Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Söyleşiyorum
Ferhat KENTEL: “Türk toplumu adam yerine konmak istiyor”
Söyleşi: Ümit AKSOY, Hilal TURAN
Türkiye bir seçimi daha geride bıraktı. Ama görülüyor ki aslında gerçek seçim(ler) şimdi başlıyor. Başta cumhurbaşkanlığı meselesi olmak üzere, var olan bütün yüklü alanlar, kendi sahip oldukları anlamdan daha fazlasına göndermede bulunan sembolik sorun bölgeleri olarak karşımızda durmakta. Bu anlamda, sürekli olarak iktidar olunan fakat bir türlü muktedir olunamayan bu kısa Cumhuriyet tarihini, bir semboller savaşı olarak değerlendirmek hiç de yanlış olmasa gerek. 22 Temmuz sonrasında şekillenen süreç ise, ister devlet ister toplum düzeyinde olsun, belki de bizleri sembollerin ötesinde siyaset yapmanın mümkünlüğüne götürecek bir eşiğe getirmiş durumda.
Biz de bu ay, Doç. Dr. Ferhat Kentel’le Türkiye’nin, Türk siyasetinin artık kaçınılmaz hale gelen seçimini, bu seçimlerin ifade ettiği değeri, siyasetin normalleşmesini ve milliyetçiliğin sosyo-patolojik durumlarını konuştuk. İstanbul Bilgi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde öğretim görevlisi olan Kentel’in, modernite, yeni sosyal hareketler, kimlik, İslami hareketler, etnik cemaatler alanlarında/konularında çok sayıda makalesi bulunuyor. Son olarak TESEV için Meltem Ahıska ve Fırat Genç ile birlikte yürüttüğü çalışma Milletin Bölünmez Bütünlüğü: Demokratikleşme Sürecinde Parçalayan Milliyetçilikler başlığıyla yayımlandı.
Türk toplumu, belki de en önemli seçimini, samimi olmakla olmamak arasında yapacak. Ve hiç şüphesiz bu samimiyet sınavında, fildişi kuleye çıkmamış namuslu akademisyenler önemli bir ayağı oluşturacaklar. Ferhat Kentel, entelektüel birikimi ve samimi duruşuyla bizlere ufuk açıcı bir değerlendirme sunuyor.
 
Ma­lu­mu­nuz üze­re geç­ti­ği­miz Ni­san ayın­da bir Cum­hur­baş­kan­lı­ğı se­çi­mi sü­re­ci ‘ya­şa­ya­ma­dık’. Si­ya­set dı­şı ak­tör­ler ve bun­la­rın si­ya­set­te­ki uzan­tı­la­rı­nın da mü­da­ha­le­siy­le bir şe­kil­de en­gel­len­di bu sü­reç ve 22 Tem­muz’da se­çim­le­re git­tik. Se­çim­le­rin or­ta­ya koy­du­ğu tab­lo­yu hem si­ya­sal hem de sos­yo­lo­jik dö­nü­şüm açı­sın­dan na­sıl oku­mak ge­re­kir siz­ce?
22 Tem­muz se­çim­le­ri Tür­ki­ye’de si­ya­se­tin nor­mal­leş­me­si yö­nün­de çok önem­li bir adım ol­du. Si­ya­se­tin nor­mal­leş­me­si, top­lum­da fark­lı de­ğer­le­rin, ta­lep­le­rin, ifa­de tarz­la­rı­nın en azın­dan si­ya­se­te yan­sı­ya­bil­me­si, si­ya­si ola­rak ko­nu­şu­la­bi­li­yor ol­ma­sı de­mek­tir. Se­çim so­nuç­la­rın­dan an­la­dı­ğı­mız, 4 se­ne­lik AK Par­ti ik­ti­da­rı sü­re­ci­nin top­lum ta­ra­fın­dan en azın­dan olum­suz­lan­ma­dı­ğıy­dı. Ya­ni top­lum, AK Par­ti ile de­vam et­mek is­te­di ve AK Par­ti va­sı­ta­sıy­la özün­de bir tür ba­rış­ma ve uz­laş­ma ara­yı­şı için­de ol­du­ğu­nu, su­ni ge­ri­lim­le­re ta­raf ol­mak is­te­me­di­ği­ni gös­ter­di. Ta­ban­da­ki bu uz­laş­ma ara­yı­şı ile yu­ka­rı­da­ki si­ya­se­tin nor­mal­leş­me­si­ni bir ara­da dü­şün­dü­ğü­müz­de Türk top­lu­mu­nun bü­tün fark­lı­lık­la­rıy­la bir­lik­te as­lın­da ko­nuş­mak is­te­di­ği­ni söy­le­ye­bi­li­riz. Tür­ki­ye’de top­lum, için­de­ki tüm fak­lı­lık­la­rı, en ge­nel ha­liy­le ya­şa­mak, bu ko­nu­da tec­rü­be sa­hi­bi ol­mak is­ti­yor. Çün­kü Türk mo­dern­leş­me­si de­di­ği­miz mü­hen­dis­lik pro­je­sin­de top­lum, dev­le­tin ya da için­de­ki oto­ri­ter zih­ni­ye­ti tem­sil eden si­ya­sal ak­tör­le­rin, be­ğen­me­dik­le­ri ge­liş­me­ler kar­şı­sın­da sü­rek­li mü­da­ha­le et­tik­le­ri bir ço­cuk ye­ri­ne ko­nul­du. An­cak ar­tık bu top­lum, “Ben bü­yü­düm” di­yor. “Bı­rak da ba­şı­ma her ne be­la ala­cak­sam ala­yım, so­rum­lu­luk be­nim üze­rim­de ol­sun” di­yor. Bu sü­re­cin ba­şı­mı­za be­la­lar aç­ma ih­ti­ma­li de mev­cut ger­çek­ten. Zi­ra hü­kü­me­te ina­nıl­maz bir ka­pi­ta­list man­tık hâ­kim şu an­da. Bü­tün o ne­o-li­be­ral po­li­ti­ka­lar, özel­leş­tir­me­ler, her şe­yin sa­tı­la­bi­lir ol­ma­sı, ta­rı­mın çö­kü­şü, Ke­mal Una­kı­tan’ın di­li­ni fa­lan da ek­ler­se­niz ga­yet cid­di bir kriz var. Bü­tün bun­la­ra rağ­men “Ta­mam ben bu risk­le­ri al­ma­ya ha­zı­rım” di­yen bir top­lu­mu­muz var. Bü­yü­mek, üs­tün­de­ki o oto­ri­ter ba­ba fi­gü­rün­den kur­tul­mak is­te­yen bir top­lum. Bu an­lam­da biz de en azın­dan da­ha ko­nu­şu­la­bi­lir bir top­lum ol­ma yo­lun­da iler­li­yo­ruz. Se­çim so­nuç­la­rı­nın or­ta­ya koy­du­ğu tab­lo, top­lum­da ha­len ta­kiy­ye yap­ma­dan, şef­faf bi­çim­de ko­nuş­ma ola­nak­la­rı­nın var ol­du­ğu­nu gös­te­ri­yor.
 
Top­lum ger­gin­lik is­te­mi­yor ama di­ğer yan­dan rüş­tü­nü de is­pat­la­mak is­ti­yor. Bun­lar ara­sın­da bir zıt­lık yok mu? Ya­ni ne is­ti­yor halk ger­çek­ten? Ve is­te­dik­le­ri­ni ger­çek­ten AK Par­ti’nin sağ­la­ya­bi­le­ce­ği­ni mi dü­şü­nü­yor?
Tür­ki­ye top­lu­mu, ger­çek­te adam ye­ri­ne kon­mak is­ti­yor. Tüm bek­len­ti­le­rin özü bu. Adam ye­ri­ne kon­mak; ya­ni da­yak ye­me­mek; kim­li­ğin­den, ki­şi­li­ğin­den, ren­gin­den, inan­cın­dan, kı­ya­fe­tin­den ya da fa­kir­li­ğin­den ötü­rü ha­ka­re­te uğ­ra­ma­mak, aşa­ğı­lan­ma­mak is­ti­yor. Her top­lum­da hi­ye­rar­şi, ça­tış­ma, sı­nıf­sal-kül­tü­rel den­ge­siz­lik­ler var; en azın­dan bun­la­rın ger­çek­leş­me po­tan­si­yel­le­ri var. Ama bü­tün bun­la­rın ne şid­det­te ya­şan­dı­ğı önem­li. Bu­nun şid­de­ti­ni an­la­ya­bil­mek için bir top­lum­da mo­dern­leş­me stra­te­ji­si ta­ra­fın­dan tes­pit edil­miş tem­sil­le­re uy­ma­yan in­san­la­rın, bu tem­sil­ler kar­şı­sın­da­ki po­zis­yo­nu­na bak­mak ge­re­kir. Eğer “ra­di­kal bir aşa­ğı­lan­ma” ya­şı­yor­sa­nız, tep­ki­le­ri­niz de ra­di­kal olur. Böy­le bir du­rum­da oyun­dan çık­ma ih­ti­ma­li de çok yük­se­lir; ama ne­ti­ce­de bu da çö­züm de­ğil. Da­ğa çık­mak, se­çim­ler­de oy ver­me­mek, ver­gi ver­me­mek gi­bi bir sü­rü oyu­na gir­me­me yol­la­rı var. An­cak bü­tün bun­la­rı yap­mak, ay­nı za­man­da baş­ka­la­rıy­la iliş­ki ku­ra­ma­mak de­mek. Ya­ni in­sa­n olmanın en as­ga­ri şart­la­rın­dan bi­ri­ni ye­ri­ne ge­ti­re­mi­yor­sun oyun­dan çık­tı­ğın­da. Do­la­yı­sıy­la ça­tış­ma­nın or­ta­dan kal­dı­rıl­ma­sı ve ça­tış­ma ol­mak­sı­zın ken­di ola­bil­me is­te­ği­nin he­men her top­lum­da bir te­mel ek­sen ha­li­ne gel­di­ği­ni söy­le­ye­bi­li­riz. Tür­ki­ye’nin ay­rı­ca­lık­lı du­ru­mu ise bu­ra­da aşa­ğı­lan­ma dü­ze­yi­nin çok yük­sek ol­ma­sı.
 
Ab­dul­lah Gül’ün cum­hur­baş­kan­lı­ğı­na bu den­li şid­det­le kar­şı çı­kıl­ma­sı­nın te­mel ne­de­ni ne­dir siz­ce? Türk si­ya­si ta­ri­hi bağ­la­mın­da ne­re­ye otur­tu­yor­su­nuz bu cum­hur­baş­kan­lı­ğı kav­ga­sı­nı?
Ab­dul­lah Gül’e tep­ki­nin bu ka­dar yo­ğun ol­ma­sı­nın te­mel re­fe­ran­sı­nı Türk mo­dern­leş­me­si­nin gö­zet­le­me ku­le­le­rin­de ara­mak la­zım. Ya­ni Tür­ki­ye’de­ki ge­ri­lim ek­sen­le­ri­ne bak­tı­ğı­nız za­man, bun­la­rın tam da o gö­zet­le­me ku­le­le­ri­nin, te­mel kö­şe taş­la­rı­nın ci­ğe­ri­ne do­kun­du­ğu­nu his­se­di­yor­su­nuz. Kürt me­se­le­si, İs­lam­cı­lık/la­ik­lik ek­se­ni, Er­me­ni me­se­le­si… Bü­tün bun­lar o bü­yük mo­dern Türk ulus-dev­le­ti kur­gu­sun­da­ki en önem­li yer­le­ri işa­ret edi­yor. Siz mo­dern Cum­hu­ri­ye­ti kar­şı­nız­da bir öte­ki in­şa ede­rek kur­gu­lu­yor­su­nuz. Son­ra bir gün si­zin o gay­ri­meş­ru ilan et­ti­ği­niz, özel alan­la­ra it­me­ye, eh­li­leş­tir­me­ye ça­lış­tı­ğı­nız öte­ki­ler­den bi­ri olan İs­lam’ın için­den bir­ta­kım top­lum­sal ak­tör­ler çı­kı­yor. Ve bun­lar en az si­zin ka­dar mo­dern olu­yor­lar. As­lın­da mo­dern Türk dev­le­ti­nin ku­ru­cu­la­rı ken­di içlerinde bas­tır­mış ol­du­ğu o öte­ki­lik ha­li­ni bir an­da kar­şı­ların­da gö­rü­yor­lar. Üs­te­lik de bu öte­ki, kar­şı­sı­na al­ter­na­tif bir dil ola­rak çı­kı­yor. Bü­tün bu İs­lam, Kürt­lük, Er­me­ni me­se­le­le­ri o bü­yük kur­gu­nun en te­mel kö­şe taş­la­rı ve bun­la­rın her­han­gi bi­rin­de al­ter­na­tif bir dil, bu kur­gu açı­sın­dan cid­di teh­li­ke oluş­tu­ru­yor.
Cum­hur­baş­kan­lı­ğı da bu kur­gu­nun en yo­ğun­laş­tı­ğı yer. Her an­lam­da dev­le­tin zir­ve­si; coğ­ra­fi ola­rak Çan­ka­ya te­pe­si, baş­ko­mu­tan, cum­hu­run ba­şı vs. Her şey yük­sek­te ya­ni. An­cak öy­le bir cum­hur­baş­ka­nı ge­li­yor ki, onun ta­ri­hi hiç de o si­zin ön­gör­müş ol­du­ğu­nuz tem­sil­le­re uy­gun bir ta­rih de­ğil. Bu­gün bu sis­te­min içi­ne gir­miş ve sis­te­min için­den ko­nu­şu­yor; an­cak eşi hâ­lâ o sis­te­min tem­sil­le­ri­ne uy­mu­yor. Bu, dev­le­tin ku­ru­cu tem­sil­le­ri açı­sın­dan, trav­ma­tik bir du­rum. Top­lum­sal dü­zey­de bak­tı­ğı­nız­da ise dev­let­le top­lu­mun o ka­dar ay­rı şey­ler ol­ma­dı­ğı­nı gö­rü­yor­su­nuz. O top­lum­sal ke­sim­ler biz­zat dev­let gi­bi ken­di için­de ba­zı şey­le­ri bas­tı­ra­rak bir­ta­kım sü­reç­ler ya­şa­mış, ku­ru­cu tem­sil­ler açı­sın­dan uta­nı­la­cak şey­le­ri­ni ade­ta üze­rin­den at­mış. Me­se­la ben li­se­dey­ken an­ne­min ba­şör­tü­lü ol­ma­sın­dan uta­nır­dım. Onun dip­lo­ma tö­re­ni­ne gel­me­si­ni is­te­me­miş­tim; çün­kü ar­ka­daş­la­rı­ma kar­şı mah­cup ola­cak­tım. Bu­nun gi­bi dün­ya ka­dar hi­ka­ye var. He­pi­miz ken­di­miz­den uta­nı­yo­ruz. İs­lam­cı­lık için­de bi­le bu var. Ne­ti­ce­de bur­ju­va­laş­ma­nın baş­la­ma­sıy­la bir­lik­te ör­ne­ğin da­ha ka­li­te­li si­te­le­re yer­le­şen­ler, öte­ki ma­hal­le­ler­de­ki in­san­la­ra da­ha fark­lı göz­le bak­ma­ya baş­lı­yor­lar. Çün­kü me­de­ni­leş­mek pro­je­si, ya­ni o ide­al mo­dern in­san tem­si­li­ne uy­mak, za­ten biz­zat utan­dır­ma üze­ri­ne ku­ru­lu olan bir sü­reç. Utan­dı­ra­cak­sı­nız ki öte­ki­ler de ken­di­le­ri­ni si­ze ben­zet­me­ye ça­lı­şa­cak­lar. Utan­dı­ra­cak­sı­nız ki, ba­şör­tü­sü­nü ata­cak; di­li­ni, leh­çe­si­ni dü­zel­te­cek. Do­la­yı­sıy­la Ab­dul­lah Gül ve eşi, bü­tün mü­te­va­zı­lık­la­rıy­la, öte­ki­leş­ti­ri­len bir top­lum­sal hi­ka­ye­yi ta­şı­yor ora­ya. Sis­te­min unut­mak is­te­dik­le­ri, bir an­da kar­şı­sı­na çı­kı­yor. Bu­nun­la baş ede­bil­me­si için ise cid­di bir oto-te­da­vi sü­re­cin­den geç­me­si ge­re­ki­yor.
 
Türk top­lu­mun­da bah­set­ti­ği­niz o aşa­ğı­lan­ma­dan ge­len yo­ğun bir in­cin­miş­lik ve öte­len­miş­lik duy­gu­su var. Bu duy­guy­la cum­hur­baş­kan­lı­ğı se­çi­mi ara­sın­da bağ kur­mak da müm­kün mü siz­ce? Se­çim ön­ce­sin­de Ab­dul­lah Gül’e kar­şı yo­ğun bir pro­pa­gan­da­nın ya­pıl­ma­sı, bu ka­dar he­te­ro­jen bir kit­le­yi AK Par­ti et­ra­fın­da bir ara­ya ge­tir­miş ola­bi­lir mi?
Evet, o in­cin­miş­lik me­ta­fo­ru ben­ce çok önem­li. Ab­dul­lah Gül baş­ba­kan ol­du­ğun­da Kay­se­ri’de ba­ba evi­ne gi­dip an­ne-ba­ba­sı­nın eli­ni öp­müş­tü. Ev ha­ki­ka­ten sü­per mü­te­va­zı bir ev­di. Be­nim ço­cuk­lu­ğu­mun evi gi­biy­di. Ya­ni ben Tür­ki­ye or­ta­la­ma­sı­na gö­re öğ­re­tim üye­si ol­muş, nis­pe­ten pi­ra­mi­din üst­le­rin­de bir ye­re yer­leş­mi­şim. Ama bi­li­yo­rum ki geç­mi­şim­de o gö­rün­tü­ler­de­ki­ne ben­zer bir hi­ka­ye var. Top­lu­mun önem­li ke­si­mi böy­le mü­te­va­zı bir ha­yat ya­şı­yor ve Ab­dul­lah Gül tam da böy­le bir öz­deş­leş­tir­me­yi sağ­la­ya­bi­le­cek bir in­san. Ta­bii ki Gül, ay­nı za­man­da Tür­ki­ye’yi AB sü­re­cin­de Brük­sel’de ina­nıl­maz bir şe­kil­de tem­sil eden, Kıb­rıs me­se­le­sin­de­ki ta­vır­la­rıy­la Rum Ke­si­mi’nin bü­tün o bağ­naz­lık­la­rı kar­şı­sın­da Kıb­rıs­lı Türk­le­rin açık top­lum­cu bir dü­şün­ce­ye çok da­ha ya­kın ol­du­ğu­nu gös­te­ren bir dı­şiş­le­ri ba­ka­nı ol­du. Tür­ki­ye’de böy­le ba­şa­rı­lı bir si­ya­set­çiy­le kar­şı­laş­mak çok da ko­lay de­ğil. Üs­te­lik AK Par­ti için­de bü­tün iliş­ki­le­rin­de en mü­te­va­zı ki­şi­ler­den bi­ri. Hiç­bir za­man se­si­ni yük­selt­me­miş­tir me­se­la, ba­ğı­rıp ça­ğır­ma­mış­tır.
Biz za­ten sı­ra­dan ha­ya­tı­mız­da esas ola­rak mü­te­va­zı de­ğil mi­yiz? Do­la­yı­sıy­la ben bu in­san­la öz­deş­leş­ti­ri­yo­rum ken­di­mi. Sem­bol­le­ri araç­sal­laş­tı­ra­rak sa­va­şan bi­ri­le­ri, bu in­sa­na eşi­nin ba­şör­tü­sü ya­hut geç­miş­te ver­di­ği de­meç­ler gi­bi üze­rin­de ko­nuş­ma­ya bi­le değ­me­ye­cek şey­ler ne­de­niy­le sal­dı­rı­yor­lar. Do­la­yı­sıy­la bu hi­ka­yey­le öz­deş­lik ku­ran in­san­lar, as­lın­da ken­di­le­ri­ne ha­ka­ret edil­miş gi­bi his­se­di­yor­lar. O za­man “Evet, ben Ab­dul­lah Gül için oy ve­ri­rim”e gi­di­yor olay.
 
Ab­dul­lah Gül’le il­gi­li tar­tış­ma­la­rın bil­has­sa eşi Hay­run­ni­sa Gül’ün ba­şör­tü­sü üze­rin­den yü­rü­tül­dü­ğü­nü gö­rü­yo­ruz. Bü­tün bu tar­tış­ma­lar, as­lın­da bi­raz da ka­dın­lar üze­rin­den ya­pı­lan bir tür er­kek­ler ara­sı sem­bo­lik ik­ti­dar mü­ca­de­le­si­nin gös­ter­ge­si ola­rak oku­na­bi­lir mi? Çan­ka­ya’nın yu­ka­rı­da ol­ma­sın­dan tu­tun da Hay­run­ni­sa Gül’ün ba­şör­tü­sü­ne ka­dar as­lın­da bü­tün bu sem­bol­ler, bi­zi si­ya­se­tin ka­pı dı­şı edil­di­ği bir nok­ta­ya mı gö­tü­rü­yor?
Türk mo­dern­leş­me­si­nin ken­di­si­ni en ra­hat gös­te­re­bil­di­ği, ege­men­li­ği­ni te­sis ede­bil­di­ği yer­ler­den bi­ri as­lın­da ka­dın be­de­ni. Ata­türk’ün ya da ilk Cum­hu­ri­yet seç­kin­le­ri­nin pra­tik­le­ri­ne bak­tı­ğı­nız za­man mo­dern­leş­mek adı­na ka­dın­la­rın ba­şör­tü­le­ri­nin çı­ka­rıl­dı­ğı­nı gö­rü­yo­ruz. Dev­let, ka­dın va­sı­ta­sıy­la top­lu­ma mo­dern­leş­ti­ği­ni gös­te­ri­yor bir ba­kı­ma. Do­la­yı­sıy­la ka­dın as­lın­da si­ya­si­leş­ti­ri­li­yor. Eğer ka­dın va­sı­ta­sıy­la si­ya­set ya­pı­lı­yor­sa mu­ha­le­fe­tin de ka­dın üze­rin­den ol­ma­sı çok nor­mal. O za­man ka­dın­lar da ba­şör­tü­sü hak­la­rı­nı ta­lep edi­yor ve yi­ne bir ba­kı­ma ken­di be­den­le­ri üze­rin­den si­ya­set ya­pı­yor­lar. Çün­kü za­ten ken­di be­den­le­ri bir araç ol­muş bu­ra­da. Ne ya­pa­bi­lir­ler ki? Yok­muş gi­bi mi dav­ra­na­cak­lar? Ka­dın bi­za­ti­hi sem­bo­lik bir şe­ye dö­nü­şü­yor do­la­yı­sıy­la. O yüz­den ka­dın­lar ara­sın­da­ki kav­ga­lar çok da­ha ra­di­kal ger­çek­le­şi­yor. Ya­ni gün­de­lik ha­yat­ta, ör­ne­ğin ba­şör­tü­lü ka­dın­la­ra kar­şı tep­ki­ler çok da­ha ba­riz; çün­kü ka­dın söz ko­nu­su ol­du­ğun­da fark­lı­lık çok da­ha faz­la gö­rü­nür olu­yor. Do­la­yı­sıy­la ka­dın­lar, as­lın­da ka­dın ola­rak iş ve okul ha­ya­tın­da ya­hut ai­le için­de ya­şa­mış ol­du­ğu bir sü­rü eşit­siz­li­ği ko­nuş­mak ye­ri­ne, baş­ka bir di­lin için­de hap­sol­ma­ya ve tam da o sem­bo­lik dü­zey­de kav­ga et­me­ye baş­lı­yor­lar. Bu tür sem­bo­lik sa­vaş­lar ne­de­niy­le biz za­ten bir tür kur­gu olan kim­lik­le­ri­mi­zin için­den ko­nuş­ma­ya baş­lı­yo­ruz. Kim­lik­ler bü­tün hi­ka­ye­mi­zi an­la­tır di­ye dü­şü­nü­yo­ruz; ama an­lat­mı­yor as­lın­da. Kim­lik­ler be­de­ni­mi­zin, zih­ni­mi­zin, ha­yat pra­tik­le­ri­mi­zin sa­de­ce bir par­ça­sı­nı oluş­tu­ru­yor. Gü­ney­do­ğu­’da köy­lü ol­ma­nın zor­luk­la­rı­nı an­cak Türk/Kürt ge­ri­li­miy­le ifa­de ede­bi­li­yo­ruz ör­ne­ğin. Bu du­rum­da be­nim ger­çek gün­de­lik ha­ya­tım gö­rün­mez olu­yor. Hal­bu­ki si­ya­set tam da bunun gö­rü­nür ve ko­nu­şu­la­bi­lir ol­ma­sı­dır. Bu­ra­dan se­çim­ler me­se­le­si­ne ge­lir­sek, oto­ri­ter mo­dern­leş­me­nin bü­tün o uzan­tı­la­rı, ak­tör­le­ri, te­za­hür­le­ri olan sem­bol­ler­le mü­ca­de­le­den, sem­bo­lik sa­vaş­lar­dan çık­ma­nın yo­lu­nu as­lın­da bu son se­çim­ler ga­li­ba gös­ter­di. Zi­ra AK Par­ti’ye sa­de­ce mü­te­dey­yin ke­sim­ler oy ver­me­di. AK Par­ti her ke­sim­den in­san­la­rın oy ver­di­ği kar­ma­şık bir koa­lis­yon oluş­tur­du ade­ta. Bu koa­lis­yo­nun tam da o bah­set­ti­ği­miz sem­bol­le­rin ta­hak­kü­mün­den kur­tul­ma yö­nün­de bir ka­pı aç­tı­ğı­nı söy­le­mek müm­kün.
 
AK Par­ti hü­kü­me­ti, bil­has­sa neo-li­be­ral po­li­ti­ka­la­rı iti­ba­riy­le de­ğer­len­dir­di­ği­miz­de mu­ha­le­fet­siz bir ik­ti­dar gi­bi gö­rü­nü­yor. Siz ya­zı­la­rı­nız­da özel­lik­le ye­ni bir sol si­ya­se­te ih­ti­yaç ol­du­ğu­nu sü­rek­li di­le ge­ti­ri­yor­su­nuz. Böy­le bir im­kan gö­rü­yor mu­su­nuz şu an si­ya­se­tin önün­de? CHP’nin ken­di­ni re­vi­ze et­me­si ge­rek­ti­ği yö­nün­de tar­tış­ma­lar var. Siz­ce CHP ye­ni bir dil üret­me im­ka­nı­na sa­hip bir par­ti mi?
CHP’den böy­le bir di­lin üre­me­si ba­na im­kan­sız gi­bi gö­zü­kü­yor; ama ta­bii bi­le­me­yiz. CHP için­de de den­ge­ler de­ği­şe­bi­lir. An­cak bu­nun için ön­ce­lik­le CHP’nin dı­şın­da bir çe­kim mer­ke­zi oluş­ma­sı ge­re­ki­yor.
AK Par­ti şu an­da bu kar­ma­şık­lı­ğıy­la, koa­lis­yon ha­liy­le çok faz­la şe­yi ay­nı an­da an­la­tı­yor. An­cak bu kit­le­nin için­de­ki in­san­la­rın ken­di dert­le­ri­ni her za­man bu li­be­ral di­lin içe­ri­sin­de ak­ta­ra­bil­me­le­ri çok da müm­kün gö­zük­mü­yor. Çün­kü şu an­da AK Par­ti’nin tem­sil et­ti­ği li­be­ral eko­no­mik dil, sı­nıf­sal ada­le­ti çok faz­la göz önü­ne alan bir dil de­ğil. Pe­ki sı­nıf­sal ada­le­ti is­te­yen in­san­lar ne ya­pa­cak­lar? Ay­rı­ca AK Par­ti’nin bü­tün o ile­ri­ci, dö­nüş­tü­rü­cü özel­lik­le­ri bu li­be­ral söy­lem­ler va­sı­ta­sıy­la ger­çek­ten mu­ha­fa­za­kâr bir di­le dö­nü­şe­bi­lir. Ya­ni ik­ti­da­rın di­li ola­bi­lir AK Par­ti. He­le bir de dev­le­tin mü­da­ha­le­le­ri­ni aşa­bi­lir­se, ken­di ba­şı­na bir ik­ti­dar söy­le­mi ku­rup, mu­ha­fa­za­kâr­laş­ma­sı­na ta­nık ola­bi­li­riz. AK Par­ti bu­gün hâ­lâ bir tür mu­ha­le­fe­ti de ken­di için­de ta­şı­yor. An­cak mu­ha­lif özel­lik­le­ri­ni kay­bet­ti­ği za­man, iş­te ora­da sos­yal ada­le­ti an­la­ya­cak sol içe­ri­ğe sa­hip bir dil ge­re­ke­cek. An­cak bu sol ha­re­ke­tin de ön­ce­lik­le ken­di­si­ni dev­let­çi çiz­gi­den ay­rış­tır­ma­sı la­zım. Bu ye­ni sol ha­re­ke­tin top­lu­mu eği­til­me­si ge­re­ken bir şey ola­rak gör­me­yip, me­se­le­le­re top­lum za­vi­ye­sin­den ba­ka­bil­me­si, onun dert­le­ri­ni his­se­de­bil­me­si ge­re­ki­yor. Kas­tet­ti­ğim, öğ­re­ten de­ğil, ay­nı za­man­da öğ­re­nen, da­ha mü­te­va­zı bir sol. Ken­di­si­ni da­ha ge­le­nek­sel yol­lar­la ifa­de et­me­si ve top­lu­ma ya­kın ol­ma­sı, bu­nun için de baş­ta bah­set­ti­ği­miz o ken­di için­de­ki­ne kar­şı utanç duy­gu­su­nu aş­ma­sı ge­re­ki­yor. Do­la­yı­sıy­la Müs­lü­man­lık de­nen şe­yin de bu so­lun için­de za­ten yer al­ma­sı ge­re­ki­yor. Bu­ra­da top­lu­ma say­gı adı­na gös­ter­me­lik bir tav­rı de­ğil, da­ha iç­sel­leş­ti­ril­miş bir tav­rı kas­te­di­yo­rum. “Ras­yo­nel olan bi­lim Tan­rı’nın ol­ma­dı­ğı­nı gös­te­ri­yor” de­mek­ten vaz­ge­çip, ken­di­si­nin bi­lim­sel yo­luy­la öte­ki­si­nin din­dar yo­lu­nun en azın­dan de­mok­ra­si açı­sın­dan eşit yol­lar ol­du­ğu­nu gö­re­bi­le­cek bir zih­ni­yet ge­re­ki­yor.
 
Se­çim ön­ce­sin­de TSK ta­ra­fın­dan et­ki­le­ri ha­len de­vam eden bir muh­tı­ra ya­yım­lan­dı. Gün­de­mi­miz­de sü­rek­li do­ğal sü­re­ce mü­da­ha­le et­me­si bek­le­nen bir güç oda­ğı var. Or­du gi­bi do­ğa­sı ge­re­ği mi­li­ta­rist bir ya­pı­nın dı­şın­da top­lum­da da mi­li­ter bir di­lin hâ­kim ol­du­ğu­nu gö­rü­yo­ruz. Sı­kış­tı­ğın­da em­pa­ti­yi sü­rek­li dev­let­le ku­ran bir top­lum var. Ye­ni dö­nem­de bu di­lin şu an­da si­ya­se­tin ger­çek ta­şı­yı­cı­sı ha­li­ne ge­len AK Par­ti eliy­le aşıl­ma­sı müm­kün olur mu?
Bu tür mi­li­ta­rizm ve mil­li­yet­çi­lik gi­bi söy­lem­ler as­lın­da da­ha çok kon­jonk­tür­le be­lir­le­nen şey­ler. Ya­ni eğer or­ta­lık­ta baş­ka bir dil kal­ma­dıy­sa ve ken­di­ni­zi an­lat­ma­nı­zın en ga­ran­ti yo­lu buy­sa, bu di­lin içi­ne gi­ri­yor­su­nuz. Çün­kü at­mos­fer, so­lu­du­ğu­nuz ha­va bu. At­mos­fer de­ğiş­ti­ği za­man za­ten in­san­lar da o di­li ko­nuş­mak­tan vaz­ge­çi­yor­lar ve baş­ka dil­ler or­ta­ya çı­kı­yor. AK Par­ti’nin bu mi­li­ta­rist di­le kar­şı il­le de bir şey yap­ma­sı ge­rek­mi­yor. As­lın­da sa­de­ce ken­di di­lin­den ko­nuş­ma­sı ge­re­ki­yor bel­ki de. Bu kar­ma­şık­lık ha­li­nin si­ya­sal­laş­ma­sı­nı müm­kün kı­la­cak bir yol iz­ler­se, za­ten baş­ka dil­le­re ge­rek kal­ma­ya­cak.
Ken­di­mi­zi an­lat­mak için bu di­lin dı­şı­na çık­tı­ğı­mız­da Kürt mil­li­yet­çi­li­ği­nin şid­de­ti, öte­ki­nin şid­de­ti ola­rak Türk mil­li­yet­çi­li­ği­nin şid­de­ti­ni bes­le­yen bir du­rum ol­mak­tan çı­ka­cak. Bun­lar ta­bii ki kar­şı­lık­lı ola­cak şey­ler. Sa­de­ce bi­ri­si­nin bu di­lin dı­şı­na çık­ma­sıy­la ol­maz. Böy­le­lik­le ku­tup­laş­ma­nın iki di­li ara­sın­da­ki ara alan ge­niş­ler. Özel­lik­le kriz an­la­rın­da, sem­bol­ler da­ha ko­nu­şu­lur ha­le ge­lir ve bu ara alan kay­bo­lur. Ku­tup­laş­ma­yı za­yıf­la­tan bir AK Par­ti di­li, bu ara ala­nın açıl­ma­sı­nı sağ­la­ya­cak­tır. O ara alan ge­niş­le­di­ği za­man in­san­lar da mil­li­yet­çi di­le sav­rul­mak­tan kurtulacak­lar­dır.
 
Mil­li­yet­çi­lik ko­nu­su­na gel­miş­ken, siz id­di­a edi­le­nin ak­si­ne ki­ta­bı­nız­da (Mil­le­tin Bö­lün­mez Bü­tün­lü­ğü: De­mok­ra­tik­leş­me Sü­re­cin­de Par­ça­la­yan Mil­li­yet­çi­lik­ler) mil­li­yet­çi­li­ğin yük­sel­me­di­ği­ni söy­lü­yor­su­nuz. Bu­nu bi­raz açar mı­sı­nız? Mil­li­yet­çi­lik yük­sel­mi­yor­sa eğer top­lum­da gi­de­rek art­tı­ğı­nı gör­dü­ğü­müz mi­li­ter tu­tu­mu na­sıl açık­la­mak ge­re­kir?
Ulus-dev­le­tin ya­şa­mış ol­du­ğu gü­ven­siz­lik ha­li bi­rey­le­re de yan­sı­yor ve do­la­yı­sıy­la ben ken­di­mi gü­ven­siz­lik için­de his­se­di­yo­rum. Bel­ki tam da bu gü­ven­siz­lik ha­lin­den ötü­rü ulus-dev­let bü­tün sem­bol­le­riy­le bir­lik­te bu ka­dar gö­rü­nür olu­yor. Bu sem­bol­ler meş­ru­iye­ti­ni kay­bet­tik­çe da­ha faz­la vur­gu­lan­ma­ya baş­la­nı­yor. Ör­ne­ğin Türk bay­ra­ğı­nın he­pi­miz için an­la­mı var. Ama Türk bay­ra­ğı gi­de­rek bü­yü­me­ye, dev di­rek­le­re çık­ma­ya baş­la­dıy­sa, bel­li ki o gö­zet­le­me ku­le­le­rin­de ar­tık bir za­yıf­la­ma var de­mek­tir. Çün­kü top­lu­mun sem­bol­le­ri ka­bul­le­ni­şi azal­dık­ça, sis­tem de onu da­ha faz­la öne çı­kar­ma­ya baş­lı­yor. Do­la­yı­sıy­la mil­li­yet­çi­li­ğin yük­sel­di­ği id­di­asıy­la kas­te­di­len şey as­len bu gü­ven­siz­lik ha­li ve kor­ku di­li­nin yük­se­li­şi­dir. Biz de o hâ­kim di­le adap­te olu­yo­ruz. Doğ­ru­su eğer bu kor­ku, dev­let ve si­ya­set dü­ze­yin­de aşı­la­bi­lir­se, bi­rey­ler de bu di­li aşa­cak­tır.
 
O hal­de mil­li­yet­çi­li­ğin ken­di­si de, as­lın­da bu ko­nuş­ma­nın ba­şın­da da bah­set­ti­ği­niz gi­bi, bir tür sem­bol ha­li­ne mi ge­li­yor? Ya­ni mo­dern top­lum­lar­da­ki gü­ven­siz­li­ği ve sa­yı­sız kar­ma­şa­yı an­la­ta­ma­yan bir ke­li­me ha­li­ne mi dö­nü­yor as­lın­da?
Biz top­lum­da ya­şa­yan bir bi­rey ola­rak ken­di­mi­zi en çok ne za­man gü­ven­de his­se­de­riz? Hiç­bir şey de­ğiş­me­di­ğin­de, re­fe­rans­la­rı­mız ay­nı ol­du­ğun­da, ha bi­re ye­ni bir­ta­kım gir­di­ler­le ken­di­mi­zi dü­şün­mek zo­run­da kal­ma­yız. Ço­cuk­la an­ne­si ara­sın­da­ki iliş­ki­de, ço­cuk hep an­ne­si­ni gö­rür­se, on­dan süt emer­se ve onu bes­le­di­ği­ni bi­lir­se, ba­ba ona şef­kat gös­te­rir­se vs. o ai­le ha­va­sın­da ço­cuk ken­di­ni gü­ven­de his­se­der. Ama bu­nun ter­si ol­ma­ya baş­lar­sa gü­ven duy­gu­su or­ta­dan kal­kar.
Kö­yün sa­de­li­ğin­de de­ğil, ken­tin kar­ma­şık­lı­ğın­da ya­şı­yo­ruz biz ar­tık. Ya­şa­dı­ğı­mız kent, ge­ce­kon­du­mu­zu po­li­sin yık­ma kor­ku­su, şid­det olay­la­rı, kap­kaç­lar, ço­cu­ğu­mu­zu na­sıl oku­ta­ca­ğı­mız, pa­ra­yı na­sıl ka­za­na­ca­ğı­mız gi­bi bir sü­rü en­di­şe be­lir­li­yor ha­ya­tı­mı­zı. Do­la­yı­sıy­la bu sü­rek­li gü­ven­siz­lik­ler­le do­lu ha­yat­la baş et­me­nin yol­la­rı­nı arı­yo­ruz, bun­la­ra kar­şı ina­nıl­maz ça­ba­lar­la ha­yat­ta kal­ma mü­ca­de­le­si ve­ri­yo­ruz. Ha­yat­ta kal­ma mü­ca­de­le­si ver­me­nin dün­ya ka­dar yo­lu var. Hır­sız­lık ya­pa­bi­li­rim, ge­ce­mi gün­dü­zü­me ka­ta­rak çok ça­lı­şa­bi­li­rim, bi­ri­le­rin­den yar­dım top­la­ma­ya ça­lı­şı­rım ya da ce­ma­at ör­güt­len­me­si­ne gi­de­rim. Her şe­yi ‘bi­zim­ki­ler’le be­ra­ber yap­ma­ya ça­lı­şı­rım. “Biz Türk­ler”, “Biz Er­zu­rum­lu­lar” ay­nı ma­hal­le­ye yer­le­şip, dert­le­ri­mi­ze bir­bi­ri­mi­ze ce­ma­at da­ya­nış­ma­sı gös­te­re­rek de­va bu­la­bi­li­riz. Bun­lar ha­yat­ta va­ro­la­bil­me yol­la­rı­dır. Ya­ni stra­te­ji­nin için­de ya­şa­ma tak­tik­le­ri­dir. Ba­zen hiç­bir şey de­me­den bo­yun eğip ge­çer­si­niz, içi­ni­ze atar­sı­nız, is­ya­nı­nı­zı içi­niz­de bü­yü­tür­sü­nüz. Hak­sız­lık kar­şı­sın­da ör­ne­ğin “bir gün bir he­sap so­ra­rım” der­si­niz.
As­lın­da bü­tün bu ya­şa­mış ol­du­ğu­muz kar­ma­şa­dan kay­nak­la­nan kor­ku­lar, sem­bo­lik an­la­tı­mı­nı mil­li­yet­çi­lik için­de bu­lu­yor. Mil­li­yet­çi­lik tüm kor­ku­la­rı­nı; gün­de­lik ha­yat kor­ku­su­nu, bö­lün­me kor­ku­su­nu, va­tan-mil­let el­den gi­di­yor kor­ku­su­nu vs. der­le­yip to­par­la­yan çok güç­lü bir dil ola­rak kar­şı­na çı­kı­yor. Bu di­li bir­ta­kım sol ör­güt­ler de kul­la­nı­yor as­lın­da. Ya­ni şid­det sa­de­ce sağ mil­li­yet­çi ke­sim­den gel­mi­yor. Şid­de­tin di­li o ka­dar güç­lü ki, bu gü­cün kar­şı­sın­da onu be­nim­se­mek­ten baş­ka ça­re­niz kal­mı­yor. Hal­bu­ki şid­det be­nim der­dim de­ğil as­lın­da. “Ben ço­cu­ğu­mun oku­ma­sı­nı is­ti­yo­rum.” Bu cüm­le­nin için­de şid­det yok. Ama ço­cu­ğu­mu oku­la kay­det­tir­me­ye git­ti­ğim­de rüş­vet is­ten­di­ği za­man baş­ka şey­ler ak­lı­ma gel­me­ye baş­lı­yor. Okul mü­dü­rü rüş­vet is­ter­ken na­sıl ‘hır­sız’sa, va­ta­nı bö­len­ler de hır­sız­lar­la ek­lem­le­ni­ve­ri­yor bir an­da. Ben o an­da zih­nim­de okul yö­ne­ti­miy­le ül­ke yö­ne­ti­mi­ni özdeşleştiriyorum.
 
Siz yi­ne bu ça­lış­ma­nız­da Tür­ki­ye’de mil­li­yet­çi­li­ğin bir­leş­ti­ri­ci de­ğil, par­ça­la­yı­cı ol­du­ğun­dan bah­se­di­yor­su­nuz. Bu­nu bi­raz açar mı­sı­nız?
Her kent­te ör­ne­ğin Ço­rum’da, Te­kir­dağ’da, Hak­ka­ri’de ora­ya öz­gü so­run­lar ya­şa­nı­yor. Bu­ra­lar­da ya­şa­yan in­san­lar, tüm bu mev­cut ‘bö­len­ler’, ‘par­ça­la­yan­lar’ söy­le­mi­ne kar­şı bir bü­tün ol­mak du­ru­mun­da his­se­di­yor ken­di­si­ni. Do­la­yı­sıy­la Ço­rum’da ya­şa­yan­lar da bu di­li ken­di kent­le­ri­ne uyar­lı­yor. Ör­ne­ğin, “Biz Ço­rum­lu­la­rı böl­me­ye ça­lı­şan­lar var”, “Dı­şa­rı­dan içe­ri­ye gi­ren ha­in­ler var” di­li­ni kul­lan­ma­ya baş­lı­yor­lar. Do­la­yı­sıy­la Ço­rum Amas­ya’dan, Te­kir­dağ Kırk­la­re­li’nden ko­pu­yor. Hat­ta ay­nı şe­hir için­de­ki fark­lı grup­lar bir­bi­rin­den ko­pu­yor. Bu, gü­ven­siz­lik du­ru­mu­nun en alt dü­ze­yi as­lın­da. Bu di­lin en üst dü­ze­yi ise ırk­çı­lık. Irk­çı­lık kav­ra­mın­dan sa­de­ce bir ır­ka düş­man­lı­ğı an­la­ma­ma­lı­yız. Me­se­la ba­şör­tü­sü­ne kar­şı ırk­çı­lık da ola­bi­lir. Ya­ni ırk­çı­lık il­la­ki bir ır­ka kar­şı du­yu­lan bir nef­ret şek­lin­de de­ğil, ‘öte­ki’ni ırk­laş­tı­ra­rak hat­ta ona bir öz at­fe­de­rek ya­pı­lı­yor. Ço­rum­lu­nun Kürt’ten öz iti­ba­riy­le çok da bir far­kı yok. Her iki­si de, bu top­rak­lar­da be­ra­ber ya­şa­mış in­san­lar. Ama bu bah­set­ti­ği­miz dil yer­leş­ti­ğin­de Kürt­ler de Ço­rum­lu­lar da fark­lı bir öze sa­hip in­san­lar ha­li­ne ge­li­yor. Do­la­yı­sıy­la ‘öz’ la­fı­na gir­di­ği­niz an­dan iti­ba­ren ırk­çı­lık söz ko­nu­su olu­yor ga­li­ba. Ha­la­çoğ­lu’nun açık­la­ma­sı da bu­na ben­zer bir şey­di.
 
Se­çim­ler­le bir­lik­te DTP de ba­ğım­sız mil­let­ve­kil­le­ri ara­cı­lı­ğıy­la Mec­lis’e grup oluş­tu­ra­cak bir ço­ğun­luk­la gir­di. DTP ken­di­si­ni si­lah­sız ya­ni bah­set­ti­ği­miz o di­lin dı­şı­na çı­ka­rak ifa­de et­me şan­sı­na sa­hip olan; ama ay­nı za­man­da bir tür kim­lik si­ya­se­ti­ni de ifa­de eden bir par­ti. Siz­ce Mec­lis’e gir­miş bir DTP ve Gü­ney­do­ğu’da­ki oy ora­nı %50’yi aşan AK Par­ti, Kürt me­se­le­sin­de ye­ni bir açı­lım ge­ti­re­bi­lir­ler mi?
Bir de­fa DTP’nin Mec­lis’e gir­me­si ben­ce ina­nıl­maz olum­lu bir po­tan­si­yel ta­şı­yor. En baş­ta top­lum adam ye­ri­ne kon­mak is­ti­yor de­miş­tik. Bu du­rum en azın­dan bir ke­si­me ara­cı­lık ya­pa­cak, ona ken­di­si­ni ifa­de et­me ola­na­ğı ta­nı­ya­cak. Ya­ni bu in­san­lar “Ben bi­ri­le­ri­ne oy ve­ri­yo­rum ama bir tür­lü on­la­rı pi­ra­mi­din te­pe­sin­de gö­re­mi­yo­rum” di­ye dü­şün­me­ye­cek. Gü­ney­do­ğu’da ya­şa­yan bir Kürt, ora­da tem­sil edil­di­ği­ni gö­re­cek. Bu, psi­ko­lo­jik ola­rak bir ra­hat­la­ma­yı sağ­la­ya­cak­tır ön­ce­lik­le. An­cak bu ra­hat­la­ma­nın dı­şın­da baş­ka me­se­le­ler de var ta­bii ki. Ne­ti­ce­de DTP, çok da öy­le ba­ğım­sız bir ör­güt de­ğil, PKK ile tam ola­rak üst üs­te ör­tüş­me­se de bir­bir­le­ri­ne de­ğen, te­ka­bül eden şey­ler var ara­da. Bu­nu da göz­den ka­çır­ma­mak la­zım. Muh­te­me­len bu ör­güt, ka­rar al­ma me­ka­niz­ma­la­rın­da et­kin ol­ma­ya ça­lı­şa­cak ve do­la­yı­sıy­la da DTP’li mil­let­ve­kil­le­ri çok ra­hat bir dö­nem ge­çir­me­ye­cek­ler. Sü­rek­li bir ge­ri­lim ya­şa­ya­cak­lar. DTP, bu ge­ri­li­mi aşa­bil­di­ği oran­da si­vil si­ya­se­te kat­kı sağ­la­ya­bi­le­cek­tir. Kim­lik si­ya­se­ti me­se­le­sin­de hak­lı­sı­nız ta­bi­i. Kim­lik di­ye sem­bol­le­şen şey as­lın­da için­de bir sü­rü bo­yut ta­şı­yor; ama siz bu­nu si­ya­set et­me bi­çi­mi­ne dö­nüş­tür­dü­ğü­nüz­de o bo­yut­la­rı gö­rün­mez kı­lıp sa­de­ce tek bir bo­yut­tan ko­nuş­ma­ya baş­lı­yor­su­nuz. Kim­lik si­ya­se­ti, ta­ri­hî sü­reç­te ulus-dev­le­tin ve mo­dern se­kü­ler mil­li­yet­çi­li­ğin iz­le­miş ol­du­ğu tek bir tor­na­dan çı­kan bi­rey­ler stra­te­ji­si­ne kar­şı bir tür mu­ha­lif ve de­mok­ra­tik po­zis­yon al­ma ola­na­ğı da sağ­la­dı as­lın­da. Ya­ni fark­lı­lı­ğın al­tı­nı çi­ze­rek eşit­lik söy­le­mi ge­liş­tir­di. Kim­lik si­ya­se­ti fark­lı­lık­la­ra say­gı gös­te­ril­me­si ta­le­bi­nin mu­ha­le­fet­te tem­sil­ci­si ol­du. Ama bu si­ya­se­tin şöy­le bir han­di­ka­bı da var. Sen ken­di kim­li­ğin ve kül­tü­rün­le mu­ha­le­fet eder­ken, ya­ni do­la­yı­sıy­la de­mok­ra­tik bir mü­ca­de­le ve­rir­ken, bir yan­dan da ken­di içi­ne ka­pa­nı­yor­sun. O za­man da bi­rey­ler ken­di ce­ma­ati­ne ka­pa­nan in­san­lar ha­li­ne ge­li­yor. Bu du­rum­da bu po­tan­si­yel ile­ri­ci ve de­mok­ra­tik po­zis­yon, ma­dal­yo­nun di­ğer ta­ra­fı­na ba­kıl­dı­ğın­da ken­di için­de to­ta­li­ter­le­şen baş­ka bir oto­ri­ter ya­pı­yı da mey­da­na ge­ti­ri­yor. O hal­de şöy­le dü­şün­mek la­zım. Kim­lik­ler evet an­lam­lı­dır; ama abart­ma­nın âle­mi yok. Ya da en azın­dan bu­na bir me­sa­fey­le ba­ka­bil­mek ge­re­ki­yor. “Kim­lik hâ­lâ be­nim için an­lam­lı, ben bu­nun va­sı­ta­sıy­la ken­di­mi an­la­tı­yo­rum. Ama bu­nu mut­lak­laş­tı­ra­mam. Kim­lik, gö­re­li bir şey­dir” di­ye­bil­mek la­zım.
 
Bas­kın Oran’ın ‘se­çi­le­me­me­si’ bu kim­lik si­ya­se­ti­nin bir so­nu­cuy­du di­ye­bi­lir mi­yiz o za­man?
Evet, ora­da muh­te­me­len Bas­kın Oran ken­di­si­nin DTP ile me­sa­fe­li ol­du­ğu­nu söy­le­di. O za­man kar­şı ta­raf da “Biz de sa­na me­sa­fe ko­yu­yo­ruz” de­di ve do­la­yı­sıy­la iki ay­rı dil ko­nuş­ma­ya baş­lan­dı o nok­ta­da. Mik­ro dü­zey­de bir tür kim­lik si­ya­se­ti gir­miş ol­du ara­ya. Kim­lik­ler çok kül­tür­cü­lük va­sı­ta­sıy­la gel­di, ce­ma­at­ler bu­na kar­şı bir di­renç gös­ter­di­ler; ama ga­li­ba ar­tık ye­ni bir aşa­ma­da­yız. Ye­ni bir si­ya­set di­li ge­re­ki­yor bi­ze. Kim­lik­ler saf ve ho­mo­jen de­ğil za­ten. Kim­lik­ler bir kur­gu. Biz da­ha kül­tür­ler ara­sı bir şe­yiz as­lın­da. Ay­nı an­da bir sü­rü şe­yiz. Do­la­yı­sıy­la kim­lik si­ya­se­ti bi­ze yet­mi­yor ar­tık.

Paylaş Tavsiye Et