Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (January 2010) > Dünya Siyaset > Avrupa’nın Müslümanlarla imtihanı
Dünya Siyaset
Avrupa’nın Müslümanlarla imtihanı
Ebru Afat
AVRUPA sınırları dâhilinde yaşayan 20 milyon Müslüman’ın durumu, Avrupalılar için gittikçe büyüyen bir mesele haline geliyor. Genel itibarıyla hayat tarzlarında İslam dininin hâlâ belirleyici bir rol oynadığı Müslümanların, Avrupa’nın kadim Hıristiyan köklerinden kopmasa da modern ve seküler temellere oturan sosyokültürel ortamındaki yaşam mücadeleleri, çok boyutlu bir kimlik-aidiyet-medeniyet tartışmasına yol açıyor. Farklı ülkelerden gelen ve kendi içinde oldukça renkli bir yapı arz eden Müslümanların Avrupa coğrafyasındaki varlıkları, her geçen gün daha şiddetli sorgulanıyor.
11 Eylül 2001’de New York’ta, 11 Mart 2004’te Madrid’de ve 7 Temmuz 2005’te Londra’da düzenlenen terör saldırıları, Batı’da Müslümanlara yönelik düşmanca tutum ve önyargıları çoğalttıysa da sorunun temelinde çeşitli sosyal, ekonomik ve kültürel dinamikler yatıyor. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’ya göçmen olarak gelip yerleşen Müslümanların bu topraklarda doğup büyüyen torunları, yani üçüncü nesil Avrupalı Müslümanlar dahi Avrupa’nın yerli halklarına kendilerini kabul ettirme aşamasında ciddi zorluklar çekiyorlar. Bu süreçte hükümetlerin Müslümanların haklarını kısıtlayıcı yaklaşımlar sergilemeleri ve aşırı sağcı-ırkçı siyasi partilerin ülkelerinin sorunlarını yabancılara, özellikle de Müslüman kökenli göçmenlere yansıtarak oy avcılığı yapmaları gerilimi tırmandırıyor.
İsviçre’de 29 Kasım 2009’da düzenlenen referandumda minare inşasını yasaklayan anayasa değişikliğinin kabul edilmesi ve Fransa’da kadınların burka, çarşaf ve peçe giymelerini yasaklama girişimlerinin hızlanması, Müslümanları yine tartışmaların merkezine oturtuyor. Çoğunluğu Boşnak ve Kosovalı 350 bin Müslüman’ın yaşadığı İsviçre’de, halkın %58’i minareli dört camiye dahi tahammül edemiyor. Merkez Demokratik Birliği (UDC) ve Federal Demokratik Birlik (UDF) gibi ırkçı/dinci partilerin öncülük ettiği ve popülist sağcı parti İsviçre Halk Partisi (SVP)’nin desteklediği bu referandumun benzerlerinin Fransa, Almanya, İngiltere, Hollanda ve Danimarka gibi Müslüman nüfus oranının daha yüksek olduğu ülkelerde de tekrarlanması halinde benzer sonuçların alınacağı, Avrupa medyasında ifade ediliyor. Minare yasağı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)’nde iptal edilebilir; ancak bu, İsviçrelilerin Müslümanlardan rahatsız oldukları gerçeğini değiştirmeyecektir. 
İsviçre’deki referandum sonucunu onayladığını açıkça ifade eden tek Avrupalı lider olan Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin burka, çarşaf ve peçeyi yasaklama isteği, kamuoyu yoklamalarına bakılırsa Fransızlardan ciddi destek görüyor. Sarkozy’nin Haziran 2009’da burka ve peçenin, özgürlük, laiklik ve cinsiyet eşitliği gibi cumhuriyetçi Fransız değerlerine uymadığını söyleyip parlamentoda bir araştırma komisyonu kurulması çağrısıyla başlayan sürecin son aşamasına gelindi. Sarkozy sokak, toplu taşıma araçları ve üniversiteleri kapsayan bir yasak istiyor. Fakat parlamento komisyonu, Ocak ayında genel kurula sunacağı raporda, yasağın kapsamlı olması halinde AİHM’den dönebileceği için sadece belediye binaları ve karakollar gibi güvenlik mazereti gösterilebilecek alanlarda yasak tavsiye ediyor. 6 milyonluk Müslüman nüfusuyla, Müslümanların en çok yaşadığı Avrupa ülkesi olan Fransa’da 2004’te orta öğretim kurumlarındaki öğrencilerin başlarını örtmeleri yasaklanmıştı. Fransa’da yüzünü de kapatacak şekilde örtünen kadınların sayısının 400’ü bulmadığı söyleniyor. Buna rağmen burka, çarşaf ve peçenin yasaklanmasının, Fransa’daki Müslümanların hayat alanını biraz daha daraltmasından korkuluyor.  
 
İslamofobi, Çok-kültürlülük ve Avrupa’nın Krizi
İsviçre ve Fransa’daki bu son gelişmelerin yanı sıra, Almanya’da cami yapımının zorlaşması, diğer Avrupa ülkelerinde de başörtüsünün yasaklanmak istenmesi, Müslümanların Avrupa’da geçen on yılda yaşadıkları sorunların sadece birkaçı. Müslümanların en rahat ettiği Avrupa ülkesi olarak bilinen İngiltere’de bile durum fazla iç açıcı değil. İngiltere Premier Ligi takımlarının taraftar grupları adı altında bir araya gelen ırkçı holiganlar, çeteler oluşturup kamusal alanlarda Müslümanları taciz eylemleri yapıyorlar. İngiliz Savunma Ligi (English Defence League) çatısı altında toplanan çetelerin eylemlerine birçok Neo-Nazi grubu da katılıyor. Hollanda’da ise bütün siyasi söylemini İslam dini ve Müslümanlarla mücadele üzerine kuran Geert Wilders’in liderliğindeki Özgürlük Partisi (PVV)’nin oy oranının yükselmesi büyük endişe yaratıyor.
Gerek Avrupa’da gerekse ABD, Kanada, Avustralya ve Yeni Zelanda gibi diğer Batı ülkelerinde yaşayan Müslümanların maruz kaldıkları dışlanma, ötekileştirme ve ayrımcılık, İslamofobi(İslam korkusu) başlığı altında değerlendiriliyor. İngiltere’de etnik çoğulculuğu sağlamak için uğraşan Runnymede Trust’ın kurduğu bir komisyonca 1997’de hazırlanan ve dönemin İçişleri Bakanı Jack Straw tarafından yayınlanan ünlü rapor, İslamofobi olgusunu gündeme getirmişti. 11 Eylül ile birlikte Müslüman ile terörizm kelimelerinin özdeşleştirilmesine karşı verilen mücadele, İslamofobi kavramını yaygınlaştırdı. İngiltere ve Hollanda gibi Avrupa ülkelerinde Müslüman kökenli göçmenlerin topluma entegrasyonu için oluşturulan çok-kültürlülük projeleri, 11 Eylül’den sonra tam anlamıyla çöktü. New York merkezli Açık Toplum Enstitüsü’nün 15 Aralık 2009’da yayınladığı “Avrupa’daki Müslümanlar” başlıklı raporda, 11 Avrupa şehrinde 2.000’den fazla Müslüman’la yapılan mülakat sonuçlarına göre Avrupa’daki Müslümanların karşılaştıkları ayrımcılığın alarm verici derecelere ulaştığı belirtiliyor.  
Çok-kültürlülük üzerine çalışmaları bulunan ünlü Hollandalı yazar ve akademisyen Ian Buruma, İngiliz The Guardian gazetesinde 5 Aralık 2009’da yayınlanan makalesinde, İslam korkusunun Avrupalıların yaşadığı kimlik krizinden kaynaklandığı öne sürüyor. Buruma’ya göre çoğunluğu seküler ve liberal bir hayat süren, Hıristiyanlığı sadece kültürel bir unsur olarak gören Avrupalılar, hâlâ inançlarını koruyan ve kim olduklarını bilen Müslümanları görünce yaşadıkları kimlik krizini hatırlıyorlar: “Bu gökyüzüne yükselen minareler, siyah başörtüler tehdit ediyor; çünkü inançlarını kaybettiklerini hissedenlerin yaralarına tuz basıyor.”
Tarihinde “öteki” ile birlikte yaşama geleneği olmayan Avrupalılar, bağırlarındaki Müslümanlar ile yeni bir deneyimden geçiyorlar. Batı kültürünün üstünlüğüne inanan Avrupalılar, kendilerine benzememekte direnen Müslümanlar karşısında dışlayıcı refleksler geliştiriyorlar. 1980’lerden beri uygulanan neoliberal ekonomi politikalarının Avrupa’da sosyal devleti aşındırması ve küresel krizle birlikte işsizliğin tavan yapması, popülist politikacıların Müslümanları hedef haline getirmesini kolaylaştırıyor. Müslümanlar, AB çatısı altında toplanan Avrupa’nın yeniden küresel bir aktör olma sınavının en yüksek puanlı sorusunu teşkil ediyor. Zira kendi içindeki Müslümanlar ile ilişkilerinde sınıfta kalan bir Avrupa, asla inandırıcı ve güven verici bir büyük güç olamaz.

Paylaş Tavsiye Et