Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Toplum
Bülbüller niçin kargaca şakır?
İhsan Fazlıoğlu
Hİ­K­YE bu ya! Gün­ler­den bir gün Kar­ga Ül­ke­si, Bül­bül Ül­ke­si’ni iş­gal eder; yö­ne­ti­mi ele ge­çi­rir ve ken­di­si­ni bu­yu­rur: Bun­dan böy­le ül­ke­de hiç­bir şey bül­bül­ce ic­ra edil­me­ye­cek­tir: Bül­bül­ce yü­rü­nül­me­ye­cek, gi­yi­nil­me­ye­cek, ye­nil­me­ye­cek, içil­me­ye­cek; hat­ta hiç kim­se bül­bül­ce şa­kı­ma­ya­cak­tır. Bül­bü­lis­tan’ın di­nî, si­ya­sî, ik­ti­sa­dî, hu­ku­kî ve kül­tü­rel bü­tün ku­ral­la­rı, ge­le­nek ve gö­re­nek­le­ri de­ğiş­ti­ri­lir; yer­le­ri­ne kar­ga tar­zı olan­lar ko­nur. Di­re­nen bir avuç bül­bül yok edi­lir; bü­yük ço­ğun­luk can kor­ku­su ve ge­le­cek kay­gı­sıy­la ye­ni efen­di­le­rin koy­du­ğu ya­şa­ma ku­ral­la­rı­na ita­at eder; zor­lan­sa­lar da ha­ya­tı kar­ga­ca his­set­me­ye ça­lı­şır­lar. Bir sü­re son­ra ül­ke sa­kin­le­ri, kar­gam­sı dav­ra­nan bül­bül­ler ha­li­ni alır.
Bü­tün olup bi­ten­le­ri kö­şe­sin­den sey­re­den yaş­lı, gün­gör­müş bir bül­bül he­ye­ca­na ka­pıl­ma­dan, te­laş­lan­ma­dan şu so­ru­yu so­rar ken­di­ne: Ne yap­ma­lı? Kı­sa ve uzun va­de­de­ki bü­tün şart­la­rı göz­den ge­çi­ren yaş­lı bül­bül ni­ha­yet bir so­nu­ca ula­şır: El­bet­te kar­ga­la­rın hâ­ki­mi­ye­ti son­su­za ka­dar sür­me­ye­cek; gün ge­le­cek iç ve­ya dış ne­den­ler­le Bül­bü­lis­tan’ı terk ede­cek­ler­dir. Öy­ley­se önem­li olan mev­cut du­rum de­ğil; kar­ga­lar çe­ki­lip git­tik­ten son­ra­ki du­rum­dur. Kar­ga­ca ya­şa­ma­ya alı­şan bül­bül­ler, on­lar git­tik­ten son­ra bül­bül­ce ha­yat tar­zı­na na­sıl dö­ne­cek­ler­dir? Şu an mev­cut bül­bül­ce ya­şa­ma tar­zı­nı kay­da ge­çir­mek, mu­ha­fa­za et­mek; kar­ga­lar git­tik­ten son­ra da bir za­man­lar ken­di­le­ri­ni bül­bül kı­lan de­ğer­le­ri me­rak ede­cek bül­bül­le­rin önü­ne koy­mak en iyi çö­züm­dür.
Ulaş­tı­ğı çö­zü­mü uy­gu­la­ma­ya ko­yan yaş­lı bül­bül, ama­cı­na en uy­gun yav­ru bir bül­bü­lü ik­na eder ve be­ra­ber­ce ıs­sız bir kö­şe­ye çe­ki­lir­ler. Bü­tün bil­dik­le­ri­ni ya­vaş ya­vaş yav­ru­ya öğ­ret­me­ye, ak­tar­ma­ya baş­lar: Ha­ya­tın en in­ce ay­rın­tı­la­rın­da bül­bül­ce na­sıl dav­ra­nı­lır, na­sıl ya­şa­nı­lır? Bül­bül­lü­ğün fas­lı olan şa­kı­mak üze­rin­de özel­lik­le du­rur yaş­lı bül­bül. Uzun za­man di­li­min­de, sa­bır­la Bül­bül Ül­ke­si’nin bü­tün ge­le­nek ve gö­re­nek­le­ri­ni öğ­re­tir ve yav­ru bül­bü­lü ye­tiş­ti­rir. Çün­kü ha­yat­ta bir fik­ri, bir ya­şa­ma tar­zı­nı var kıl­ma­nın, ih­ya et­me­nin en iyi yo­lu, or­ta­ya, o fik­ri, o ya­şa­ma tar­zı­nı tem­sil eden bir ör­nek koy­mak­tır. Her iki­si de bü­yük bir iş­ti­yak­la kar­ga­la­rın hâ­ki­mi­ye­ti­nin bit­me­si­ni bek­ler­ler. Ken­di çağ­la­rı­nın gel­me­si­ni, bül­bül­lü­ğün ye­ni­den di­ril­me­si­ni, gök­yü­zü­nü bül­bül şa­kı­ma­sı­nın tut­ma­sı­nı…
Yaş­lı bül­bü­lün ön­gö­rü­sü doğ­ru çı­kar ve kar­ga­lar Bül­bü­lis­tan’ı terk eder, gel­dik­le­ri gi­bi hız­la çe­ki­lir gi­der­ler. Bül­bül­ler bu du­ru­ma çok se­vi­nir, kırk gün kırk ge­ce kut­la­ma­lar ya­par; kar­ga hâ­ki­mi­ye­tin­den kur­tul­ma­nın coş­ku­suy­la şar­kı­lar söy­ler, eğ­le­nir du­rur­lar. Kırk gün dol­duk­tan ve ha­ya­ta dön­dük­ten son­ra her­ke­sin üze­ri­ne bir ağır­lık çö­ker: İyi de! Kar­ga­lar git­ti ama kar­ga­ca ya­şa­ma tar­zı na­sıl gi­de­cek, na­sıl terk edi­le­cek? Tüm bül­bül­ler sa­mi­mi­yet­le kar­ga ol­mak­tan kur­tul­mak is­ter­ler; yaş­lı­lar geç­mi­şin de­rin­li­ğin­de unut­tuk­la­rı­nı ha­tır­la­mak­ta zor­la­nır; kar­ga hâ­ki­mi­ye­tin­de do­ğup bü­yü­yen genç­ler ise şa­şı­rıp ka­lır­lar. Tüm bun­la­rı uzak­tan iz­le­yen yaş­lı bül­bül yıl­lar­dır emek ver­di­ği öğ­ren­ci­si­ne dö­ner ve “Ar­tık se­nin ça­ğın gel­di. Hay­di, çık ve şa­kı” der. “Şa­kı ki, bül­bül­ler en de­rin­le­rin­de gö­mü­lü bu­lu­nan bül­bül­lü­ğü ha­tır­la­sın­lar.” Yav­ru bül­bül yük­sek­çe bir ye­re çı­kar ve ta­şı­dı­ğı id­dia­nın bü­tün ih­ti­şa­mıy­la dik­le­nir. O da ne? Yaş­lı us­ta­nın yıl­lar­ca emek ver­di­ği yav­ru bül­bül kar­ga­ca öt­me­ye baş­la­mış­tır…
İs­ma­il Ka­ra’nın Şeyh Efen­di­nin Rü­ya­sın­da­ki Tür­ki­ye ad­lı ese­rin­de “Bir Si­ya­sî Rü­ya­nın Tah­ki­ye­si” baş­lı­ğıy­la ka­le­me al­dı­ğı ya­zı­nın (İs­tan­bul 1998, s. 73–75) ol­duk­ça ta­dil edil­miş şek­li olan yu­ka­rı­da­ki hi­kâ­ye, Tür­ki­ye’de muh­te­lif yö­ne­lim­le­re sa­hip id­di­a sa­hip­le­ri­nin du­ru­mu­nu en iyi bi­çim­de tas­vir eder. İd­di­a sa­hi­bi ol­mak, ne an­la­ma ge­lir? Her id­di­a, bir da­vet­tir: Mev­cut­tan fark­lı, da­ha iyi, da­ha doğ­ru ol­du­ğu ka­bul edi­len, ye­ni­ye bir çağ­rı. Her id­di­a, mev­cu­du kal­dır­mak; ye­ri­ne fark­lı, ama mev­cut­tan da­ha iyi ve da­ha doğ­ru ola­nı ika­me et­me işi­dir. Bu ne­den­le her id­di­a, ye­ni bir du­ru­şu, ye­ni bir ba­kı­şı, ye­ni bir gö­rü­şü, ye­ni bir tar­zı/tav­rı şart ko­şar. İd­di­a’nın da­vet ve da­va ke­li­me­le­riy­le iliş­ki­si de bu şar­tın en iyi gös­ter­ge­si­dir. İn­san­la­rın id­di­a sa­hip­le­ri­ni dik­ka­te al­ma­sı ise, hiç şüp­he­siz, sa­hip ol­duk­la­rı tek­lif ve bu tek­li­fin içe­ri­ği­ne bağ­lı­dır. Bir tek­li­fin içe­ri­ği mev­cut­tan da­ha kö­tü ise, ter­cih edil­mez; ay­nı se­vi­ye­de ise ku­ru­lu dü­zen de­ğiş­ti­ril­mez. Her ha­lü­kar­da bir tek­lif an­cak ve an­cak mev­cut­tan da­ha iyi, da­ha doğ­ruy­sa ter­ci­he şa­yan­dır. El­bet­te ki, hiç­bir id­di­a ve­ya tek­lif tek ba­şı­na in­san­la­rın il­gi­si­ni çek­mez; ter­si­ne her id­di­a sa­hi­bi­nin şah­si­ye­ti, eh­li­ye­ti, hat­ta tat­bik sü­re­cin­de­ki sa­mi­mi­ye­ti ter­cih aşa­ma­sın­da rol oy­nar. Bu ne­den­le­dir ki, bir işi üst­le­nir­ken ki­şi­nin ak­lî ka­pa­si­te­si, teo­rik bi­ri­ki­mi, tec­rü­be­si ka­dar ah­la­kî ye­ter­li­li­ği de son de­re­ce önem arz eder.
Mev­cut bül­bü­lün şa­kı­ma­sı­nı eleş­ti­ren­ler, ken­di sı­ra­la­rı gel­dik­le­rin­de ya da­ha kö­tü, ya “eh fe­na de­ğil!” cin­sin­den şa­kı­mak­ta; an­cak pek az id­di­a sa­hi­bi mev­cu­du aşa­cak bir ceht ü gay­re­tin içe­ri­si­ne gir­mek­te­dir. Ni­çin? Ka­nı­mız­ca Tür­ki­ye’de id­di­a sa­hip­le­ri­nin pek ço­ğu ye­ni ve da­ha doğ­ru bir şey yap­mak için de­ğil, top­lu­mun üret­ti­ği ko­lek­tif ar­tı-de­ğer­den pay al­mak için id­di­a sa­hi­bi gi­bi gö­rün­mek­te; bun­dan do­la­yı da sa­vun­duk­la­rı id­di­ala­rı, -mev­cu­dun ye­ri­ne ika­me edil­me­si­ni is­te­mek­ten da­ha çok-, pay ve­ril­me­si için kor­kut­ma ka­bi­lin­den dil­len­dir­mek­te­dir­ler. Mev­cut, bir bi­çim­de pay ver­me­ye ya­naş­tı­ğın­da söz­de-kar­şı­da­ki­ler sa­vun­duk­la­rı id­di­ala­rı terk et­me­ye baş­la­mak­ta; ver­me­nin şid­de­ti­ne ko­şut şe­kil­de terk et­me­nin de şid­de­ti art­mak­ta­dır. Ta­raf­lar ka­za­nır­ken bu kör dö­vü­şün­de, acı­ma­sız­ca kul­la­nı­lan ve sö­mü­rü­len hal­kın an­lam-de­ğer dün­ya­sı­nın te­mel kav­ram­la­rı ve sem­bol­le­ri aşın­mak­ta; mil­let kan kay­bet­mek­te­dir. Bu tes­pit yal­nız­ca gün­cel si­ya­sî, sos­yo-kül­tü­rel ha­yat içe­ri­sin­de ce­re­yan eden ha­di­se­ler için de­ğil, il­mî ve en­te­lek­tü­el ha­yat için de ge­çer­li­dir.
Tem­sil ci­he­tin­den an­la­tı­lan hi­kâ­ye ve şim­di­ye de­ğin ya­pı­lan yo­rum­lar gös­ter­mek­te­dir ki, önem­li olan kar­şı çık­mak de­ğil, kar­şı çı­kı­lan mev­cu­dun ye­ri­ne ne ika­me edi­li­yor ona bak­mak­tır. Kar­şı çık­mak için ta­vır alan­lar, ze­kâ­la­rı­nı ken­di­le­ri­ne has bir du­ruş, ba­kış ve gö­rüş in­şa et­mek için de­ğil, yal­nız­ca baş­ka­la­rı­nın du­ruş, ba­kış ve gö­rüş­le­ri­nin yan­lış­la­rı­nı bul­mak için har­car­lar. Bu tür in­san­lar dai­ma, do­ğal ola­rak, ken­di­le­ri­ne, kar­şı dur­duk­la­rı­nın gö­rü­şü­ne gö­re ayar ve­rir­ler. Açık­ça söy­le­mek ge­re­kir ki, önem­li olan oyu­na gel­me­mek de­ğil, bi­za­ti­hi oyun kur­mak­tır. Baş­ka­la­rı­nın kur­du­ğu oyu­na gel­me­mek için ze­kâ­sı­nı sarf eden­ler; hiç­bir za­man oyun ku­ra­maz­lar.
Tan­zi­mat’tan bu ya­na ge­liş­ti­ri­len, dı­şa­rı­ya dö­nük ye­nil­gi psi­ko­lo­ji­siy­le ma­lul -izm­ler ve içe­ri­ye dö­nük çı­kar psi­ko­lo­jiy­le ma­lul si­ya­sî yak­la­şım­lar, yal­nız­ca ka­na­at sa­hi­bi Os­man­lı mü­nev­ver­le­ri ve Cum­hu­ri­yet ay­dın­la­rı ta­ra­fın­dan for­mü­le edil­miş­tir. Bu for­mül­ler içe­ri­sin­de ye­ti­şen yav­ru bül­bül­le­re fır­sat ve­ril­di­ğin­de ya da sı­ra­la­rı gel­di­ğin­de ma­ale­sef kar­ga­ca şa­kı­mak­tan baş­ka bir şey ya­pa­ma­mak­ta­dır­lar. Çö­züm Türk bil­gi­ni ol­mak, ken­di­ne has oyu­nu bil­giy­le kur­mak­tır.

Paylaş Tavsiye Et