Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (April 2008) > Dosya > Medyada güven, farklı seslerin varlığında hayat bulur
Dosya
Medyada güven, farklı seslerin varlığında hayat bulur
Naci Bostancı
MED­YA, bi­lin­di­ği gi­bi kav­ram ola­rak “ara­cı” de­mek­tir. Kö­ke­ni med­yu­ma uza­nan (med­ya, med­yu­mun ço­ğu­lu) bu kav­ram, gel­di­ği hi­ka­ye­nin iz­le­ri­ni bu­gün­kü an­la­mı­na ve iş­lev­le­ri­ne de ta­şır. Med­ya de­di­ği­miz­de ak­lı­mı­za he­men ge­len rad­yo, ga­ze­te, te­le­viz­yon gi­bi ile­ti­şim araç­la­rı, çok ka­ba bir şe­kil­de söy­le­ye­cek olur­sak, top­lu­mun yö­ne­ten­le­ri ile yö­ne­ti­len­le­ri ara­sın­da­ki ile­ti­şi­mi ger­çek­leş­ti­rir­ler. Bu­nu ya­par­ken, yö­ne­ten­le­rin gö­rüş­le­ri­ni, yak­la­şım­la­rı­nı, yo­rum­la­rı­nı ol­du­ğu ka­dar, yö­ne­ti­len­le­rin ta­lep­le­ri­ni, bek­len­ti­le­ri­ni, ar­zu­la­rı­nı da “her­kes için gö­rü­nür ol­du­ğu var­sa­yı­lan” plat­form­la­rın­da or­ta­ya ko­yar­lar. İş­te bu ara­cı­lık, ka­bi­le­ler­de­ki Şa­man­la­rın, bü­yü­cü­le­rin ruh­lar âle­miy­le bu dün­ya ara­sın­da kur­muş ol­duk­la­rı bağ­lan­tı­la­rı ha­tır­la­tır ni­te­lik­le­ri ha­iz­dir. Yö­ne­ten­ler, if­şa et­me ile gi­zem ya­rat­ma ara­sın­da bir ala­ca­ka­ran­lık­ta med­ya ile iliş­ki ku­rar­lar; med­ya bu­nu ken­di yo­ru­mu, kad­ra­jı, es­te­ti­ği, ide­olo­ji­si is­ti­ka­me­tin­de iş­ler; ara­cı­lık­tan öte ken­di an­la­mı­na ve ye­ri­ne vur­gu ya­pan özel­lik­le­ri de ek­ler; ni­ha­yet böy­le­ce “bu dün­ya­lı” in­san­la­ra, fa­ni­le­re me­saj­la­rı, ha­ber­le­ri ile­tir.
16. yüz­yı­lın son­la­rın­da Fran­sa’da dö­ne­min oku­muş yaz­mış­la­rı­nın de­vam et­ti­ği ki­mi kah­ve­ha­ne­ler­de, “da­ha faz­la müş­te­ri çek­mek ama­cıy­la” ga­ze­te­le­rin ve der­gi­le­rin bu­lun­du­rul­du­ğu­nu gö­rü­yo­ruz. Ay­nı eği­lim­ler Av­ru­pa’nın di­ğer bir­çok ül­ke­sin­de de mev­cut­tur. Bu kah­ve­ha­ne­le­re gi­den in­san­lar, ga­ze­te, der­gi gi­bi “med­ya”nın “ha­ber­ler”i üze­rin­den tar­tış­ma­lar ya­par­lar; ül­ke­nin gi­di­şa­tı hak­kın­da fi­kir­le­ri­ni ifa­de eder­ler. Bir ba­kı­ma ka­muo­yu de­di­ği­miz, yö­ne­ti­len­le­rin ken­di baş­la­rı­na bi­rey­ler ol­mak­tan öte or­tak ka­nı­la­ra sa­hip bir kud­ret ol­duk­la­rı his­si­ni do­ğu­ran ka­te­go­ri­le­rin or­ta­ya çık­ma­sı, iş­te bu dö­nem­le baş­lar. Böy­le­lik­le bir be­yaz ka­ğı­dın üze­ri­ne za­rar­sız harf­ler­le ya­zıl­mış olan si­ya­si, top­lum­sal ko­nu­lar çe­şit­li ke­sim­le­rin “ko­nuş­ma­lar”ın­da ha­yat bu­lur­ken; ha­ya­li, an­cak son de­re­ce can­lı ve et­ki­le­yi­ci bir “ru­ha­ni­yet” ka­za­nır. 19. yüz­yı­lın he­men baş­la­rın­da İn­gi­liz Baş­ba­ka­nı bir top­lan­tı­da “Ar­tık ka­muo­yu di­ye bir şey var ve biz ic­ra­at­la­rı­mız­da bu­nu dik­ka­te al­ma­lı­yız” di­ye­rek ka­muo­yu gü­cü­nün al­tı­nı çi­zer.
Esa­sen med­ya­nın var­lı­ğı ve et­kin­li­ği, Fran­sız İh­ti­la­li’yle bir­lik­te öne çı­kan “ulus-yurt­taş” kav­ram­la­rı­na te­ka­bül eden bir içe­rik ta­şır. O za­ma­na ka­dar te­ba­a olan, si­ya­si ko­nu­lar­da ken­di­si­ne fi­kir so­rul­ma­sı ya da ne dü­şün­dü­ğü­nün öğ­re­nil­me­si cid­di bir de­ğer ta­şı­ma­yan in­san­lar ar­tık ya­vaş ya­vaş bu rol­le­ri­ni bı­ra­kır­lar; üze­rin­de ya­şa­dık­la­rı top­rak­la­rın ka­de­ri hak­kın­da ken­di­le­ri­nin de söy­le­ye­cek söz­le­ri­nin ol­du­ğu­nu or­ta­ya ko­yar­lar. Bu sü­reç, şim­di hay­ran­lık­la bak­tı­ğı­mız o te­mel hak­lar ve hür­ri­yet­le­rin kes­kin ışı­ğın­da bir an­da olup bit­miş de­ğil­dir. Ak­si­ne kud­ret sa­hip­le­riy­le yö­ne­ti­len­ler ara­sın­da yurt­taş­lık­tan do­ğan bağ­la­rın ku­rul­ma­sı yo­lun­da çok cid­di ge­ri­lim­ler ya­şa­nır; ha­yat­lar ve­ri­lir; ni­ha­yet “oy hak­kı­na da­ya­lı” fa­il ol­ma ni­te­li­ği çe­tin mü­ca­de­le­ler­le ka­za­nı­lır. Bu ge­liş­me­nin bi­ze söy­le­di­ği ders, fi­kir­le­rin par­lak ol­ma­sı­nın yet­me­di­ği, hak­ka­ni­ye­tin ta­yi­nin­de gü­cün önem­li bir ye­ri­nin bu­lun­du­ğu, ni­ha­yet bu güç­ler iliş­ki­sin­de te­mel si­ya­sal ka­te­go­ri­le­rin ye­ni bir “pa­ra­dig­ma” ile şe­kil­len­di­ği­dir. Da­ha 15. yüz­yıl­da “ya­ba­ni, tem­bel, gü­rül­tü­cü” gi­bi pek de se­vim­li sa­yıl­ma­ya­cak ke­li­me­ler­le ta­nım­la­nan “halk”ın dört asır son­ra baş ta­cı edil­me­si kud­ret sa­hip­le­ri­nin “ken­di­li­ğin­den” ay­dın­lan­ma­sı ile de­ğil, halk ta­ra­fın­dan ay­dın­la­tıl­ma­sı ile müm­kün olur.
Kim yö­ne­te­cek, ni­çin yö­ne­te­cek? Aris­to’nun da­ha 23 asır ön­ce sor­du­ğu bu so­ru­lar, mo­dern­leş­me ile bir­lik­te “hal­kın be­lir­le­di­ği” gi­bi ye­ni bir gü­zer­gah­ta ce­vap­lan­ma­ya baş­la­nır. An­cak bu, yö­ne­ten­le­rin gö­rü­cü­ye çık­tık­la­rı, hal­kın da bu sah­ne­nin se­yir­ci­le­ri ola­rak pu­an ver­dik­le­ri bir ya­pı için­de olup bit­mez. Ak­si­ne kud­re­tin sa­hi­bi ol­mak is­te­yen­ler “ni­çin ken­di­le­ri­nin yö­net­me­le­ri ge­rek­ti­ği” hu­su­sun­da hal­kı “çe­şit­li yol­lar­la” bil­gi­len­dir­mek is­ter­ler. Fa­kat sa­de­ce bil­gi yet­mez. Ay­nı za­man­da bü­yü­le­me, et­ki­le­me, baş­tan çı­kart­ma, ka­riz­ma in­şa et­me, tah­rik et­me, per­de­le­me, yön­len­dir­me gi­bi ama­cı in­san­la­rı “ken­di ger­çek ha­yat­la­rıy­la yüz­leş­me­le­ri­ne ma­ni ol­mak ve kud­ret sa­hi­bi­nin ama­cı doğ­rul­tu­sun­da araç­laş­tır­mak” olan tek­nik­ler dev­re­ye gi­rer.
Esa­sen bu tek­nik­ler ye­ni de­ğil­dir. Ro­ma mah­ke­me­le­ri­nin yar­gı­la­ma­la­rı tam bir ti­yat­ro tem­si­li gi­bi­dir. Sa­nık­lar, da­va­cı­lar en te­at­ral ta­vır ve ko­nuş­ma­lar­la mah­ke­me he­ye­ti­ni et­ki­le­mek, ken­di leh­le­ri­ne bir ka­rar için yön­len­dir­mek ama­cıy­la el­le­rin­den ge­le­ni yap­mak­tay­dı­lar. Es­ki Yu­nan’da re­to­rik uzun asır­lar bo­yun­ca en de­ğer­li sa­nat­lar­dan bi­ri­si sa­yıl­mış­tı. 15. yüz­yı­lın so­nun­da Flo­ran­sa’da ik­ti­da­rı Me­di­ci­ler’in elin­den alıp Cum­hu­ri­ye­ti ku­ran ra­hip Sa­vo­na­ro­la us­ta bir ha­tip­ti. Mo­dern za­man­lar­dan bir ör­nek ve­re­cek olur­sak, Le­ni­nist pro­pa­gan­da­nın te­me­li pro­vo­kas­yon­du. Bi­lin­di­ği gi­bi pro­vo­kas­yon her­kes için ger­çek­li­ğin gö­rü­nü­mü­nü ve ma­hi­ye­ti­ni de­ğiş­ti­rir; on­la­rı pro­vo­ke ede­nin ar­zu­su is­ti­ka­me­tin­de yön­len­di­rir. An­cak mo­dern za­man­la­rın di­ğer ta­ri­hî de­vir­ler­den en önem­li far­kı, med­ya­nın var­lı­ğıy­la ar­tık “bil­gi­len­dir­me” ka­dar “ayart­ma”nın da “kit­le­sel” bir şe­kil­de ya­pı­lı­yor ol­ma­sı­dır. Med­ya, var­lı­ğıy­la çe­şit­li elit­le­re bu im­ka­nı ve­rir.
Med­ya­nın en­for­mas­yo­nu, ha­ya­li iliş­ki­ler ala­nı­na da­ir­dir. Gör­me­di­ği­miz in­san­lar, bil­me­di­ği­miz ko­nu­lar “gö­rü­nür ve bi­li­nir” ha­le ge­lir med­ya sa­ye­sin­de. An­cak bu gö­rü­nür, bi­li­nir ol­mak, ha­ya­tın do­la­yım­sız kav­ra­nı­şın­da ol­du­ğu gi­bi de­ğil­dir. Med­ya­nın bir “mut­fa­ğı” var­dır ve bu “bil­gi­ler” bu­ra­da “amaç­lı” bir şe­kil­de iş­le­nir; bir öl­çü­de ken­di ba­şı­na ger­çek­li­ği­nin dı­şın­da bir kı­lı­ğa bü­rün­dü­rü­lür. Bu­nun çe­şit­li ne­den­le­ri var­dır: Bi­rin­ci­si, ham ha­ber, tıp­kı mon­ta­jı ya­pıl­ma­mış film gi­bi “iz­le­ni­lir” de­ğil­dir. Onu fark­lı bir za­man­sal­lık kur­gu­su için­de dü­zen­le­mek, eğer te­le­viz­yon için ise mü­zik ek­le­mek, ka­me­ra oyun­la­rıy­la gös­te­ril­mek is­te­nen ger­çek­li­ği öne çı­kart­mak ge­re­kir. İkin­ci­si, kit­le­ler de med­ya­dan ha­ya­tın bi­raz fark­lı bir tem­si­li­ni ta­lep eder­ler. İşin içi­ne bi­raz eğ­len­ce, bi­raz duy­gu­sal­lık, bi­raz müt­hiş­lik, sü­per­lik, hi­per­lik gir­me­li­dir. Bir ba­kı­ma ha­ya­tın film ha­li­ne ge­ti­ril­miş bir tem­si­li­ni an­cak iz­le­nir bu­lur­lar. Üçün­cü­sü, med­ya­nın sa­hip­le­ri ve pro­fes­yo­nel­le­ri, bağ­lı bu­lun­duk­la­rı sos­yo-eko­no­mik çev­re­ler­le da­ya­nış­ma­la­rı­nın, si­ya­si tu­tum­la­rı­nın, eko­no­mik çı­kar­la­rı­nın he­sa­ba ka­tıl­ma­dı­ğı bir ya­yın­cı­lık yap­maz­lar.
El­bet­te med­ya­nın ah­lak il­ke­le­ri var­dır ve bun­la­ra ba­kıl­dı­ğın­da, il­li­yet bağ­la­rın­dan sıy­rıl­mış bir ru­ha­ni­ye­tin di­le gel­di­ği­ni gö­rü­rüz. “Ya­lan ha­ber ver­me­mek” me­se­la, ama ya­lan olan ne­dir? Tüm ger­çek­le­ri söy­le­me­mek mi­dir? Ama ger­çek olan ne­dir? An­la­tır­ken seç­ti­ği­niz dil, yap­tı­ğı­nız yo­rum ha­be­ri de­ğiş­tir­me­ye­cek mi­dir? “Ga­ze­te­ci mes­lek ça­lış­ma­la­rı­nı her tür çı­kar ve nü­fuz iliş­ki­le­ri­nin dı­şın­da tu­tar.” Pe­ki, “çı­kar” der­ken ne an­la­ya­ca­ğız? Çı­kar en ka­ran­lık kav­ram­lar­dan bi­ri­si­dir. Nü­fuz iliş­ki­le­ri? Ba­sın-ya­yın ta­ri­hi tam da çı­kar ve nü­fuz iliş­ki­le­ri­nin ni­ce ör­nek­le­riy­le do­lu de­ğil mi­dir? El­bet­te tüm med­ya böy­le de­ğil; ama bun­la­rın var­lı­ğı­nı yok say­mak müm­kün mü­dür?
As­lın­da ba­sın-ya­yın ah­lak il­ke­le­ri, bir ba­kı­ma med­ya­nın ne­le­re ka­dir ol­du­ğu­nun ifa­de­si­dir. İk­ti­dar iliş­ki­le­ri­nin, ku­ral­la­ra uy­ma ile ku­ral­la­rı müm­kün olan her yer­de es­net­me ge­ri­li­mi ara­sın­da oluş­tu­ğu­nu dik­ka­te al­dı­ğı­mız­da, med­ya­nın da ah­lak il­ke­le­riy­le tam da böy­le bir iliş­ki sür­dür­dü­ğü­nü söy­le­ye­bi­li­riz. Esa­sen med­ya or­gan­la­rı­nın bü­yük ti­ca­ri şir­ket­le­rin, hol­ding­le­rin bir par­ça­sı ol­ma­sı sü­re­ci, eko­no­miy­le si­ya­set ve top­lum ara­sın­da­ki üç­gen dü­şü­nül­dü­ğün­de da­ha bir an­lam ta­şır. Açık­ça ifa­de et­me­li­yiz ki, med­ya po­li­tik, eko­no­mik, top­lum­sal ma­na­da il­gi­li çev­re­le­rin çı­kar­la­rı­na ve he­def­le­ri­ne hiz­met eden bir araç­tır. Onu baş­ka tür­lü dü­şün­mek müm­kün mü­dür? İş adam­la­rı bir iş­let­me­ye ya­tı­rım ya­pa­cak­lar ve ora­dan “aza­mi kâr el­de et­me im­kan­la­rı­nı” el­le­ri­nin ter­siy­le ite­cek­ler! Böy­le bir tu­tum söz ko­nu­su ol­maz. Üs­te­lik med­ya­nın bu şe­kil­de il­gi­li çı­kar kü­me­le­riy­le iliş­ki­le­ri­ni eleş­tir­mek­le bir­lik­te bu ya­pı­nın böy­le ol­du­ğu­nu ka­bul et­mek, lü­zum­suz ye­re med­ya­yı, için­de yer al­dı­ğı bağ­la­mı gör­mez­lik­ten ge­le­rek “ah­la­ki il­ke­ler” doğ­rul­tu­sun­da ya­yın­cı­lı­ğa ça­ğır­ma­mak ge­re­kir.
Esa­sen te­mel so­run şu­dur: Bir ül­ke­de her tür top­lum­sal çev­re ken­di­si­ni tem­sil ede­cek med­ya­ya sa­hip de­ğil­se, bu med­ya­nın yer al­dı­ğı ve ik­ti­dar iliş­ki­le­ri­ni be­lir­le­di­ği alan­da bir den­ge­siz­lik ya­ra­ta­cak, top­lum­sal fark­lı­lık­lar ye­ni­den üre­ti­lir­ken ki­mi çev­re­ler bun­dan da­ha faz­la za­rar­lı çı­ka­cak­tır. Mev­cut med­ya or­gan­la­rın­dan ta­lep edil­me­si ge­re­ken, “ta­raf­sız ya­yın­cı­lık” de­ğil, her ke­si­min med­ya sa­hi­bi ol­ma­sı ve ala­nı en­for­me et­me­si ile bir bil­gi den­ge­si ha­li­nin doğ­ma­sı­dır. An­cak bu el­de edil­di­ğin­de “ba­sın öz­gür­lü­ğü” gi­bi bir il­ke en yü­ce de­ğe­ri­ne ula­şır ve “med­ya” fark­lı ke­sim­le­ri tem­sil­le bir bü­tün­cül gü­ven olu­şu­mu­nun ara­cı ha­li­ne ge­lir. Kı­sa­ca­sı med­ya or­ta­mın­da gü­ven is­te­ni­yor­sa, fark­lı med­ya or­gan­la­rı­nın var­lı­ğı­nı des­tek­le­mek ge­re­kir. Bir baş­ka ya­pı­la­cak iş ise, hiç şüp­he­siz iz­le­yi­ci­le­rin ve oku­yu­cu­la­rın ak­tif fa­il­ler ola­rak tep­ki ve yo­rum­la­rı­nı med­ya or­gan­la­rı­na gön­der­me­le­ri­dir. Bu ge­ri bes­le­me, med­ya sa­hip­le­ri­ni ve pro­fes­yo­nel­le­ri­ni “na­sıl bir okur, iz­ler kit­le­si ile kar­şı kar­şı­ya ol­duk­la­rı” hu­su­sun­da bil­gi­len­di­re­cek, “kâ­rı aza­mi­leş­tir­me” dü­şün­ce­le­ri­ne bu mu­ha­lif tu­tum­la­rı da ek­le­mek zo­run­da bı­rak­tı­ra­cak­tır.

Paylaş Tavsiye Et
Yazara ait diğer yazılar