Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Dünya Siyaset
Beyaz adamlar neden korkar, neye üzülür?
Hanife Öz
AMERİKAN televizyon kanallarını izleme imkanı olanlar oradaki en popüler kanallardan birinin Comedy Central olduğunu bilirler. Bu mizah kanalında yayınlanan birçok program da çok izlenenler arasındadır. Büyükler için yapılmış çizgi film South Park, günün haber gündemini güya tiye alan ‘Daily News With Tom Stewart’, ya da hafta sonlarının vazgeçilmezlerinden olan stand-up show’ları. Fox News’in ya da CNN’in akıllı, mesafeli, hesaplı, canı isterse dünyanın her bir yerine bayrağını dikebilecek kudrete sahip Amerika’sından farklı bir Amerika’nın gün yüzüne çıktığını görebilirsiniz Comedy Central’daki kimi programlarda, tabii en çok da stand up show’larda. Her ne kadar kimi belden aşağı vurmayı marifet saysa, kimi de fazlaca kıytırık soslu olsa da aslında bunların çoğundan Amerikalıların bilinçaltına ve günlük hayatlarının zavallılıklarına dair iyi malzeme çıkar.
Bu yazı Amerika’daki stand up show’larla ilgili olmayacak elbet; ama Amerika’yla ilgili şahit olduğumuz, gördüğümüz, duyduğumuz kimi garipliklere, tuhaflıklara, aksaklıklara ve zavallılıklara değinmeden geçersek biz değilsek de başkalarının, Fox News’in ya da CNN’in kırmızı-mavi-beyaz, çizgili, elli üç yıldızlı iç bunaltıcı evrenine mahkum kalmasından korkarız. Halbuki en nihayetinde Amerika da ülkelerden bir ülkedir ve biraz boyası dökülünce içinde yalnızlıkları, küçük hesapları, sıradan korkuları ve güvensizlikleriyle yaşayan milyonlarca insan görürüz.
Stand-up show’lara dönersek, bunlardan hayli ilginç ve tabii gülünç olan birinin konusu ‘Biz beyaz adamlar nelerden korkarız?’ idi. Komedyen bir bir sıralıyordu beyaz Amerikalıların nasıl korkular içinde yaşadığını. “Mesela”, diyordu, “zencilerden zaten korkarız da, Japonlardan da korkuyoruz biz, bir gün Amerika’yı toptan satın alacaklarını zannediyoruz.” Eh haksız da sayılmazlar, bakınız New York’un önemli sembollerinden olan Empire State gökdelenini satın almışlar bile. Yani bu Galata Kulesi’nin ya da Kız Kulesi’nin satın alınması gibi bir şey aşağı yukarı. Amerikalıların korktuğu bir başka çekik gözlü millet de, hepimizin tahmin edebileceği üzere, Kuzey Koreliler. California eyaletinin bu ülkenin nükleer füzelerinin menzili içerisinde olması kimilerinin soğuk terler dökmesine yetiyor. İkinci Dünya Savaşı sırasında bir hava saldırısı korkusu içinde yaşamış Amerikalıların toplumsal hafızasına hiç de yabancı değil bu ruh hali.
Irak Savaşı sırasında dünyanın birçok ülkesinde yüzbinlerce insanın savaş karşıtı gösteriler düzenlemesi aklı başında olan, olmayan bütün Amerikalıları tedirgin etti. Kimileri tüm dünya bizden nefret ediyor diye üzüldü, kimileri gerçekleri görebilen ve hakikatin sahibi olan tek ülke olarak Amerika’nın tüm dünyaya iyi bir ders vermesi gerektiğine iyice iman getirdi. Hatta Amerika’da her yerde ‘french fries’ olarak geçen, bildiğimiz patates kızartmasının adı, içinde Fransız kelimesi geçtiği ve savaştan önce de Fransızlar Amerika’nın başını ağrıttığı için ‘freedom fries’ yani özgürlük kızartması olarak değiştirilmek istendi. Bu bir kampanyaya dönüştürüldü ve Kentucky’li iki senatör buna destek vermek üzere haberlere çıktı. Velhasıl Amerikalılar ülkelerinin dünya yüzündeki saldırgan imajını farklı yorumlasalar da en azından dünyada artık daha az sevildikleri konusunda hemfikirler. Amerika dışına çıkan, yurt dışı seyahatleri yapan Amerikalıların azaldığı söyleniyor.
Amerikalıların korktuklarının ya da Bush ve adamları tarafından iyice korkutulmak istendiklerinin bir başka kanıtı da belgeselci yönetmen Michael Moore’un artık meşhur olmuş Oscar konuşmasında bahsettiği rengarenk terör alarmları ve tabii ki ‘duct tape’ hikayesi. Irak Savaşı başlamadan önceki günlerde Amerika çapında turuncu terör alarmı verildi ve eğer herhangi bir nükleer saldırı olursa, pencere ve kapı ağızlarına bu ‘duct tape’ denen özel banttan yapıştırdıkları takdirde insanların kurtulma şansı olacağı söylendi. Buna gülüp geçenler de çok oldu, ama bu bantların koca bir alışveriş merkezinde özel bir reyonda satışa çıktığını, insanların bunları ciddi ciddi satın aldığını gördük. Hatta evini baştan aşağı bu bantlarla kaplamış bir adam haber oldu. Bu nasıl bir ruh halidir sizce?
Artık savaş bitti, herkes eteğindeki taşı çoktan döktü. Dünya demokrasi sanayiinin ihracattaki birinci ismi Amerika’da durumlar pek de öyle güllük gülistanlık değil. Korku ve endişe savaşla bitmedi, şimdi gözler uzun süredir kötü giden ekonomiye çevrildi. Geçtiğimiz günlerde New York Times’da yayımlanan bir makalede Amerikan ekonomisinin durumu için şunlar söyleniyor. “Borsada üç yıldır düşüş yaşanıyor, işsizlik gittikçe artıyor. Buna karşı bir şeyler yapılmazsa yepyeni problemlerle yüz yüze gelebiliriz. Zaten iyice büyümüş olan uzun süredir işsiz kalmışlar havuzu taşabilir. Son yılların en düşük seviyesine ulaşan enflasyon oranı deflasyonu getirebilir ve ürün fiyatlarında meydana gelecek düşüş maaş kesintilerine ve başa çıkılması neredeyse imkansız olan borçlara sebep olabilir.”
Art arda yüklü savaş bütçelerini onaylayan Amerikan Kongresi şimdi kendi yarattığı terör canavarını yenmek için, yapılan harcamalarla iyice rayından çıkan ekonomiyi düzeltmeye çalışıyor. Bu yılın bütçesiyle kararlaştırılan 350 milyar dolarlık vergi indiriminin borsadaki fiyatları yükseltmesi ve hane harcamalarını artırması hedefleniyor. Ama bu da durumu tamamen düzeltmeye yetecek gibi görünmüyor. Mesela yeni paketle, daha önce çocuk başına 600 dolar olan vergi indiriminin 1000 dolara çıkarılması kararı, yalnız yatırım yapabilecek durumda olan orta sınıf aileleri kapsıyor. Karar, yıllık geliri 10 bin ila 16 bin dolar arasında olan, Amerika’nın fakirleri sayılabilecek aileleriyse teğet geçiyor. Yine Michael Moore’a dönersek, ona göre bu vergi indirimi paketinin adını Bush şu şekilde değiştirmeli: “Giving My Wealthy Donors More Money To Give Back To Me Plan”, yani “Bana Daha Çok Para Verebilmeleri için Zengin Dostlarıma Daha Çok Para Verme Planı”.
Görüldüğü gibi hükümetin durumu kurtarma çabalarından herkes memnun değil. Artık orta yaşlarına gelmiş, İkinci Dünya Savaşı sonrasında doğmuş ‘baby boomers’ neslinden insanların da emeklilik yaşları iyice yaklaşmışken tedirginlik ve sıkıntının arttığı söyleniyor, çünkü sosyal güvenlik ve sağlık sistemlerinin daha da iyileştirilmesi için yeterince bütçe ayrılmıyor. Bunun böyle olmadığını savunanlar da var. Kamuya ait PBS televizyonu analistlerinden David Brooks’a göre, okullara, FBI’ya, sosyal yardım sistemine ayrılması gereken paralar sosyal güvenlik ve sağlık sistemlerine ait bütçelere ayrılıyor, geriye para kalmıyor.
Geçtiğimiz günlerde Washington Post’ta yayımlanan bir habere göre üniversite öğrencilerine yapılan karşılıklı devlet yardımlarının miktarının hesaplanmasına getirilen bir değişiklik sonucu, verilen yardımın azalacağı, orta sınıf ailelerin çocuklarının üniversite masraflarını ödemekte daha da zorlanacağı belirtiliyor. Amerikan Senatosu’ndaki Demokratlardan Massachusetts eyaleti senatörü Jon Corzine’e göre, Bush yönetimi ihtiyaç içindeki milyonlarca öğrenciye yüksek öğretimin kapısını yavaşça kapatıyor. Bush’un 2002 Ocak’ında eğitimsiz hiçbir çocuğun kalmayacağı iddiasıyla imzaladığı “No Child Left Behind” “Hiçbir Çocuk Geride Bırakılmayacak” Yasası şimdilerde analistlerce Bush’un yanlış eğitim politikaları sebebiyle “geride okuyan hiçbir çocuk kalmayacak” şeklinde yorumlanıyor. Kısacası Amerika’da durum dışarıdan zannedildiği gibi hiç de güllük gülistanlık değil. Amerika’nın son dönemdeki saldırganlığını perçinleyen belki de içine düştüğü bu kriz sarmalıdır. Bekleyip, göreceğiz.

Paylaş Tavsiye Et
Yazara ait diğer yazılar
Hanife Öz