Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Dosya
Sosyalizmden pragmatizme geçiş öyküsü
Ekrem Karakoç
1960’LARDA dünyanın en fakir ülkelerinden biri olarak gösterilirken bugün dünyanın en hızlı büyüyen ülkesi. Uluslararası Para Fonu’nun (İMF) raporuna göre her 8,6 yılda kişi başına düşen millî gelirini iki kat artırabilen tek ülke. Ayrıca aldığı direkt yabancı yatırımlar (FDI) dünya toplamının %40’ını oluşturuyor. Mao ve Kültür Devrimi ile hatırlanmaktan çıkıp, hem ekonomi, hem dış politika alanında (Tayvan ve Sincan bölgesi hariç) pragmatizmi ile tanınan bir ülkeye dönüşen Çin’i, sosyalizmin ihraç edildiği bir ülkeden kapitalizmin ithal edildiği bir ülke haline getiren gelişmeler incelemeye değer.
Çin’e karşı ilgi ya da korkunun giderek artmasıyla birlikte, Batı üniversitelerinde Çin uzmanlarının sayısı da artmaya başladı. Bu uzmanların hemen hepsinin ortak görüşü, Çin’in 1978’den bu yana ideolojiyi değil; üretimi merkeze alması, başarısının altında yatan temel nedendir. Kısaca, Mao gücü silah namlusunda görürken, Çin’in 1978 sonrası lider kadrosu gücü cüzdanda görüyor.
Princeton Üniversitesi Ekonomi profesörlerinden Gregoy Chow, Çin’in pragmatik politikalar izlemesini dört sebebe bağlıyor. Bunların başında, Maolu dönemde yaşanan siyasî ve ekonomik çalkantıların olumsuz sonuçları var. 1958 yılındaki “Büyük İleri Atılım” ve sonrasında yaklaşık 25 kişinin ölümü ile sonuçlanan 1961 Kıtlığı ve ardından, 1966-76 yılları arasında yine Mao’nun başlattığı Kültür Devrimi, ülkedeki sosyal ve ekonomik krizi iyice derinleştirdi. Ülkede başlayan sosyal ve ekonomik çalkantının özellikle nüfusun çoğunun yaşadığı kırsal kesimde kendini göstermesi ve Mao’nun 1976 yılında ölmesi, parti içinde muhalif kadroların güç kazanmasına yol açtı. Kültür Devrimi ile diskalifiye edilen Deng Xiaoping ve diğer pragmatistler, partideki konumlarını zamanla tekrar kazandılar. 1978 yılı ise, Mao yanlılarının iktidarlarının son yılı oldu.
İkinci neden ise uzun yıllar takip edilen planlamaya dayalı ekonomik politikaların başarısız olmasının rejimi yeni alternatif modellere yöneltmesi ve bunu da Deng yanlılarının sunmuş olması. Üçüncü neden de Deng’in savunmuş olduğu ekonomik politikaların Tayland, Güney Kore, Hong Kong ve Singapur’da başarılı olması. Dördüncü ve son neden ise halkın reformlara desteği.
 
“Kedi Fareyi Yakaladığı Sürece Kedinin Beyaz ya da Siyah Olması Fark Etmez”
Peki Çin’de uygulanan bu reformlar niye başarılı oldu? Başta Chow olmak üzere diğer Çin uzmanlarına göre bunun belli başlı beş sebebi var. Bunların başlıcası, Çin’in lider kadrosunun pragmatik olması ve ideolojik kısıtlamaları dikkate almamalarıdır. “Fareyi yakaladığı sürece kedinin siyah ya da beyaz olması önemli değildir” diyen Deng, bu pragmatizmin mimarıdır. İkinci neden ise, izlenen politikaların rejimin kendisine özgü nedenlerden dolayı bir modelinin (blueprint) olmaması, daha çok deneme yanılma yoluyla uygulanması. Merkezci ekonomik bir anlayış bir kenara itildi ve bölgelere göre farklı modeller izlendi. Çin’in bir bölgesinde uygulanan ekonomik politikalar, eğer başarılı olmuşsa bu diğer bölgelere taşındı. Üçüncü neden ise, plânlı ekonominin ve Kültür Devrimi’nin hem halk üzerinde, hem de Komünist Parti yöneticileri üzerinde ideolojik aşırılığı kaldırmış olması. Bu değişimi, Çin Komünist Partisi eski lideri Zhao Ziyang söyle anlatır: “Kültür Devrimi, Çin’e büyük zararlar verdi ama birçok ideolojik kısıtlamalardan kurtulmamıza yardımcı oldu.” Dördüncü neden ise, reformlar sırasında ülkede siyasî istikrarın olmasıdır. Parti içinde izlenen politikalar konusunda Mao yanlılarının saf dışı bırakılması ve alternatif ideolojik bir grubun olmaması reformların hayata geçirilmesini kolaylaştırdı.
 
Neler Değişti?
Şimdi 1978’den bu yana Çin’de ekonomik alandaki bazı gelişmelere bakalım. İlk göze çarpan şey, kamu iktisadî teşekküllerinin ekonomideki payının giderek azalmasıdır. Economist dergisinin ülke ekonomi bilgi bankasına göre, endüstri alanında devlet şirketlerinin payının giderek düşmeye başlamasına karşın, yerel kolektif şirketlerin, özel sektörün ve yabancı şirketlerin üretimdeki payı belirgin olarak arttı. Meselâ, özel sektöre ve yabancılara ekonominin açılması sonucu ülkenin aldığı direkt yabancı yatırımların miktarı 1978’de 0 (sıfır) iken, 2002 yılında bu rakam 60 milyar dolara çıktı. Bu miktarın önemli bir bölümü de komşu ülkelerde ve ABD’de yaşayan ve siyasî istikrar altındaki ülkede bulunan ucuz iş gücünden yararlanmak isteyen Çin asıllı iş adamları oldu. Çin asıllı yatırımcıların anavatana yaptığı yatırımlar, hem daha kalıcı hem de yüksek miktarda oldu.
Yaşanan ekonomik büyüme halk üzerinde de olumlu etkiler bıraktı. 1978’de, fakirlik sınırının altında yaşayan halkın oranı %60 iken, bu oran 2000’lerde %20’lere geriledi. Çin’de, özellikle özel ve kamusal işletmelerde yönetici pozisyonlarının oluşturduğu bir orta sınıf gelişmeye başladı. Ayrıca, kişi başına düşen millî gelir 1978’den günümüze kadar her 10 yılda dörde katlandı.
Tüm bu olumlu gelişmelere rağmen ülkeyi bekleyen sorunlar da yok değil. Öncelikle rüşvet ve özelleştirme programı sonucu artan işsizlik, bunların başında geliyor. Özellikle üretime dayalı büyüme programları sonucunda, tarım alanında çalışanlarla şehirde endüstri alanında çalışanlar arasındaki ekonomik eşitsizlik artmaya başladı. Kırsal alandaki huzursuzluk bu yılki ekonomik programa alındı ve yatırımların önemli bir bölümü kırsal alanlara kaydırıldı. Diğer bir sorun da, Çin’in endüstrisinin ucuz emek gücüne dayalı olması. Yüksek teknoloji alanındaki sanayi kollarında, Çin bir hayli geride. Çin’in büyümesinden ve dünya gücü olmasından çekinen ABD, Çin’e yüksek teknoloji konusunda ambargo uyguluyor. Tekstil ve ucuz iş gücü gerektiren bir endüstrinin yerini yüksek teknoloji gerektiren bir endüstriye bırakması, Çin’i bekleyen en büyük ekonomik sorun olarak görünüyor. 1978’den bugüne kadar Çin’in ekonomisindeki gelişmelere baktığımızda, bunun göz kamaştırıcı olduğunu görmezlikten gelemeyiz. Büyümeye dayalı siyasî ve ekonomik bir politika izleyen Çin’in başarısı, pek çok gelişmekte olan ülkenin de ilgisini çekmektedir. Bunların başında, Soğuk Savaş döneminde Bağımsızlık Hareketi’nin başını çeken sosyalist Hindistan ve eski komünist Rusya gelirken Türkiye’de de benzer bir trendin ipuçlarını görüyoruz.

Paylaş Tavsiye Et