Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Dünya Siyaset
İran-Irak ilişkilerinin geleceği
Hakkı Uygur
GEÇTİĞİMİZ ay Irak Başbakanı İbrahim Caferî on bakandan ve çok sayıda yetkiliden oluşan kalabalık bir heyetle Tahran’ı ziyaret etti. Daha önce iki kez ertelenen ve bölgesel ve küresel güçler tarafından dikkatle izlenen bu gezi halen ateşkes durumunda bulunan iki ülke ilişkilerinin hızlı bir şekilde gelişmesinin başlangıcı kabul ediliyor.
Bilindiği gibi İbrahim Caferî 1950 yılında Seyyit Muhammed Bakır Sadr tarafından kurulmuş, Irak’ın en eski İslamcı Şiî partisi olan Davet Partisi’nin lideri ve İran’a yakınlığı ile tanınıyor. Caferî, parti üyelerinin ölüm cezasına çarptırılmaları ve Ayetullah Sadr’ın idam edilmesi üzerine İran’a kaçmış ve Baas rejimi ile olan mücadelesini dokuz yıl boyunca Tahran’dan sürdürmüştü. Davet Partisi, iki yıl önce bir Cuma namazı çıkışı bombalı saldırı neticesinde öldürülen Ayetullah Muhammed Bakır el-Hekim liderliğindeki kitlesel Irak Yüksek İslam Devrimi Konseyi’nin aksine, aktif, küçük silahlı gruplardan oluşuyordu. Söz konusu grubun en önemli eylemlerinden biri yaklaşık beş yıl önce Saddam’ın veliahdı olarak kabul edilen Uday’a suikast düzenlenmesiydi.
Caferî’nin gündeminde iki ülke arasındaki sınır güvenliği ve ekonomik konular yer alırken, iki taraf açısından da çok hassas olan konuların başında 1975 tarihli Cezayir Anlaşması geliyor. Devrik İran Şahı Rıza Pehlevî ile Saddam Hüseyin arasında 1975 yılında Cezayir’de imzalanan anlaşma ile Irak, İran’ın Şattu’l-Arap üzerinde hak sahibi olduğunu kabul etmiş ve böylece açık sulara çıkış konusunda İran’a büyük bir taviz vermişti. Ne var ki, Saddam Hüseyin uygun deniz çıkışına kavuşabilmek ve bu jeopolitik çemberi kırabilmek için 1980’de İran’a, 1991’de de Kuveyt’e savaş açmasına rağmen istediği sonucu alamamış, aksine Irak’ın bugünkü duruma düşmesine neden olmuştu. İran, Cezayir Anlaşması’nın uluslararası hukuk açısından geçerli bir anlaşma olduğunu ve yeni rejimin bu anlaşmayı resmen kabul etmesi gerektiğini savunurken; Irak içindeki Allâvî gibi isimler bu duruma kesinlikle karşı çıkıyorlar. Öte yandan Iraklı Şii grupların önde gelen isimlerinden Abdulaziz Hekim geçtiğimiz aylarda İran’ın savaş tazminatı istemesinin bu devletin en temel hakkı olduğunu belirtmişti. Bilindiği üzere Kuveyt, Irak’ın petrol gelirlerinden düzenli olarak savaş tazminatı alırken, İran’a şu ana kadar herhangi bir ödeme yapılmış değil. İki ülke ilişkileri açısından özel bir yere sahip savaş tazminatı ve Cezayir Anlaşması konusunun yakın zamanda tekrar gündeme gelmesi bekleniyor.
 
Şii Kuşağı
Ayrıca Caferî’nin İran’ın dinî lideri Ali Hameney’i ziyaret etmesi de önemli bir işaret olarak değerlendiriliyor. Özellikle Körfez ve Batı basınında uzun süredir iki ülke arasında Lübnan’a kadar uzanan Şii kuşağı kurulduğu yönünde haberler göze çarpmakta. Hatta bu durum Irak’ın işgalinden sonra Körfez ülkeleri ile İran arasında adı konulmamış bir soğukluğun meydana gelmesine neden oldu. İran ve Körfez Arap ülkeleri arasındaki gerilim Birleşik Arap Emirlikleri’nin kendisine ait olduğunu iddia ettiği üç ada üzerinden sürdürülüyor ve bu konu mütemadiyen Arap Birliği ve KİK (Körfez İşbirliği Konseyi) tarafından gündeme getiriliyor. İran ile Irak arasında Şii ittifakı kurulduğu yönündeki eleştirilere cevap veren Irak Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari iki ülkenin arasında çok derin tarihî ve kültürel bağlar olduğunu belirterek, kimsenin iki ülke arasındaki yakınlıktan endişelenmemesi gerektiğini vurguladı.
Öte yandan iki ülke arasında imzalanan Basra-Abadan petrol boru hattı anlaşması son derece stratejik bir proje. Öyle ki, bu hattın yirmi beş yıl önce tesis edilebilmesi durumunda iki ülkenin ve bölgenin durumunun çok daha farklı olacağını iddia etmek abartı sayılmaz. Irak buradan ihraç ettiği ham petrol karşılığında İran’dan benzin satın alacak. Son anlaşma Irak petrolünün büyük bir bölümünün İran üzerinden uluslararası pazarlara ulaştırılması anlamına da geliyor. Aralarında Türkiye’nin de bulunduğu pek çok ülkeden ciddi oranlarda benzin ithalatı yapan İran’ın Irak’a benzin satmayı kabul etmesi ilginç bir yaklaşım. Son yıllarda enerji kavşağı olma hususunda büyük adımlar atan İran, benzer bir uygulamayı yakın geçmişte Hazar ülkelerine karşı da uygulamaya başlamıştı; ki bu adımlar bölgedeki boru hattı projelerine ciddi bir alternatif teşkil etmektedir. Yine İran, Pakistan ve Hindistan arasında inşa edilmesi düşünülen doğal gaz boru hattı da İran’ın giderek fiyatı ve stratejik önemi artan enerji alanında oynamak istediği rolü gözler önüne seriyor.
 
Arap Dünyası Şiileri Dışlıyor
Irak’la ilgili belirtilmesi gereken diğer bir husus, Necef ulemasının Irak’ta son haftalarda gerçekleşen patlamalarla ilgili sert bir açıklama yayınlamasıydı. Açıklamada, Arap ve İslam ülkelerinin çoğunun Irak’ta sivillere yönelik bombalı saldırıları kınamadığı gibi, bu ülkelerden bazılarının topraklarını teröristlerin kullanmasına izin verdiği belirtildi. Bilindiği gibi son üç ay içinde, özellikle Şii camileri ve Hüseyniyeleri etrafında gerçekleşen bombalı saldırılar sonucu yüzlerce sivil hayatını kaybetmiş durumda. Bu saldırıların Şiileri tahrik etmeye ve ülkeyi iç savaşa çekmeye yönelik olduğu bilindiğinden, şu ana kadar Şiiler herhangi bir misillemede bulunmadılar. Ancak özellikle Körfez ülkeleri tarafından desteklenen bu eylemlerin gün geçtikçe Şiilerin öfkesini daha çok çekmeye başladığı açık. Dolayısıyla, Arap dünyasının saldırılar karşısında tepkisiz kalmasının Şii Arapları İran’a daha fazla yakınlaştıracağı da şüphesiz. Şiiler kendilerini hedef alan bu saldırılara ABD güçleri tarafından bilinçli şekilde göz yumulduğunu, bunun anayasa çalışmalarında kendilerine baskı amacıyla gerçekleştirildiğini öne sürüyorlar. Ayrıca Şiilerin arasında, başta Bedir Tugayları olmak üzere, Şii milislerin yeniden silahlandırılmasına ve şehirlerin güvenliğinin kendileri tarafından sağlanmasına yönelik istekler artmaya başlamış durumda.

Paylaş Tavsiye Et