Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Dünya Siyaset
“Lübnanlaşma”ya direnen Lübnan
Ebru Afat
1975-90 yılları arasında Hıristiyan, Şii, Sünni ve Dürzi grupların güç mücadelesinin yol açtığı kanlı bir iç savaşa sahne olan Lübnan’ın eski başbakanı Refik Hariri’nin 14 Şubat’ta korkunç bir suikasta kurban gitmesiyle başlayan gelişmeler, 29 yıldır bu ülkeyi kontrol eden Suriye’yi köşeye sıkıştırma sürecine dönüştü. 1976’da Pan-Arabist Hafız Esad liderliğindeki Suriye, Hıristiyanların isteği, ABD ve Fransa’nın da onayıyla Lübnan’a 45 bin asker göndermişti. Bugünse ılımlı olarak nitelenen oğul Beşar Esad liderliğindeki Suriye, ABD ve Fransa’nın baskısı üzerine Lübnan’da kalan 14 bin asker ve 4 bin istihbarat görevlisinin tamamını geri çekmeyi kabul etmek zorunda kaldı.
ABD’nin, kendisine yönelttiği Irak’taki direnişi ve terörizmi desteklemek, kitle imha silahlarına sahip olmak gibi suçlamalara karşı, bölge ülkeleri ile Rusya ve AB’nin desteğini almaya çalışan Suriye, Hariri suikastı ile beraber manevra alanını yitirdi. Zira bu suikast, Lübnan halkı arasında Suriye’ye karşı zaten var olan hoşnutsuzluğun açığa çıkmasına ve ABD ile İsrail’in talepleri karşısında Suriye’ye verilen uluslararası desteğin geri çekilmesine yol açtı. Orta Doğu’daki eski nüfuz alanları üzerinde yeniden etkin bir güç haline gelmek isteyen Fransa, Suriye konusunda ABD ile birlikte hareket ederken, Suudi Arabistan ve Mısır da Suriye’yi yalnız bıraktı.
Akdeniz’in doğusundaki bu küçük ülke, yüzyıllar boyunca farklı inanca sahip insanların bir arada yaşadığı bir tarihî deneyime sahipti. Paralel uzanan dağ sıraları ve bunlar arasındaki izole edilmiş vadilerden oluşan topografyası, bu mozaik yapıyı derinleştiren en önemli faktördü. Bugünkü Suriye ve Lübnan, Osmanlı döneminde tek bir idarî birim altında yönetiliyordu. Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkıldığı 1918’de Levanten Devletler olarak adlandırılan Suriye ve Lübnan, Fransız mandasına verildi. Napolyon’dan beri bu bölgedeki Hıristiyanların koruyucusu rolünü üstlenen Fransa ise, Lübnan’da inanç temsiline dayalı bir siyasî sistem kurdu. İç savaşı sona erdiren 1989 Taif Anlaşması da bu yapıyı revize ederek devam ettirdi. Lübnan Anayasası’na göre parlamento tarafından seçilen cumhurbaşkanının Maruni Hıristiyan, başbakanın Sünni, meclis başkanının ise Şii olması gerekiyor. Hıristiyanlar ve Sünniler, Suriye’nin en büyük destekçileriydi. İlk önceleri Şiilere karşı çok sert tutum takınan Suriye, 1982’de Güney Lübnan’ı işgal eden İsrail’e karşı mücadeleleri sırasında onlara yardım etti. İsrail’in 2000’de geri çekilmesinden sonra Hıristiyanların çoğu ve Sünnilerin bir kısmı Suriye’nin varlığını gereksiz addetmeye başlarken, nüfus içindeki oranları da giderek artan Şiiler Suriye’nin en büyük destekçisi haline geldiler.
Hariri’nin öldürülmesinden sonra başkent Beyrut’ta Suriye karşıtı gösteriler düzenlenmeye başlamıştı. İyi giyimli gençlerin ön saflarda yer aldığı bu gösterilerde, Suriye güçlerinin geri çekilmesi ve cumhurbaşkanı ile başbakanın da istifa etmesi isteniyordu. Batı medyası bu gösterileri, Lübnan bayrağında yer alan sedir ağacı sembolünden hareketle, Sedir Devrimi olarak yaftaladı. Ancak göstericilerin Lübnan halkının bütününü temsil etmediğini söyleyen muhalif yazarlar ise protestocuların marka tutkusundan hareketle başka bir ismi tercih ettiler: Gucci Devrimi. Ekim 2004’te Refik Hariri’nin istifası üzerine göreve gelen Başbakan Ömer Karami, protestolar üzerine 28 Şubatta istifa ettiğini açıkladı. Orta Doğu’da bir Arap Baharı başladığına hükmeden Batı medyasına göre halk, gücünü göstermişti. İşte tam bu noktada Şiiler sahneye çıktı ve Lübnan’ın, çözülmesi ne kadar zor bir denklem olduğunu unutanlara bunu bir kez daha hatırlattılar. Şii milis gücü ve partisi Hizbullah’ın lideri Hasan Nasrallah’ın çağrısı üzerine 8 Martta Beyrut sokaklarını dolduran 500 binden fazla Şii, ABD’nin baskılarına karşı Suriye’ye destek verdi. Gösteri sırasında Lübnan halkına birlik çağrısı yapan Nasrallah, ABD ve İsrail’in Hizbullah’ın silahsızlandırılması talebini de yerine getirmeyeceklerini açıkladı. Bu tarihî gösteriden iki gün sonra da, Suriye’nin baskıları üzerine görev süresi Ekim 2004’te 3 yıl daha uzatılan Cumhurbaşkanı Emile Lahud, Ömer Karami’yi yeniden hükümeti kurmakla görevlendirdi.
1987’de yurtdışında bombalı bir saldırıyla öldürülen Başbakan Reşid Karami’nin kardeşi olan Ömer Karami’nin yeniden atanması, muhalefetin Lahud’a duyduğu tepkiyi daha da artırdı. Parlamento seçimlerinin yapılacağı Mayıs ayına kadar görevde kalacak bir ulusal birlik hükümeti kurmaya çalışan Karami’nin işi oldukça zor görünüyor. Zira Lübnan İlerici Sosyalist Partisi Genel Başkanı, Dürzi politikacı Velid Canbolat’ın başını çektiği muhalefet, tarafsız bir hükümetin kurulması, güvenlik şeflerinin değiştirilmesi ve Hariri suikastının uluslararası bir komisyon tarafından araştırılması talepleri yerine getirilmeden görüşmeye yanaşmıyor. 1977’de yine bir suikast sonucu hayatını kaybeden ünlü siyasetçi Kemal Canbolat’ın oğlu olan Velid Canbolat, işbirliği için Lahud’un istifasını da şart koşuyor. Ancak Lahud ,kesinlikle istifa etmeyeceği ifade etti. Fransa’da sürgünde yaşayan Hıristiyan lider Michael Aoun da Lahud’un istifa etmesine gerek olmadığını, zira bu parlamentoda yine bir başka Suriye yanlısının seçileceğini söyledi.
Bu arada uluslararası baskıdan kurtulmak isteyen Suriye de, ABD ve Fransa’nın öncülüğünde 2 Eylül 2004’te alınan 1559 Sayılı BM Güvenlik Konseyi Kararı uyarınca Lübnan’daki güçlerini geri çekme sürecini hızlandırdı. BM Orta Doğu Özel Temsilcisi Terje Roed Larsen’in Beşar Esad’la 12 Martta yaptığı görüşmenin ardından Suriye birlikleri, Lübnan’ın doğusunda yer alan Bekaa vadisinde toplanmaya başladı. Bu birliklerin bir bölümü Suriye’ye geri döndü. Ancak ABD, Suriye’nin çekilme için açık bir takvim vermediğini ileri sürüyordu. 22-23 Martta Cezayir’de düzenlenen Arap Birliği Zirvesi’nde Esad’la görüşen BM Genel Sekreteri Kofi Annan, Suriye liderinin, kendisine Nisanın ilk haftasına kadar geri çekilme sürecini tamamlama sözü verdiğini açıkladı.
Yakın tarihi, siyasî literatüre Lübnanlaşma terimini kazandıran çatışmalarla geçen Lübnan, şimdilerde bir kez daha o uğursuz günlere dönme korkusu yaşıyor. 19 Martta Beyrut’ta Hıristiyanların yaşadığı sitelerin yakınında patlatılan bomba yüklü bir araç, 11 kişinin yaralanmasına yol açmıştı. 23 Martta yine Beyrut’un Hıristiyanların yaşadığı bölgesindeki bir alışveriş merkezinde büyük bir patlama yaşandı. Yabancı uyruklu üç işçinin öldüğü ve çok sayıda kişinin yaralandığı patlamanın ardından muhalefet ve yönetim, Lübnan’ın güvenlik ve istikrarını bozmaya yönelik bu eylemler karşısında bütün tarafları sükunete davet etti. 24 Martta da Hariri suikastını inceleyen BM araştırma grubunun hazırladığı rapor yayımlandı. Beşar Esad ile Refik Hariri’nin geçen yıl 26 Ağustosta Şam’da yaptıkları görüşme esnasında Esad’ın Hariri’yi tehdit ettiği yönünde tanık ifadelerinin yer aldığı raporda, Hariri suikastının uluslararası bir komisyon tarafından kapsamlı bir şekilde araştırılması çağrısı yapılıyordu.
Yunan tanrılarının yaz aylarını Lübnan Dağları’nda geçirdikleri söylenir. Yunan tanrıları yine gelir mi bilinmez; ama olayların seyri önümüzdeki yazın Lübnan halkı için çok zor geçeceğini gösteriyor. Umarız Akdeniz rüzgarları Lübnan’dan sadece sedir ağaçlarının esintisini getirir...

Paylaş Tavsiye Et