Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Dosya
Köle gemisinden uzay gemisine: Küreselleşme ve marjinalleşme arasında Afrika
Ali A. Mazrui
AMERİKA’DA ziraat ve Avrupa’da endüstri devrimlerinin ortaya çıkışı bir yandan küreselleşmenin, diğer yandan da Afrika’nın marjinalleşmesinin kaynağını teşkil eder. Zira bu devrimler kısa süre içinde Batı için muazzam bir kaynak ihtiyacını beraberinde getirdi. Zengin insan gücü, hammadde ve yer altı kaynakları ile Afrika, kapitalizm ile ortaya çıkan bu ihtiyacı karşılayabilecek en mümbit coğrafya olarak temayüz etti. Afrika’dan Avrupa’ya ve Amerika’ya köle gemileri ile milyonlar taşındı. Siyahî insanların Batı kapitalizmine hizmet amacıyla Afrika’dan ayrılmaya ve diğer kıtalara yayılmaya zorlanması bile tek başına henüz yeni yeni filizlenen küreselleşmenin bir parçası sayılmalıdır.
Toprak açlığının hâkim olduğu dönemde ise Batı, köle gemileri yerine gambotları devreye soktu. Sonradan bu dönem emperyalizm ve gambot diplomasisi diye adlandırılacaktı. Batı, Afrika’nın çocuklarından vazgeçmiş görünüyordu. Ama bu sefer Afrika’nın topraklarını sömürgeleştirdi. Ana gaye, Batı’nın üretim sektörü için elzem olan Afrika’nın hammaddelerine erişmekti.
Akabinde yer altı madenlerinin önem kazandığı yeni bir dönem başladı. Afrika’nın yer altı madenleri Batı’nın sadece ekonomisi için değil, teknolojisi için de hayatî bir rol oynamaktaydı. Belçika Kongosu’ndan çıkarılan uranyum ilk atom bombasını üreten Manhattan Projesi’nde kullanıldı. Afrika’nın dünya rezervlerinin %90’ına sahip olduğu kobalt gibi diğer madenler, jet motorlarının vazgeçilmez unsuru haline geldi.
Neticede Batı’nın kontrol ettiği küresel kapitalizm büyüdü, büyüdü ve artık uzaya gemi (mekik) gönderir düzeye erişti. Afrika ise, sahillerine yanaşan ilk köle gemisinden bu yana, küreselleştiği ve kapitalist küreselleşmeye katkıda bulunduğu nispette fakirleşti ve marjinalleşti.
Afrika’nın Soğuk Savaş’taki yeri bir diğer küreselleştirici tecrübe oldu. Ama bu defa marjinalleşme geçici olarak bertaraf edilebildi. İki süper güç arasındaki rekabet, bir nebze de olsa, Afrika’nın küresel stratejik değerini artırdı ve BM’de, UNESCO’da, İngiliz Milletler Topluluğu’nda ve pek çok başka forumda Afrika’ya ağırlık kazandırdı. Afrika’nın marjinalleşmesini tekrar başlatan şey ise Soğuk Savaş’ın sona erişi oldu.
Bu tersine küreselleşme Afrika açısından kısmen olumlu bir gelişme olarak da görülebilir. Zira Soğuk Savaş’ın sonu Fransızların Afrika’daki kolonilerinin bağımsızlıklarını kazanmalarının ikinci safhasını başlattı. Bu, Fransa’nın Afrika’da kurmuş olduğu gayri resmî imparatorluğunun tedricen küçülmesi demekti.
Tersine küreselleşmenin olumsuz yönü ise, Afrika’nın dünya üzerindeki marjinalleşmesinin daha da artmasıdır. Aslında, Soğuk Savaş’ın sonunun Afrika açısından en kötü sonucu, aşağıda belirtilen faktörler çerçevesinde Afrika’nın daha önce hiç olmadığı kadar marjinalleştirilmesidir de diyebiliriz:
• Afrika, kendisini büyük güçler nezdinde değerli kılan stratejik önemini kaybetti.
• Afrika, dünya politikasındaki ve BM’deki sosyalist dostlarını yitirdi; Varşova Paktı’nın önceki üyeleri, şimdi Üçüncü Dünyacı politikaları desteklemektense Batı’nın gözüne girmeye çalışmaktalar.
• Afrika, BM Genel Kurulu’nun üçte birine tekabül eden sayısal avantajını kaybetti. 1990’dan bu yana sadece ikisi Afrika’dan olan (Namibya ve Eritre), çoğunluğunu ise Sovyetler Birliği, Yugoslavya ve Çekoslovakya’nın eski üyelerinin oluşturduğu yirmi kadar ülke BM’de koltuk sahibi oldu.
• Soğuk Savaş’ın sonu, daha önce Batı’nın düşmanı olan ülkeleri, Batı’nın kaynaklarından faydalanma hususunda Afrika’nın rakibi haline getirdi. Dış yardımlar ve yatırımlarda, Afrika’ya nazaran, eski Varşova Paktı üyelerine öncelik verildi.
• Çin ve Vietnam’da “piyasa Marksizmi”nin yükselişi bu ülkeleri, Batı’nın eski Afrikalı dostlarının zararına, Batılı kaynaklar için cazip kılmaya başladı.
• Benzer şekilde, Sovyetler Birliği’nin dağılması ve Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte liberalleşmesini hızlandıran Hindistan da, daha önce olmadığı kadar Batılı yatırımcılar için önem kazanmaya başladı ki, bu da dikkatlerin Afrika’dan uzaklaşmasının bir diğer nedeni oldu.
• Soğuk Savaş’ın sona ermesi, Batı’nın “aydınlanmış şahsî menfaatleri” çerçevesinde geliştirilen dış yardım anlayışını da kökten değiştirdi. Yasama kurumları artık çok daha az miktarda dış yardım için hükümetlere yeşil ışık yakıyorlar. Zira kendisi ile rekabete girecekleri bir Sovyetler Birliği’nin artık olmaması, dış yardımı bu merkezler için anlamsız kılıyor.
• Soğuk Savaş’ın sona erişi Afrika’nın eğitim sistemindeki uluslararası unsurun artmasına da bir ket vurdu. Soğuk Savaş’ın sürdüğü yıllarda Afrikalı öğrenciler Moskova, Prag, Varşova, Budapeşte ve Belgrad’da eğitim görebiliyorlardı. Şimdi buralarda eğitim gören Afrikalı öğrencilerin sayısında çok ciddi bir azalma var.
• Aynı şekilde, Afrika üniversitelerinde ders veren Çek, Macar ve Polonyalı öğretim üyelerine ve Batılı öğretim üyelerinin Afrika’da ders vermesini özendirici fonlara artık rastlanmıyor.
• Soğuk Savaş’ın sona erişi nasıl Batı’nın dış politika vizyonundaki bir köşe taşının ortadan kalkması anlamına geliyorsa, aynı şekilde Afrika’nın da dış politika vizyonunda benzer bir boşluğa neden oldu. Bağlantısızlar Hareketi her ne kadar Soğuk Savaş sonrası dönemde varlığını koruyorsa da, bu dönemden sonra ‘bağlantısızlığın’ Afrika için ne ifade ettiği artık tartışmalı.
• Tıpkı İkinci Dünya Savaşı’nda Batı’nın nazizm ve faşizme karşı zaferinin sol tandanslı partilerin hızla yükselmesine yaradığı gibi, Batı’nın komünizme karşı kazandığı zafer de uluslararası gelişmelere ve fakir ülkelere daha az duyarlı sağ partilerin güç kazanmasını sağladı. Dahası, İngiltere’deki İşçi Partisi örneğinde görüldüğü gibi pek çok sol parti sağa kaydı.
• Son olarak, Soğuk Savaş’ın sona ermesi Fransa’nın Afrika’ya yönelik olumlu politikalarının zayıflamasına ve eski sömürgelerine yaptığı malî yardımların azalmasına neden oldu.
Peki uluslararası camianın Afrika’ya yardım babında yapabileceği neler var? Şu anda her ne kadar bu yönde fazla bir istek ve arzu görülmüyorsa da amaçları belirtmekte fayda var:
• Afrika’nın özgüvenini yeniden kazanabilmesi için tüm Afrika’ya hitap edebilecek kuşatıcılıkta kurumların kurulması ya da var olanların güçlendirilmesi;
• Afrika’da demokratikleşme yönündeki ulusal temayüllerin teşvik edilmesi ve özgür medya ile seçimlerin gözlemlenmesi gibi araçlarla kurumsallaşmanın desteklenmesi;
• Afrika’nın geleneksel Batılı dostlarının yanı sıra, Japonya, Tayvan, Çin ve Güney Kore gibi maddî açıdan yardım sağlayabilecek ülkeleri de içeren küresel bir Afrika koalisyonunun oluşturulması.
“Köle gemisinden, uzay gemisine” işte bu hikayeyi özetlemektedir. Ne var ki, şunu belirtmekte fayda var: Köle ticareti küreselleşmenin başlangıcı olarak algılanırken, uzay gemisi, tanımı gereği, küreselleşme-sonrasını sembolize eder. Uzay gemisi bizi kürenin dışına taşır. Gerçekten de kürenin dışına gitmek istiyor muyuz? Ya da şunu soralım: “Biz gerçekten küreselleşmek istiyor muyuz?” Küreselleşmek ya da küreselleşmemek. İşte bütün mesele bu.

Paylaş Tavsiye Et