Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Dünya Siyaset
Strauss’un şakirtleri: Yeni Muhafazakârlar
Musa Genç
BİR ülkeye saldırmak istiyorsunuz fakat elinizde yeterince delil yok. Ne yaparsınız? En kolay yol bütün dünyanın ikna olabileceği bir yalan (bu ülkenin kitlesel imha silahlarına sahip olduğunu iddia etmek gibi) uydurmak, sonra da güç kullanarak bu ülkeyi işgal etmektir. Amerikan ve İngiliz istihbarat birimlerinin uydurduğu yalanlarla başlatılan ve Saddam’ın buharlaşıp kaybolduğu Bağdat’ın işgaliyle sona eren operasyon üzerinden 3 aya yakın bir zaman geçmesine rağmen Irak’ın tümünü kontrol altında tutan işgal güçleri yalan uydurmakta gösterdikleri beceriyi, iddia edilen kitle imha silahlarını bulmada gösteremeyerek Washington ve Londra’daki efendilerini zor durumda bıraktılar. Yalancının mumu bu sefer ancak Bağdat’a kadar yanmış görünüyor.
1991’deki I. Körfez Savaşı’nda da Washington’da görev başında bulunan bu yalan makineleri kimlerden oluşuyor? 1991’de Bağdat’ın işgali konusunda o günkü yönetimi ikna edemeyen grubun önemli temsilcilerinden Wolfowitz, hocası Allan Bloom’u arar ve Bağdat’a girmeyeceklerini haber verdiğinde Bloom “Korkaklar!” diye bağırır. 1991’de bitmeyen hesap şaibeli bir finalle 2003’te bitirilir. Straussçular olarak tanınan bu Yeni-Muhafazakâr grup görevde bulundukları iki Bush döneminde Amerikan dış politikasının mimarları olurlar. Bu ekibi ele almadan önce isterseniz işin hikayesini bir kez daha hatırlayalım.
Berlin Duvarı’nın yıkılışı sonrasında kurulmaya çalışılan yeni dünya düzeninde Amerika’nın gelecek yüzyıldaki rakiplerine karşı kullanabileceği en önemli silahlardan biri olan Orta Doğu enerji kaynaklarının ele geçirilmesi önemli bir unsur haline geldi. Orta Doğu’da kurulacak yeni düzen sadece doğal kaynakların kontrolünü değil, aynı zamanda İsrail’in güvenliğini de sağlayacaktı.
21 Mayıs 1990’da o zamanki Amerikan Savunma Bakanı Dick Cheney Pentagon’daki bir grup stratejistten Sovyetler sonrası gelişmelerin ABD’-nin uzun vadeli ulusal güvenliğine olası etkileri üzerine bir sunuş yapmalarını ister. Sunuşu yapan kişi Paul Wolfowitz’dir. Wolfowitz sunuşunda ABD’nin askeri ve ekonomik “önceliklerine” gelebilecek muhtemel saldırıları önlemek için her türlü aracı kullanarak saldırıların gelebileceği ülke veya ülkeler üzerinde “erken müdahalelerde” bulunacak önleyici tedbir politikaları oluşturmak gerektiğini savunur. Clinton’un seçimi kazanıp 1993 Ocak’ında başkan olması ile bu proje rafa kalkar. 1990’larda The Weekly Standard isimli dergi çerçevesinde William Kristol ve Yeni-Muhafazakâr ekip tarafından yürütülen “Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi” çerçevesinde 26 Ocak 1998’de Başkan Clinton’a bir mektup yazarak Saddam’ın ABD ve müttefiklerine karşı kitle imha silahları ile saldırıya geçmek üzere olduğu ve bu nedenle Irak’ta biran önce rejim değişikliği gerektiği konusunda uyarıda bulundular. (Bir çoğu şu anda Bush kabinesinde bulunan mektubu imzalayanlardan bir kaçının ismi: Perle, Wolfowitz, Richard Armitage, John Bolton, Fukuyama, Khalilzad, Peter Rodman, Rumsfeld, Robert Zoellick, Kristol, Kagan ve James Woolsey.)
Bu arada ekip boş durmaz. 1990’-larda Orta Doğu’da İsrail ve Filistin arasındaki barış görüşmeleri ekibin yoğun mesaisini alır. Richard Perle, Douglas Feith, David Wurmser ve diğerlerinin 1996 Temmuz’unda İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu için hazırladıkları İsrail’in bölgedeki güvenliğine yönelik raporda, bölgede İsrail’e tehdit oluşturan, başta Irak olmak üzere tüm ülkelerin gerekirse rejim değişiklikleri ile kontrol altına alınması önerilir.
Yeni-Muhafazakâr ekip dış politikada pasif kalmakla suçladığı Clinton döneminden sonra şaibeli bir şekilde seçimleri kazanan George W. Bush’un başkan olması ile birlikte yeniden iş başına geldi. Fakat ortada bir problem vardı. Bir ülkeye müdahale edebilmek için gerekçe bulmaları gerekiyordu. Halen kim tarafından ve nasıl yapıldığı ortaya çıkarılamayan 11 Eylül hadisesi dış politikaya ilişkin planlarını uygulamak için Yeni-Muhafazakârlara bulunmaz bir fırsat verdi. Afganistan operasyonu sonrasında sıra Irak’a gelmişti. El-Kaide bağlantısı Afganistan operasyonu için yeterliydi fakat, Irak’a saldırı için zayıf kalıyordu.
Bu iş için CIA ve Savunma İstihbarat Dairesi (DIA) gerekli malzemeyi sağlayamayınca iş Amerikan Savunma Bakanlığı’nda Abram Shulsky (Wolfowitz’le birlikte 1972’de Strauss’un yanında doktorasını tamamladı) yönetiminde kurulan küçük bir birime havale edilir. Bu birimin adı Ağustos 2002’de resmen Özel Planlar Dairesi olur.
Bu birimin ana bilgi kaynaklarını Amerika’ya sığınmak için Irak’tan kaçan kişiler oluşturmaktadır. Bu kişilerin raporları (Ahmed Çelebi’nin Iraklı muhaliflerle oluşturduğu) Irak Ulusal Kongresi kanalıyla istihbarat birimlerine ulaştırılır. Çelebi’nin adamlarından birinin tercümanlığında ifadesi alınan bir muhalif daha sonra CIA ajanları tarafından kendi mütercimleri eşliğinde sorgulandığında raporda yazılan “el-Kaide, kimyasal ve biyolojik silahlarla” ilgili kısımları söylemediğini ifade eder.
Bu arada Atlantik’in diğer yakasında İngiltere istihbarat birimleri de Amerikalı meslektaşlarından geri kalmazlar. 12 yıl önce Amerikalı bir öğrencinin yaptığı bir doktora tezinden çalıntı parçalara ekledikleri yalanlarla bir rapor hazırlarlar. Fakat savaşın üzerinden geçen bunca zaman içinde büyük iddialarla tüm dünyaya ispatlanmaya çalışılan kitle imha silahlarından hâlâ bir haber yok.
Saddam’ın kitle imha silahlarına sahip olduğu yalanını hazırlayıp yalan üzerinden siyaset yapan Yeni-Muhafazakâr grup kim? Wolfowitz ve Shulsky gibi isimleri bir araya getiren ortak payda ne? Görülebildiği kadarıyla bu paydanın en önemli ayağı: Siyaset felsefecisi Leo Strauss.
1899’da Ortodoks bir Yahudi ailenin çocuğu olarak Almanya’da doğan Leo Strauss üniversite eğitimini Marburg Üniversitesinde alır. Nazilerin iktidara gelmesi ile Rockefeller bursu ile Fransa’ya gider ve çalışmalarına orada devam eder. 1938-1948 arası birçok Alman göçmen Yahudi gibi o da New York’taki New School of Social Research’te dersler verir. Daha sonra 1960’larda emekli oluncaya kadar Chicago Üniversitesinde akademik hayatına devam eder. 1973’te ölür.
Felsefe din, akıl-vahiy çatışması ve bu çatışma sonucunda filozofların takibata uğrayıp cezalandırılmaları Strauss’un ele alıp incelediği temel sorunlar olmuştur. Sokrates’in, yaşadığı toplumun tanrılarını inkar ettiği iddiasıyla yargılanıp ölüme mahkum edilmesi felsefe tarihinin önemli dönüm noktalarındandır. Strauss’un üzerinde sadece Sokrates’in ölümü değil aynı zamanda Yahudi filozof Maimonides (İbn Meymun) ve Kabalist düşüncenin de ciddi etkileri olmuştur.
Strauss, dönemindeki rölativist akıma karşı felsefenin amacını zandan bilgiye ulaşma girişimi olarak tanımlar. Siyaset felsefesi de siyasi şeylerin tabiatı ve iyi rejimi bilme girişimidir. En iyi ve doğru rejimin ne olduğunu araştırmak, mevcut kurulu düzenden memnun olmayıp farklı bir rejim önerisinde bulunmak her zaman için tehlikeli olmuştur. Hakikat arayışı çoğu zaman toplumdaki yerleşik yapıdaki hazır kabulleri sorgulamayı beraberinde getirdiği için rahatsızlık konusu olmuş, bundan dolayı bu tip arayışlar sürekli şüpheyle karşılanmıştır. Şayet filozofun ulaşacağı sonuçlar toplumdaki inanışları şüpheye düşürecek ve yıkacak mahiyette olursa çıkacak sonuç toplumun ciddi bir şekilde sarsılması olacaktır.
Strauss’a göre hakikat arayışı ve onu elde etmek herkesin gerçekleştirebileceği bir şey değildir. Sadece çok az sayıdaki insan bunu gerçekleştirebilir. Bu az sayıdaki insan (filozof-kral) aynı zamanda sahip olduğu bilgiden dolayı yönetme hakkına sahip elitlerdir. Bunlar ulaştıkları hakikatleri toplumdaki düzeni bozmama gibi sosyal sorumlulukları nedeniyle veya takibat ve zulümden kaçınmak için halka anlatmazlar. Eserlerinde sadece ehil kişilerin anlayabileceği batinî bir dil kullanırlar. Tarih boyuca birçok düşünür eserlerinde böyle bir dili kullanmıştır. Straussçuları farklı kılan, bu felsefi metodu “toplumu yöneten elit kesimin toplumsal menfaatler gerektirdiğinde soylu diye nitelenebilecek yalanlar söyleyebileceğini” belirterek genişletmesinde görülmektedir.
Amerikan Savunma Bakanlığındaki Özel Planlar Dairesi Başkanı Shulsky’nin, Gary Schmitt ile 1999’da yazdığı “Leo Strauss ve İstihbarat Dünyası” isimli makale Strauss’un batinî okuma yöntemi ve sonuçları hakkında daha net bilgiler verebilir. Shulsky ve Schmitt makalede Amerikan istihbarat dünyasını, ilgilendikleri rejimlerin ikiyüzlü ve hileye dayanan tabiatını anlamamakla suçlamaktadır. Shulsky ve Schmitt’e göre Strauss’un batinî okuma metodu “kişiyi politik yaşamın aldatma ile yakın bağlantı içinde olabileceği konusunda uyanık tutar. Bu düşünceye göre aldatma politik yaşamın bir normudur.”
Strauss’u eleştiren New York Üniversitesi hukuk profesörlerinden Stephen Holmes, Straussçuların durumunu şöyle özetlemektedir: “Düşmanının seni aldattığına inanırlar; sen de anlaşır gibi gözüküp gizlice kendi inandıklarını yapmalısın.” Strauss’un savunucularından Chicago Üniversitesi profesörlerinden Joseph Cropsey’e Strauss’un bu görüşlerinin politika oluşturmada ne gibi sonuçları olabileceği sorulduğunda “sağduyuya göre makul ölçülerde aldatmanın siyasette zaruri olabileceğini” ifade eder.
Yalan üzerine bina edilen bu operasyonların en önemli mimarlarından Richard Perle 9 Haziran 2003’te yaptığı konuşmada, “İran ve Suriye konusunda Türkiye’nin desteğini arayacağız. Bu desteğin gelmemesi, ilişkiler açısından felakete yol açacak bir dar görüşlülük olur” şeklinde Türkiye’ye de sopa göstererek 11 Eylül sonrasında Afganistan’la başlayan ve Irak’la devam eden operasyonun bir sonraki ayağına işaret etmektedir. Bakalım şapkadan bu ülkelere saldırmak için ne gibi numaralar (yalanlar) çıkacak ve de dünyada hâlâ bu numaralara kananlar olacak mı? Olanların ve olacakların takipçisiyiz.

Paylaş Tavsiye Et