Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Dosya
AÇIK OTURUM / Teoman DURALI, Ahmet İNAM, Mustafa ÖZEL: “Din yoksa, medeniyet yoktur”
İlk olarak 18. yüzyıl Fransasında ortaya çıkmakla birlikte, son yıllarda düşünce dünyamızın başköşesine kurulan ‘medeniyet’ kavramını konuk ettik bu ay dergimize. Medeniyetten mi bahsetmeliydik, yoksa medeniyetlerden mi? Medeniyet bildiğimiz ‘kültür’ün başka bir adı mıydı acaba? Yoksa ele avuca sığmaz, kaypak bir kelime miydi ‘medeniyet’? Biz de bu soruları işin erbabına sormayı yeğledik. Bu sohbeti arkadaşımız M. Akif Kayapınar’ın ev sahipliğinde gerçekleştirdik.
 
M. Akif Ka­ya­pı­nar Me­de­ni­yet­le il­gi­li tar­tış­ma­lar­dan bi­ri de, me­de­ni­yet de­nen şe­yin ger­çek­ten var olup ol­ma­dı­ğı. Me­de­ni­ye­ti na­sıl ta­rif ede­riz; kar­şı­lı­ğı var mı, yok­sa in­san­la­rın üret­ti­ği bir kur­gu mu?
 
Özel Me­de­ni­yet bir­çok kav­ram gi­bi ön­ce­lik­le bir zih­nî in­şa. Bir ki­tap­ta oku­muş­tum ga­li­ba, gü­zel bir ben­zet­me ya­pı­lı­yor: 20. yüz­yıl­da bir Mu­se­vi’ye İs­lam me­de­ni­ye­ti­nin bir par­ça­sı olup ol­ma­dı­ğı­nı sor­sa­nız, her­hal­de asık su­rat­la “ne mü­na­se­bet!” di­ye ce­vap ve­rir. Ama ay­nı so­ru­yu 13. yüz­yıl­da En­dü­lüs’te sor­muş ol­say­dı­nız, bu se­fer ter­sin­den si­ze kı­za­bi­lir, “ne de­mek is­ti­yor­sun, baş­ka han­gi me­de­ni­ye­tin par­ça­sı ola­bi­li­rim ki!” der­di.
Bu bi­raz da in­san­la­rın ge­le­cek bek­len­ti­le­riy­le ala­ka­lı bir şey. Ben me­de­ni­ye­ti bir top­lu­mun ve­ya ar­dı­şık bir top­lum­lar di­zi­si­nin ha­zır­lı­ğı, do­na­nı­mı ola­rak al­gı­la­ma­ya yat­kı­nım. Bi­rin­ci­si, ta­bia­ta kar­şı do­na­nım; top­lu hal­de ya­şa­yan in­san­la­rın ta­bia­ta kar­şı ken­di­le­ri­ni do­nat­ma­la­rı, ha­zır­lık­lı ha­le gel­me­le­ri, ta­bi­at­la mü­ca­de­le­le­rin­de üs­te çık­ma­ya ça­lış­ma­la­rı… Bu da­ha çok in­san­la­rın alet yap­ma özel­lik­le­riy­le ir­ti­bat­lı bo­yu­tu. İkin­ci­si, di­ğer top­lum­la­ra kar­şı ha­zır­lık yap­mak­la il­gi­li; bu da önem­li öl­çü­de iş­bö­lü­müy­le, şe­hir­leş­mey­le fi­lan zir­ve­ye ula­şan bir du­rum. Bir de ölüm baş­ta ol­mak üze­re meç­hu­le kar­şı bir ha­zır­lık. “Ba­şı­mı­za ge­len ne ve ne­re­ye gi­de­ce­ğiz?” Bu da bir an­lam dün­ya­sı oluş­tur­mak­la il­gi­li. Do­la­yı­sıy­la me­de­ni­ye­ti, bir­bi­ri­ni ta­mam­la­ya­cak şe­kil­de, in­sa­noğ­lu­nun bi­lin­me­ye­ne, di­ğer top­lum­la­ra ve ta­bia­ta kar­şı bir ha­zır­lı­ğı ola­rak al­gı­la­ma­ya yat­kı­nım. Bu­nu so­mut bir çer­çe­ve­ye in­di­rir­sek, bir iş­bö­lü­mü, şe­hir­leş­me, top­lu­mun ha­ya­tı­nı sür­dü­re­bil­me­si için ida­rî or­ga­ni­zas­yon, bir bü­rok­ra­si ve bu­nun çok önem­li bir un­su­ru ola­rak ya­zı var. Bir­çok me­de­ni­yet ta­rih­çi­si ade­ta iki fak­tö­re in­dir­gi­yor du­ru­mu: Şe­hir ve ya­zı var­sa, ora­da bir me­de­nî du­rum var­dır. Bu­ra­yı bi­raz açar ve ör­nek­len­di­rir­sek, me­de­ni­ye­ti bel­ki şöy­le ta­nım­la­ya­bi­li­riz. Eğer bir an­lam dün­ya­sı -bu­nun ar­ka­sın­da bir din ya da Kon­füç­ya­nizm ben­ze­ri bir sos­yal fel­se­fe ola­bi­lir- var­sa, bu an­lam dün­ya­sı bir sos­yo-po­li­tik sis­tem­le bü­tün­le­şi­yor­sa, ora­dan bir me­de­ni­yet do­ğu­yor. Me­se­la Çin’i ele alır­sak, Kon­füç­yüs mi­lat­tan ön­ce 6. yüz­yı­lın or­ta­la­rın­da or­ta­ya çı­kı­yor; 2-3 yüz­yıl bo­yun­ca onun öğ­re­ti­le­ri bel­li bir coğ­raf­ya­da yay­gın­lık ka­za­nı­yor. Ba­kı­yo­ruz ki, mi­lat­tan ön­ce 200’ler­de, bel­ki bu­gün­kü Çin si­ya­sa­sı­nın bi­le ilk nü­ve­si olan Han dev­le­ti ku­ru­lu­yor. Ay­nı şe­kil­de Bu­da ben­zer bir dö­nem­de or­ta­ya çı­kı­yor; ek­sen ça­ğı de­di­ği­miz, mi­lat ön­ce­si 6. yüz­yı­lın or­ta­la­rın­da… Bir­kaç yüz­yıl bo­yun­ca Bu­da’nın fi­kir­le­ri ya da Bu­dizm şem­si­ye­si al­tın­da top­la­ya­bi­le­ce­ği­miz fi­kir­ler yay­gın­lık ka­za­nı­yor; son­ra Aso­ka dev­le­ti ku­ru­lu­yor. İran’da Zer­düşt öğ­re­ti­si ya­yı­lı­yor, ar­ka­sın­dan Sa­sa­ni si­ya­sa­sı ku­ru­lu­yor. Ke­za İb­ra­hi­mî pey­gam­ber­ler Or­ta Do­ğu’da, Yu­nan dü­şün­ce­si Ba­tı Ana­do­lu’da ve Yu­na­nis­tan de­di­ği­miz coğ­raf­ya­da… Yu­nan dü­şü­nür­le­ri­nin or­ta­ya koy­du­ğu fel­se­fî ve si­ya­sî gö­rüş­ler bir sü­re son­ra İs­ken­der dev­le­ti­ni ve ar­ka­sın­dan da Ro­ma’yı gün­de­me ge­ti­re­bi­li­yor. İs­la­mi­yet için de ay­nı şe­yi söy­le­ye­bi­li­riz; bel­li bir dün­ya gö­rü­şü or­ta­ya çık­tık­tan bir­kaç yüz­yıl son­ra çe­tin mü­ca­de­le­ler­le ge­niş bir coğ­raf­ya­da in­san­lar için bir ak­let­me tar­zı ve ay­nı za­man­da bir ko­lek­tif bi­linç, bel­ki da­ha ile­ri­si, bir or­tak vic­dan ha­li­ne gel­me­ye baş­la­yın­ca, Müs­lü­man­la­rın bü­yük çap­lı sos­yo-po­li­tik sis­tem­ler kur­ma­la­rı söz ko­nu­su ola­bi­li­yor. İki­si bü­tün­le­şin­ce or­ta­ya çı­kan şe­ye ve bu­nun, son­ra­sın­da olu­şan ben­zer ya­pı­lar­da­ki top­la­mı­na biz bu­gün me­de­ni­yet de­me­yi bir açık­la­ma tar­zı ola­rak uy­gun gö­rü­yo­ruz; yok­sa so­mut ger­çek­lik ola­rak geç­miş­te ya­şa­mış bir ‘İs­lam me­de­ni­ye­ti’ ve­ya her­han­gi bir ‘me­de­ni­yet’ söz ko­nu­su de­ğil. Bi­zim geç­mi­şi an­la­ma, an­lam­lan­dır­ma ve bu­ra­dan ken­di ge­le­ce­ği­miz için bir üs­lup çı­kar­ma, bir ha­re­ket nok­ta­sı bul­ma ara­yı­şı­mız ola­rak gö­rü­yo­rum me­de­ni­ye­ti. Me­se­la Tao­izm, Kon­füç­ya­nizm’e kı­yas­la bir an­lam dün­ya­sı oluş­tur­ma­ya da­ha el­ve­riş­li, me­ta­fi­zi­ği olan ve din der­ken kas­tet­ti­ği­miz ol­gu­ya da­ha uy­gun bir öğ­re­ti; ama bir sos­yo-po­li­tik sis­tem­le bü­tün­le­şe­mi­yor, onun için de me­de­ni­ye­te kat­kı­sı sı­nır­lı ka­lı­yor. Kon­füç­ya­nizm bir ah­lak fel­se­fe­si as­lın­da; dev­le­ti yö­net­me bi­çi­mi, ana­ya ba­ba­ya say­gı, kom­şu­lar­la iliş­ki­ler gi­bi dav­ra­nış ka­lıp­la­rı öne­ren bir sis­tem. An­cak sos­yo-po­li­tik sis­tem­le bü­tün­leş­ti­ği için, bir me­de­ni­yet vü­cu­da ge­ti­ri­yor.
 
Ka­ya­pı­nar “Bir in­san­lık me­de­ni­ye­tin­den mi, yok­sa me­de­ni­yet­ler­den mi bah­se­de­bi­li­riz?” di­ye so­ra­cak­tım; ama siz za­ten bir­den faz­la me­de­ni­yet ol­du­ğu­nu söy­le­di­niz.
 
Özel Ba­kış açı­sı­na gö­re de­ği­şir el­bet­te. Fark­lı me­de­ni­yet­le­rin or­tak nok­ta­la­rın­dan ha­re­ket­le bir in­san­lık me­de­ni­ye­ti de ta­sav­vur edi­le­bi­lir. Sa­de­ce ge­le­ce­ğe yö­ne­lik de­ğil; geç­mi­şi de bu şe­kil­de oku­mak müm­kün. Ba­zı yer­ler­de bi­zim me­de­ni­yet di­ye al­gı­la­dı­ğı­mız örün­tü­ler ne­re­dey­se bir ka­vim­le ya da bir ka­vim­ler top­lu­lu­ğuy­la bü­tün­le­şi­yor. Çin me­de­ni­ye­ti böy­le; ama Av­ru­pa me­de­ni­ye­ti onun gi­bi ho­mo­jen bir kav­min ese­ri de­ğil. İs­lam me­de­ni­ye­ti de­nin­ce, içi­ne Türk, Kürt, Arap, Fars, Ku­zey Af­ri­ka­lı top­lu­luk­lar ve­sai­re gi­ri­yor. Me­de­ni­ye­ti in­sa­noğ­lu­nun ta­bi­at­la ve di­ğer top­lum­lar­la mü­ca­de­le­sin­de ken­di­ni ha­zır­la­ma­sı ola­rak al­gı­lı­yor­sak, or­tak nok­ta­lar çok; ama an­lam dün­ya­sı­na, dün­ya gö­rü­şü­ne ge­lin­ce, ha­ya­ta ve ölü­me bir an­lam biç­me­ye ge­lin­ce fark­lı­lık­lar gör­me­ye baş­lı­yo­ruz.
 
Ka­ya­pı­nar Fark­lı­laş­ma­nın kay­na­ğı, bi­lin­me­ye­ne ve­ri­len ce­vap mı?
 
Özel Evet, me­de­ni­yet­ler ara­sın­da­ki fark­lı­laş­ma, meç­hu­le kar­şı ta­vır alış­la or­ta­ya çı­kı­yor.
Du­ra­lı Be­nim so­run­lar kar­şı­sın­da kes­kin ta­rif­le­rim var. Bi­rin­ci­si, kül­tür ile me­de­ni­ye­tin ay­rıl­ma­sı la­zım. Bun­lar iki ay­rı olay­dır. Kül­tür bü­tün in­san­la­rın or­tak ma­lı­dır. Ol­dum ola­sı in­san ne­re­de va­rol­muş­sa, üç şey bir ara­da ol­muş­tur; bun­lar ça­kı­şır­lar: Top­lum, dil ve inanç dü­ze­ni. İnanç dü­ze­ni­nin içe­ri­sin­de, in­sa­nın ih­ti­ya­cı­nı gi­der­mek üze­re do­ğa­dan al­dı­ğı mad­de­le­ri iş­le­me, di­ye ta­rif ede­bi­le­ce­ği­miz za­na­at var. İnan­cın çer­çe­ve­sin­de in­san­lar za­na­at­la­rı­nı yü­rüt­müş­ler­dir.
 
Özel Ho­cam, ik­ti­sa­dî dü­şün­ce ta­ri­hi ça­lı­şır­ken dik­ka­ti­mi çek­miş­ti: Me­zo­po­tam­ya’da ya da Ya­kın Do­ğu de­di­ği­miz alan­da bü­tün tan­rı­lar bi­rer mes­lek­le ir­ti­bat­lan­dı­rı­lır. Se­ma­vî din­ler­de de her pey­gam­ber ne­re­dey­se bir za­na­at­la ilin­ti­li­dir.
 
Du­ra­lı Za­na­at­sız top­lum müm­kün de­ğil; ol­ma­mış­tır, ol­maz. Top­lum­suz in­san müm­kün de­ğil­dir. Be­şer, ya­ni bi­yo­lo­jik bir var­lık ola­rak dün­ya­ya ge­li­yo­ruz. Ve dün­ya­ya gel­dik­ten son­ra za­ten in­sa­nın iki tür­lü baş­lan­gı­cı var. Bir, er­kek­le ka­dı­nın bir­leş­me­sin­den mey­da­na ge­len, döl­len­miş yu­mur­tay­la olu­şan in­san bi­yo­lo­ji­si; on­dan son­ra bu­nun dün­ya­ya gel­me­si. Doğ­mak ile dün­ya­ya gel­mek ay­rı şey­ler­dir. Doğ­mak, tek­rar edi­yo­rum, bir bi­yo­lo­jik olay­dır. Oy­sa dün­ya­ya gel­mek bi­yo­lo­ji­den sos­yo­lo­ji­ye ge­çiş­tir. Dün­ya­ya gel­dik­ten son­ra sos­yo­lo­jik­leş­me­ye baş­lı­yo­ruz; sos­yo­lo­jik bir var­lık olu­yo­ruz. Dün­ya­ya ge­len in­sa­nın be­şer­den ge­lip gel­me­di­ği onun bir dü­za­yak uzan­tı­sı olup ol­ma­dı­ğı hep tar­tı­şıl­mış­tır. Bu­ra­da ta­bii, inanç­lar işin içi­ne gi­ri­yor. Mad­de­ci­ler, di­ne kar­şı olan­lar, di­yor­lar ki; in­san as­lın­da be­şe­rin bir uzan­tı­sı­dır. İn­sa­nın özel­lik­le­ri onun be­şe­rî bi­yo­lo­ji­sin­de sak­lı dur­mak­ta­dır. Bu ka­nıt­lan­ma­mış, gös­te­ri­le­mez bir ha­di­se­dir; bir inanç­tır. Ben o inanç­ta de­ği­lim. Be­nim­ki­si de bir inanç­tır; in­san be­şer­le ya­şa­mak­la bir­lik­te, be­şer­le bir bü­tün oluş­tur­ma­sı­na rağ­men be­şer­den fark­lı­dır. İn­sa­nın fak­lı­lı­ğı, onun ta­ma­mıy­la do­ğa­dan ay­rı bir ya­pı­yı oluş­tur­ma­sın­da ken­di­ni gös­te­ri­yor. Do­ğa­dan ta­ma­mıy­la fark­lı olan bu ya­pı kül­tür­dür.
 
İnam Mü­da­ha­le iz­nim var mı efen­dim?
 
Du­ra­lı Efen­dim saç­la­rı­mı da yo­la­bi­lir­si­niz.
 
İnam Al­man idea­list­le­ri­nin ve­ya ro­man­tik­le­ri­nin ba­kı­şın­da ta­ri­hî var­lık ala­nı di­ye bir alan ay­rı­lı­yor. De­ni­yor ki, in­san hay­van­dan ta­ma­men fark­lı­dır; on­to­lo­jik ya­pı­sı bu­nu ge­rek­ti­ri­yor. O, ta­ri­he sa­hip ol­du­ğu ve hay­van­la­rın da bir ta­ri­hi ol­ma­dı­ğı için, in­san be­şer­den fark­lı­dır.
 
Du­ra­lı O gö­rü­şe ka­tıl­mı­yo­rum; çün­kü ora­da Hı­ris­ti­yan­lı­ğın çok et­ki­si var. Hı­ris­ti­yan­lık­ta in­sa­nın can­lı­lar­la hiç­bir ilin­ti­si yok; hal­bu­ki in­sa­nın bir ta­ra­fı, be­şer ol­ma­sı ha­se­biy­le, can­lı­dır ve can­lı­lar­la bir bağ­lan­tı­sı var­dır. Bu be­şer, öte­ki can­lı­lar­la bi­yo­lo­jik alt­ya­pı­yı pay­la­şır. Onun da öte­sin­de, can­lı ol­ma­yan var­lık ala­nı­nı bi­le pay­la­şır. Atom­la­rı, atom al­tı ta­ne­cik­le­ri, mo­le­kül­le­ri var ve bi­zim be­şer ya­nı­mız in­san ta­ra­fı­mı­zı et­ki­li­yor. Bu İs­lam’da çok açık ifa­de edi­lir: Nefs. İn­san­lık ya­nı­mız ge­liş­ti­ril­me­ye açık­tır. Va­ro­luş­çu­la­ra bu ba­kım­dan ka­tı­lı­yo­rum; in­san in­şa­cı bir var­lık­tır. Va­ro­luş­çu­lar­dan ön­ce ta­bii Kant’ı dü­şü­ne­rek söy­lü­yo­rum. Oy­sa be­şe­rin in­şa ta­ra­fı yok­tur.
 
İnam Ne­den? Şim­di tek­no­lo­ji iler­li­yor, gen­ler­le oy­nu­yor­lar…
 
Du­ra­lı O da bir in­şa­dır. Can­lı­nın ken­di ba­şı­na in­şa ka­bi­li­ye­ti yok­tur.
 
İnam Ne­den? Hüc­re­ye bir şey gir­di­ği za­man ken­di­ni sa­vu­nu­yor. Or­ga­niz­ma­nın ken­di­ni ko­ru­ma me­ka­niz­ma­la­rı var.
 
Du­ra­lı Onun için­de ya­zı­lı bu. Ona bu­nu ge­ne­ti­ği ver­miş­tir. Oy­sa in­san, ka­lı­tı­mı­na, ge­ne­tik ve­ri­le­ri­ne ay­kı­rı ya­şa­mak­ta­dır. Ne­re­den bi­li­yo­ruz? Def-i ha­cet­te, gi­dip de ol­du­ğu­muz ye­re yap­mı­yo­ruz; bu­nun için ay­rı bir ku­rum oluş­tur­mu­şuz. Acı­kı­yo­ruz, kal­kıp da bir bö­ce­ği ya­hut da ta­vu­ğu ol­du­ğu gi­bi ke­mir­mi­yo­ruz. Bü­tün do­ğal, za­ru­rî ih­ti­yaç­la­rı­mı­zı dö­nüş­tür­mü­şüz; bir tez­gah­tan ge­çir­mi­şiz. Hiç­bir ta­ra­fı­mız, fi­zi­ği­miz bi­le, do­ğal de­ğil. Do­ğal bı­rak­sak, aya­ku­cu­mu­za ka­dar sa­kal uza­ya­cak, sa­çı­mız bil­mem ne­re­ye ka­dar uza­ya­cak. Ta­bii ki in­sa­nın da­ha in­san­laş­mış kıs­mı ka­dın­dır. On­da en be­lir­gin özel­lik kıl­la­rı­nı kay­bet­me­si­dir. İn­san­laş­tı­ğı­mız öl­çü­de kıl­sız­la­şı­yo­ruz.
 
İnam Ya­ni be­şer ta­ra­fı­mı­zı et­ki­li­yor, öy­le mi?
 
Du­ra­lı Ka­dın, ben da­ha çok in­san­la­şa­ca­ğım, di­ye yap­ma­mış bu­nu. Bu­na Al­lah’ın ina­ye­ti di­ye­lim. Onu da­ha in­san ya­rat­mış; se­ni, be­ni da­ha az in­san ya­rat­mış. Ney­se, şu hal­de kül­tür in­sa­nın do­ğa dı­şı ya­nı­nın en bi­rin­ci te­za­hü­rü­dür. Onun bü­tün ya­pıp et­tik­le­ri kül­tür kav­ra­mı al­tın­da top­la­nır. Kül­tür or­tak­tır; bi­la kayd ü şart, bü­tün in­san­la­ra mah­sus­tur. İlk kül­tür di­ye bir şey yok; il­kel kül­tür di­ye de. Bu­ra­da ta­ri­hî­lik or­ta­ya çı­kı­yor. İn­sa­nın en önem­li özel­li­ği -bu­nu hem en açık şe­kil­de din­de, İs­lam’da, hem de kal­bu­rüs­tü fi­lo­zof­lar­da, bil­has­sa Kant’ta gö­rü­yo­ruz- onun ya­pı­sı iti­ba­riy­le hür ol­ma­sı­dır. Bu bir çe­liş­ki­ye, ay­rı­lı­ğa gö­tü­rü­yor bi­zi. İn­san hür ol­ma­ya mah­kum­dur, “ben hür de­ği­lim” di­ye­mi­yor­sun. İn­sa­nın üs­tü­ne yı­kıl­mış en bü­yük zor­luk bu­dur; çün­kü bir ter­cih­te bu­lu­nu­yor­su­nuz ve ter­ci­hin fa­tu­ra­sı­nı ödü­yor­su­nuz.
 
Özel Kur’an-ı Ke­rim’de “Dağ­la­ra, taş­la­ra tek­lif et­tik; kork­tu­lar, ka­bul et­me­di­ler” di­ye ni­te­le­nen ema­net hür­lük mü?
 
Du­ra­lı Evet hür­lük. İlk in­san top­lu­lu­ğu­na Al­lah, “Rab­bi­niz mi­yim?” di­ye so­ru­yor. Hür ol­ma­yan bi­ri­ne, kö­pe­ğe, ku­şa, zü­ra­fa­ya, ba­li­na­ya “şu­nu ya­par mı­sın, bu­nu is­ter mi­sin?” di­ye sor­mu­yor­sun. İn­sa­nın iç­gü­dü­le­ri, ha­ya­tı­nı tan­zim et­me­ye yet­mez. Ha­ya­tı tan­zim eden, o ge­ne­ti­ği ika­me eden ah­lak­tır. Ah­lak da hür­lü­ğe da­yan­mak­ta­dır. “Ben bu­ra­da­ki ku­ral­la­rı ka­bul et­mi­yo­rum ar­ka­daş” de­rim, ma­sa­nın üze­ri­ne çı­kar şı­kır şı­kır oy­na­rım. Sos­yal en­gel­ler ola­bi­lir; ama hiç­bir iç me­ka­niz­ma be­ni bu­ra­da dur­dur­maz. İlk kez On Emir’le bü­tün in­san­la­ra şa­mil bir ku­ral­lar di­zi­si çı­kı­yor ve ah­lak ora­da baş­lı­yor. Ön­ce­sin­de Bu­da­cı­lık­ta, Hin­du­luk­ta da bir şey­ler var; ama bel­li be­lir­siz. Kant’ın de­yi­miy­le, ger­çek ah­lak de­mek olan şart­sız buy­ruk­lar di­zi­si, ka­te­go­ri im­pe­ra­tif­ler, din ile gel­mek­te­dir. Bu­ra­dan yi­ne kül­tü­re dö­ner­sek, kül­tür bü­tün in­san­la­rın or­ta­ya koy­duk­la­rı bir olay­dır. İn­san­la­rın kül­tür­le­rin­de or­tak özel­lik­ler de gö­rü­yo­ruz: Alet yap­ma ve alet imal et­me. Za­na­at­ta ilk gör­dü­ğü­müz ha­di­se ateş­tir. Ateş­siz top­lu­luk yok­tur; ateş yak­mak da ola­ğa­nüs­tü bir de­ha ha­di­se­si­dir. Çok uzun sü­re in­san­lar ha­zır ate­şi kul­lan­mış­lar­dır; ama ateş­siz ya­pa­mı­yor in­san. Bi­rin­ci­si, yi­ye­ce­ği­ni pi­şir­mek zo­run­da. İkin­ci­si, ka­ran­lık, in­san için çok bü­yük bir kor­ku un­su­ru­dur; mut­lak su­ret­te ay­dın­lan­ma­sı, ısın­ma­sı ge­re­ki­yor. Ate­şin bu de­re­ce önem­li ol­ma­sı bü­tün ka­dim kül­tür­ler­de ken­di­ni his­set­ti­ri­yor. Me­se­la Türk­çe­de ocak ola­ğa­nüs­tü önem­li bir ke­li­me­dir. Hem ate­şin ya­kıl­dı­ğı, hem de o ate­şi kul­la­nan ka­nun­daş top­lu­lu­ğun bir ara­ya gel­di­ği odak­tır; yu­va, ev­dir. Türk­çe­de çok ağır bed­dua­lar ocak üze­ri­ne­dir; ağ­zın­dan yel al­sın, oca­ğı ba­ta­sı­ca, oca­ğın sön­sün gi­bi… Türk­çe gi­bi çok es­ki dil­ler­de ocak ke­li­me­si­ni bu­lu­yo­ruz. Ata oca­ğı, ba­ba evi bü­tün es­ki dil­ler­de or­tak­tır; özel­lik­le de olum­suz ik­lim şart­la­rın­da ya­şa­yan top­lum­lar­da. Türk­ler de As­ya’nın ku­zey­do­ğu­sun­dan çı­kıp gel­miş ol­duk­la­rı­na gö­re -ki ora­lar da çok so­ğuk yer­ler- da­ha bir önem ka­za­nı­yor ateş ve ocak. Ha­zır ate­şi kul­la­nı­yor­lar, ma­de­nî si­ni­ler içe­ri­sin­de tu­tu­yor­lar ve ate­şin sü­rek­li can­lı kal­ma­sı­na dik­kat edi­yor­lar. Ateş bir sön­dü mü…
 
Özel Ocak­la­rı sö­ner.
 
Du­ra­lı İkin­ci bü­yük icat av­lan­ma­dır. Av­lan­ma ile in­san bü­tün stra­te­ji­si­ni de­ğiş­ti­ri­yor. Leş­ten ken­di­ni kur­ta­rı­yor.
 
Özel Bun­la­rın hep­si kül­tü­rün par­ça­sı. Da­ha me­de­ni­ye­te gel­me­dik.
 
Du­ra­lı Bun­lar in­sa­nın ge­ne­ti­ğiy­le ve­ril­miş şey­ler de­ğil. Üçün­cü bü­yük icat, hay­van­la­rın eh­li­leş­ti­ril­me­si­dir. İlk eh­li­leş­ti­ri­len hay­van, kurt olu­yor. Da­ha son­ra kö­pe­ğe ge­çi­yor. Eh­li­leş­tir­mek­le ev­cil­leş­tir­mek ay­rı şey­ler. Eh­li­leş­tir­mek in­sa­nın hay­va­nı ken­di ih­ti­yaç­la­rı­nı gi­der­mek için ya­nın­da tut­ma­sı­dır. Ev­cil­leş­tir­mek bir­lik­te ya­şa­mak­tır. Bu bü­yük de­ği­şik­lik­ler­den son­ra in­san­la­rın ge­lip bir yö­re­ye yer­leş­me­si ve ni­ha­yet o yö­re­de eki­me baş­la­ma­sı, bel­li baş­lı iki yer­de olu­yor: Gü­ney­ba­tı As­ya’da Zag­ros Dağ­la­rı ile Bas­ra Kör­fe­zi ara­sın­da­ki in­ce bir ova şe­ri­di olan Elam böl­ge­si; Sü­mer­le­rin ora­ya yer­leş­me­si ve ora­da hu­bu­bat ek­me­le­ri…, bir de Do­ğu As­ya’nın iki ye­rin­de, Sa­rı Ir­mak’la Ye­ni­sey Ir­ma­ğı’nın de­ni­ze dö­kül­dü­ğü mın­tı­ka­da, mi­lat­tan ön­ce be­şin­ci bin­de yer­leş­me­ler olu­yor. Yer­le­şen in­san­lar ekim­le be­ra­ber top­lum do­ku­la­rı­nı de­ğiş­ti­ri­yor­lar; ar­tık mü­te­ca­nis, kan­daş top­lu­luk­lar ha­lin­de ya­şa­mı­yor­lar. Çe­şit­li soy­dan, çe­şit­li top­lu­luk­lar ge­lip yer­le­şi­yor­lar; gay­ri mü­te­ca­nis bir top­lum be­lir­me­ye baş­lı­yor. Top­lu­mun yer­leş­me­siy­le bel­li baş­lı üç ha­di­se­den bah­se­de­bi­li­riz: Bir, ik­ti­sat; ih­ti­ya­cı kar­şı­la­mak üze­re üre­tim yap­mak ve üre­tim­le tü­ke­tim den­ge­si­ni sağ­la­mak, üre­te­me­dik­le­ri­ni üre­ten­ler­den el­de et­mek ge­re­ki­yor. Bu­nun için üret­tik­le­ri­ni ih­ti­ya­cın­dan faz­la or­ta­ya ko­ya­cak­sın. Bu­ra­da ar­tı de­ğer de­di­ği­miz ih­ti­yaç faz­la­sı mal da or­ta­ya çı­kı­yor. Bu de­ğiş-to­kuş ara­cı ola­rak kul­la­nı­la­cak. İkin­ci­si, top­lum için­de hem ik­ti­sa­dı, hem de hu­ku­ku ayar­la­ya­cak, el eme­ği­ne da­yan­ma­yan, be­yin gü­cü ma­na­sı­na ge­len bir sı­nıf, hük­me­den­ler, ya­ni si­ya­set çı­kı­yor kar­şı­mı­za. Ni­ha­yet, dı­şa­rı­dan ge­len te­ca­vü­zü de­fe­de­cek bir sa­vun­ma, as­ker ih­ti­ya­cı or­ta­ya çı­kı­yor. Üre­ti­ci, si­ya­set­çi, as­ker; bu üç sı­nı­fın en üst dü­zey­de teş­ki­lat­lan­mış ha­li­ne dev­let di­yo­ruz; Me­di­ne. Bu­na baş­ka et­ken­le­ri de ek­le­ye­bi­li­riz; ile­ti­şi­min ne­sil­ler ara­sı ol­ma­sı­nı sağ­la­ya­cak ya­zı­nın ica­dı­nı me­se­la. Ama bu ge­nel ge­çer bir şey de­ğil. Kül­tür­süz in­san yok; ba­zı kül­tür­ler me­de­nî­dir, ba­zı kül­tür­ler me­de­ni­yet­leş­me­miş­tir. Her kül­tür me­de­nî de­ğil­dir; yer­leş­me, ik­ti­sat, hu­kuk ola­cak. Mül­ki­yet­le bir­lik­te bi­rey­leş­me son de­re­ce in­ce­li­yor. Bi­rey­lik kes­kin­le­şi­yor, kan­daş­lık or­ta­dan kal­kı­yor. Kan­daş bi­yo­lo­jik esas­lı top­lu­lu­ğun ye­ri­ni sos­yo­lo­jik ül­kü top­lu­lu­ğu alı­yor; ide­al­ler top­lu­lu­ğu. Bu ül­kü­leş­me ha­di­se­si me­de­ni­yet­ten me­de­ni­ye­te fark­lı­lık gös­te­ri­yor. En ül­kü­leş­miş me­de­ni­yet­ler fel­se­fî me­de­ni­yet­ler­dir.
 
Ka­ya­pı­nar Kül­tür­le me­de­ni­yet ara­sın­da de­re­ce far­kı mı var, yok­sa ma­hi­yet far­kı mı?
 
Du­ra­lı De­re­ce far­kı var.
 
Özel De­re­ce far­kı var ama di­ye­lim ki -30 olun­ca “su so­ğuk” di­yo­ruz +30 olun­ca da “sı­cak” di­yo­ruz. De­re­ce far­kı 60 olun­ca, ma­hi­yet far­kı or­ta­ya çı­kı­yor. De­re­ce far­kı bir yer­den son­ra ma­hi­yet far­kı­na dö­nü­şü­yor.
 
Ka­ya­pı­nar Bu­nu şu­nun için söy­lü­yo­rum. Me­de­nî­le­şe­me­miş ve­ya me­de­ni­ye­te dö­nü­şe­me­miş kül­tür­ler, eğer ha­ri­cî şart­lar el­ver­sey­di, önün­de so­nun­da me­de­nî­le­şe­cek­ler­di…
 
Du­ra­lı Irk­çı de­ğil­sek, “Al­lah ba­zı ka­vim­le­re üs­tün ni­te­lik­ler ver­miş­tir, on­lar me­de­ni­leş­miş­tir” gi­bi bir spe­kü­las­yo­na düş­mez­sek öy­le. Ba­zen ih­ti­yaç du­yul­ma­mış­tır. Ama­zon böl­ge­sin­de adam do­ğal şart­lar­da do­ğa­nın or­ta­sın­da ya­şı­yor; ateş yak­mı­yor. Ate­şe ge­rek duy­ma­mış. Ta­bi­i icat­la­rın kül­tür alış­ve­ri­şi ile çok ya­kın­dan il­gi­si var. Me­se­la me­de­ni­yet­leş­me­miş ol­mak­la be­ra­ber ola­ğa­nüs­tü de­ha kı­vıl­cım­la­rı sa­çan top­lum­lar var: Ku­zey kut­bun­da ya­şa­yan Es­ki­mo­lar. Be­nim adam­la­ra ak­lım er­mi­yor; san­ki bun­la­rın her bi­ri bi­rer Eins­te­in. Dün­ya­nın en ber­bat böl­ge­sin­de sen on bin yıl­dır ayak­ta kal. Ama on­lar me­de­ni­yet de­ğil; dev­le­ti, ik­ti­sa­dı, si­ya­se­ti yok. Pe­ki ge­ri mi bun­lar? Bak­tı­ğı­nız açı­ya bağ­lı. Grön­land’ın sa­hi­bi Da­ni­mar­ka bu adam­la­rı yer­leş­tir­di 1960’lar­dan iti­ba­ren, ev ver­di. Buz­do­lap­la­rı var; çok ko­mik bir şey. O gün bu­gün­dür in­ti­har nis­pe­ti ta­va­na vu­ru­yor. Uyuş­tu­ru­cu mad­de kul­la­nı­yor­lar. Ne­si iyi gel­di şim­di bu­nun? Ha­ni gü­zel olu­yor­du me­de­ni­yet?
 
Ka­ya­pı­nar Ho­cam siz, me­de­ni­yet ta­ri­hi üze­ri­ne ya da me­de­ni­yet­le kül­tür ara­sın­da­ki far­ka da­ir ne­ler söy­le­mek is­ter­si­niz?
 
İnam Ben Mus­ta­fa Bey’e ya­kın dü­şü­nü­yo­rum. Bu far­kın in­şa ol­du­ğu­nu dü­şü­nü­yo­rum. Teo­man Bey, in­sa­nın, baş­lan­gı­cın­dan gü­nü­mü­ze ka­dar ge­çir­di­ği saf­ha­la­rı açık­la­yan bir re­sim sun­du bi­ze. Bu su­nuş, Ba­tı’nın ken­di ta­ri­hiy­le, ha­yat tar­zıy­la il­gi­li ol­du­ğu için, me­de­nî olan­lar ve ol­ma­yan­lar şek­lin­de bir ay­rı­mı da içe­ri­yor. Bi­zim en önem­li prob­lem­le­ri­miz­den bi­ri, in­san­lı­ğın ta­ri­hi­ni Ba­tı ta­sal­lu­tun­dan, mo­no­po­li­sin­den kur­tar­mak ol­ma­lı. İn­san­lı­ğın ta­ri­hiy­le il­gi­li hi­kâ­ye­yi ar­tık ken­di­miz yaz­ma­lı­yız. Ta­bii ki ka­fa­dan ata­rak, ma­sa ba­şın­da otu­ra­rak de­ğil; ve­ri­le­re, kay­nak­la­ra da­ya­na­rak… Me­de­ni­yet de­di­ği­miz şey ne­re­den bak­tı­ğı­mı­za bağ­lı ola­rak de­ği­şi­yor. Me­de­ni­yet­le he­sap­laş­ma­yı, biz­den ol­ma­yan­lar­la sa­vaş­mak ola­rak an­lı­yo­ruz. As­lın­da bu ba­kış da yi­ne kar­şı çık­tı­ğı­mız dün­ya gö­rü­şü­nün olum­suz ta­raf­la­rı­na düş­me teh­li­ke­si ta­şı­yor; çün­kü me­de­ni­yet­le he­sap­laş­ma bi­zim geç­mi­şi­miz­den kay­nak­la­nan bir va­ro­luş, ken­di­mi­zi in­şa et­me ça­ba­sı. Üs­te­lik yal­nız bu­nu de­ğil; ay­nı za­man­da bü­tün dün­ya­yı, biz­den ol­ma­yan­la­rı da yo­rum­la­ma gay­re­ti­ni içe­ren bir şey. Me­de­ni­yet­le he­sap­laş­ma­mı­zı ken­di va­ro­lu­şu­mu­zu dü­şü­ne­rek bü­tün ge­ze­gen­de­ki ha­yat­la he­sap­laş­mak ola­rak dü­şü­nü­yo­rum. Me­de­ni­yet kav­ga­sı ta­ma­men in­san­lı­ğın ge­le­ce­ğiy­le il­gi­li; bi­zim ne­re­de du­ra­ca­ğı­mız so­ru­su­nu içe­ri­yor. Onun için ben Teo­man Bey’i çok tak­dir edi­yo­rum; çün­kü müt­hiş bir şey ba­şar­ma­ya ça­lı­şı­yor, bir teo­ri in­şa edi­yor. Biz bu fa­ali­yet­te çok geç kal­mı­şız; te­ori­le­ri hep baş­ka­la­rı­na bı­rak­mı­şız. An­cak “me­de­ni­yet kar­şı­sın­da na­sıl du­ra­lım?” so­ru­su bi­zi ken­di içi­mi­ze göm­me­me­li, ken­di­mi­zi aşı­rı abart­ma­ya, ha­ma­se­te it­me­me­li. “Biz za­ten ku­an­tum me­ka­ni­ği­ni de bu ga­vur­lar­dan ön­ce keş­fet­miş­tik” gi­bi bir şe­ye gir­me­nin an­la­mı yok; ama biz­de müt­hiş şey­ler ol­du­ğu­nu dü­şü­nü­yo­rum. Me­de­ni­yet, bir kül­tü­rün in­şa­sın­da kul­la­nı­lan bir şey mu­hak­kak; an­cak ge­rek­li bir laf ol­du­ğu­nu dü­şün­mü­yo­rum.
 
Ka­ya­pı­nar Me­de­ni­yet kül­tü­rün son saf­ha­sı mı?
 
İnam Ha­yır, öy­le gör­mü­yo­rum. Teo­man Ho­ca’nın öl­çüt­le­ri­ne ba­ka­lım me­se­la. Yer­le­şik ol­ma­sı, hü­küm ve­ren in­san­la­rın oluş­tur­du­ğu bir dev­le­tin ol­ma­sı gi­bi mi­ni­mum ko­şul­la­rın ge­rek­li­li­ği­ni söy­le­di. Ben öy­le ol­ma­dı­ğı­nı dü­şü­nü­yo­rum. Ben­ce önem­li olan, bir kül­tü­rün ha­ya­ta evet di­yen, ha­ya­tı zen­gin­leş­ti­ren bir kül­tür mü, yok­sa ha­ya­tı kı­sır­laş­tı­ran bir kül­tür mü ol­du­ğu­dur. Ay­rım bu­ra­da or­ta­ya çı­kar. Me­de­nî, me­de­nî ol­ma­yan ye­ri­ne, ih­ya eden, ya­ni ha­yat ve­ren; can­lan­ma­ya, ya­şat­ma­ya, ço­ğal­ma­ya, ge­liş­me­ye im­kan ve­ren, bu­na açık olan kül­tür­ler ve bu­na ka­pa­lı olan kül­tür­ler ay­rı­mı… Ha­ya­tı ço­ğal­tı­cı, ge­liş­ti­ri­ci, zen­gin­leş­ti­ri­ci, in­sa­nın ken­di im­kan­la­rı­nı, in­san ol­ma ka­bi­li­yet­le­ri­ni do­ru­ğa çı­ka­rı­cı ha­yat tarz­la­rı en say­gı du­yu­la­cak ha­yat tarz­la­rı­dır. Ate­şi bul­ma­mış da ola­bi­lir­ler, ya­zı­ya geç­me­miş de... Can ver­mek, can kat­mak, ha­ni bi­zim kül­tür­de in­sa­nın can ol­ma­sı an­la­yı­şı var ya… Can bu­ra­da hem be­şer, hem de in­sa­nı in­san ya­pan ruh an­la­mın­da bir ke­li­me­dir.
 
Ka­ya­pı­nar Mad­dî şart­lar ile ih­ya edi­ci un­sur­lar ara­sın­da bir ted­ri­ci­lik mi var?
 
İnam Ha­yır. Mu­hak­kak ki şu an­ki dün­ya dü­ze­ni, ih­ya ba­kı­mın­dan ken­di bin­di­ği da­lı ke­sen, in­sa­nın in­san ol­ma ka­bi­li­yet­le­ri­ni kö­rel­ten bir dü­zen. Ne­o-li­be­ral sis­tem in­sa­nı, sığ­laş­tı­rıp dar­laş­tı­ran, ka­tı­laş­tı­ran bir ha­yat tar­zı­na sü­rük­lü­yor. Bu dü­zen­le mu­hak­kak he­sap­laş­ma­mız la­zım. İn­san sa­de­ce bi­yo­lo­jik ya­pı­sı ve çev­re­siy­le in­san de­ğil; on­dan faz­la. İn­sa­nı ha­ki­ka­ten in­san kı­lan o faz­la­lı­ğı­dır. O faz­la­lı­ğı­nın adı­na da bel­ki ma­na âle­mi di­ye­bi­li­riz; ya­ni in­san an­lam ve­ren, an­lam­lar­la ya­şa­yan bir var­lık­tır. Dil­den ön­ce, ba­na so­rar­sa­nız, an­lam var. An­lam sa­de­ce dil­le ka­im olan bir şey de­ğil. Me­de­ni­yet­le yüz­le­şe­cek­sek, en azın­dan üç nok­ta­yı göz önü­ne al­ma­mız la­zım: Bir; in­san na­sıl ha­yat­ta kal­ma­ya ça­lı­şı­yor? Bu ha­yat­ta kal­ma mü­ca­de­le­si­nin içe­ri­sin­de tek­no­lo­ji de var, si­ya­set de; çün­kü ha­yat­ta kal­ma ör­güt­le­ne­rek, si­lah ya­pa­rak, eko­no­mik iliş­ki­ler­le, top­lum­sal dü­zen­le­me­ler­le olu­yor. İkin­ci­si, yo­rum­la­ma; çün­kü in­san sa­de­ce sur­vi­ve eden, ha­yat­ta ka­lan, ha­yat­ta kal­ma­ya ça­lı­şan, nes­li­ni de­vam et­ti­ren bir var­lık de­ğil. İn­san noe­tik, an­lam ve­ren, bir var­lık. İn­sa­nı in­san kı­lan, bel­ki hay­van­dan fark­lı kı­lan -ha­ni Ba­tı­lı di­yor ya, “ön­ce lo­gos var­dı”- ke­lam, yo­rum var ön­ce­lik­le. Bir top­lu­lu­ğun, bir kül­tü­rün yo­rum gü­cü var mı; na­sıl ha­yat­ta ka­lı­yor? Me­se­la öy­le kül­tür­ler var­dır ki -Teo­man Bey bu ko­nu­da bi­ze yar­dım ede­bi­lir- ha­ya­tın ma­na­sı­na da­ir, ma­ne­vî ta­ra­fıy­la il­gi­li bir­çok şe­yi baş­ka yer­ler­den al­mış­tır. Ken­di­si çok iyi si­lah ya­par, ot­lar­dan çok iyi ilaç ya­par; ama “öl­dük­ten son­ra ne­re­ye gi­di­yo­ruz, ne­re­den gel­dik, ha­ya­tın ma­na­sı ne­dir, bir ya­ra­tı­cı var mı­dır?” gi­bi me­se­le­ler üze­rin­de bir ma­na âle­mi ya­ra­ta­ma­mış­tır. O ikin­ci, noe­tik bo­yut ek­sik kal­mış­tır. Bu­nu çok önem­li bu­lu­yo­rum. Üçün­cü­sü, bu yo­rum­la bir­lik­te ne üre­ti­yor, ona bak­mak la­zım. Üre­ti­mi sa­de­ce mad­dî bir şey ola­rak an­la­mı­yo­rum. Sa­nat, za­na­at ola­rak da an­la­ya­bi­li­riz; me­se­la de­ğer­ler ya­rat­mak­tır üre­tim. Mad­dî bo­yu­tu ol­du­ğu ka­dar ma­ne­vî bo­yu­tu da var­dır onun. Me­se­la, hem ma­na ta­şı­yan, hem de prag­ma­tik bir ta­pı­nak ya­pa­bi­li­riz. Va­ro­luş ça­ba­mı­zı, ya­ni sur­vi­val me­se­le­si­ni, eko­no­mik ve si­ya­sî so­run­la­rı bir ta­ra­fa ko­yar­sak, be­ni asıl il­gi­len­di­ren şey, yo­rum. Ha­ya­tı na­sıl yo­rum­la­ya­ca­ğız? Bir top­lu­mu, me­de­ni­ye­ti, kül­tü­rü ta­nı­ma­nın yol­la­rın­dan bi­ri de o kül­tü­rün ha­kîm de­di­ği in­san­la­ra bak­mak­tır. O in­san­la­rın ma­na ola­rak zen­gin­li­ği -ben bu­na sır di­yo­rum- sır sa­hi­bi, için­de sır ol­du­ğu­nu fark et­miş mü­nev­ver­le­riy­le bel­li olur di­ye dü­şü­nü­yo­rum. Ça­ğı­mız sır­rı unut­muş­tur.
 
Ka­ya­pı­nar Sır­rı Al­man­la­rın “ruh” de­di­ği şey­den fark­lı bir an­lam­da mı kul­la­nı­yor­su­nuz?
 
İnam Çok fark­lı ta­bi­i. Bu ta­sav­vu­fî bir kav­ram; ama ben tam ola­rak o ma­na­da kul­lan­mı­yo­rum. Bi­raz lâ­di­nî, ara­da bir an­lam ver­mek is­ti­yo­rum. En­te­lek­tü­el, ay­dın ya da mü­nev­ver ol­ma­nın öl­çüt­le­rin­den bi­ri de, in­sa­nın bil­me­dik­le­ri kar­şı­sın­da­ki tav­rı­dır. Ben, in­sa­nın an­la­ya­ma­dık­la­rı kar­şı­sın­da­ki tav­rı­nın çok in­ce, ma­ne­vî bir psi­ko­lo­ji ba­rın­dır­dı­ğı­nı dü­şü­nü­yo­rum; o kül­tü­rün, o kül­tü­rü ya­şa­yan in­sa­nın na­sıl bir in­san ol­du­ğu­nu bi­ze iz­har ede­cek çok in­ce öl­çü­ler… İş­te sır sa­hi­bi in­san, en azın­dan “be­nim bil­me­dik­le­rim var ve ne ka­dar bil­sem hiç­bir za­man bil­dik­le­rim bi­le­me­dik­le­rim­den faz­la ol­ma­ya­cak, hep bir es­rar ka­la­cak, bu es­ra­rı tü­ket­me im­ka­nım hiç­bir za­man ol­ma­ya­cak; ama ben bu yol­da yü­rü­ye­ce­ğim” der. Bi­zim ça­ğı­mız ise sır­ra ya­ban­cı ka­lı­yor.
 
Ka­ya­pı­nar Me­de­ni­yet kav­ra­mıy­la he­sap­laş­ma kıs­mı­na dö­ner­sek, me­de­ni­yet kav­ra­mı­nın bi­ze ge­li­şi 19. yüz­yıl­da ol­muş; ilk baş­ta na­sıl ter­cü­me ede­cek­le­ri­ni de bi­le­me­miş­ler. Si­vi­li­zas­yon di­ye al­mış­lar; da­ha son­ra me­de­ni­yet ile kar­şı­la­mış­lar. Bi­ze gel­di­ği za­man me­de­ni­ye­tin he­nüz ço­ğu­lu kul­la­nıl­mı­yor; me­de­ni­yet­ler di­ye bir şey yok. Biz­de tek bir me­de­ni­yet var; bu me­de­ni­yet­te Ba­tı me­de­ni­ye­ti­nin sa­hip ol­du­ğu üs­tün özel­lik­ler var. Meh­met Akif’in “tek di­şi kal­mış ca­na­var” de­di­ği as­lın­da o. O za­man­ki en­te­lek­tü­el­le­rin, ay­dın­la­rın ha­kim ka­naa­ti şu: Bi­zim yap­ma­mız ge­re­ken me­de­nî­leş­mek­tir. Me­de­ni­yet Ba­tı’ya has bir şey de­ğil­dir; biz de ona sa­hip ola­bi­li­riz. Da­ha son­ra bu­nun adı mo­dern­leş­me, son­ra çağ­daş­laş­ma ol­du. Bu­na kar­şı olan­lar da ona Ba­tı­lı­laş­ma de­di­ler. Mo­dern­leş­me, çağ­daş­laş­ma, Ba­tı­lı­laş­ma zan­nım­ca ay­nı va­kıa­nın üç fark­lı iza­hı. Bu an­lam­da me­de­ni­ye­ti tak­lit et­mek, me­de­ni­yet de­ğiş­tir­mek bir top­lum için müm­kün mü­dür? Yi­ne Al­man­lar, me­de­ni­yet ye­ri­ne da­ha zi­ya­de kül­tü­rü kul­la­nı­yor. Kül­tür tek­tir, ye­ni­den üre­ti­le­mez, her kül­tür eş­siz­dir de­nir­se, bir kül­tür tak­lit edi­le­mez; an­cak baş­ka bir kül­tür ola­rak var ola­bi­lir. Bu­na gö­re, Tan­zi­mat’tan bu ya­na bi­zim yap­ma­ya ça­lış­tı­ğı­mız şey ol­ma­sı müm­kün bir şey mi?
 
Özel Bu so­ru­da kök­leş­miş ve ta­raf­tar bul­muş, bel­li ka­vim­le­re mal ol­muş kav­ram­lar var. Kül­tür ile me­de­ni­yet ara­sın­da­ki ay­rım bi­le kül­tü­rel bir me­se­le­dir. Al­man’ın kül­tür­den kas­tet­ti­ği ile Fran­sız’ın ya da İn­gi­liz’in kas­tet­ti­ği ay­nı de­ğil­dir. Si­vi­li­zas­yon bi­le iki­sin­de ay­nı şey de­ğil­dir. Me­se­la çok en­te­re­san­dır; Brau­del’in ki­ta­bı­nın Fran­sız­ca bas­kı­sı “ci­vi­li­sa­ti­on matéri­el­le” kav­ra­mı­nı içe­ri­yor. İn­gi­liz­ce­ye “ma­te­ri­al ci­vi­li­za­ti­on” di­ye çe­vir­mek müm­kün; ama sa­de­ce ci­vi­li­za­ti­on di­ye çe­vi­ri­yor­lar; çün­kü “bir çe­liş­ki olur, ci­vi­li­za­ti­on za­ten mad­dî bir şey­dir” di­yor­lar. Av­ru­pa me­de­ni­ye­ti di­ye bir bü­tün­den söz eder­ken bi­le, bir­ta­kım ka­vim­le­rin ge­liş­tir­di­ği an­lam dün­ya­la­rı­nı net bir şe­kil­de bir­bi­rin­den ayı­ra­bi­li­yo­ruz; bu ka­dar fark­lı böl­ge­ler oluş­tu­ra­bi­li­yor­lar. Bu­nun dı­şı­na çık­tı­ğı­nız za­man de­va­sa me­se­le­ler­le kar­şı kar­şı­ya kal­ma­mız ka­çı­nıl­maz ve ben ora­da si­ya­se­ti be­lir­le­yi­ci bir un­sur ola­rak gö­rü­yo­rum. Na­sıl ta­nım­lar­sak ta­nım­la­ya­lım, me­de­ni­yet as­lın­da bir re­ali­te de­ğil; bi­zim geç­mi­şi oku­ma, an­la­ma tar­zı­mız. İs­lam me­de­ni­ye­ti ve­ya her­han­gi bir me­de­ni­yet di­ye ora­da du­ran bir şey yok. Ta­ri­hin öz­ne­si de­ğil me­de­ni­yet. Ta­ri­hin öz­ne­si ör­güt­lü in­san grup­la­rı­dır. İs­ter ulus-dev­let ol­sun, is­ter im­pa­ra­tor­luk, bun­lar as­lın­da bel­li bir mak­sa­dı olan in­san top­lu­luk­la­rı. Ta­ri­hin öz­ne­si bun­lar. Me­de­ni­yet de­di­ği­niz o örün­tü, bu in­san­la­rın ey­lem­le­ri­ne an­lam ve­ri­yor, meş­ru­luk ka­zan­dı­rı­yor. Bu­nu yap­mak­la ör­gü­tü ka­lı­cı ha­le ge­ti­ri­yor, kök­leş­ti­ri­yor ve in­san­la­rı ge­le­ce­ğe da­ir ümit sa­hi­bi kı­lı­yor. Bi­zim bir me­de­ni­ye­ti­miz var mıy­dı? İs­ter Türk me­de­ni­ye­ti di­ye­lim, is­ter Fars, Arap me­de­ni­ye­ti di­ye­lim, is­ter bun­la­rın bi­leş­ke­sin­den İs­lam me­de­ni­ye­ti çı­ka­ra­lım, is­ter İs­lam’ı -di­ye­lim ki Pa­kis­tan’a doğ­ru gi­de­rek- Bu­dizm’le fi­lan har­man­la­yıp As­ya me­de­ni­ye­ti di­ye bir şey ta­sav­vur ede­lim ya da İs­lam, Ya­hu­di­lik ve Hı­ris­ti­yan­lık ara­sın­da or­tak ze­min bu­lup Ba­tı me­de­ni­ye­ti ya da se­ma­vî din­ler me­de­ni­ye­ti gi­bi ye­ni kav­ram­lar or­ta­ya ko­ya­lım; hep­sin­de, as­lın­da bu­gün­den ya­rı­na yi­ne be­lir­li top­lu­luk­lar ola­rak yap­ma­yı dü­şün­dü­ğü­müz ey­lem­le­re hem an­lam ver­me­yi, hem de on­la­rı çok sa­yı­da in­san­la pay­laş­ma­yı he­def­li­yo­ruz. Do­la­yı­sıy­la me­de­ni­yet­ler ara­sı it­ti­fak ya da ye­ni me­de­ni­yet pro­je­si gi­bi şey­ler söy­ler­ken, as­lın­da bu ka­dar so­mut şey­ler söy­lü­yo­ruz. Geç­mi­şin doğ­ru an­la­şıl­ma­sı o açı­dan çok önem­li. Kül­tür­le me­de­ni­yet ara­sın­da ger­çek­te her­han­gi bir fark yok; bi­zim uy­gun gör­dü­ğü­müz fark­lar var. O uy­gun gör­dü­ğü­müz fark­la­rı zih­ni­miz­de ber­rak­laş­tı­ra­bi­lir­sek, an­lam­lı bir ko­nuş­ma ya­pa­bi­li­riz; Al­man’la da, İn­gi­liz’le de Fran­sız’la da ve ken­di ara­mız­da bu­ra­da ve şim­di ya­şa­yan in­san­lar ola­rak… Me­se­la mil­let der­ken na­sıl bir top­lu­luk ta­sav­vur edi­yo­ruz? Bun­lar ka­fa­mız­da net­leş­me­di­ği za­man, güç­ten dü­şü­rü­cü ve bi­zi bir­bi­ri­mi­ze kır­dı­rı­cı bir so­nu­ca yol açı­yor. Tam ak­si­ne ta­sav­vur­la­rı net­leş­ti­rip bir or­tak ta­sav­vu­ra -ko­nuş­ma­nın en ba­şı­na dö­ne­cek olur­sak- or­tak bir vic­da­na dö­nüş­tü­re­bi­lir­sek, bu­ra­dan bü­yük sos­yo-po­li­tik sis­tem­ler çık­ma ih­ti­ma­li var. En baş­ta söy­le­miş­tim; bir dün­ya gö­rü­şü, bir an­lam dün­ya­sı üre­ten din ya da top­lum fel­se­fe­si, ge­niş bir coğ­raf­ya­da bir ka­mu vic­da­nı, ka­mu bi­lin­ci, ak­let­me tar­zı ha­li­ne gel­dik­ten son­ra, bü­yük öl­çek­li si­ya­sî sis­tem­ler kur­mak müm­kün olu­yor. Bu­dizm ya­yıl­ma­dık­ça Aso­ka İm­pa­ra­tor­lu­ğu ku­ru­la­mı­yor, Zer­düşt­çü­lük ya­yıl­ma­dık­ça Sa­sa­ni si­ya­sa­sı or­ta­ya çık­mı­yor, İs­la­mi­yet in­san­lar­da bir ak­let­me, his­set­me ha­li­ne gel­me­yin­ce Ab­ba­si, Sel­çuk­lu, Os­man­lı or­ta­ya çık­mı­yor. Bu açı­dan kav­ram­la­ra net­lik ka­zan­dır­ma­mız önem­li.
 
Ka­ya­pı­nar Tür­ki­ye’ye dö­ner­sek, bu ne an­la­ma ge­li­yor? Av­ru­pa’yı Av­ru­pa ya­pan an­lam dün­ya­sı­nı biz iç­sel­leş­ti­re­bi­lir mi­yiz?
 
Özel Bu ta­bii şöy­le bir sua­li gün­de­me ge­ti­ri­yor: Adı­na mo­dern­lik ya da ka­pi­ta­lizm, her ne der­sek di­ye­lim, son bir­kaç yüz­yıl­dır vu­ku bu­lan olay ye­ni bir me­de­ni­yet mi­dir? me­de­ni­yet­se, na­sıl bir an­lam dün­ya­sı üret­miş­tir? Mo­dern­li­ğin an­lam dün­ya­sın­da kı­rıl­ma, ba­na gö­re, on se­ki­zin­ci yüz­yıl­da­dır ve en gü­zel ifa­de­si­ni Man­de­vil­le’in meş­hur Arı­lar Me­se­li’nde bu­lu­ruz. Te­mel yak­la­şım şu­dur: İn­sa­noğ­lu­nun ta­bia­ta, di­ğer top­lum­la­ra ve bi­lin­me­ye­ne kar­şı mü­ca­de­le­si, bu yön­de­ki iler­le­me­si onun me­zi­yet­le­ri­nin de­ğil; ku­sur­la­rı­nın ese­ri­dir. İn­san aç­göz­lü­lü­ğü, kıs­kanç­lı­ğı, ben­cil­li­ği yü­zün­den iler­li­yor, ge­li­şi­yor, güç­lü ha­le ge­li­yor. Hal­bu­ki bu va­sıf­la­rı din­ler ve kla­sik fel­se­fe­ler tas­fi­ye edi­yor, ayıp­lı­yor. Eğer mo­dern­lik an­lam dün­ya­sı üre­ten bir me­de­ni­yet­se, böy­le bir me­de­ni­yet or­ta­ya çık­mış­tır; top­lu­mun bü­tün ke­sim­le­rin­de bu­nun te­za­hür­le­ri­ni gö­re­bi­li­yo­ruz. Eğer mo­dern­leş­mek­ten mak­sa­dı­mız, böy­le bir an­lam dün­ya­sı­nın içi­ne gir­mek­se, Müs­lü­man ka­la­rak bu­nu yap­ma­mız müm­kün de­ğil. Ya da me­se­la Bu­dist ka­la­rak bu­nu ba­şar­ma­mız müm­kün de­ğil. So­ru o za­man şu­na dö­nü­şü­yor: Aca­ba önü­müz­de­ki dö­nem­de, ori­ji­nal Müs­lü­man an­la­yış ve tu­tum­la güç bi­rik­ti­re­bi­lir mi­yiz? Öbür­le­rin­den da­ha güç­lü ha­le ge­le­bi­lir mi­yiz? So­ru­yu bel­ki dö­nüş­tü­re­rek, fark­lı­laş­tı­ra­rak sor­ma­mız ge­re­ki­yor.
 
Ka­ya­pı­nar O za­man bi­zim ya­şa­dı­ğı­mız sü­reç as­lın­da me­de­ni­ye­te ben­ze­me de­ğil, iki me­de­ni­yet ara­sın­da­ki he­sap­laş­ma; güç bi­rik­ti­re­rek di­ğer me­de­ni­ye­ti alt et­me sü­re­ci mi­dir?
Özel Me­de­ni­yet ta­rih­çi­le­ri 30 ci­va­rın­da me­de­ni­yet tes­pit edi­yor. On­la­rın or­tak ta­raf­la­rın­dan ha­re­ket­le ko­nu­şa­cak­sak, mo­dern­lik de­di­ği­miz şe­ye me­de­ni­yet de­me­miz müm­kün de­ğil. Mo­dern­lik bir tür “an­ti-me­de­ni­yet”, bir bü­yük dü­şüş; do­la­yı­sıy­la ona ken­di­mi­zi uy­dur­ma­yı prob­lem edin­di­ği­miz za­man, ken­di an­lam dün­ya­mı­zı ha­va­ya uçur­muş ola­ca­ğız. Fark­lı bir akıl, fark­lı bir lo­gos or­ta­ya ko­ya­ma­mış ola­ca­ğız. Ta­ma­men bu pa­ra­dig­ma­nın dı­şı­na çık­ma­mız la­zım. Ama na­sıl, ne­re­den baş­la­ya­ca­ğız; ikin­ci bir fo­rum­da da bu­nu ko­nu­şa­lım.
 
Du­ra­lı Mus­ta­fa Bey’in de­di­ği gi­bi, me­de­ni­ye­tin bir ger­çek­li­ği yok­tur. Do­ğal an­lam­da yok ta­bi­i, bu­ra­da kar­şım­da otur­ma­nız gi­bi bir ger­çek­li­ği yok; ama bü­tün in­san olay­la­rın­da böy­le. Me­de­ni­ye­te ait bir şey de­ğil bu. Bu du­rum­da bi­zim ha­re­ket nok­ta­mı­zı, için­de ya­şa­dı­ğı­mız ha­yat teş­kil edi­yor. Ha­yat za­ten hep geç­miş­te­dir. Ben o yüz­den ile­ri­ci­le­ri hiç an­la­ya­ma­dım. İle­ri­de bir şey yok; ka­ran­lık ora­sı. Şim­di bir iş ya­pa­bi­le­cek­sek ve­ya­hut Ah­met Bey’in de­di­ği gi­bi, bir teo­ri ku­ra­cak­sak, bir as­ga­rî müş­te­rek­te bir­leş­mek zo­run­da­yız. Ben o yüz­den bü­tün gü­cü­mü bu­na has­ret­tim; yan­lış ve­ya doğ­ru, çağ­daş­lık be­nim için son de­re­ce be­lir­gin bir ya­pı­dır. Ona ben “İn­gi­liz-Ya­hu­di Me­de­ni­ye­ti” de­rim; ni­ye de­di­ği­min de he­sa­bı­nı ver­dim. Bun­lar de­ğiş­ti­ri­le­bi­lir, yan­lış­la­na­bi­lir, doğ­ru­la­na­bi­lir; o ay­rı bir ko­nu. Ama bu­nu be­lir­li bir bar­da­ğa oturt­mak zo­run­da­yım.
 
Özel Ho­cam şu çağ­daş İn­gi­liz-Ya­hu­di Me­de­ni­ye­ti me­se­le­si­ni bi­raz açar mı­sı­nız?
 
Du­ra­lı Çağ­daş, bir çe­şit süs te­ri­mi gi­bi, ba­na bir şey ifa­de et­mi­yor. Bu, 1800’den iti­ba­ren kar­şı­mı­za çı­kan bir ha­di­se­dir. Ta­bii ön­ce­si de var. Me­de­ni­yet­le­rin hep­si din­den ne­şet et­miş­ler­dir. Ye­ni­çağ Ba­tı Av­ru­pa din dı­şı me­de­ni­ye­ti ta­rih­te ilk de­fa te­me­li­ne di­ni al­ma­mış bir me­de­ni­yet­tir. İs­ter Az­tek­le­re gi­din, is­ter Ma­ya­la­ra, İn­ka­la­ra, Çin­li­le­re, Hint­li­le­re… ne­re­ye gi­der­se­niz gi­din, bü­tün me­de­ni­yet­le­rin te­me­lin­de din var­dır. Bi­linç­li bir şe­kil­de “ben di­ne da­ya­lı de­ği­lim, Tan­rı­yı akıl­la ika­me edi­yo­rum” di­yen -geç­mi­şi 1550’ler­den iti­ba­ren baş­la­yan- ilk me­de­ni­yet bu­dur. Din dı­şı Ba­tı Av­ru­pa me­de­ni­ye­ti, Or­ta Çağ Hı­ris­ti­yan Av­ru­pa me­de­ni­ye­ti­ne tep­ki ola­rak çık­mış­tır. Ba­tı Av­ru­pa me­de­ni­ye­ti­ni Hı­ris­ti­yan­lık­la bağ­daş­tır­mak çok yan­lış bir şey. El­bet­te ora­dan et­ki al­dı; ama ba­hu­sus Hı­ris­ti­yan­lı­ğa tep­ki ola­rak or­ta­ya çık­tı. Ka­to­lik­li­ğe kar­şı meş­ru­iye­ti­ni is­pat et­mek için de bir din uy­dur­du­lar; adı­na da Pro­tes­tan­lık de­di­ler. Ye­ni­çağ Av­ru­pa me­de­ni­ye­ti­nin ide­olo­ji­si he­nüz tam ola­rak te­şek­kül et­miş de­ğil­di. Ya­lap şa­lap bir şey var­dı, li­be­ra­lizm de­dik­le­ri; ama on­dan çık­mış olan çağ­daş İn­gi­liz-Ya­hu­di Me­de­ni­ye­ti’nin bel ke­mi­ği­ni ser­ma­ye­ci­lik teş­kil et­mek­te­dir. İde­o­lo­ji, bir fel­se­fe çı­kın­tı­sı­dır, bir fel­se­fe tü­re­vi­dir. Fel­se­fe sis­tem­le­ri açık­tır; nok­ta­sı yok­tur, nok­ta­lı vir­gül­le de­vam eder, di­ya­lek­tik bir yön­tem­dir. Her sen­tez, da­ha son­ra­ki bir se­ri­nin baş­lan­gı­cı­dır; tek­rar tez ola­cak­tır, an­ti te­zi­ni bek­le­ye­cek­tir. Hal­bu­ki ide­olo­ji­ler­de sen­te­ze ula­şıl­dık­tan son­ra bu­nun ar­tık an­ti­si ola­maz. So­nu­na ge­lin­miş ve de­va­mı in­kar edi­len sen­tez­le­re dog­ma di­yo­ruz. Dog­ma­lar­dan örül­müş fel­se­fe ya­pı­la­rı öğ­re­ti­ler­dir. Bu öğ­re­ti­le­rin sa­de­ce dü­şün­me ala­nı­nı de­ğil, ya­şa­ma­yı da be­lir­le­me­si, tan­zim et­me­si bi­zi ide­olo­ji­ye gö­tü­rür. Gün­de­lik ya­şa­ma­yı, ik­ti­sa­dı, si­ya­se­ti, bi­la kayd ü şart her şe­yi be­lir­le­mek­te­dir. Bun­la­rın terk edil­miş olan di­nin ye­ri­ne geç­ti­ği dü­şü­nü­lü­yor. Din ide­olo­ji­nin zıd­dı­dır; çün­kü di­nin te­me­lin­de in­san dı­şı, in­san öte­si bir gü­cün ira­de­si söz ko­nu­su. Bu, is­ter Ta­ocu­luk­ta, Bu­da­cı­lık­ta ol­du­ğu gi­bi be­lir­siz bir ma­ne­vî güç ol­sun, is­ter tek tan­rı­lı din­ler­de­ki Al­lah gö­rü­şü ol­sun. Hal­bu­ki ide­olo­ji­de bi­la kayd ü şart her şey in­sa­nın, ön­ce­lik­le de onun ak­lı­nın buy­ru­ğu­dur. Ser­ma­ye­ci­li­ğe da­ya­lı İn­gi­liz-Ya­hu­di Me­de­ni­ye­ti’nde iki un­su­run ev­len­di­ği­ni gö­rü­yo­ruz. Bun­lar, Ya­hu­di­le­rin İn­gil­te­re’ye ge­tir­miş ol­du­ğu ser­ma­ye -bu­nun hi­kâ­ye­si­ne hiç gir­me­ye­ce­ğim; çok uzun çün­kü- ile İn­gi­liz’in te­şeb­büs gü­cü. Bu iz­di­va­cın ço­cu­ğu ön­ce­lik­le ABD’dir. Bü­tün dün­ya gi­bi biz de bu gir­da­ba gir­dik. Ama bu­na mah­kum ol­du­ğu­muz ka­na­atin­de de­ği­lim. “Gir­mek zo­run­day­dık, de­ğil­dik” gi­bi şey­le­ri bir ta­ra­fa bı­ra­ka­lım; ar­tık gir­dik! Pe­ki, ka­la­cak mı­yız? Ha­yır. Mus­ta­fa Bey’in de­di­ği gi­bi, Müs­lü­man ka­la­rak çağ­daş ola­maz­sın. Bun­lar bir­bi­ri­ni gö­tü­ren şey­ler­dir; çün­kü İn­gi­liz-Ya­hu­di Me­de­ni­ye­ti’nin te­me­lin­de bu­lu­nan ser­ma­ye­ci­lik ide­olo­ji­si -bu­nu kö­tü bir an­lam yük­le­ye­rek söy­le­mi­yo­rum; tes­pit edi­yo­rum- sö­mü­rü­ye da­ya­lı­dır. Ser­ma­ye bi­ri­ki­mi bu­nu ge­rek­ti­ri­yor; sö­mü­rü be­ra­be­rin­de em­per­ya­liz­mi şart koş­muş. “Ben em­per­ya­list ol­ma­ya­ca­ğım” der­sen, ser­ma­ye­ci ola­maz­sın. Pe­ki İs­lam sö­mü­rü­yü ya­sak­lı­yor mu? Evet, fa­iz ya­sa­ğı bu­nun için­dir. O za­man bu kıs­mı ayı­ra­maz­sın; çün­kü İs­lam bir dü­zen işi­dir. Baş­ka din­ler­den en önem­li fark­lı­lık­la­rın­dan bi­ri­si, İs­lam’da mis­yo­ner­li­ğin ol­ma­ma­sı­dır; se­nin di­nin sa­na, be­nim di­nim ba­na. İs­lam bir ni­zam di­ni­dir. Top­lum­sal ya­pı­sı var­dır; bu­nu eğip bü­ke­mez­si­niz. Biz­de ruh­ban sı­nı­fı ol­ma­dı­ğı için, di­nin si­ya­sî­leş­me­si de müm­kün de­ğil­dir. Bü­yük bir ih­ti­mal­le Marks’ın dü­zen çıl­gın­lı­ğı İs­lam’ın et­ki­siy­le­dir. Mark­sçı­lık­ta her şe­yi dü­zen be­lir­ler. Marks, ma­ne­vi­ya­tı çı­kar­mış, Al­lah’ı at­mış. Ya­ni Mark­sçı­lık as­lın­da tan­rı­sız bir idea­lizm­dir. Uzat­ma­ya­yım; çağ­daş­lı­ğı Müs­lü­man­lık çer­çe­ve­sin­de ya­şa­ta­ma­yız.
 
Ka­ya­pı­nar Mo­der­ni­te­yi de çağ­daş­lık ola­rak mı alı­yor­su­nuz?
 
Du­ra­lı Ay­nen.
 
Ka­ya­pı­nar Öy­ley­se çağ­daş­lık ev­ren­sel bir sü­reç de­ğil; Ba­tı’ya has bir ya­pı.
 
Du­ra­lı Ke­sin­lik­le. Kü­re­sel­leş­me de em­per­ya­liz­min fark­lı bir te­rim­le ifa­de­si­dir.
 
Ka­ya­pı­nar O za­man söy­le­dik­le­ri­niz­den şöy­le bir çı­ka­rım­da bu­lu­na­bi­lir mi­yiz? Ba­tı me­de­ni­ye­ti, İn­gi­liz-Ya­hu­di Me­de­ni­ye­ti yük­sel­di; onun de­ğer­le­ri ev­ren­sel­leş­ti­ril­di. Ya­ni süb­jek­tif olan bir şey ob­jek­tif­miş gi­bi su­nul­du.
 
Du­ra­lı Dö­ve dö­ve, vu­ra vu­ra, kı­ra kı­ra ya­pıl­dı.
 
Ka­ya­pı­nar Di­ye­lim ki, Çin ve­ya Hint me­de­ni­ye­ti­nin bu­gün sa­de­ce ken­di­si­ne has özel­lik­le­ri var; bun­lar da bir gün, ay­nı İn­gi­liz-Ya­hu­di Me­de­ni­ye­ti’nde­ki gi­bi ev­ren­sel­le­şe­bi­lir mi?
 
Du­ra­lı Ya­nıl­mı­yor­sam, Mus­ta­fa Bey’in bu tür fa­ra­zi­ye­le­ri var. Bun­lar ba­na çok za­yıf fa­ra­zi­ye­ler ola­rak gö­rü­nü­yor. Ke­sin ola­rak şu­nu söy­le­ye­bi­li­rim: Çin ve Hint’ten me­de­ni­yet se­çe­ne­ği çık­maz. Çün­kü bu­gün­kü Çin ve Hint, tü­müy­le İn­gi­liz-Ya­hu­di Me­de­ni­ye­ti’nin ka­na­lın­dan ak­mak­ta­dır. Ha bir gün Çin çı­kar der­se ki, “ben top­rak is­ti­yo­rum, atom bom­ba­sı­nı ata­rım, Tay­van’ı iş­gal ede­rim”; o bir me­de­ni­yet ha­di­se­si de­ğil, bir dev­let si­ya­se­ti­dir. Ama bir öz­gün me­de­ni­yet pro­je­si ola­rak Çin me­de­ni­ye­ti­nin al­ter­na­tif­li­ğin­den, se­çe­nek­li­ğin­den söz ede­me­yiz. Es­ki­den de ede­mez­dik; çün­kü mev­ziî idi, mil­let­ler üs­tü, kül­tür­ler ara­sı bir bü­tün­lü­ğe sa­hip de­ğil­di. Bir kav­min me­de­ni­yet se­vi­ye­si­ne eriş­miş­li­ğin­de el­bet­te bir gö­re­li­li­ği var­dır. Hint me­de­ni­ye­ti bir ümit ışı­ğıy­dı; fa­kat son otuz yıl­da o da ta­ma­mıy­la ken­di mo­de­li­ni, pa­ra­dig­ma­sı­nı hız­la at­mak yo­lun­da. Her şe­yiy­le; kı­lı­ğıy­la, kı­ya­fe­tiy­le, otu­ru­şuy­la, kal­kı­şıy­la, du­a edi­şiy­le… Hin­du di­ni­nin çar­pı­tıl­ma­sı­nı an­lat­sam, bir haf­ta sü­rer.
 
Ka­ya­pı­nar Özel­lik­le So­ğuk Sa­vaş’ın bi­ti­min­den son­ra me­de­ni­yet­le­rin yük­sel­di­ği yö­nün­de gö­rüş­ler var. 21. yüz­yıl­da­ki olay­la­rı be­lir­le­me­de siz­ce me­de­ni­yet bir ana­liz bi­ri­mi ola­rak açık­la­yı­cı ola­bi­le­cek mi; me­de­ni­yet­le açık­la­na­bi­le­cek bir şey var mı?
 
İnam Ben açık­la­na­ma­ya­ca­ğı­nı dü­şü­nü­yo­rum; çün­kü me­de­ni­yet ya da ulus-dev­let gi­bi kav­ram­la­rın üs­tün­de dur­du­ğu­muz sü­re­ce, kav­ra­nıl­ma­sı, an­la­şıl­ma­sı ge­re­ken şey­ler san­ki çok bi­li­ni­yor­muş ve or­ta­da hiç­bir me­se­le, mu­am­ma yok­muş gi­bi de­ğer­len­di­ri­li­yor. İn­gi­liz­ler bu­na “exp­la­in away” di­yor­lar. Öy­le bir açık­lı­yor­sun ki, or­ta­da hiç­bir me­se­le kal­mı­yor; sır­rı kal­mı­yor. Me­de­ni­yet ben­ce çok açık­la­yı­cı bir kav­ram gi­bi gö­zük­mü­yor. Yıl­lar yı­lı kul­la­nıl­dı­ğı ve bu ko­nu­lar­da dü­şü­nen in­san­la­rın çok te­mel kav­ram­la­rı ol­du­ğu için el­bet­te me­de­ni­yet, ulus-dev­let gi­bi kav­ram­lar kul­la­nı­la­cak. Ama ha­yat hız­la de­ği­şi­yor; bel­ki in­sa­nın bu ge­ze­gen­de­ki ya­şam bi­çi­mi­nin hız­lı de­ği­şi­mi­ne uy­gun kav­ram­lar de­ğil bun­lar; geç­miş­te kal­mış ve ben­ce es­ki­miş kav­ram­lar.
 
Ka­ya­pı­nar Ama bir açık­la­ma bi­ri­mi­ne ih­ti­yaç du­ya­cak in­san­lar; sos­yal sı­nıf mı, dev­let mi, me­de­ni­yet mi da­ha faz­la be­lir­le­yi­ci ve­ya bir tek in­san mı ka­la­cak or­ta­da? “İn­san dü­ze­yin­den da­ha bü­yük dü­zey­de­ki her­han­gi bir tas­nif ya­nıl­tı­cı­dır” mı di­ye­ce­ğiz?
İnam Çok kı­sa bir za­man di­li­mi içe­ri­sin­de Ba­tı’nın da­yat­tı­ğı kav­ram­lar­la açık­lan­ma­ya de­vam edi­le­cek. De­mok­ra­si, in­san hak­la­rı, öz­gür­lük bir sü­re kul­la­nı­la­cak gi­bi ge­li­yor ba­na. Bu ara­da de­ği­şen ha­yat tarz­la­rı­nın ye­ni kav­ram­lar do­ğu­ra­ca­ğı­na ina­nı­yo­rum. Ama 21. yüz­yı­lın sü­re­sin­ce bu kav­ram­la­rın in­şa­sı ya­pı­la­bi­lir mi, onu bil­mi­yo­rum. Bu­gün sos­yal bi­lim­ler ala­nın­da, fel­se­fe­de kul­lan­dı­ğı­mız kav­ram­lar de­ğiş­mek­te olan ha­ya­ta ya­kı­şan kav­ram­lar de­ğil. Ha­yat hep ön­de gi­di­yor ve mu­am­ma de­vam edi­yor. Ama biz o mu­am­ma­yı da­ha fark­lı açı­lar­dan gö­re­bi­le­cek ye­ni kav­ram­la­rı ya­rat­mak­ta aci­ziz.
 
Du­ra­lı Me­se­la tüp­ten çı­kan in­san­lar ba­na in­san gi­bi gö­zük­mü­yor.
 
İnam İş­te on­dan müt­hiş bir şey çı­ka­cak.
 
Du­ra­lı Bir ya­ra­tı­ğa in­san de­mek için, onun ana rah­min­den çık­ma­sı la­zım.
 
İnam Do­la­yı­sıy­la iş­te se­nin o in­san-be­şer kar­şı­laş­tır­ma­la­rın, ye­ni­den yüz­le­şil­me­si ge­re­ken kav­ram­lar. Ken­di­mi­zi ye­ni­le­nen dün­ya­da yep­ye­ni bir şe­kil­de or­ta­ya çı­ka­ra­bil­me­li­yiz. Bu­nun için önü­müz­de yep­ye­ni bir geç­miş bi­zi bek­li­yor; çün­kü bu in­şa edi­le­cek bir geç­miş­tir. Teo­man Ho­ca in­şa et­ti­ği için bir he­ye­ca­nı yok bel­ki. O her şe­yi iki nok­ta ta­nım­la­mış, bi­tir­miş. Bel­ki hak­lı­sın, bel­ki muğ­lak­lık kö­tü bir şey; ama ara­yı­cı in­san­lar muğ­lak­lı­ğa ta­ham­mül et­me­li. Sen bul­muş­sun; ama ben hâ­lâ arı­yo­rum ve bu­la­ca­ğı­mı da san­mı­yo­rum.
 
Du­ra­lı Şim­di, so­yut­la­ma­la­rı hi­kâ­ye­ye dö­nüş­tü­rür­sek, kur­ta­rı­rız ken­di­mi­zi. Ama ger­çek­li­ğe ba­kar­sak, ye­ni bir ge­le­cek...
 
İnam Ama sen bul­ma­dın de­ğil mi? Hâ­lâ arı­yor­sun?
 
Du­ra­lı Zor­lu­ğu ben sa­na söy­le­ye­yim de, on­dan son­ra be­ra­ber ara­ya­lım is­ter­sen. Dün­ya­nın nü­fu­su gel­miş ye­di mil­ya­ra. Bü­tün bu son me­de­ni­ye­tin şey­tan­lı­ğı so­nu­cun­da kay­nak­lar ku­ru­muş va­zi­yet­te. Bun­dan son­ra, be­nim gör­dü­ğüm ka­da­rıy­la, tek çı­kış yo­lu dün­ya­yı aş­mak, baş­ka bir ge­ze­ge­ne geç­mek. O ge­ze­ge­ne ge­çiş sü­re­cin­de, bu me­de­ni­ye­te bir al­ter­na­tif ara­ma­mız la­zım. Mev­la­na’ya sı­ğı­na­rak, ta­sav­vu­fa gi­de­rek çö­züm bu­la­mı­yo­ruz. O gi­de­ce­ği­miz Me­rih var ya, ka­çı­nıl­maz bir şey o! De­ni­li­yor ki; ana rah­min­den ge­len in­san­lar böy­le bir dö­nüş­me­yi ba­şa­ra­maz­lar. Bü­tün bu kop­ya­la­ma, klon­la­ma ha­di­se­le­ri de ye­ni fi­zik şart­la­ra uy­gun in­san bün­ye­si ya­rat­mak için. Bu in­san mı şim­di? Ra­him bir ke­re kut­sal bir te­rim. Al­lah, rah­met vas­fı­nı ka­dı­na bah­şet­miş Bir in­san be­nim için ora­dan çık­ma­dı­ğı tak­dir­de kut­san­mış ol­maz. Ona baş­ka bir şey de­mek la­zım. İn­san sa­de­ce yü­re­ği, göz­le­ri, el­le­ri olan bir var­lık de­ğil; bun­lar ro­bot­lar­da da var. “Trum trum tı­rak. Trak ti­ki tak”, Na­zım Hik­met’in bir şi­i­ri var; “Ma­ki­na­laş­mak is­ti­yo­rum” di­ye. O bi­le bir di­lek­tir ve çok in­sa­nî bir şey­dir. BBC’de bir ha­ber din­le­dim, Lon­dra’da bir­çok tüp be­bek çı­kış­lı in­san ba­ba­sı­nı arı­yor. Ka­dın gen ban­ka­sı­na gi­di­yor; “ben şu ada­mı be­ğen­dim” de­yip onun sperm­le­rin­den alı­yor. Son­ra ço­cuk do­ğu­yor, bü­yü­yor. Böy­le bin­ler­ce ço­cuk var ve bun­lar ar­tık er­gen­lik ça­ğı­na gi­ri­yor­lar. Bu­gün İn­gi­liz ve Ya­hu­di Me­de­ni­ye­ti’nin mer­kez­le­rin­de, “si­lah sa­na­yi mi, yok­sa fe­za sa­na­yi mi?” tar­tış­ma­sı var. İki­si ara­sın­da sı­kış­mış va­zi­yet­te­ler. Bu­gün si­lah sa­na­yin­den vaz­ge­çil­se, uza­ya yer­leş­me pro­je­le­ri ha­zır; sa­de­ce pa­ra la­zım. Ta­bii bu sı­ra­da ka­pi­ta­liz­mi be­nim­se­me­yen çok en­der top­lum­la­rın ümü­ğü­ne ba­sa­cak­lar. Af­ga­nis­tan bu­nun ör­ne­ği. O ha­yat tar­zı­nın dı­şın­da yer alı­yor­sa­nız, ya­şa­ma­nı­za izin ver­mi­yor­lar. Ha­ya­tı kâ­ra bağ­lı ka­pi­ta­liz­min. Dük­kan­la­ra ba­kın, ne ka­dar lü­zum­suz şey var­sa ora­da. Bu­gün bir lü­zum­suz­luk­lar de­ni­zi için­de­yiz. El­bi­se­ler, mo­da­lar, uyuş­tu­ru­cu mad­de­ler, te­le­viz­yon­da gös­te­ri­len­ler… Bu­ra­dan Sin­ga­pur’a 3 sa­at­te uça­cak­sın. Sin­ga­pur’a 3 sa­at­te uç­sam ne olur, 12 sa­at­te uç­sam ne olur! Ne ya­pa­cak­sın, ne lü­zu­mu var!
 
Ka­ya­pı­nar Pe­ki, bu sü­re­cin ge­ri dön­me­si müm­kün mü? Ya­ni in­san­lar, tek­no­lo­ji­ye koş­tuk­la­rı gi­bi tek­no­lo­ji­den ka­ça­cak­la­rı bir dö­ne­me ula­şa­cak­lar mı?
 
Du­ra­lı Ah­met Bey’den ay­rı ola­rak, ben ge­le­ce­ği oku­ya­mı­yo­rum.
 
İnam Bir ka­hin ola­rak be­nim gö­rü­şüm şöy­le: Tek­no­lo­ji iler­le­dik­çe da­ha ta­bii ha­le ge­le­cek. Biz tek­no­lo­ji­nin ilk aşa­ma­la­rın­da ol­du­ğu­muz için, onun za­rar­lı yön­le­ri­ni, çev­re­yi kir­let­me­si­ni ve­sai­re gö­rü­yo­ruz. Ama tek­no­lo­ji iler­le­dik­çe, ta­bia­ta uy­gun ha­le ge­le­cek. Çok ile­ri tek­no­lo­ji­ler ga­yet do­ğal gi­bi gö­zü­ke­cek.
 
Özel İzin ve­rir­se­niz İbn Hal­dun’la nok­ta­la­ya­lım. Ne­ye ih­ti­ya­cı­mız var? Ara­da gö­rüş fark­la­rı ol­sa bi­le, bir ye­ni­le­yi­ci fel­se­fe­ye, özel­lik­le ye­ni bir ta­rih fel­se­fe­si­ne ih­ti­ya­cı­mız var. Bu­nun na­sıl ola­ca­ğı­nı ge­le­ce­ği oku­ma ka­bi­lin­den yap­ma­ya­lım da, geç­miş­te ola­na da­ya­na­rak ce­vap­lan­dır­ma­ya ça­lı­şa­lım. İş­te tak­ri­ben 600-650 yıl ka­dar ön­ce İbn Hal­dun “um­ran” adı­nı ver­di­ği bir il­mi ku­rar­ken şöy­le bir ta­rif yap­mış: Um­ran il­mi­nin ga­ye­si, in­san­la­rı tak­lit­ten kur­ta­rıp da­ha ön­ce ol­muş bit­miş olan­la da­ha son­ra ola­cak ola­nın an­la­şıl­ma­sı hu­su­sun­da bir ba­kış açı­sı ka­zan­dır­mak­tır. Çün­kü ya­zı­lan ta­rih olup bi­te­nin ye­ri­ne ge­çen ikin­ci bir ger­çek­lik ha­li­ne ge­lir. Bu ger­çek­lik de mev­cu­du ya meş­ru­laş­tı­rır ya red­de­der; do­la­yı­sıy­la böy­le bir ba­kış açı­sıy­la ye­ni ta­sav­vu­ru­mu­za me­de­ni­yet, um­ran ya da baş­ka bir şey de­riz.
 
Du­ra­lı Uy­gar­lık de­me­ye­lim de, ne der­sek di­ye­lim.
 

Paylaş Tavsiye Et