eğer ken­di dav­ra­nış­la­rı­nız­da böy­le oto­ri­ter bir üs­lup kul­la­nı­yor­sa­nız ve oto­ri­te iliş­ki­le­re da­ya­na­rak iş ya­pı­yor­sa­nız doğ­ru bir nok­ta­ya va­ra­maz­sı­nız.
 
O za­man söy­le­dik­le­ri­niz de inan­dı­rı­cı ol­maz.
Böy­le bir du­rum­da inan­dı­rı­cı ol­ma­nız müm­kün mü? Efen­dim şim­di­lik şart­lar vs. ne­de­niy­le oto­ri­ter ol­mak zo­run­da­yız di­ye­mez­si­niz. Sos­ya­list­ler ko­şul­la­ra ve şart­lan­mış­lık­la­ra kar­şı mü­ca­de­le eder­ler. Bu­gü­nün bü­tün ger­çek­lik de­di­ği­miz ko­şul­la­rı, si­zi bel­li bir şe­kil­de dav­ran­ma­ya da­vet eder. Ama siz ger­çek­li­ği dö­nüş­tür­mek zo­run­da­sı­nız. Bu­gün her­kes kal­kıp da so­kak­ta lin­çe koş­tu­ğu va­kit o da bir ger­çek­lik­tir. Ama siz de kal­kıp o ka­la­ba­lı­ğın önün­de du­rur­su­nuz. Hiç kim­se­nin kim­se­yi linç et­me hak­kı yok­tur der­si­niz. Bu­nu yap­maz­sa­nız da ken­di ken­di­ni­ze suç iş­le­miş olur­su­nuz. Bi­zi yö­ne­ten de­ğer­ler­dir. Biz in­sa­nız, iç­gü­dü­le­ri­miz­le dav­ra­na­ma­yız. O ba­kım­dan ben ken­di ku­ral­la­rım­dan so­rum­lu­yum. Be­nim ku­ral­la­rım da böy­le bir in­san­lık du­ru­mu­na va­rıl­ma­sı ge­rek­ti­ğin ba­na söy­lü­yor­sa, ona gö­re dav­ran­mak zo­run­da­yım. Şart­lar ne der­se de­sin. Şart­la­rı an­cak ikin­ci üçün­cü plan­da dik­ka­te alı­rım. Şart­lar ba­na ne­yi ko­nu­şa­ca­ğı­mı söy­le­mez­ler, na­sıl ko­nu­şa­ca­ğı­mı söy­ler­ler. Tar­zı­mı bel­li eder­ler, esa­sı de­ğil.
 
Bi­ri­kim’in ikin­ci ya­yın ha­ya­tı­na 1989’da baş­la­ma­sı, tam da Sov­yet sos­ya­liz­mi­nin çök­tü­ğü bir dö­ne­me denk gel­di. 1989’dan son­ra kü­re­sel­leş­me­nin et­ki­siy­le de yay­gın­la­şan ne­o-li­be­ral po­li­ti­ka­lar ge­nel iti­ba­rıy­la sor­gu­lan­mı­yor­du. Oy­sa 2008 kü­re­sel eko­no­mik kri­zi ile bir­lik­te Ba­tı’da­ki ne­o-li­be­ra­lizm yan­lı­sı med­ya or­gan­la­rın­da bi­le mev­cut eko­no­mik sis­tem eleş­ti­ril­me­ye baş­lan­dı. 2008 kri­ziy­le bir­lik­te dün­ya­nın gir­di­ği eko­no­mik ko­şul­la­rın, sos­ya­list dü­şün­ce­nin ye­ni­den rağ­bet bul­ma­sı için uy­gun şart­lar oluş­tur­du­ğu­nu dü­şü­nü­yor mu­su­nuz?
Ka­fa­mız­dan şu­nu bir ata­lım. Sos­ya­lizm sa­de­ce bir ik­ti­sat al­ter­na­ti­fi ya da ik­ti­sat po­li­ti­ka­sı de­ğil­dir. Sos­ya­lizm bir dün­ya gö­rü­şü­dür, bir var oluş bi­çi­mi­dir.
 
Do­la­yı­sıy­la var­lı­ğı­nı her da­im sür­dü­rür mü di­yor­su­nuz?
Var­lı­ğı­nı sür­dür­me­sin­den zi­ya­de ik­ti­sa­ta in­dir­ge­ne­mez de­me­li­yiz. Sos­ya­lizm in­san­la­rı ve in­san­lar ara­sı iliş­ki­le­ri esas alır. Eşit­lik ik­ti­sa­di bir ka­te­go­ri de­ğil­dir, bir iliş­ki du­ru­mu­dur. Sos­ya­list­ler in­san­la­rın bir­bir­le­riy­le ger­çek­ten her ba­kım­dan eşit ol­duk­la­rı ve eş­de­ğer sa­yıl­dık­la­rı bir top­lu­mun, an­cak ve an­cak in­sa­ni ola­rak yü­cel­di­ği­miz nok­ta­da te­şek­kül ede­ce­ği­ni bi­lir­ler. Do­na­nım­sız in­san­lar eşit­li­ği za­ten ka­bul ede­mez­ler. Çün­kü do­na­nım­sız in­san, gü­dü­le­ri­ne gö­re ha­re­ket eden, do­ğal ih­ti­yaç­la­rı­na ön­ce­lik ve­ren in­san de­mek­tir. Do­ğa­yı ve do­ğal gü­dü­le­ri eşit­lik ola­rak ka­bul et­mi­yo­ruz. Do­ğa eşit­li­ğin ter­si­dir. Sos­ya­lizm dı­şın­da­ki di­ğer bü­tün ide­olo­ji­ler de, in­san de­di­ği­miz var­lı­ğın özel­lik­le­ri­ni sı­nır­lı sa­yan din de eşit­lik­ten bah­set­mez, ka­bul edi­le­bi­lir bir ada­let­ten bah­se­der. Sos­ya­lizm ise bu­nun öte­sin­de in­sa­nın ger­çek­ten eşit­li­ğin­den, eş de­ğer­li­ğin­den söz eder.
 
Ada­le­ti te­mel al­mak da so­nuç­ta eşit­li­ğe yak­la­şan bir du­ru­ma gö­tür­mez mi in­san­lı­ğı?
Ada­let, eşit­lik ol­ma­dı­ğı gi­bi eşit­lik de sa­de­ce mal­la­rın pay­la­şıl­ma­sın­dan iba­ret de­ğil­dir. Eşit­lik ve eş de­ğer­lik du­ru­mu bir ide­al ol­du­ğu va­kit bi­zim onun ko­şul­la­rı­nı ve im­kân­la­rı­nı ha­zır­la­ma­mız söz ko­nu­su­dur. Oy­sa bu­gün eşit­li­ği ka­ba­ca bir şey­le­ri pay­laş­ma ola­rak gö­rü­yo­ruz. Se­nin iki, be­nim de dört ta­ne göm­le­ğim var. Ben göm­lek­le­rim­den bir ta­ne­si­ni sa­na ver­di­ğim­de eşit­lik sağ­la­nır de­ni­yor ama me­se­le bu de­ğil­dir. Hat­ta bu, so­lun der­di bi­le de­ğil­dir.
 
Me­se­le al­gı­la­ma açı­sın­dan mı eşit­lik­tir?
Eşit­lik, be­nim ken­di­me ver­di­ğim de­ğe­ri sa­na da ve­ri­yor ol­mam­dır. Bu­nun dav­ra­nış­la­rı­ma sin­miş ol­ma­sı­dır. Her­kes için fır­sat eşit­li­ği­nin ol­ma­sı­nın öte­sin­de, in­san­la­rın bu fır­sat­la­rı kul­lan­ma ka­pa­si­te­le­ri­nin de eşit ol­ma­sı la­zım. İn­san­la­rın fır­sat­la­rı kul­lan­ma ka­pa­si­te­le­ri­nin eşit­li­ği önün­de do­ğal ya­ni ya­ra­tı­lış­tan en­gel­ler ol­du­ğu söy­le­ni­yor. Bir in­sa­nın ka­dın ya da er­kek ola­rak ya­ra­tıl­mış ol­ma­sı; o ka­dın ve er­kek­le­rin ba­zı­la­rı­nın ap­tal ve­ya do­ğuş­tan bir ta­kım zih­nî has­ta­lık ya da ek­sik­lik­ler­le ma­lul ol­ma­la­rı söz ko­nu­su. So­nuç­ta bun­lar bir re­ali­te ve bu ta­bi­at için bir so­run da de­ğil­dir. Ta­bi­at dü­ze­ni böy­le­dir, ora­da za­yıf­lar dai­ma ele­nir. Ama in­san için bu bir so­run­dur. Be­nim in­san kar­de­şi­min bir şe­yi­nin ek­sik ol­ma­sı be­nim so­ru­num­dur ve in­san­lar bu­nu gi­der­mek için ta­rih bo­yun­ca uğ­raş­mış­tır.
 
Özet­le sol dü­şün­ce­nin ta­rih bo­yun­ca var ol­du­ğu­nu; sos­ya­liz­min bu dü­şün­ce­nin mo­dern za­man­lar­da­ki ör­ne­ği ol­du­ğu­nu söy­lü­yor­su­nuz. Tam bu nok­ta­da, Bi­ri­kim’in de 250. sa­yı­sın­da­ki sol-ila­hi­yat dos­ya­sıy­la dâ­hil ol­du­ğu son gün­ler­de­ki İs­lam-sol iliş­ki­le­ri ve Müs­lü­man bir so­lun ola­bi­lir­li­ği yö­nün­de­ki tar­tış­ma­la­rı na­sıl de­ğer­len­di­ri­yor­su­nuz?
Tür­ki­ye’de­ki ve dün­ya­nın baş­ka böl­ge­le­rin­de­ki Müs­lü­man­la­rın bir kıs­mı, ya­ni İs­lam­cı­lık ola­rak ad­lan­dı­rı­lan ide­olo­ji­yi sa­vu­nan­lar, uzun­ca bir sü­re­dir “Sos­ya­lizm var­dır, ka­pi­ta­lizm var­dır, bir de İs­lam var­dır” şek­lin­de bir söy­lem kul­la­nı­yor­lar­dı. Bu­gün in­san­lı­ğın bü­yük bi­lim­sel ke­şif­ler yap­tı­ğı, bu ke­şif­le­rin so­nu­cu olan tek­no­lo­ji­le­rin ha­yat­la­rı­mı­zı de­ğiş­tir­di­ği bir dün­ya­da İs­lam­cı dü­şün­ce­nin ger­çek­ten bir al­ter­na­tif su­na­bil­me­si için iki so­ru­yu ce­vap­lan­dır­ma­sı ge­re­ki­yor: Bu im­kân­lar çer­çe­ve­sin­de na­sıl ya­şa­mak ge­re­kir ve bu ya­şa­ma ne tür­den bir kat­kı ya­pı­la­bi­lir? Ta­mam, el­bet­te bir Müs­lü­man mev­cut tek­no­lo­ji­le­re gö­re ha­ya­tı­nı ya­şar ama sen de icat ya­pa­bi­li­yor mu­sun? Sen de bu tek­no­lo­ji­ye kat­kı­da bu­lu­na­bi­li­yor mu­sun? Ya­ni mev­cut im­kân­la­rın ya­rar­la­nı­cı­sı ve se­yir­ci­si mi­sin yok­sa bu sü­re­cin ak­tif gü­cü mü­sün? Müs­lü­man­lar eğer al­ter­na­tif ol­mak is­ti­yor­lar­sa, mev­cut im­kân­lar ve bu im­kân­la­rın da­ha da ço­ğa­la­ca­ğı bir ge­le­cek dâ­hi­lin­de İs­lam’ın na­sıl bir ya­şam tar­zı ve iliş­ki­ler bi­çi­mi ön gör­dü­ğü so­ru­su­na ce­vap ve­re­bil­me­li­ler ve bu ce­va­bın da bir fark­lı­lı­ğı ve çe­ki­ci­li­ği ol­ma­lı. Ay­rı­ca mev­cut im­kân­la­rı art­tı­ra­bil­mek için ne sun­duk­la­rı­nı da or­ta­ya ko­ya­bil­me­le­ri ge­re­ki­yor.
 
Bu bağ­lam­da sol­cu­lar ile İs­lam­cı­la­rın iş­bir­li­ği yap­ma­la­rı, ide­olo­jik açı­dan sos­ya­lizm için mi yok­sa İs­lam­cı­lık için mi da­ha fay­da­lı olur?
Ben İs­lam-sol iliş­ki­si­ne bir ya­rar iliş­ki­si ola­rak bak­mı­yo­rum. Biz ken­di yaz­dı­ğı­mız ya­zı­lar­da da bun­la­rı ga­yet sa­mi­mi ola­rak söy­lü­yo­ruz. Ön­ce­lik­le biz ge­nel ola­rak di­nî dü­şün­ce­yi, in­san­lı­ğın ba­şın­dan be­ri var olan bir du­rum ola­rak gö­rü­yo­ruz. İn­san­lı­ğın ken­di prob­lem­le­ri­ni, için­de dü­şün­dü­ğü pers­pek­tif­le­rin­den bi­ri­si­dir di­nî dü­şün­ce. Bi­zim de için­de bu­lun­du­ğu­muz ve lâ­di­nî de­di­ği­miz dü­şün­ce dün­ya­sın­da ise, ben in­san ola­rak so­run­la­rı­mı sa­de­ce ken­di­me re­fe­re ede­rek, ken­di de­ne­yim ve id­rak ka­pa­si­tem çer­çe­ve­sin­de çö­ze­rim. Çün­kü din­ler öy­le ya da böy­le mut­la­ka bir ila­hi re­fe­rans gös­te­rir­ler. So­run­la­rı­mı­zın ce­va­bı­nı, Ya­ra­dan’ın gön­der­di­ği Kur’an-ı Ke­rim doğ­rul­tu­sun­da ara­ya­ca­ğı­mı­zı söy­ler din. İn­sa­nı te­mel alan lâ­di­nî gö­rüş ise bi­zim dı­şı­mız­da bir re­fe­ran­sın ol­ma­dı­ğı­nı, in­sa­nın han­gi kıs­tas­la­ra gö­re dav­ra­na­ca­ğı­nı ken­di­si­nin be­lir­le­di­ği­ni sa­vu­nur, in­sa­nın an­la­ma ve yap­ma gü­cü­ne gön­de­rim­de bu­lu­nur. Bu iki eği­lim hep var­dır. Bu iki eği­lim­den in­sa­nın yap­ma gü­cü­nü öne çı­ka­ran lâ­di­nî dü­şün­ce, mo­dern dö­ne­me ka­dar di­nî dü­şün­ce­nin ege­men­li­ği al­tın­day­dı, onun için­dey­di. İs­lam ta­sav­vuf ge­le­ne­ği için­de yer alan, “İn­san, Tan­rı’nın ha­li­fe­si­dir” ya da “İn­san, eş­ref-i mah­lû­kat­tır” tar­zın­da­ki ifa­de­ler bu­na ör­nek­tir.
 
İs­lam içe­ri­sin­de in­san mer­kez­li bir yak­la­şı­ma da­ya­lı sol bir da­mar var­dır di­ye­bi­lir mi­yiz?
Ta­bii ki. Çün­kü di­nî dü­şün­ce için­de­ki bu lâ­di­nî dü­şün­ce da­ma­rı, mo­der­nizm sü­re­ci ile bir­lik­te ta­rih­te ilk de­fa hâ­kim dü­şün­ce ha­li­ne gel­di. Mo­der­nizm ön­ce­sin­de di­nin için­den ken­di­ne bir ka­nal bu­lan lâ­di­nî dü­şün­ce, mo­der­nizm ile bir­lik­te he­ge­mon­ya­sı­nı kur­du. İn­san­lık ta­ri­hi için­de bir kı­rıl­ma ger­çek­leş­ti ve din bü­yük öl­çü­de mo­der­nin ge­tir­di­ği kıs­tas­la­ra ken­di­ni uyar­la­mak ve üret­ti­ği so­ru­la­ra odak­lan­mak zo­run­da kal­dı. Bu­gün de du­rum böy­le de­vam edi­yor. Din ta­bii ki baş­lan­gıç­ta mo­dern zih­ni­ye­tin, lâ­di­nî dü­şün­ce­nin kar­şı­tıy­dı ve ona kar­şı her ta­raf­ta cid­di bir mü­ca­de­le ver­di. Mo­der­nizm, için­de ge­liş­ti­ği Ba­tı’da Hı­ris­ti­yan­lık, Ba­tı dı­şı coğ­raf­ya­lar­da da İs­lam ve Bu­dizm ile mü­ca­de­le et­ti. Bu­gün ge­li­nen nok­ta­da, tıp­kı geç­miş­te lâ­di­nî dü­şün­ce­nin di­nî dü­şün­ce çer­çe­ve­sin­de ken­di­ni ifa­de et­me­si gi­bi şim­di de di­nî dü­şün­ce mo­der­nin ge­tir­di­ği so­ru­la­ra yi­ne mo­der­nin için­den ce­vap­lar ve­ri­yor. Do­la­yı­sıy­la İs­la­mi dü­şün­ce bu­gün an­cak mo­dern dün­ya­nın bi­zim önü­mü­ze koy­du­ğu prob­lem­le­re da­ir bir şey­ler söy­le­di­ği va­kit il­gi çe­ki­yor. Me­se­la ben, ne­o-li­be­ra­lizm kar­şı­sın­da İs­lam’ın ne de­di­ği­ni me­rak edi­yo­rum ve bu ko­nu­da bir ce­vap ile kar­şı­laş­tı­ğım­da bu­nu din­li­yo­rum. İs­lam yüz­yıl­lar bo­yun­ca med­re­se­ler­de, “Tef­sir usul­le­ri vb. na­sıl ol­ma­lı?” şek­lin­de tar­tı­şıl­dı. Ama bu­gün İs­la­mi bir tar­tış­ma­nın ka­mu­ya mal ola­bil­me­si için bu­gü­nün dün­ya­sı he­def alın­ma­lı ve bu bağ­lam­da ye­ni bir şey­ler söy­len­me­li­dir.
 
Di­nin için­de­ki sol da­ma­rın su yü­zü­ne çı­ka­rıl­ma­sı ça­ba­la­rı Tür­ki­ye’de son ay­lar­da yo­ğun­laş­tıy­sa da, da­ha 1960’lar­da Müs­lü­man dü­şü­nür­ler ara­sın­da bu yön­de tar­tış­ma­lar ya­pı­lı­yor­du. İran­lı dü­şü­nür Ali Şe­ri­a­ti’de en güç­lü şek­liy­le, hat­ta bel­li öl­çü­ler­de Sey­yid Ku­tub’da İs­lam dü­şün­ce­si içe­ri­sin­de­ki sol da­ma­rı öne çı­ka­ran vur­gu­la­ra rast­la­ya­bi­li­yo­ruz. 
El­bet­te, Ali Şe­ri­a­ti İs­lam-sol tar­tış­ma­la­rın­da çok önem­li bir yer­de du­ru­yor. Bu ara­da Ali Şe­ri­a­ti’yi mem­le­ke­te ilk de­fa ta­nı­tan­lar da biz­le­riz­dir. İs­lam ile Mark­siz­mi uyuş­tur­ma­ya ça­lı­şan isim­le­rin yaz­dık­la­rı, çiz­dik­le­ri 1970’le­rin ba­şın­da Tür­ki­ye’de hiç bi­lin­mez­di.
 
1990’lı yıl­lar­da Tür­ki­ye’de İs­lam-de­mok­ra­si tar­tış­ma­la­rı ol­duk­ça yo­ğun­du. Ar­dın­dan 28 Şu­bat ve AKP ik­ti­da­rı gel­di. Müs­lü­man bir so­lun müm­kün ola­bi­lip ola­ma­ya­ca­ğı­nın Tür­ki­ye’de bu­gün­ler­de ye­ni­den so­rul­ma­sı­nın se­bep­le­ri ne­dir? Sı­nıf çe­liş­ki­le­ri din­dar kit­le­ler ara­sın­da da­ha mı be­lir­gin­leş­ti?
Sı­nıf çe­liş­ki­le­ri hep var­dı ama din­dar­lar ara­sın­da an­cak şim­di ko­nu­şu­la­bi­lir ha­le gel­di.
 
Tam da bu­ra­dan Türk so­lu­na ge­çe­lim. Türk so­lu, di­nî inan­cı ya da et­nik kö­ke­ni ne olur­sa ol­sun, Tür­ki­ye’de ya­şa­yan bü­tün in­san­la­rı ya­tay ke­sen, sı­nıf çe­liş­ki­le­ri te­mel­li bir söy­lem üre­te­me­di­ği için mi aca­ba in­san­lar sol söy­le­me rağ­bet et­mi­yor­lar?
De­min de söy­le­di­ği­m gi­bi, Türk so­lun­da, da­ha doğ­ru­su sa­de­ce Tür­ki­ye’de de­ğil bü­tün dün­ya­da sos­ya­lizm de­di­ği­niz­de her­kes aşa­ğı yu­ka­rı zen­gin­li­ğe kar­şı ol­ma­yı, pay­la­şım eşit­li­ği­ni sağ­la­ma­yı, in­san­la­ra di­ğer­le­rin­den da­ha faz­la eko­no­mik avan­taj­lar sağ­la­yan bü­yük mül­ki­ye­tin sı­nır­lan­dı­rıl­ma­sı su­re­tiy­le bü­yük ser­ma­ye­nin kon­trol al­tı­na alın­ma­sı­nı hat­ta dev­let­leş­ti­ril­me­si ve mil­li­leş­ti­ril­me­si­ni an­lı­yor. Ama in­san­la­rın sos­ya­liz­min mül­ki­yet kav­ra­mı­na ge­nel ola­rak sem­pa­tiy­le yak­laş­tı­ğı söy­le­ne­mez. Oy­sa mül­ki­yet kav­ra­mı sos­ya­liz­min mer­ke­zin­de­ki bir kav­ram de­ğil­dir. Mark­siz­min kay­nak­la­rı­na inen in­san­lar bi­lir­ler ki mül­ki­yet so­ru­nu, üre­tim iliş­ki­le­ri so­ru­nu­nun hu­ku­ki ifa­de­si­dir. Sos­ya­lizm te­mel­de mül­ki­yet­ten de­ğil üre­tim iliş­ki­le­rin­de­ki so­run­dan söz eder.
 
Tür­ki­ye’de­ki sol par­ti­le­rin üre­tim iliş­ki­le­ri­ni ön­ce­le­yen bir söy­lem­le­ri yok mu?
Ha­yır, yok. Tür­ki­ye’de­ki sol par­ti­ler üre­tim iliş­ki­le­rin­den bah­se­di­yo­rum de­yip in­san­la­ra pay­la­şım iliş­ki­le­ri­ni an­la­tı­yor­lar. Hâl­bu­ki bu iki­si fark­lı şey­ler­dir. Cid­di bir Marks oku­ma­sı ya­pan her­kes, Ka­pi­tal’in ba­şın­da bü­tün bun­la­rın kav­ram kav­ram an­la­tıl­dı­ğı­nı bi­lir. Sa­de­ce iş­çi­le­rin gün­lük ha­yat­ta ya­şa­dık­la­rı hak­sız­lık­lar­dan bah­set­mek de faz­la kar­şı­lık gör­mez. Bun­la­rı in­san­la­ra an­lat­ma­nın bir ge­re­ği yok­tur çün­kü in­san­lar za­ten bun­la­rı ya­şı­yor­lar. Ne­yin ne ol­du­ğu­nu sen­den ben­den da­ha iyi gö­rü­yor­lar.
 
O za­man ne­den sol par­ti­le­re oy ver­mi­yor­lar?
Ver­mez­ler. Çün­kü sos­ya­liz­min di­li o in­san­la­rı öz­ne ya­pan bir dil de­ğil. Bu top­lu­mun ge­le­nek­sel bir si­ya­sal kül­tü­rü var. Tür­ki­ye’de in­san­lar ken­di­le­ri­ni, olay­la­rın ve ken­di so­run­la­rı­nın çö­zü­mü­nün ak­tö­rü ola­rak gör­mez­ler. Çün­kü için­de ya­şa­dı­ğı­mız top­lum, baş eğ­di­ril­miş bir top­lum. Öz­ne ol­ma bi­lin­ci yok­tur bu­ra­da. Ya­ni bi­ri­le­ri­nin in­san­la­ra bir şey­le­ri ih­san et­me­si, bir kur­ta­rı­cı­nın çı­kıp on­la­rın adı­na bir şey­le­ri yap­ma­sı zih­ni­ye­ti var­dır. Ken­di prob­le­mi­mi ken­dim çö­ze­rim di­yen bir an­la­yış, ye­ni ye­ni fi­liz­le­ni­yor. Tür­ki­ye’de sol ha­ra­ket­ler, en po­pü­ler ol­duk­la­rı 1970’ler­de da­hi in­san­la­ra hep, “Biz ge­lip si­zi kur­ta­ra­ca­ğız” ha­va­sı­nı ver­di­ler. Kim­se kim­se­yi kur­ta­ra­maz. Siz ken­di­ni­zi kur­ta­ra­cak­sı­nız. Biz hep be­ra­ber kur­tu­la­ca­ğız. Bel­ki sol söy­le­min içe­ri­ğin­de in­sa­nın bi­linç­le­ne­rek ken­di ken­di­ni kur­tar­ma­sı du­ru­mu da var­dı ama fi­ili­yat­ta sos­ya­liz­min bü­yük kah­ra­man­la­rı var­dı. Halk için ken­di­ni fe­da eden adam­lar, ör­nek gös­te­ri­len in­san­lar var­dı. Ta­mam, o in­san­lar ger­çek­ten de öy­ley­di­ler. Sos­ya­list­ler bu an­lam­da son de­re­ce yi­ğit in­san­lar çı­kart­tı­lar. Ama bu sos­ya­lizm de­ğil­dir. Sos­ya­lizm sı­ra­dan in­san adı­na yi­ğit­lik ya­pıl­ma­sı de­ğil, sı­ra­dan in­sa­nın yi­ğit­leş­me­si­dir. Tür­ki­ye’de sos­ya­list­ler bu­nu ya­pa­ma­dı­ğı ya­ni sı­ra­dan in­san­la­rı yi­ğit­leş­ti­re­me­di­ği için bu nok­ta­ya gel­di­ler. Dev­let 12 Ey­lül’de bü­tün hış­mıy­la sos­ya­list­le­ri ezin­ce, in­san­lar da “Ben bun­la­rın ede­bi­ya­tı­na ni­ye ka­na­yım?” de­me­ye baş­la­dı­lar. Ve ken­di­le­ri için da­ha eh­ve­ni şer yol­la­ra git­ti­ler. Eğer biz in­san­la­rın so­run­la­rı çöz­mek için ak­tör ola­rak öne çık­mak ye­ri­ne in­san­la­rın ken­di­le­ri­ni ak­tör ya­pa­bil­mek ko­nu­sun­da da­ha bü­yük gay­ret gös­te­re­bil­sey­dik, o da­ma­rı iş­le­ye­sey­dik, hem so­lun hem de Tür­ki­ye’nin du­ru­mu çok da­ha fark­lı ola­bi­lir­di.
 
Bu da­mar na­sıl iş­le­ne­bi­lir? Bi­re­yi öz­ne­leş­ti­ren bir zih­ni­yet de­ği­şik­li­ği bu si­ya­sal kül­tür için­de na­sıl müm­kün ola­bi­lir?
Bu­nu de­ğiş­ti­re­bil­mek, in­san­da­ki ka­pa­si­te­yi ha­re­ke­te ge­çi­re­bil­mek için so­lun mev­cut di­lin­den bam­baş­ka bir di­le ih­ti­ya­cı var. Ve bu di­lin ik­ti­sat­la da faz­la il­gi­si yok­tur. İk­ti­sat te­fer­ru­at­tır. Me­se­la bi­zim Bi­ri­kim’de ik­ti­sa­da çok az yer ver­di­ği­mi­zi gö­rür­sü­nüz. Biz hep top­lum­sal­dan ha­re­ket eder, so­run­la­rın da­ha zi­ya­de mo­ral-etik yak­la­şım­lar çerçevesinde yo­rum­lan­ma­sı üze­rin­den gi­de­riz. Çün­kü bi­zim için sos­ya­lizm bir ha­yat tar­zı, bir var oluş bi­çi­mi­dir. Tür­ki­ye’de de, dün­ya­da da sos­ya­list­ler, ken­di­le­ri­nin sos­ya­liz­mi ta­bii ki çok iyi bil­dik­le­ri­ni sa­de­ce onu baş­ka­la­rı­na an­lat­mak­ta bir ta­kım prob­lem­ler­le kar­şı­laş­tık­la­rı­nı dü­şü­nü­yor­lar. On­la­rar gö­re or­tam mü­sa­it de­ğil. Es­ki­den bu söy­lem­ler ne gü­zel tu­tu­yor­du şim­di tut­mu­yor. Biz­de di­yo­ruz ki, ha­yır kar­de­şim asıl o söy­le­min ken­di­si sa­kat. O söy­lem sos­ya­lizm de­ğil. Sos­ya­liz­min hi­tap et­ti­ği in­sa­ni ih­ti­yaç­la­ra bu­gün de ses­le­ne­bil­mek için sos­ya­list­le­rin yap­ma­sı ge­re­ken iki şey var: Bir, bu ik­ti­sat di­li­ni bı­ra­kın. İkin­ci­si de bu kur­ta­rı­cı üs­lu­bu­nu bı­ra­kın. AKP ken­di­ni kur­ta­rı­cı ola­rak or­ta­ya ko­ya­bi­lir zi­ra o ge­le­nek­sel bir si­ya­si an­la­yı­şı tem­sil edi­yor. CHP bü­tün in­san­la­rı kur­ta­ra­ca­ğı­nı id­di­a ede­bi­lir. O da on­la­rın me­se­le­si­dir. Biz ise in­san­la­ra, ki­bar­lık ol­sun di­ye de­ğil öy­le ol­ma­sı ge­rek­ti­ği için ön­ce­lik­le “Siz ken­di­ni­zi kur­ta­rın” de­me­li­yiz. “Ben bu ko­nu­da bir gay­ret gös­te­ri­rim ama be­nim ço­cu­ğum bu­nu ben­den da­ha faz­la an­la­ya­cak­tır çün­kü o da­ha do­na­nım­lı ola­cak­tır, da­ha doğ­ru­su öy­le ol­ma­sı ge­re­kir” der­se­niz, sü­rek­li ge­liş­me­nin in­sa­nın ay­rıl­maz bir vas­fı ol­du­ğu­nu ka­bul et­ti­ği­ni­zi gös­te­rir­se­niz iş­te o za­man kök­lü bir şey söy­lü­yor­su­nuz de­mek­tir. Bu­nu yap­tı­ğı­nız­da in­san­la­rın ken­di­le­ri­ni kav­ra­yış­la­rın­da bir dev­rim yap­mış olur­su­nuz.

Paylaş Tavsiye Et