Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Dosya
Siyasette liberalleşme yok: Doğu Türkistan sorunu
Ali Osman Çalışkan
DOĞU Türkistan, Çin Halk Cumhuriyeti’nin kuzeybatı kısmında, 1.647.000 km2 yüzölçümü ile sadece özerk bölgelerin değil, Çin’in bütün idarî birimlerinin de en büyüğü. Doğu Türkistan halkı, bölgenin Çin-Mançu devleti tarafından işgal edildiği 1759’dan bu yana iki yüzden fazla silahlı ayaklanma başlattı ve üç bağımsızlık girişiminde bulundu. 1863’te “Doğu Türkistan İslâm Devleti” kuruldu. Bu devlet; Osmanlılar, İngiltere ve Rusya tarafından resmen tanınmasına rağmen ömrü kısa oldu ve 1876 yılında Çin-Mançu devletince yeniden işgal edilen Doğu Türkistan, 1884’te Çince’de ‘yeni sömürge’, ‘yeni sınır’, ‘yeni kazanılan yer’ anlamlarına gelen “Sincan” adıyla Çin İmparatorluğuna bağlandı. Komünist Çin Kuvvetleri, 1949’da Stalin’in de onayı ile Doğu Türkistan’a girerek bölgeyi işgal etti. 1955’te bölge Şincang (Xinjiang) Uygur Özerk Bölgesi adıyla Çin Halk Cumhuriyeti’nin beş özerk bölgesinden biri haline geldi. Nisan 1990’da Barın ve Şubat 1997’de Gulca vilayetindeki Yining ayaklanmasından sonra Çin yönetimi bölgeye yönelik baskı politikalarını iyice sertleştirdi. Doğu Türkistan ve Çin Türkistanı gibi kullanımları, Çin egemenliğini tartışma konusu yapabilecek dış tarihsel bağları ima ettiği için reddeden Çin, bu tutumunu daha ileri götürerek Tayvan’la resmi ilişki kuran devletlere karşı takındığı olumsuz tavrı Doğu Türkistan terimini kullanan devletlere karşı da takınıyor.
BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği Komisyonu’nun, AB Parlamentosu’nun, İnsan Hakları Gözlem Örgütü’nün ve diğer pek çok kuruluşun resmî raporları ve kararları ile tescil edilmiş olduğu üzere; Pekin yönetimi, Doğu Türkistan’a Çinli göçmen yerleştirme, zorunlu doğum kontrolü, dinî-kültürel baskı, Uygur ve Kazaklara yönelik etnik ayrımcılık politikaları izliyor. Keyfî tutuklamalar ve toplu infazlarla, muhalefet sert bir biçimde bastırılıyor. Bölge halkı Doğu Türkistan’dan çıkan doğal kaynaklardan da yararlanamıyor. Doğu Türkistan, zengin doğal gaz ve petrol rezervlerine sahip. Batılı uzmanlar, 8,2 milyar ton ham petrol ve 2,5 milyon metre küp doğalgazı ile bölgenin zenginliğinin Suudi Arabistan’ınki kadar büyük olduğu görüşünde. Çin’in kömür rezervinin yarısı da Doğu Türkistan’da bulunuyor. Pekin yönetimi, Uygurların ve Kazakların yaşadığı Lop Nor bölgesinde 1964’ten bu yana 11’i yeraltında olmak üzere toplam 46 nükleer deneme gerçekleştirdi. Bu denemeler doğal dengeyi bozarken bölgedeki insanların sağlığını da tehdit ediyor.
Çinlilerle derin tarih, kültür, din ve dil farkı olan bölge halkı, anavatanlarında kendi kaderlerini tayin hakkı talep ediyor. Tibet muhalefetinin aksine, Doğu Türkistanlılar Dalai Lama gibi karizmatik bir lidere sahip değiller ve daha örgütsüz olmalarının yanı sıra dünyanın pek çok ülkesinde (Türkiye, Kazakistan, Kırgızistan, Pakistan, ABD, Belçika, Almanya, Suudi Arabistan, Avustralya) dağınık olarak bulunuyorlar.
SSCB dağıldıktan sonra Doğu Türkistan, komünizm altında yaşayan tek Müslüman halk olarak görülmeye başlandı. Orta Asya cumhuriyetlerinin bağımsızlıklarına kavuşmasından sonra, İslam dünyasının dikkati Uygurlar üzerine çevrildi. Uygur ve Tibet muhalefetlerinin, Çin rejimine karşı ortak mücadele yapma konusunda anlaşması, bu işbirliğinin bir göstergesi olarak Tibet’in dinî lideri Dalai Lama’nın, Çin yönetiminin Şubat 1997’de uyguladığı baskıcı politikayı şiddetle kınaması, Doğu Türkistanlıların hareket alanını ve etkinliğini artırdı. Buna karşılık Çin yönetimi de Doğu Türkistan muhalefetini Batı kamuoyunda sevimsiz kılmak için İslamî köktenci bir hareket olarak tanımladı.
1952’de Doğu Türkistanlı mültecilerin Türkiye’ye gelmesiyle mesele, Türkiye’nin gündemine girdi. 1995’te İstanbul Sultanahmet’te bir parka, Doğu Türkistan muhalefetinin simgeleşmiş ismi İsa Yusuf Alptekin’in adının verilmesi kamuoyunun dikkatini Doğu Türkistan meselesine çevirdi. 1996’ya kadar Türkiye, Doğu Türkistan’dan yana bir tavır sergilemişken bu tarihten itibaren Çin ile iyi ilişkiler kurma yönündeki tercihe uygun olarak durum değişti. Şubat 1999’da Başbakanlık, Türkiye ve Çin arasında ciddi sorun yaratan Doğu Türkistan ile ilgili gizli bir genelge yayımladı. Mesut Yılmaz’ın başbakanlığı döneminde devletin tüm birimlerine gönderilen genelgede, bu bölgenin Çin’in toprak bütünlüğü içinde değerlendirilmesi gerektiğine işaret edilerek, Doğu Türkistan adına faaliyet gösteren vakıf ve derneklerin toplantılarına herhangi bir bakan veya devlet görevlisinin kesinlikle katılmaması gerektiği söyleniyordu. Yine Ekim 1999’da İstanbul’da gerçekleştirilen operasyonlarda, Doğu Türkistan Kurtuluş Örgütü üyesi 10 kişi, Çin hedeflerine karşı saldırılara giriştikleri iddiasıyla tutuklanıyordu.
Çin Cumhurbaşkanı Jiang Zemin’in Nisan 2000’deki ziyareti ile Ankara ve Pekin ilişkileri yeni bir eksene oturdu. İki ülke arasında ekonomi, enerji ve siyaset alanlarında anlaşmalar imzalandı. Ortak bildiride ise “insan haklarına, toprak bütünlüğüne, içişlerine saygı duyulması, küreselleşme ve siyasi çok kutupluluk kapsamında bunalımların engellenmesine katkıda bulunulması, silahların kontrolü, silahsızlanmada eşgüdüm içinde olma, terörizm, ayrılıkçılık ve dinsel fanatizme karşı ortak mücadele yapılması” konusunda uzlaşmaya varıldı. Böylece Doğu Türkistan sorunu Pekin’in lehine çözülmüş oldu. Her ne kadar insan haklarına atıfta bulunuluyorsa da, Doğu Türkistan’daki Uygur Türklerinin her türlü faaliyeti ortak bildirgede terörizm, ayrılıkçılık ve dinsel fanatizm düzeyine indirgendi. 11 Eylül ortamını da kendi lehine değerlendiren Çin, ABD’nin “küresel terörizmle” savaşına tam destek verdi. Bunun karşılığı olarak da Nisan 2002’de ABD Dışişleri Bakanlığı’nca yayımlanan yıllık küresel terörizm raporunda, Doğu Türkistan İslamî Hareketi ve Doğu Türkistan İslam Partisi terörist örgütler listesine alındı. Bu karar başta Uluslararası Af Örgütü olmak üzere birçok insan hakları kuruluşu tarafından tepkiyle karşılandı. Zira bizzat ABD Dışişleri Bakanlığı 2003 yılı İnsan Hakları Raporu’nda da belirtildiği üzere, Doğu Türkistan’da din ve inanç, düşünce, ifade, basın, örgütlenme ve toplantı özgürlükleri ağır bir biçimde ihlal edilmeye devam ediyor.

Paylaş Tavsiye Et