Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (April 2010) > Türkiye Siyaset > Cici bir silah olarak köşe yazarlığı
Türkiye Siyaset
Cici bir silah olarak köşe yazarlığı
Yusuf Özkır
DÖRDÜNCÜ kuvvet medya ile yürütme arasındaki gerilim, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “Gazete patronları, köşe yazarlarını kontrol etmeli” yönündekisözleriyle yeni bir evreye girdi. Toplumsal talepleri ve çözüm önerileri bakımından zıt kutuptaki gazeteci/yazarlar “kabul edilemez, vahim” gibi sıfatlarla Başbakan’ın sözlerini protesto ettiler. Medyanın tepkisi ortak bildiriyle sınırlı kalmadı. Ana akım ve muhafazakâr medyadan birçok yazar konuyu köşesine taşıyarak Başbakan’ı eleştirdi. Muhalif kalemler “Başbakan’ın klasik dayatmacı tutumu”, iktidarı destekleyen kalemler ise “Basına karşı daha hoşgörülü olmalısınız” yaklaşımındaydı.
Ortaklaşmanın toplumsal barışa katkısı tartışıladursun, egemen söylemle dile getirirsek kartel medyasıyla yandaş medya, bu vesileyle, meslekî dayanışmasını gösterme fırsatını buldu. Türk medyasını yakından takip edenler için sürpriz sayılabilecek dayanışma görüntüsü kısa süreli olsa da medyanın kendi “öz” iktidarını hatırlatması açısından çarpıcı. Kültürel, siyasal ve ekonomik varlıklarını medyada ürettikleri mücadelelerle sürdüren gazetecilerin siperlerini terk edip ortak sahne alması, Türk basın tarihinde kırk yılda bir rastlanan bir durum. Bu yüzden medyanın bütünsel duruşunu(!) ıskalamamak gerekiyor.
Başbakan’a yönelik sert eleştirilerden biriyse “dışarı”dan medya eleştirmeni Ragıp Duran’dan geldi. Klasik anlamda iktidar yanlısı/karşıtı tanımının ötesinde yer alan Duran’ın gazeteciler.com adlı internet sitesinde yayımlanan “Başbakan, patron ve köşe yazarı” başlıklı yazısı “Başbakan’ın sınıfsal konumu, siyasi-kültürel geçmişi ve demokrasiyi bir araç olarak gördüğü” temelinde şekilleniyor. “Özgürlük, darbe karşıtlığı ve demokrasi” gibi konularda niyet okuması yaparak Başbakan’ı mahkum eden yorum, Başbakan’ın medya desteğine rağmen partisinin erimesini durduramayacağı vurgusuyla bitiyor. Yazıyı çarpıcı kılan nokta, politik muhtevasından çok “gazeteciliğin evrensel ilkeleri ve medyada etik” gibi referanslara atıfla yazılarını temellendiren Duran’ın bilinen çerçevenin dışına çıkması. Örneğin Taraf gazetesinin yayın politikasını analiz ettiği yazılarında “haber yayınlanmadan önce doğrulatılmalı ve gazeteci bağımsız olmalı” ilkelerine gönderme yapan Duran, Taraf’ı siyasi iktidarın çıkarına TSK’ya savaş açmakla suçladı. Gazetenin aynı muhalefeti AK Parti’ye, Emniyet Müdürlüğü’ne ve Fethullah Gülen’e yapamadığını belirten Duran, Taraf’ın gazetecilik değil manipülasyon yaptığını vurguladı. Zira Ragıp Duran’a göre gazete/ci hiçbir iktidara bağımlı olmamalıdır. İlginç olan ise medya eleştirmeni sıfatıyla Duran’ın Başbakan’ı eleştirirken köşe yazarlığının pratik durumuna değinmemesidir. Çünkü siyasetin kırılgan dönemeçlerindeki refleksleriyle sürece yön veren köşe yazarları, toplumsal yaşamın şekillenmesinde kültür ve ideoloji taşıyıcısıdır. Sağcısından solcusuna, milliyetçisinden İslamcısına kadar “öncü” işlevindeki gazeteci-yazarlar aynı zamanda belirli kesimlerin silahıdır. Medya-siyaset-sermaye üçgeninde şekillenen köşelere çoğunlukla bu perspektiften bakmak gerekir. Eleştirel okuma öncesinde köşelerin yapısal değişimini irdelemekte fayda var.
 
Yasa Koyucu Yazarlar
Cumhuriyet Türkiye’sine bakıldığında, köşe yazarlığı, siyasal ve kültürel yaşamdaki gelişmelere paralel biçimde iki değişim geçirir. Hürriyet gazetesinin katalizör işlevi gördüğü değişimin ilki Mayıs 1948’de yaşanır. Hürriyet’le birlikte Bâb-ı Âli’nin üslup ve muhteva bakımından ağır yazılarının yerini gündelik yaşamın sıradan dilini kullanan açık ve kısa yazılar alır. Başlangıçta tepki çeken yazı türü, zamanla Bâb-ı Âli’ye egemen olur. Başyazar Sedat Simavi “Yazılarımı bakkal ve manav için yazıyorum” diyerek kendini savunur. Ticari kitle gazetesi hüviyetindeki Hürriyet’in geleneğine uyan ilk gazeteyse 1950’de yayınlanan Milliyet olur.
İkinci değişimin mimarı Ertuğrul Özkök, 1990’da “amiral gemisi”ni yönetmeye başlayınca gazeteciliğe yeni bir rota çizer. 90’lı yıllarda Özal’ın ekonomide yaptığını o medyada yapar. Haberin ve köşe yazısının “meta”,okuyucunun “müşteri”olarak tanımlandığı yeni gazetecilik düzeniyle köşe yazısının muhtevası değişir. Politik, ekonomik ve kültürel konular kadar gündelik yaşamın alışılmış olaylarını işleyen yeni bir yazar profili köşelere yerleşir. Yemek çeşitlerinden aşk günlüklerine, mahalle dedikodularından elbise tercihine birçok konu “yazı” olarak karşımıza çıkar. Laik ya da muhafazakâr, medyanın bütün renklerini kapsayan “yaşam tarzı” yazarlığının ikonu ise Ayşe Arman olur.
Konu seçimindeki farklılaşma ve üslubun kendi “dil”ini kaybetmesi yazarların iktidar ilişkilerindeki aracılığını pekiştirir. Elektronik medyanın yaygınlaşması, köşe yazarlarını, ayırıcı faktör olarak popüler kılar. Çıkmazlarını ve açmazlarını beraberinde getiren yeni sürecin aktörleri, hesap verme bakımından topluma karşı sorumlu olmadıkları için, millet iradesini yok sayabilmekte ve çıkarlarına aykırı durumlar karşısında iktidara meydan okuyabilmektedir. “Haber kutsal, yorum hürdür” ilkesince oluşturulan yazılar toplumu analiz etmekten çok, yazanın değerleri, çıkarları ve idealarını yansıtır. Zygmunt Bauman’dan ilhamla söylersek köşe yazarları “birer yasa koyucu gibi” yazmaktadır.
Dinç Bilgin’in “Banka sahibi olunca gazeteciliği bıraktık” itirafında berraklaşan gerçeklikle birlikte köşeler, 1993 sonrası “iş takipçiliği”ne endekslenir. Köşelerde ele alınan konuların günceli aşamaması, birçok yazarın köşesini meslektaşlarından yaptığı alıntılar veya onlara yaptığı atıflarla doldurması fikrî çölleşmeye yol açar. Kitap okumak, araştırma yapmak gibi bilgilendirici pratiklerden uzaklaşan köşelerin sadece güncel olanla yetinmesi, buna ek olarak, haftanın yedi günü yazılması problemin tuzu biberi olur. Ayrıca gazeteciliğin merkezindeki muhabirliğin, pratikte algılandığı şekliyle, köşe yazmaktan zor olması, “yazarlığı” kısa yoldan prestij edinme aracı olarak sahneye çıkartır. İktidara içkin şöhretin kapısı köşelerden geçer.
Sonuçta neresinden bakılırsa bakılsın, pratikteki durumun aksine yaşadıkları çevrenin ve çalıştıkları kurumun çıkar mücadelesinde işlevsel olsalar da köşe yazarlarının çok olduğu, fakat yazıları bayraklaşan kalemlerin sınırlı kaldığı bir basınımız var. Fikirlerin net olduğu yıllarda elden ele dolaşan, yazarını unutturacak ölçüde özneleşen köşe yazıları, darbeleri göz ardı etmeden söylersek, fikriyatın denge politikasına kurban verildiği 80’li yıllarla birlikte tarihe karıştı. Siyasi ve ticari liberalizmin düşünce ve ekonomi hayatında gösterdiği performansın biçimlendirdiği zihinler kendi ruhunu üretti. Pierre Bourdieu’nun “sembolik şiddet” kavramıyla açıkladığı yeni durumda yazılar “sınırlandırılmış” ya da “buyurulmuş” fikirlerle yazılmaya başlandı. Dolayısıyla dördüncü kuvvet medya ile yürütme arasındaki kavgada basın özgürlüğü kavramına sığınıp Başbakan’ı eleştirirken köşelerin içler acısı durumunu gözden kaçırmamak gerek. Köşeler memleketin fikir hayatını zenginleştirmek yerine cici bir silah olarak kullanılıyorsa durum medya adına vahim demektir.

Paylaş Tavsiye Et
Türkiye Siyaset
DİĞER YAZILAR