*Prof, İnnsbruck Üniversitesi/Avusturya, Felsefe Bölümü
Çeviren: Z. Tuba Kor
İSLAM ile Batı arasında yaşanan ve karikatür krizinin son örneğini teşkil ettiği problemlerin tarihî arka planı nedir? Önümüzdeki süreçte medeniyetler çatışmasının sürekli bir savaşa dönüşmesini engellemek için Batı dünyası neler yapmalı?
8. asırdan itibaren İslam’ın Avrupa’da yayılmasıyla başlayan etkileşim -her ne kadar İslam kültür ve medeniyeti, Avrupa’yı “dogmatik uykusu”ndan uyandırıp Rönesans’ın kapılarını aralamasını sağlasa da- bugüne çatışma, güvensizlik ve yanlış anlama mirasını bıraktı. Bugün Avrupa’da yeniden kışkırtılan İslam karşıtı klişeler yaklaşık iki asır süren Haçlı Seferlerinin bir ürünü. Osmanlıların Doğu Hıristiyanlığının merkezi olan İstanbul’u fethetmesi ve Viyana kapılarına dayanması bu düşmanca klişeleri besledi. 19. asırla birlikte İslam dünyasına yönelen sömürgecilik faaliyetleri sebebiyle ilişkiler, siyasî hakimiyet ve kültürel vesayete doğru yeni bir dönemece girdi. Haçlı Seferleri’nden bu yana beslenen tarihî önyargılar yeniden canlandı ve “medeniyetler arası diyaloğu” imkânsız hale getirdi.
I. Dünya Savaşı’nın ardından ilişkilerde yeni bir dönem başladı. Siyasî sınırların Avrupalı güçlerce şekillendirildiği Orta Doğu’da en önemli problem, yerli halkın ve İslam dünyasının dinî ve siyasî haklarını ayaklar altına alırcasına, Filistin topraklarında, özellikle de Kudüs’te yeni bir siyasî yapının (İsrail) kurulması oldu. Bu, İslam-Batı ilişkilerindeki en temel problem alanını teşkil ediyor bugün. Batı kendi yarattığı bu problemi çözmek üzere şimdiye kadar herhangi bir ciddi adım atmadı ve Müslümanların aleyhine tarafgir davrandı. İsrail işgali ve hukuksuzlukları karşısında pasif kalırken mesela, Müslümanların özgürlük mücadelesini terörizm olarak lanse etti. Bu tavır Müslümanlar tarafından çifte standart olarak algılanıyor ve doğal olarak mevcut çatışmayı tırmandırıyor. Benzer bir durumun Körfez Savaşı ve Bosna Krizi için de geçerli olduğu söylenebilir. Batı, Kuveyt’i işgalden kurtarma bahanesiyle Irak’a saldırırken ve ambargolarıyla sivil halkı cezalandırırken, Bosna’da Müslümanlara yönelik katliam karşısında sessiz kalmayı tercih etti. İslam-Batı ilişkilerinin gidişatına yönelik asıl darbeyi ise 11 Eylül olayları indirdi. Bu felaket ile ilgili şimdiye kadar tatmin edici herhangi bir sonuca ulaşılmasa da ABD, emperyal gündemini hayata geçirme ve işgallerini meşrulaştırma yolunda bunu kullanmaktan çekinmedi. Afganistan ve Irak’a yönelik saldırılar, benzer bir şekilde Müslümanların Batı’ya karşı köklü tarihî güvensizliğini canlandıran bir başka sebep oldu.
Komünizmin sona ermesi ve eski dost-düşman kalıbının ortadan kalkmasının ardından hegemonyasını ideolojik düzlemde teyit etmeye çalışan Batı’nın yeni düşmanı İslam oldu. Bu süreçte tarihî klişelerin uzantısı olan Huntington’ın “medeniyetler çatışması” tezi, İslam karşısında yeni hakimiyet projelerini meşrulaştırmaya çalışanların çıkarlarına hizmet ediyor. Batı’nın Müslümanlar üzerindeki hakimiyeti ve emperyalist girişimleri karşısında Müslümanlar tabii olarak kendi medeniyeti, değerler sistemi ve dünya görüşüne dönüyor. Ancak 18. yüzyıldan itibaren giderek Hıristiyan mirasından uzaklaşan, dinî bağlılıkları sadece törenlere indirgeyen ve artık “seküler tüketim dini”nin hâkim olduğu Avrupa; son dönemde Müslüman toplumlarda görülen İslamî uyanış ve bilinçlenmeyi, kendi hayatî çıkarlarına ve kültürel kimliğine yönelik bir tehdit olarak algılıyor. BOP çerçevesinde Batı, Yeni Dünya Düzeni ile uyumlu hale getirebilmek için İslam dünyasının sınırlarını tekrar çizmeye ve kendi İslam yorumu çerçevesinde Müslüman kimliğini tanımlamaya çalışıyor; kendi düzenini ve kavramlarını Müslümanlara dayatıyor. Demokrasi, insan hakları, hukuk devleti gibi söylemlerin ardında aslında özellikle petrole ulaşmak gibi ekonomik çıkarlar ve İsrail’in güvenliği var.
Karikatür Krizi
Son dönemde “medeniyet savaşı”na yönelik kışkırtmalarda medya oldukça olumsuz bir rol oynuyor. Birkaç aydır Avrupa gazetelerinde yayımlanan ve Müslüman topluma karşı dinî nefreti ve fanatizmi körükleyen 12 karikatür, İslam-Batı ilişkilerini baltalıyor ve çok kültürlülüğe yönelimin arttığı Avrupa’da barış içinde bir arada yaşama çabalarını tehdit ediyor.
Büyük tek-tanrılı dinlerden olan İslam’ın kurucusu Muhammed Peygamber’e yönelik bu tip nefret propagandasına hiçbir şekilde göz yumulamaz. Basın hürriyeti ırkçılığı ve kutsallara hakareti içermez. Zira diğer dinlerin ve medeniyetlerin değerlerine saygı, ifade hürriyetinin tamamlayıcısıdır. Hakaret içeren çizimlerin Danimarka dışında tekrar tekrar yayımlanması bir provokasyondur. İslam’a karşı bu ahlak dışı kampanya, temel insan haklarından olan din özgürlüğünün ihlalidir. Batı’nın, bu şekilde Müslüman cemaatine kendi seküler dünya görüşünü dayatmaya hakkı yoktur.
İslam karşıtı bu propagandaya Avrupalı liderler yeterince tepki göstermediler. Basın hürriyetinin önemini vurguladılar ve İslam dünyasından yükselen tepkileri kınadılar; ancak bu tepkilerin ardındaki asıl sebepleri göz ardı ettiler. Liderler, AB’nin Amsterdam Anlaşması’nın 6. maddesinde ve AB Temel Haklar Bildirgesi’nde yer alan temel Avrupa değerlerinin ciddi bir ihlali olan bu yayınları, hiçbir muğlaklığa mahal bırakmayacak netlikte kınamalılar. Zira basın ve ifade özgürlüğü veya sanat eseri kisvesi altında İslam’a karşı köklü nefretlerini gizleyenler, karşılıklı saygı temelinde İslam ile barış içinde bir arada yaşamaya inanan Avrupalıları kendi fanatik gündemlerine esir ediyorlar. Avrupa’da İslam karşıtı çevreler, bu karikatürleri ısrarla yayımlayarak “medeniyetler çatışması”nı gerçekten hayata geçirmeye çalışıyor olabilirler; ancak bu durum, Avrupa’nın sadece güvenliğini tehdit etmekle kalmayacak, istikrarını da bozacaktır.
“Medeniyetler Çatışması” Nasıl Önlenebilir?
Medeniyetler çatışmasının önümüzdeki süreçte sürekli bir savaşa dönüşmesini engellemek için Batı’nın atması gereken yedi adım var:
Batı, “barış içinde bir arada yaşama” prensibini kabul etmeli. Eğer tarafsızlık temelinde bu prensip işler ve her iki taraf da farklılıklarıyla bir arada yaşama konusunda uzlaşırsa muhtemel bir çatışma önlenebilir.
Aydınlar bu iki tek tanrılı din arasındaki benzerlikleri incelemeli. Bu teolojik/metafizik inceleme, tarafların birbirini daha iyi anlamasını sağlayarak medeniyetler arası diyalogun temeli olabilir. Zira her iki dinin de mesajları evrenseldir; insan tabiatına dair öğretileri de benzemektedir.
Batı İslam dünyasına yönelik çifte standartlardan vazgeçmeli. Şimdiye kadar önemsenmeyen, hatta Batı kamuoyunun pek de farkında olmadığı Müslümanların acılarına artık ciddi bir şekilde eğilmeli.
Sadece iktisadî çıkarlara dayanan bir siyaset izlemek yerine Batı, İslam dünyasıyla sosyal, kültürel ve siyasî alanları da içeren daha kapsamlı bir işbirliğine yönelmeli.
Batı, İslam dünyasını şekillendirmeye yönelik kendi değerlerine dayalı ideolojik ve emperyal iddialardan derhal vazgeçmeli. ABD dünyayı İsrail için güvenli kılma hedefini de terk etmeli.
Batılı liderler kendi kaderini tayin hakkını evrensel bir hak olarak kabul etmeli. Müslüman ülkelerin kendi geleneklerine ve önceliklerine göre kendi sistemlerini belirleme hakkına saygı göstermeli, kendi tarihî tecrübesinin bir ürünü olan sekülerizmi dayatmamalı.
Batı’da yaşayan Müslümanların temel insan hakları herhangi bir çekince ileri sürülmeksizin kabul edilmeli. İslam’a yönelik iftira ve kötülemeden kaçınılmalı. Basın hürriyeti, temel bir hak olan din hürriyetinin üzerine konulmamalı.
Paylaş
Tavsiye Et