Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (July 2004) > Film
Film
Ruhların Kaçışı / Spirited Away
Yönetmen-Senaryo: Hayao Miyazaki
Müzik: Jo Hisaishi
Yapım: Japonya, 2001, 125 dk.
2003 En İyi Animasyon Oscarı, 2002 Berlin Film Festivali Altın Ayı ödülü başta olmak üzere katıldığı her festivalden ödülle dönen ve animasyon sinemasının beşiği olan Japonya’da tüm zamanların en çok hasılat yapan filmi olma unvanını elinde bulunduran bu başarılı animasyon, iki yıl rötarlı da olsa vizyona girdi. Daha önce ülkemizde gösterilen Heidi isimli çizgi diziden hatırlayacağımız Miyazaki; filmografisinin ustalık eseri olarak kabul edilen Ruhların Kaçışı ile animasyon severlerin karşısında.
Filmde perde, on yaşında sevimli bir kız olan Chihiro ve ailesinin, taşınacakları yeni şehre doğru yol alışlarıyla açılır. Yanlış bir yola saparak kaybolan aile yolun sonunda bir tünelle karşılaşır. Chihiro’nun isteksiz de olsa anne-babasını takip ederek girdiği tünelin sonu, terk edilmiş bina ve büfelerle dolu gizemli bir kasabaya çıkar. Küçük kızın tüm itirazlarına rağmen anne ve babası, kimsenin görünmediği bir büfedeki leziz yiyecekleri yemeye koyulur. Ailesinin ısrarlarına rağmen yiyeceklere dokunmayıp, bu tuhaf kasabayı dolaşmayı tercih eden Chihiro, karşısına çıkan Haku isimli bir çocuğun “orayı hemen terk etmesi gerektiği” uyarısıyla koşarak geri döner. Ancak anne ve babasını domuza dönüşmüş olarak bulur.
Chihiro, aslında insanların ait olmadığı bambaşka bir gerçekliğin parçası haline geldiğini anlamaya başlar. Küçük kız, karanlığın basmasıyla pek çok Japon tanrısı ve ruhların doluştuğu büyük binanın, büyücü Yubaba’nın işlettiği bir hamam olduğunu öğrenir. Yaşamak ve ailesini müşterilere yemek servisi olmaktan kurtarmak için, “ismini” Yubaba’ya vermek ve bu banyo evinde durmaksızın çalışmak zorundadır. Bu yorucu ama arındırıcı süreçte Chihiro, sabrı, arkadaşlığı, fedakarlığı ve aşkı öğrenecektir.
‘Alice Harikalar Diyarında’ gibi başlayıp ‘Oz Büyücüsü’ gibi devam eden bu Japon animesi, Amerikan animasyonlarının didaktik yapılarından alışılageldiği gibi “iyiler ve kötüler”i değil, iyilik ve kötülüğü kendi içlerinde bir arada taşıyan ve yansıtan karakterleri barındırıyor. Filmde, en kötü karakter diyebileceğimiz büyücü Yubaba bile bir yönüyle fedakar bir anne olarak sunuluyor.
Yönetmen her ne kadar filminin, on yaşında olmuş ve bir gün on yaşında olacaklar için olduğunu söylese de, Ruhların Kaçışı’nın hedef kitlesi çocuklardan çok yetişkinler. Filmin alegorik yapısında her figür, her sembol bir anlam dünyasını işaret ediyor. Chihiro’ya yapılan “Çalışmazsan öleceksin!” ve “Gerçek ismini asla unutma, ismini unutursan seni tamamen ele geçirirler” uyarıları, savaş sonrası şekillenen Japon kültürünün temel argümanlarını özetliyor: “İsmin ‘geçmişi’, çalışmanın ise ‘geleceği’ şekillendirdiği bir ortamda; geçmişi ve geleneklerini unutmadan, kapitalist sisteme eklemlenmek.”
Kullandığı animasyon teknikleri, uzun süre akıldan çıkmayacak şekilde tasarlanmış karakterleri ve her bir karenin çiziminde gösterildiği belli olan özenle, bu filmin animasyon sinemasında önemli bir yerde durduğunu söylemek mümkün. / Hilal Turan

Tavsiye Et
Bebekler / Dolls DVD
Yönetmen-Senaryo: Takeshi Kitano
Görüntü Yönetmeni: Katsumi Yanagishima
Müzik: Jo Hisaishi
Oyuncular: Miho Kanno, Hidetoshi Hishijima
Yapım: Japonya, 2002, 113 dk.
Çıkış noktası, geleneksel Japon sanatları içinde saygın bir yeri olan Bunraku kukla tiyatrosu olan Bebekler’de, birbiriyle paralel üç aşk hikayesi anlatılıyor. Birbirine kırmızı bir iple bağlı olan ve kuklaları hatırlatan aşıkların; Yakuza ve onu bir ömür boyu ayrıldıkları yerde bekleyen kadının zamana yenilmeyen aşklarının; bir pop şarkıcısına aşık olan ve onun için gözlerini feda eden yol işçisinin hikayeleri adeta tek bir öyküymüş gibi birbiriyle iç içe sunuluyor. Doğu’nun aşka hikemî yaklaşımını her bir hikayesinde hissettiren film, başladığı noktadan kukla-insan ilişkisi paralelinde metafizik açılımlar getirerek genişliyor ve hikaye yine başladığı yere dönüp ‘kuklacıya’ işaret ederek bitiyor. Bebekler, dört mevsim aşkın resmini çiziyor perdede. Kitano’nun ustalık filmi olan bu büyüleyici görsel şöleni kaçırmamak gerekir. / Hilal Turan

Tavsiye Et
Gizli Pencere / Secret Window
Yönetmen-Senaryo: David Koepp
Oyuncular: Johnny Depp, Jhon Turturro
Yapım: ABD, 2004, 96 dk.
Gizli Pencere, Stephen King’in romanı “Secret Window, Secret Garden”dan uyarlanan bir David Koepp filmi.
Mort Rainey (Johnny Deep), gözlükleri olmadan göremeyen, sigara içmemeye çalışan, ev hali rahatlığını, üzerinden çıkarmadığı bornozuyla özdeşleştiren, sorumluluklarını günde on beş saat uyuduğu kanepesine gömen ve en önemlisi eşinden ayrılmak zorunda kalan bir gerilim romanı yazarıdır. Karısının onu aldatması sonucunda, film ilerledikçe anlayacağımız büyük bir psikolojik bozukluğa sahip olan yazar, kendini şehir merkezinin çok uzağına adeta fırlatır. Bu izole hayatı, yazarlığı noktasında değil ama yaşadığı olumsuzlukları devasa bir boyuta dönüştürme noktasında ona ilham kaynağı olur. Yazarın bu ruh hali sürerken, kapısı John Shooter (John Turturro) adındaki bir yabancı tarafından çalınır. Yabancı, Mort’u intihalle suçlayan bir psikopattır. Shooter’ın ortaya çıkması ile yazarın yarattığı karakterleri gerçek hayatına soktuğu ve farkında olmadan yaşadığı hayat ile romandaki hayatı birbirine karıştırdığı anlaşılır. Bu ince çizgi, yazarın Shooter üzerinden gerçekleştireceği her türlü taciz ve tehdidin ucunun kaçmasına neden olur.
Tyler Durden, Dövüş Kulübü’nde “ ancak sahip olduğumuz her şeyi kaybettiğimizde, her şeyi yapabilecek kadar özgür oluruz” diyordu. Mort Rainey de benzer bir mücadele yöntemi ile ve hiç bir kalıba uymayan bir adalet anlayışı içinde özgürlük serüvenini tamamlar. Filmin başarısı sürpriz bir finale sığındığı için, Gizli Pencere’nin sadece yazarın düşüncelerinin ve psikolojik dünyasının üzerine kurulu olduğu söylenebilir. Yine de, filmdeki ayna imgesi üzerine kurulu sekanslar ve Shooter ile yazarın arasında geçen replikler sayesinde finale dair ipuçlarını yakalamak mümkün. Film, gerilimin dozunu ayarlama noktasında diğer Stephen King uyarlamalarının düzeyini aşmayı başarsa da, son dönem filmlerinin sahip olduğu alter-ego göndermelerinde iddiasız kalıyor. Yazarın yaşadığı intihal olayı ise sadece filmin merkezindeki psikolojik zemine hizmet için var.
Yönetmen Koepp, yıldızı parlak bir oyuncu kadrosunu ve klasik gerilim ögelerini buluşturarak, hem Stephen King uyarlamalarının suyuna giden, hem de David Fincher’ın Dövüş Kulübü’ne benzeyen toplama bir üslup edinmişe benziyor. Eğer amaç yalnızca bizi germekse Koepp’ın başarısız olduğunu kim söyleyebilir ki? / Esra Bulut

Tavsiye Et