Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (December 2009) > Gündem > Dersim’i Hak saklasın, hakikat var içinde
Gündem
Dersim’i Hak saklasın, hakikat var içinde
Yasin Aktay
KÜRT ve Alevi vatandaşları kapsayan geniş bir demokratik açılıma karşı asıl büyük direncin, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu döneminde oluşmuş bir zihniyetten kaynaklanacağı belliydi. Doğrusu bu dönemde ortaya konulmuş olan devlet-vatandaş ilişkilerine dair model sorgulanıp revize edilmeden bu konuda ciddi bir adım atmak da mümkün görünmüyor. Zira zamanın ruhunun gerektirdiği büyük açılım yapılırken dahi bu düğümlenmiş noktaya hiçbir şekilde ulaşılamıyor. Bu alan sadece resmî ideolojinin çerçevelenerek tabulaştırıldığı bir “yasak bölge”yi değil, aslında hiç kimsenin hatırlamak bile isteyemeyeceği bir sürü karmaşık psikolojik durumu da içeriyor veya kapatıyor.
Şapkayı dahi devrim konusu yapmış bir ülkede, binlerce insanın ne için ölmüş veya öldürülmüş olduğunu bugün insanlara izah etmenin bir yolu olmasa gerek. Şeyh Sait İsyanı’yla yaşananların, hangi yollarla bir ebedi suskunluğa mahkum edildiğini bugün ortaya koymak, sisteme inananların azıcık kalmış akıl sağlıklarını da iyice yerinden oynatabilir. Menemen’de tezgahlanan oyunun arka planı anlaşıldığında, bugün Ergenekon çatısı altında oynanan oyunların bütün kodları da ortaya çıkar. Öyle ki Menemen’de tezgahlanan oyunu, Danıştay cinayetinin karşısına koyduğumuzda, Danıştay’da yarım kalan hevesin boyutlarını görebiliriz. Güneydoğu’da kaç ulema veya kanaat önderi nasıl bir maharetle Menemen’deki olayla ilişkilendirilerek öldürüldü, bilen var mı? Ermeni soykırımı kavramına Türklerin bu kadar tepki göstermeleri, o tarihte olanları gerçekten bilmelerinden değil de kendi atalarına “soykırım” tarzı bir vahşeti hiçbir şekilde yakıştıramamalarından kaynaklanmıyor mu? Ya atalarına yakıştırmadıkları bu vahşetin daha yakın ve daha gerçek biçimlerinin Zilan deresinde, Dersim’de, inandıkları devlet rüesası tarafından yaşatılmış olduğunun öğrenilmesi bu insanları ne hale sokar, düşünebiliyor musunuz?
Cumhuriyet döneminde devrim kanunları üzerinden yürütülen pratiklerin hiçbiri bugün savunulamaz. Ancak devrimlerin halka anlatılma biçimi, yani resmî ideoloji olarak halkın bilincine derinlemesine kazınan büyük anlatı tümüyle çözüldüğünde ülkenin daha büyük bir travmaya gireceği ve ciddi bir psikolojik rehabilitasyona ihtiyacı olacağı açık. Resmî tarihin üzerindeki kalın ideolojik örtünün bir an önce kaldırılması bu yüzden Türkiye’de acil bir ihtiyaç halini almış durumda. Evlâd-ı Kerbelâ’nın acı dolu çığlıkları bir kâbus ve lanet gibi her geçen gün bu ülkenin rüyalarına sökün edip psikolojisini bozuyor. Türkiye artık sadece o çığlıkların sahiplerine bir bedel ödemek için değil, kendi ruh sağlığını tekrar kazanmak için de bu olaylarla yüzleşmek zorunda.
Bu anlamda Türkiye’de son zamanlarda siyasetin korkular üzerinden yürütülmesi ve bir “hortlama” söyleminin üzerine inşa edilmesi de tesadüf değil. İrtica veya karşı-devrim söylentilerinin önemli bir kısmında “hortlak”tan duyulan garip bir korkunun izleri okunuyor. Pozitivist veya dinî açıdan rasyonel bir inanca sahip olan herkes bilir ki “hortlak”lık bir hurafedir. Oysa hortlak korkusu, düşünceden çok psikolojik bir duruma dayanır. Nedeni de birçok korku filminde bulunabilecek “Hortlaktan en çok kim korkar?” sorusunun cevabıyla doğrudan ilgili. Zira sadece hortlağa karşı bir kusuru olanlar, ölünün yeryüzünde kalan bir hesabını tamamlamak üzere önünde sonunda döneceğini hissederler. Türkiye’de de işlenen sayısız cinayetlerin üzerine inşa edilen servet ve iktidarın sahiplerinin ilelebet huzurlu yaşamaları mümkün değil. Siyaseti korku üzerinden karşılamaları da bu ölçüde anlaşılabilir bir durum. Ancak korkunun ecele faydası yok.
 
Tarihin Kutusu Açıldı
Nihayetinde Onur Öymen’in, Dersim Katliamı’nı üstelik de sahiplenerek gündeme getirmesiyle pandoranın kutusu açıldı. Belki başka hiç kimse bu kadar etkili bir biçimde bu mevzuyu açamazdı. Tabii ki her şeyde bir hayır olduğu gibi, bu dil sürçmesi olarak açıklanmaya çalışılan ifadelerde de büyük bir hayır oldu. Zira “itiraf” edilen şeyin vahameti ortaya çıktıkça bazı insanlar, Dersimlilere yapılan kötülüklerin boyutlarını görüp, Tek Parti döneminin hiç de bir Asr-ı Saadet olmadığını fark ediyorlar. Bu dönemin uygulamaları gözler önüne serildikçe insanların zulme uğrayanlarla empati kurma ihtimali de artıyor.
“Dersim’i Hak saklasın, bir yârim var içinde” demiş ozan. Aslında Onur Öymen’in açıklamaları, Dersimli ozanın yâri kadar değerli bir şeyi, bu ülkenin hakikatini barındırıyor. Zira tek başına Dersim hadisesi, bugünkü Kürt, Alevi yahut İslam sorununun da gerçek kodlarını ele veriyor. Bu ülkede bizi birbirimize kırdıran bütün ilişki biçimlerini, yaşadığımız ideolojik yanılsamaları, iktidar hırsızlıklarını ve bütün komplekslerimizi çözecek hakikat Dersim’i mündemiç.
Resmî söylemin aksine Dersim Katliamı’nın arkasında, bastırılması gereken bir isyan değil, potansiyel bir bölücülük cereyanına karşı “önleyici savaş” mantığı vardı. Oluşturulmak istenen homojen toplumun yeknesaklığına bir tehdit potansiyeli olarak görülüyordu Dersim. Sanılanın aksine Osmanlı döneminde bu yöreye karşı hiçbir zaman bu ölçüde bir müdahale veya tedip hareketi de olmadı. Bu yörede zaman zaman ortaya çıkan bazı eşkıya hareketlerine karşı uygulanmış asayiş tedbirlerinin de bu kıyımla kıyaslanabilir bir tarafı yok. Cumhuriyet döneminde uygulanan bu tedbirât ancak muhtevası ve teferruatı unutturulduktan sonra sahiplenilebilen bir “çağdaşlık” projesi olarak tekrar hatırlanabildi.
Birçok Dersimlinin yaşanan olaylara rağmen daha sonra nasıl olup da CHP’ye oy verdiği üzerinde çok duruldu. Tuncelili Kürt-Alevi yazar Cafer Solgun, Tuncelilinin Kemalizm aşkını ancak psikolojiyle açıklayabileceğimizi söylüyor, adını da bir tür Stockholm Sendromu olarak koyuyor. Stockholm Sendromu, kişinin kendisini rehin alan kişiye âşık olma durumu. Ancak Dersim’in yaşadığı trajediye bakıldığında orada hiçbir psikolojik dengenin kalamayacağını görüyoruz. Dersimli birkaç nesil boyunca herhangi bir tutarlı davranış sergilemekten muaf tutulmalı, onlara bu zulmü reva gören zihniyet mahkum edilmeli. “Onlar için gelen devlet mi, yoksa Yezid’in Sünnileri miydi?”, “Cumhuriyet’ten Osmanlı’ya geçiş neyi değiştirdi?”, “Aleviliğin özüne dair elimizde ne var?”, “Bîhata evlâd-ı Kerbelâ’yı Hak nasıl saklar?”, “Yapılan ayıplar, zulümler bu evlâda revâ mı?”, “Bu zulümden kaçmanın yolu kendini gizlemek mi?”, “Gizlemenin yolu tamamen onlardan görünmek mi?”… bütün bu soruların her biri ayrı bir ruh halini dalgalandırıyor Dersimlinin yüreğinde. Dersim’deki katliamdan sağ kurtulanlarda oluşan dehşet, her an aynı şeylerin tekrar yaşanabileceği korkusu, yeni bir karar anının bu sefer hiç kimseyi muaf tutmayabileceği ihtimali, Dersimliyi her türlü tavır alışa itebilir. Bu durumun siyasal bir analizle açıklanabilmesi o kadar kolay değil.
Dersim olayına yaklaşım tarzları ise bu ülkede siyasetin hangi duygularla yapılıyor olduğunu göstermesi açısından önemli ipuçları veriyor. CHP’nin Onur Öymen’in konuşmasına, bütün siyasi riskine rağmen sahip çıkmak zorunda kalmasını iyi değerlendirmek gerekiyor. Sahip çıkma yolunun doğrudan Atatürk’ün manevi şahsında bir sığınağa çıkmasının Atatürk’ü nasıl bir risk alanına attığının çok da hesaplanmadığı anlaşılıyor. Çünkü olayda her şeyden önce can havliyle kurtarılacak bir zevahir meselesi var; ama zevahirin bu yolla, Atatürk’e sığınılarak bile artık kurtarılamayacağı belli oldu. Aksine bu yol Türkiye’de Atatürk’ü ve onun döneminde yapılanları sorgulanamaz olmaktan çıkaran ve onu fanilerin dünyasına indiren eleştirel bir yolu açabilir. Bu son derece sağlıklı bir yoldur; zira Türkiye’de en önemli sorun, bütün laiklik iddiasına rağmen hâlâ aklı bağlayan, serbest düşünce ve müzakere ortamını kilitleyen, alabildiğine geniş bir “düşünülemeyen alan”a sahip olmamız. Yıllar önce Muhammed Arkoun, İslam toplumunun en önemli handikapını “düşünülemeyen” alanların varlığına bağlamıştı; oysa laik zihniyet içindeki “düşünülemeyen” veya tartışılamayan alanlar, çok daha kesif bir felaketi hazırlıyor. Zira bu alanlar siyasete de yeniliğe de her çeşit etik değerlendirmeye de kendiliğinden kapalı. Dersim’in gündeme gelmesi, sistemin düşünülemeyen alanlarının ne kadar çok olduğunu fark ettirdiği ölçüde, siyasetin, aklın ve yaratıcılığın önünü açan hayırlı bir tevafuk olabilir.
Türkiye’de Aleviler arasında ise bu kadar önemli bir konuda dahi bir tutum birliği söz konusu değil. Ömer Çaha’nın isabetle kaydettiği gibi bir “beyaz Alevi-siyah Alevi” ayırımı kendini hissettiriyor. Ne yazık ki Alevilerin bir kısmı, Dersim’deki hadiseye gereken duyarlılığı sergilemediler, Dersimlilerin Aleviliklerinden değil Kürtlüklerinden veya huzursuzluk çıkarmalarından dolayı öldürüldüklerini düşündüler. Bu şekilde düşünmeyen birçok Alevi için de Dersim, uzun süre “konuşulmayan”, “susulan” bir alan olarak kaldı. Ancak Öymen’in açıklaması ve CHP’nin bu açıklamaya sahip çıkışı üzerinden yürütülen Dersim tartışmaları, yeni kuşak Alevilerin meseleye bakışı üzerinde çok farklı bir etki yapabilir.
Bu vakanın muhafazakâr kesim tarafından fırsatçı bir yaklaşımla ele alındığı, zira bu kesimin şimdiye kadar bu olaya sessiz kaldığı yahut katliamı bizzat Sünnilerin yaptığı iddiasında bulunanları ise hakkaniyete davet edebiliriz ancak. Haddi zatında katliamcıların hedefi Alevilerin Sünnileştirilmesi falan değildi. Onların Dersimlilerle ilgili dertleri, Aleviliklerinden çok Kürtlüklerinden veya ilerideki isyan etme potansiyellerinden kay-naklanıyordu.
Sünni kamuoyunda yıllarca Alevi-Kızılbaş ötekiliğinden faydalanılmaya çalışılmış olduğu ne yazık ki doğru. Ancak bu ötekileştirmenin tarihî süreçte neden sadece Cumhuriyet döneminde, Dersim’de, Maraş’ta, Sivas’ta, Çorum’da bu tür trajedilere yol açmış olduğunu, bugün Ergenekon dosyasının kapağını açanlar artık hakikatiyle görebiliyorlar. Ayrıca gerçekten de Dersim’de saklı olan hakikat, Sünni dünyayı da kendisiyle yüzleşmeye sevk edebilecek, Kürşat Bumin’in çok yerinde deyimiyle, bu dünyayı değiştirebilecek düzeyde. Zira Sünni dünyanın Alevilik algısının hangi tarihsel şartların ürünü olduğu ve nereye kadar devam edeceği sorularını gündemimize ciddi biçimde soktu ve artık bu algının değişme zamanının geldiğini gösterdi.
Dersim olayının bu bağlamda siyasetin bir konusu haline gelmesi de son derece normal. Siyaset tam da böylesi bir tartışmadır. Üstelik bu konuda geçmişte isnat edilen tutumların tekrarlanmasını beklemek de gereksiz. Dün Dersim’den bihaber olan kesimlerin bugün bu bağlamda karşılaştıkları Dersim’e daha büyük bir ilgiyle yaklaşmaları son derece hermenötik bir dinamiğe bağlı. Gelinen noktada siyasetin bu tartışmadan hayırlı bir sonuç çıkarıp bu meseleyi daha eleştirel ve daha faydalı bir vatandaşlık kalitesine ulaşmanın bir adımı haline getirmesi gerekiyor.
Gerçekten de, Dersim’i Hak saklasın, zira ne hakikatler var içinde.

Paylaş Tavsiye Et