Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Toplum
Orucun derin anlamı
Rasim Özdenören
Dünyada gerçek mutluluk diye bir şey var mı? (…)./… Sıradan insanlar ne yapar, neden mutlu olurlar? Sonuçta onların mutluluğunun gerçekten mutluluk olup olmadığını bilmiyorum. Sıradan insanları mutlu eden, çılgınca can attıkları, durdurulamayacak biçimde çevresinde yarıştıkları şeylere bakıyorum: Hepsi bu şeylerden mutlu olduklarını söylüyor. Ben onlarla mutlu değilim, mutsuz değilim. Sonuçta gerçek mutluluk diye bir şey var mı, yok mu?/ Ben eylemsizliği gerçek mutluluk sayıyorum.(…) Neyin doğru, neyin yanlış olduğuna halk karar veremez. Ancak eylemsizlik karar verebilir buna. Yetkin mutluluğa, canınızı korumağa sizi yalnızca eylemsizlik yaklaştırır./… Gök’ün eylemsizliği onun saflığıdır. Yeryüzünün eylemsizliği onun barışıdır. Dolayısıyla iki eylemsizlik bir araya gelince bütün şeyleri dönüştürür, doğurur. Harika bir biçimde, gizemli bir biçimde onlar bir şeylerden ortaya çıkmazlar, bir imleri yoktur. Her biri kendi işine bakar, eylemsizlikten gelişir. Bu yüzden, “yer ile Gök bir şey yapmaz, gene de yapılmamış hiçbir şey kalmaz” diyorum. İnsanlar arasında bu eylemsizliğe kim sarılabilir?
(Chuang Tzu’nun Kitabı, çev: L. Özşar, Biblos Y. S.107 vd.).
 
SI­RA­DAN in­san için mut­lu­lu­ğun de­rin bir an­la­mı yok­tur. O, kar­nı­nı do­yur­duk­tan son­ra diş­le­ri­ni ka­rış­tır­ma­ya baş­la­dı­ğı an­da mut­lu­lu­ğu­nun do­ruk nok­ta­sı­na ulaş­mış olur. Ye­yip iç­mek, uyu­yup kal­mak, çift­leş­mek sı­ra­dan in­sa­nın mut­lu­luk ara­yı­şı­nın ni­hai nok­ta­sı­nı oluş­tu­rur. Bü­tün bu ey­lem­ler, so­nun­da, sı­ra­dan in­sa­nı ey­lem­siz­li­ğe sü­rük­ler. An­cak bu­ra­da­ki ey­lem­siz­lik Chu­ang Tzu’nun sö­zü­nü et­ti­ği tür­den bir ey­lem­siz­lik de­ğil­dir. Chu­ang Tzu’nun sö­zü­nü et­ti­ği ey­lem­siz­lik tü­müy­le is­tiğ­na ha­li­ne de­la­let et­me­li. Oy­sa sı­ra­dan in­sa­nın di­şi­ni kur­ca­lar­ken­ki ya da kar­nı­nı şi­şir­dik­ten son­ra gö­be­ği­ni sı­vaz­la­ya­rak sırt üs­tü dev­ri­lip kal­ma­sı ha­li mis­kin­lik­tir.
Oruç, bir ba­kı­ma, Chu­ang Tzu’nun sö­zü­nü et­ti­ği yük­sek an­lam­lı bir ey­lem­siz­lik ha­li­dir. An­cak oruç­ta­ki ey­lem­siz­lik oru­cun öz­gül ey­le­mi­nin ta ken­di­si­dir.
Oruç, in­san ol­ma­nın en te­mel sı­nav bi­çim­le­rin­den bi­ri­dir. Sı­nav­da ol­mak bir ey­lem üze­rin­de ol­ma­yı ta­zam­mun eder. Sı­nav, in­sa­nın var­lık hik­me­ti­nin he­de­fin­de yer alır ve yal­nız­ca in­san ol­ma­nın bir var­lık tar­zı­nı oluş­tu­rur. Öte­ki mah­lû­kat ara­sın­da sı­nav­la kar­şı kar­şı­ya bı­ra­kı­lan yok­tur. Ne hay­van, ne de me­lek sı­nav ve­ti­re­sin­den ge­çi­ri­lir. Çün­kü mah­lû­kat ara­sın­dan yal­nız­ca in­san seç­me mec­bu­ri­ye­tiy­le yü­küm­lü tu­tul­muş­tur. Bu yü­küm­lü­lü­ğü in­sa­nın biz­zat ken­di­si ta­lep et­miş­tir. Seç­me ol­gu­suy­la kar­şı kar­şı­ya bu­lun­mak, bi­za­ti­hi bu ol­gu­nun ken­di­si var­lık âle­mi­ne Al­lah’ın ema­net ola­rak tek­lif et­ti­ği ve in­san­dan baş­ka hiç­bir var­lı­ğın yük­len­me­ye ce­sa­ret et­me­di­ği kut­sal sır­rın da adı­dır.
De­mek ki, in­sa­nın seç­me du­ru­muy­la kar­şı kar­şı­ya bu­lun­du­ğu­nu söy­lü­yo­ruz. Oruç ha­lin­de seç­me du­ru­mu in­sa­nın, ken­di­ni ey­le­mek­ten alı­koy­ma­sıy­la te­za­hür eder. Bir şe­yi ya­pa­bi­le­cek­ken yap­ma­mak, yi­ye­bi­le­cek­ken ye­me­mek, iç­me­si müm­kün­ken iç­me­mek vb. iş­ler­den bi­linç­li ola­rak ka­çın­mak, dış­tan ey­lem­siz­lik gi­bi gö­rü­nen ha­lin ey­lem ola­rak te­za­hür et­me­si­dir ve oru­cun öz­gül ey­le­me ha­li tam da bu­dur.
As­lın­da ey­le­mek­ten vaz­ge­çi­len hal­ler bi­za­ti­hi ha­ram ol­du­ğu için on­lar­dan sar­fı­na­zar edi­li­yor de­ğil; ey­le­mek­ten vaz­ge­çi­len hal­ler he­lal ol­ma­sı­na rağ­men on­lar­dan sar­fı­na­zar edil­mek­te­dir. Bu du­rum tak­va ol­gu­suy­la il­gi­li­dir. Hz. Ali’nin şöy­le söy­le­di­ği nak­le­di­lir: “Dün­ya be­ni ha­ra­mın­dan men et­ti, ben onun he­la­lin­den de geç­tim.” İş­te bu söz­le ifa­de edil­mek is­te­nen du­rum, tam da tak­va ha­li­dir. Tak­va­lı dav­ra­nış, he­lal ve­ya mu­bah olan bir şey­den gö­nül­lü ola­rak sar­fı­na­zar et­me­yi ta­zam­mun edi­yor. Ba­şı­nı ört­mek şe­ri­a­tın em­riy­se, yü­zü­nü de ört­mek tak­va­ya gi­rer. Şe­ri­at ma­lın %40’ını ze­kât ola­rak ver­me­yi em­re­di­yor­sa, da­ha faz­la­sı­nı ver­mek tak­va­nın so­nu­cu­dur. Şer’an ya­pıl­ma­sı ve­ya ka­çı­nıl­ma­sı ge­re­ken­den faz­la­sı­nı ifa ve­ya eda et­mek tak­va ile il­gi­li­dir.
Oruç, iş­te bu öze­li­ğiy­le, ya­ni as­lın­da ha­ram ol­ma­ma­sı­na, bi­la­kis he­lal ol­ma­sı­na rağ­men, in­sa­nı ye­yip iç­mek­ten ve ba­zı fi­il­le­ri ifa et­mek­ten vaz­ge­çir­mek su­re­tiy­le, bir ba­kı­ma, onu or­tak bir tak­va alış­tır­ma­sın­dan ge­çi­ri­yor. Ra­ma­zan ayı için­de ger­çek­leş­ti­ri­len ve far­zı ki­fa­ye hük­mün­de olan iti­kâf ha­li, sı­ra­dan bir oruç­lu in­san için, as­lın­da, bir ba­kı­ma, gün­de­lik olan­dan sa­kı­nıp oru­cun fark­lı düz­le­mi­ne gir­me­siy­le ken­di­li­ğin­den ve tü­müy­le bir iti­kâf ha­li me­sa­be­si­ne in­ti­kal et­miş olur. Bu yö­nüy­le de, oruç­lu in­san ve Ra­ma­zan oru­cu­nu tut­ma­ya ni­yet­len­miş kim­se, ni­ye­ti üze­re sa­bit dur­du­ğu sü­re­ce, ay­nı za­man­da ve ken­di­li­ğin­den zi­kir ha­lin­de de bu­lun­muş olur. Na­sıl ki, Ra­ma­zan için­de iti­kâ­fa çe­kil­miş olan kim­se bu dün­ya ha­ya­tın­dan el çek­miş olu­yor­sa, gün­de­lik ha­ya­tın­dan oruç ha­ya­tı­na gi­ren kim­se de, bir bu ha­liy­le, iti­kâf­tay­mış gi­bi olur.
Böy­le­ce İs­lâm’ın ön­gör­dü­ğü ma­ne­vî ha­ya­tın önem­li bir bo­yu­tu­nun oruç­la ya­şan­dı­ğı­nı söy­le­miş olu­yo­ruz. İs­lâm’ın ön­gör­dü­ğü iba­det­le­rin tü­mü, in­sa­nı Al­lah’ın ah­lâ­kı ile ah­lâk­lan­ma­ya yö­nel­ti­yor­sa, bu iba­det­le­rin ara­sın­da oru­cun iş­le­vi öz­gül bir yer tu­tar. Öte­ki iba­det­ler ken­di­li­ğin­de ale­ni iken, oruç, ma­hi­ye­ti ica­bı giz­li bir iba­det­tir. Böy­le ol­ma­sı­na rağ­men: “Siz­den bi­ri­niz oruç­lu bu­lun­du­ğu gün çir­kin söz söy­le­me­sin ve kim­se ile çe­kiş­me­sin. Şa­yet bi­ri ken­di­si­ne sö­ver ve­ya ça­tar­sa, ‘ben oruç­lu­yum’ de­sin” mea­lin­de­ki ha­di­si şe­ri­fin an­la­mı­na nü­fuz et­me­miz ge­re­ki­yor. Bu­ra­da, ki­şi, mu­ka­be­le ede­bi­le­cek­ken, hat­ta gün­de­lik ha­ya­tın­da mu­ka­be­le et­me­sin­de sa­kın­ca mü­lâ­ha­za edil­mez­ken, oruç­luy­ken mu­ka­be­le et­mek­ten sa­kın­dı­rıl­mak su­re­tiy­le, onun, ge­ne tak­va­ya uy­gun dü­şen bir dav­ra­nış düz­le­min­de kal­ma­sı sağ­lan­mış olu­yor.
Al­lah Re­su­lü’nün (sav): “Ben üs­tün ah­lâk de­ğer­le­ri­ni ta­mam­la­mak için gön­de­ril­dim” mea­lin­de­ki ha­di­si şe­ri­fi­ni bi­li­yo­ruz. Ge­ne Al­lah Re­su­lü­nün Al­lah’ın ah­lâ­kıy­la ah­lâk­lan­dı­rıl­dı­ğı­nı da bi­li­yo­ruz. Müs­lü­man’ın uf­kun­day­sa Al­lah Re­su­lü­nün ah­lâ­kıy­la ah­lâk­lan­mak var­dır. Oruç, ifa et­tir­di­ği tak­va tem­ri­niy­le sı­ra­dan Müs­lü­man’a (bu­ra­da­ki sı­ra­dan­lık Al­lah Re­su­lü­ne nis­pet­le her in­sa­nı ta­zam­mun edi­yor) Al­lah Re­su­lü­nün ah­lâ­kı ile ah­lâk­lan­ma­nın yo­lu­nu açı­yor, di­ye­bi­li­riz. Onun de­rin an­la­mı da bu nok­ta­da sak­lı­dır. Bu he­de­fe yak­la­şan Müs­lü­man için, sı­ra­dan in­sa­nın mut­lu­luk di­ye gör­dü­ğü ya­şan­tı tar­zı da aşıl­mış ha­le ge­lir.

Paylaş Tavsiye Et
Yazara ait diğer yazılar
Rasim Özdenören