Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (September 2004) > Türkiye Siyaset > Girişken dış politikanın AB yaklaşımı
Türkiye Siyaset
Girişken dış politikanın AB yaklaşımı
Şaban Kardaş
KASIM 2002 seçimlerinden bu yana geçen sürede, AKP iktidarı kendisini iç siyasette attığı adımlar kadar, Türk dış politikasına getirdiği dinamizmle de hissettiriyor. Bu dinamizmin arkasında yatan en önemli neden hiç şüphesiz ki, söz konusu dönemde Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı acil çözüm bekleyen ikili, bölgesel ve uluslararası krizlerin yoğunluğu; bunların politika yapıcılara dayattığı, ataleti kabul etmeyen ve dinamizmi zorunlu kılan tempo. Ayrıca, ülkenin uzun zaman sonra kavuştuğu ‘güçlü’ bir iktidarın ve bunun doğurduğu ivmenin dış politika eksenine yansımasıyla da karşı karşıyayız. Fakat bunun da ötesinde, mevcut iktidarın bilinçli bir şekilde, dış politika yapımında edilgen bir yaklaşımdan ziyade etken ve inisiyatif alan bir profil çizdiğini ve bu yönde taktiklere başvurduğunu belirtmek gerekiyor.
 
AKP İktidarı ile Siyasî Otorite-Dış Politika Bütünleşmesine Doğru
Turgut Özal’ın kendi siyaset anlayışının ve bireysel izinin dış politika yapımı süreçlerinde de etkili olduğu aktif bir dönemden sonra, zayıf ve istikrarsız koalisyonlar dönemi geldi. 1990’lar boyunca süren ‘yönetilememe krizi’ Türkiye’nin dış ilişkilerinde de kendini hissettirirken, dış politikanın belirlenmesi ve uygulanması büyük ölçüde dışişleri bürokrasisine, hatta zaman zaman askerî bürokrasiye havale edildi. Bu da pek çok durumda ya sorunların süregitmesine, ya da arkasında halk desteği olmayan kararlar alınmasına neden oldu. Buna bürokratik yapının tutuculuğu da eklenince, Türkiye’nin dış politikası sorun çözmekten ziyade ertelemeyi önceleyen bir yaklaşımla yönetildi. Siyasî iradenin kendi anlayışını empoze etmeye çalıştığı dönemlerde ise, gerek projelerin genel bir dış politika vizyonuna oturtulmamasının, gerekse bürokratik kurumların ve bölünmüş durumdaki siyasî otoritenin kendi içinden gelen direncin etkisiyle bu girişimler birer macera olarak kaldı.
AKP hükümetinin başa geldikten sonra karşı karşıya kaldığı dış sorunların ve bunların iç politikadaki uzantılarının çokluğu büyük ölçüde önceki dönemlerden kalan ‘miras’ın bir sonucu. Ancak çözüme yönelik politikalar belirlenmesinde ve bunların yürütülmesinde hükümetin inisiyatifi ele almaya başladığı görülüyor. Böylelikle Türkiye’de dış politika yapımı giderek sivilleşiyor; bürokrasinin değil, siyasî iradenin nüfuzu altına giriyor.
 
AKP’nin Dış Politika Yaklaşımı
Bu süreçte AKP dış politika ekibinin geliştirdiği girişken politikaları desteklerken kullandığı diplomatik araçlarda ve taktiklerde çeşitlenme göze çarpıyor. Şu ana kadar başlatılan girişimler, uluslararası ilişkileri ve dış politikayı salt siyasî ve diplomatik araçlarla sınırlı gören bir anlayışın ötesinde, ekonomik ve ticarî ilişkilerle iç içe geçmiş karşılıklı bağımlılık ağlarından müteşekkil bir etkileşim süreci olarak algılayan bir yaklaşımın uzantısı. Benzer şekilde, uluslararası sorunları birbirinden izole bir biçimde, kendi jeostratejik bağlamında ele alarak düşünmekten ziyade, farklı problemleri birbirini etkileyen geniş bir ağın parçası olarak ele alabilme esnekliğini gösteren bir yaklaşım bu. Dahası, dış politika ile iç politikanın birbirinden bağımsız düşünülemeyeceği, iki alan arasındaki karşılıklı etkileşimler nedeniyle iç politikanın dış ilişkileri veya uluslararası gelişmelerin iç siyaseti şekillendirdiği varsayımını örtülü olarak kabul eden bir kavramsal perspektifin AKP politikalarına yön verdiği söylenebilir.
Uluslararası ilişkileri çok boyutlu ve dinamik bir süreç olarak algılayış, beraberinde çok renkli, farklı stratejilerin ve taktiklerin aktörlerce kullanılabildiği bir dış politika yapımını da mümkün kılıyor. Siyasî iradenin güçlü olduğu ve risk alabildiği ölçüde bu tür stratejilerin kullanımı kolaylaşıyor. Mesela Türk dış politikasında gerginlik kaynağı olan sorunları çözüp uluslararası işbirliği olanaklarının önünü açmaya çalışan AKP’nin, Kıbrıs sorununu, Türkiye’nin AB’ye üyelik sürecini ve nihayet AGSP’deki tıkanıklığı birbiriyle ilişkilendirip paket haline getirmeyi denemesi bunun bir örneğiydi. Sonrasında Kıbrıs’ta Annan Planı’na verilen destek ile AB üyelik süreci arasında sinerji yaratma girişimleri de benzer bir çaba olarak değerlendirilebilir.
 
AKP ve Oyun Teorileri
AKP’nin genelde Kıbrıs müzakerelerine bakışında, özelde de Annan Planı’na verdiği destekte ‘Nash dengesinden’ hareketle geliştirilen kazan-kazan stratejisiyle hareket ettiği söylendi. AKP dış politika ekibinin diğer bazı dış sorunlarda da uluslararası ilişkiler literatüründe yer alan farklı oyun teorisi modellerinden esinlendiği görülüyor. Hatta, Türkiye’nin AB’ye adaylık sürecini bir oyun gibi görmek, bu amaçla yapılan iç reformları, Avrupa ülkeleriyle geliştirilen işbirliği programlarını ve diğer iç ve dış politika hamlelerini bu oyun çerçevesinde stratejik bir hedefe yönelik taktik adımlar olarak açıklamak mümkün.
Bunun son örneğini Başbakan Erdoğan’ın Fransa gezisi sırasında, THY filosunu güçlendirme programı çerçevesinde imzaladığı yolcu uçağı alımı ihalesinde gözlemledik. Bu anlaşmada oyun teorilerince sıkça kullanılan dışsal ‘yan-ödeme’ kavramını çağrıştıran öğeler mevcut. Bu sayede aktörler, stratejik hedefe konu olan mesele dışındaki başka bir meselede muhatabının kazançlı çıkacağı adımları atarak asıl pazarlık konusunda muhatabın kendi pozisyonlarına yakın bir tavrı belirlemesini hedeflemektedirler. Bu dışsal yan-ödemelerin bir diğer etkisi de böylesi ‘tali’ bir meselede muhataba sağlanan ödemelerle onun içerideki ‘kazanç seti’ni genişletmektir. Bu da, asıl meselede onun size sağlayacağı avantajları, muhatabınızın ülkesindeki muhtemel muhalefete karşı savunup onaylatabilmesini kolaylaştıracaktır.
 
Nereye?
Türk görüşmecilerinin Avrupalı muhataplarına sağladığı bu ve diğer taktik yan ödemelerin ve uyguladığı diplomatik yakın takibin stratejik hedefinin AB’den müzakere tarihi almak olduğu herkesin malumu. Stratejinin diğer ayağını da, hükümetin içeride giriştiği reform paketleriyle ve zaman zaman sağladığı içsel yan ödemelerle Türk sistemini AB sürecine hazırlamak oluşturuyor. Oyun şu ana kadar iyi devam etmekte; AKP hükümeti AB ile olan ilişkilerinde sıfır toplamlı oyunlardan çok, sıfır toplamlı olmayan oyunları, yani çatışmadan ziyade işbirliğini tercih ettiğini açıkça ortaya koydu. Hamle sırası şimdi karşı tarafta. Ama sonucu beklemenin ötesinde Türk tarafının bir hususu gözden kaçırmaması gerekiyor. Süreç sona yaklaştıkça, işbirliğini amaçlayan oyun teorilerinin ve uluslararası ilişkilere işbirliği ve uzlaşma perspektifinden yaklaşan kuramların karşı karşıya olduğu en büyük sorun akla geliyor: Aldatma. Maalesef gönüllü veya gönülsüz aldatmayı -veya daha yumuşak tabiriyle işbirliğinden caymayı- cezalandıracak mekanizmalar uluslararası ilişkilerde halihazırda mevcut değil.
AKP’nin girişken dış politikasının ve Türkiye-AB ilişkilerindeki dinamizmin böylesi bir kayaya çarpıp çarpmayacağını kestirmek zor. Ama AKP’nin oyunda yaptığı iç ve dış ‘yan ödemelerin’ Türkiye’deki AB’ye şüpheci yaklaşan çevrelerce milli menfaatlerden ve ülkenin önceliklerinden verilen ‘tavizler’ olarak görüldüğü düşünüldüğünde, bu çarpmanın etkisi ve muhtemel bir faturanın çıkarılacağı adres konusunda kabaca bir fikre sahip olmak mümkün. Bazı uzmanların Aralık ayında çıkabilecek “şartlı evet’i” dahi prestij kaybı addetmeleri de buna eklenirse, AKP’nin dış politika yapıcılarının Avrupalı muhataplarının olası aldatma/caymasını nasıl engelleyeceklerini ve böyle bir durumda sorunu nasıl çözeceklerini birlikte göreceğiz.

Paylaş Tavsiye Et
Yazara ait diğer yazılar
Şaban Kardaş